< < Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası
 Bu sayfayı yazdır

Üç Kollu Gemi Halatı ve Yeni MİT Yasası

Yazan  24 Nisan 2014

17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasıyla birlikte Türkiye, hükümet ile cemaat arasındaki çatışma ve cemaate yönelik paralel yapı suçlamalarıyla yatar kalkar oldu. Kamuoyuna yeni bir olguymuş gibi sunulsa da aslında 2-3 sene öncesinde terörün yoğun olduğu dönemlerde ve 2013 başında açıklanan sözde çözüm süreci kapsamında Türkiye'nin güneydoğusunda PKK terör örgütünün bazı devlet uygulamalarını pratiğe geçirme girişimleri paralel devlet yapısı olarak kamuoyunun gündemine gelmişti.

Hükümet son dönemde paralel yapı suçlamasıyla sadece cemaati hedefe koysa da PKK'nın son bir senedir devam eden terörist faaliyetlerine rağmen çok iyi gittiğini düşündüğü sözde çözüm sürecine zarar vermemek adına PKK'nın paralel devlet uygulamalarını göz ardı etmektedir. Hükümet gibi düşünmeyenler ise Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu “üç devletli”, “derin devleti de işin içine katarak dört paralel yapılı” şeklinde adlandırmış ve yorumlamıştı. Ben de yine 21.yy. Türkiye Enstitüsü’nün bu web sitesinde yayımlanan makalelerimden birinde içinde bulunulan durumu  "iki buçuk devlet, iki buçuk hükümet tehdidi" olarak adlandırmış ve bunun Türkiye'nin bekasını tehdit ettiğini anlatmıştım.

Üç kollu halat: Hükümet-Cemaat-PKK

Makalelerime aldığım tepkilerden birinde çok değerli büyüğüm olan bir emekli deniz subayı Türkiye'nin içinde bulunduğu ilişkiler yapısını anlatırken kullandığı biz denizciler için gemilerde çok önemli bir unsur olan gemi halatı analojisinin yaşanılan ilişkiler ağını çok daha iyi anlattığını gördüm.  Halatın bedeni uzaktan bakıldığında bir ve bütünmüş gibi gözükmesine rağmen biraz yakından bakıldığında bu halatın birbirine dolanmış, sarılmış, yapışmış kollardan (çoğunlukla kullanılan üç kollu) oluştuğunu görmekteyiz.   

 

İşte şu anda Türkiye'deki ilişkiler yapısı da aynen böyle. Halatın bedeni devleti gösterirken her bir kolunu ise Hükümet, Cemaat ve PKK oluşturmaktadır. 17 Aralık'la birlikte hükümet ve cemaatin 2002 sonundan bu yana birlikte hareket ettikleri inkar edilemez bir şekilde ortaya çıkmıştır. Diğer taraftan PKK ile 2006'larda başlayan (Oslo süreci olarak adlandırılan) gizli görüşmeler ve 2008'de başlayan açılım politikalarının sonunda 2013'le birlikte uygulamaya sokulan (hem hükümet tarafının hem de PKK'lıların açıkladığı gibi artık geri dönüşü olamayacak) sözde çözüm süreci hükümetin PKK ile ilişkilerinin de halatın kolları gibi birbirine dolandığını ve yapıştığını göstermektedir. Bu üç kollu gemi halatı analojisiyle anlatmaya çalıştığım hükümet-cemaat-PKK ilişkileri aynı halattaki kollar gibi birbirine dolanmıştır ve ayrılmaları, birbirlerini yok etmeye çalışmaları mümkün değildir. Çünkü bu durum halatın fonksiyonunu yok edeceği gibi kolların da bir arada bulunmaktan kaynaklanan güçlerini dolayısıyla her bir kolun gücünü de yok edecektir.

İşte normal demokratik bir ülkede bir hükümetin bir araya gelip ortak politikalar üretemeyeceği örgütler (cemaat ve PKK) Türkiye'nin şimdiki hükümetinin bilerek ve bilmeyerek hazırladığı ortamdan da istifadeyle hükümetle sarmaş dolaş olan bir ilişkiler ağının kurulmasını sağlamışlardır. Demokratik, yasal ve meşru olmayan bu ilişkiler ağının yarattığı ortam ise 2008'den bu yana Türkiye Cumhuriyeti'nin bel kemiği olan TSK'yı merkeze alan sözde davalarla bu ülkenin Deniz Kuvvetleri ağırlıklı olmak üzere kendi ordusunu tasfiye ettiği bir sürece dönüşmüştür. Nitekim bu sürecin düzmece delillere dayalı bir kumpas olduğu hükümet yetkililerince de kabul edilmiş ancak söz konusu davaların mağduru TSK personeli açısından olumlu bir sonuç henüz alınamamıştır. Bununla birlikte kumpasçılar ve arkasındaki güçler açısından maksat hasıl olmuş ve TSK etkisiz hale getirilerek savunma ve güvenlik konularında bile görüşlerini açıklayamaz duruma getirilmiştir. Gerçeklerin ortaya çıktığını gören hükümet bu davalardaki kumpasın cemaat tarafından kurulduğunu, 17 Aralık'ta da cemaatin hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunduğunu iddia ederek her iki konuda suçlu ilan ettiği cemaate karşı bir tasfiye girişimine başlamıştır. Ancak bazı idari kararlarla görevden almalar şeklinde devam eden bu mücadelenin davalara dönüşeceğine, kumpasın ve 17 Aralık darbe iddialarının yasal olarak derhal sonuçlandırılabileceğine ilişkin somut girişimler ve belirtiler görülmemektedir. Çünkü üç kollu gemi halatı yapısına benzer ilişkiler ağı buna izin vermeyecektir. Bu nedenle hükümetin sonuç alamayan ama ses çıkaran uygulamalara yönelmesi beklenmelidir.     

Bu birbirine dolaşmış ilişkiler ağında öne çıkan diğer bir husus da müzakereyi esas alan sözde çözüm sürecine dönüşen hükümet-PKK ilişkileridir. Yıllardır kamuoyuna söylenenin aksine dünyada bir terör örgütüyle hele hele elinde silah tutan, silah bırakmayan, bırakmayı düşünmediğini de açıkça söyleyen bir terör örgütüyle görüşen bir devlet/hükümet yoktur. Türk hükümetine ABD ve AB ülkelerince empoze edilen terörle mücadele yöntemleri aslında direniş/isyancı (insurgency) gruplarla mücadele yöntemleridir, yani ABD ve AB ülkeleri çatışmaları sona erdirmek üzere müdahale ettikleri ya da işgal ettikleri ülkelerde çatışan gruplarla, işgale direnen gruplarla mücadele ederken uyguladıkları mücadele yöntemleridir. Ancak Türkiye'nin PKK terör örgütüyle mücadelesi bunlardan çok farklıdır, farklı da olmalıdır. Çünkü ABD gibi batılı ülkeler terörle ve direniş/isyanla mücadele için ayrı stratejiler oluşturmuşlardır. Örneğin ABD açısından tehdit olarak kabul edilen tek terör örgütü El Kaide'dir. Gerek bu stratejide gerekse Amerikalı karar vericilerin söylemlerinde El Kaide ile görüşme ve müzakere gibi bir yaklaşım kesinlikle ret edilmektedir. Ama işgal ettikleri ülkelerde örneğin Irak'ta ve Afganistan'da direniş gruplarıyla (Taliban gibi) görüşmekte, bunları silahsızlandırma, sisteme entegre etme politikaları izlemektedir. Fakat El Kaide söz konusu olduğunda görüşme ve müzakere konusu kesinlikle gündeme bile alınmamakta, teröristler dünyanın neresinde, hangi inde gizlenmişse aranıp bulanarak imha edilmektedir. İşte sorununa yanlış teşhis koyan, dış telkinlerin de etkisiyle PKK'nın tuzağına düşerek terörün siyasallaşmasına engel olamayan hükümet eli silahlı PKK terör örgütü ve onun hapisteki lideriyle müzakere masasına oturdu. Bu politikasını da aslında gerçeği yansıtmayan şekilde devletin istihbarat örgütünün diğer ülkelerin yaptığı gibi terör örgütüyle görüşebileceği savına dayandırdı.

Ancak yapılan anketlerde halkın ağırlıklı bir bölümünün PKK terör örgütü ve lideriyle müzakereleri uygun görmediğinin ortaya çıkması, söz konusu gizli görüşmeler bağlamında MİT Müsteşarına yönelik soruşturma açılması girişimiyle bu gizli/açık görüşmelerin yasal olmadığının resmen teyit edilmesi sözde çözüm sürecinin yasal ve meşru olmadığını ve işin içinde olanların mahkemelere düşebileceğini göstermiştir. Ayrıca sızdırılan Oslo ve İmralı zabıtlarıyla aslında PKK'nın hiçbir şeyden vazgeçmediğinin, müzakere masasında istediklerini tam olarak alamayacağı ihtimaliyle daha büyük bir terör sarmalına hazırlandığının, etnik bölücülük amacının hiç değişmediğinin ortaya çıkması hükümeti PKK ile ilişkiler ağına yönelik yeni tedbirler almaya zorlamıştır.

 

Üç kollu halat yapısını örten zırh; Yeni MİT yasası

Gerek PKK gerekse cemaatle olan birlikteliği ve iç içe geçmiş, dolaşmış ilişkilerin yanlış olduğunu ve hükümet açısından olumsuz sonuçlar doğurduğunu / doğuracağını gören hükümet değişik nedenlerle artık geri dönüşü de olmayan bir yola girmiş söz konusu ilişkilerin kendisine yaratacağı olumsuzlukları bertaraf etmek için bir takım düzenlemeler yapmıştır, yapmaktadır. Örneğin, HSYK kanunu değiştirilmiş, İnternet ile düzenlemeleri içeren kanun çıkarılmış, demokratik paket adıyla kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Böylece hükümet yasal düzenlemelerle kendi manevra sahasını genişletmeye çalışırken, kendisine yönelik iddiaların önünü kesmeye çalışmıştır.

Ancak bunlardan hiçbirinin etkisi ve sonuçları, yeni MİT kanunu kadar geniş ve büyük değildir. Yeni MİT kanunu ise içerdiği hükümlerle (uygulamada başka kanunlara çelişmesi halinde MİT kanunun öncelik alması gibi) milli istihbarat faaliyetlerini düzenleyen bir kanundan öte bir anayasa etkisi yaratabilecek niteliktedir.   Kamuoyunda bu kanunun bir muhaberat devleti yaratacağına ilişkin görüş temelinde muhtelif eleştiriler yapılmıştır. Ancak burada öncelikle kanunun olumsuz etkileri açısından kamuoyunda çok gündeme gelmeyen bazı muhtemel etkilerine vurgu yapmak istiyorum.

TBMM'de kabul edilen kanun hükümlerine göre MİT her türlü kurum, kuruluş, özel şirket ve kişiyle irtibat kurma, belge ve bilgi toplama, isteme hakkına sahip oluyor. Bilgi ve belge verenler (zaten vermem gibi serbestlikleri de yok) bu işler nedeniyle suçlanamayacak. Yani tüm kurum, kuruluş, şirketler MİT'e bağlı çalışır pozisyonda yani bir nevi istihbarat birimi olacaklar. Bugün bir banka olabilir, yarın bir mahkeme ya da savcılık öbür gün bir Bakanlık ve hatta Cumhurbaşkanlığı bir istihbarat birimi olabilecektir. Çünkü hiçbir kısıtlama yok. Diğer taraftan 8000 çalışanı olduğu açıklanan MİT aslında 76 milyon kişiyi eleman olarak kullanabilecektir. Çünkü kişilere irtibata geçip ceza almayacağı garantisi vereceği kişileri bilgi ve belge temininde kullanabilecektir. Kişiler bu işleri gizlilik içinde yapacağından tanıdığımız, birlikte çalıştığımız ve hatta ailemizin içinden birisi geçici süreyle de olsa MİT için çalışıyor olabilecek. Bu kapsamda MİT örneğin Genelkurmay'dan ya da TSK içindeki bir askerden gizli kozmik belgeleri, planları isteyebilecek, çünkü yasadaki hükümlerde kısıtlama yok, ucu açık. Tamamen MİT'in (müsteşar veya başka bir MİT görevlisi) inisiyatifinde yürüyecek bir işlem. Yani MİT tüm kurumları, kuruluşları, kişileri kontrol edebilecek en yetkili kurum oluyor. MİT Bakanlar Kurulu’nun vereceği görevleri yapacak deniyor ama verilen yetkilerin ucu açık olması nedeniyle bir bakılacak ki MİT Bakanlar Kuruluna da hükmeder bir pozisyona gelmiş. Yasaya yönelik tepkileri azaltmak için MİT'e Meclis denetimi geliyor denildi ancak Meclis'te kurulacak denetim komisyonunun görevleri arasında denetim görevi yok. Dolayısıyla MİT'in uygulamaları denetime kapalıdır. Böyle bir kurum kurumsal olarak ya da çalışanları bireysel olarak bu denetimsizliği kendi çıkarları için veya yaptıkları yasal ve meşru olmayan faaliyetleri örtmek için kullanabilecektir. Biliyoruz ki özel yetkilerle özel amaçlar için düzenlenmiş birimler her zaman her ülkede sorun yaratmıştır. Örneğin, Türkiye son dönemde özel mahkemeler nedeniyle bunu ciddi olarak tecrübe etmiştir. Çünkü her türlü sorumluluktan, cezai müeyyideden uzak yapılar bir süre sonra kendini yaratanları da tanımaz oluyor. Dolayısıyla bu yasayla hükümet hem kendisi hem de Türkiye için yeni bir canavar yaratıyor.

İşte yeni yasayla böylesine hareket serbestisi sınırsız, icraatları denetlenemez bir konuma getirilen MİT, MİT'in Bakanlar Kurulunu kontrol edebilecek bir örgüte dönüşebileceğini göz ardı edersek, hükümetin elindeki en büyük enstrüman olacaktır. Bu aşamada hükümetin MİT enstrümanını kullanmakta en fazla ihtiyaç duyacağı alan yukarıda açıkladığım gemi halatı analojisindeki cemaat ve PKK ile olan ilişkiler süreci olacak ve üç kollu gemi halatının kolları gibi birbirine dolanmış bu ilişkiler yapısının olumsuz etkilerini ve sonuçlarını örtmeye çalışacaktır. Çünkü yanlış denklemler üzerine kurulmuş bu ilişkiler ağının ülkenin, devletin ve milletin kabul edebileceği sonuçlar çıkarması beklenemez. İşte MİT'e süper yetkiler tanıyan yeni yasa adeta delinmez çelik bir zırh gibi üç kollu halatın üzerine örtülecek, halatın içindeki ilişkilerin açığa çıkmasına, sonuçların gerçek durumunun olduğu gibi görülmesine, bunlara nüfuz edilmesine, halata ve halatın kollarına darbe indirilmesine imkan vermeyecektir.

Sonuç olarak; Hükümet bu yasayı devleti yönetmede kendisine meydan okuyan makam ve karar mevkilerine sızmış cemaat üyelerini saf dışı etmekte kullanacağı gibi aynı zamanda PKK ile başlattığı yasal ve meşru olmayan görüşme/müzakere sürecinden kaynaklanabilecek hukuki sorunları (görüşme ve müzakerelerin başladığı dönemdeki yasal mevzuata göre yasal iş yapmadıkları artık teyit edilmiş ve yeni yasa geriye dönük işlemeyecek olsa da) bertaraf etmekte, kendine yönelik iddialara karşı kalkan ve müzakere masasının öbür ucundaki PKK'nın “müzakereler yasal zemine oturtulsun böylece PKK'nın silahlı mücadelesi yasal ve haklı bir statü kazasın” yönündeki taleplerini de karşılamaya yönelik bir manivela olarak sözde çözüm sürecinin kesilmesini önlemeye çalışmakta kullanabilecektir.

Tabii ki MİT yasasının hükümet-cemaat-PKK ilişkisi dışındaki daha bir çok alanda hükümete eşsiz bir koruma sağlayacağı aşikardır. Böylece hükümet yeni MİT yasasıyla tek bir taşla birden fazla kuşu vurabilmeyi, bu arada üzerine gelen taşlara karşı kendini emniyete alacağını hesap etmektedir. Ancak bu aşamada hükümete hatırlatabileceğimiz tek konu özel hükümler/dokunulmazlıklar/yetkiler içeren özel bir yasayla yaratılan çok özel yetkili bir kurumun özel gücünden dolayı uğrayabileceği güç zehirlenmesi ve sistem körlüğü etkisiyle kendisini yaratanları yutmaya yöneleceğinin unutulmamasıdır.