Bu sayfayı yazdır

Suçlar, cezalar ve doğrular

Yazan  12 Mayıs 2007
Kısa bir süre önce İstanbul’da PKK’nın gerçekleştirdiği Mavi Çarşı saldırısı ile ilgili yargılama sona erdi.
14 kişiyi yakarak öldüren üç PKK'lı ağırlaştırılmış ömür boyu hapse çarptırılırken, bir PKK'lı da ömür boyu hapis cezası ile cezalandırıldı. Bu mahkemenin AB sürecine giren Türkiye'de uygulayabildiği en yüksek ceza. Peki adalet yerini buldu mu? Bir an için kendinizi Mavi Çarşı'da yanarak ölen insanların akrabalarının yerine koyun.
Anneniz sizi, sabah erkenden kalkarak hazırladığı kahvaltı sofrasına oturtuyor. Kahvaltınızı ettikten sonra sizi yolcu ediyor. Siz soruyorsunuz "Anne bugün ne yapacaksın?" diye. O da "Biraz alışverişe çıkacağım. Akşama ne yemek yapmamı istersin?" diye soruyor. Siz yemek "siparişini" veriyorsunuz ve öğlenden sonra annenizin teröristler tarafından yakılarak öldürüldüğünü öğreniyorsunuz.
Şimdi kendinize sorun. Böyle bir ceza, böyle bir suç için adil bir ceza mı? Hayır tabii ki değil. Olması gereken idam cezasıdır. Ancak, sözde AB süreci çerçevesinde Türkiye gerçekleri ile ilgisi olmayan bir dizi sözde "uyum yasası" çerçevesinde idam cezası da kaldırıldı. Oysa, Türkiye gibi terörle mücadele süreci içinde olan, PKK gibi Soğuk Savaş ve sonrası dönemde dünyanın en etkili terör örgütlerinden birisi ile mücadele eden bir ülkenin, idam cezasından vazgeçmek gibi bir lüksü yoktur.
Türkiye devleti, idam cezasını kaldırarak, özellikle de terör suçlarında idam cezasını kaldırarak Türk milletine karşı ağır bir suç işlemiştir. İdam cezasının caydırıcı etkisi olup olmadığı şeklindeki tartışmaları bir yana bırakır isek, idam cezası kamunun suçludan adalet duygusu içinde hakkını geri almasıdır. İdam cezasının varlığı bile canileri cinayetlerini işlerken "bunun sonucu benim de ölmem" şeklinde düşündürecek ve belki geri adım atmaya ikna edecektir.
İnsanları yakarak, işkence ederek öldürecek kadar gözü dönmüş insan müsveddelerinin veya çocuklara tecavüz edip öldüren sapıkların, idam dışında bir ceza almaları onlar için bir çeşit ödül olurken, toplumdaki adalet duygusunu zedelemekte, yurttaşların devlete olan bağlılık, inanç ve sevgisi azalmaktadır.
Avrupa'da son elli yılda hakim olan liberal ideolojinin bir sonucu olan idam cezasının kaldırılmasını mutlak doğru ve insana saygı gibi sunan anlayış bilmelidir ki, 50 sene insanlık tarihi içinde bir nokta bile değildir. Mesele, Türk siyasetçilerinin kendilerine ve ülkelerine olan inançlarını yitirmiş olarak, AB'ye girmek tutkusu ile Türk milletinin menfaatlerini doğru değerlendirme yeteneğini tamamen kaybetmiş şekilde, gözü dönmüş adımlar atarak ne pahasına olur ise olsun AB'nin dayatmalarını kabullenmeleridir. Suçlar ve cezalarla ilgili olarak bu kadar. Şimdi sıra doğrulara geldi.
Bir süre önce gazeteci Fikret Bila TRT 1'de yayınlanan bir programda Abdullah Gül'e "Ne mutlu Türk'üm Diyene" demenin ilkellik olduğunu söyleyip söylemediğini sordu. A. Gül, bu soruya "mümkün mü, benim yedi ceddim Türk" şeklinde bir cevap verdi ve suçlamayı/soruyu reddetti. Ancak iki gün önce Yeniçağ A. Gül'ün Ankara'da Kocatepe Camii altındaki konferans salonunda yapılan Gönüllü Kuruluşlar Toplantısında bu sözleri söylediğini konuşma metinlerini içeren kitabı ortaya koyarak, Gül'ün doğruyu söylemediğini ispatladı. Gazetenin birinci sayfasındaki fotoğrafta A. Gül ile Muzaffer Özdağ yan yana oturuyorlar. Rahmetli Muzaffer Özdağ'dan dinlediğim bu konferans ile ilgili bir gerçeği kamuoyu ile paylaşmak istediğim için bu notu düşmek istedim. Abdullah Gül'ün "Ne mutlu Türküm diyene" cümlesine sataşan konuşmasından sonra söz alan Muzaffer Özdağ, A. Gül'e "Sayın Gül, Türk olmaktan neden bu kadar rahatsızsınız?" diye sormuştur. Sizce neden bu kadar rahatsız acaba...
Alaettin Parmaksız

1951 yılında Karaman Ermenek kazasında doğdu. İlk ve orta öğrenimi orada tamamladıktan sonra o dönemde Ermenek kazasında lise olmadığı için Liseyi EDİRNE'de okudu. 1970 ylında Kara Harp Okulu'na girerek, 1973 yılında Kara Harp Okulu'ndan, 1974 yılında Piyade Okulu'ndan mezun oldu. 1975 yılında Komando İhtisas Kursu'nu bitirdikten sonra tayin olduğu Erzurum'da 1980 yılında Kara Harp Akademisi'ni kazanarak, 1982 yılında Kara Harp Akademisi'ni bitirdi. 1992–1993 yılında NATO Savunma Koleji'ni, 1996 yılında Silahlı Kuvvetler Akademisi'ni bitirdi.

Kara Harp Akademisini bitirdikten sonra1982–1984 yıllarında KIBRIS'ta, 1984–1990 yıllarında Genelkurmay Karargâhı Harekât Başkanlığı'nda görev yaptı 1990–1992 Yıllarında HAKKARİ'de Dağ ve Komando Tabur Komutanlığı, 1992–1993 Yıllarında Genelkurmay Karargâhı Anlaşmaları İzleme Şubesi'nde proje subaylığı, 1993–1995 yıllarında Güney Kore Askeri ataşeliği, 1995–1996 Dağ Komando Okulu ve Eğitim Merkez Komutanlığı Kurmay Başkanı ve AZERBAYCAN 887 Tugay Eğitim Komutanlığı, 1996–1997 Kara Kuvvetleri Psikolojik Harekat Şube Müdürlüğü, 1997–1999 Gökçeada 5. Komando Alay Komutanlığı görevlerinde bulundu.

1999'da Tuğgeneralliğe terfi ederek Dağ ve Komanda Tugay Komutanlığına atandı. Hakkâri'de iki yıl tugay komutanlığını müteakip, 2001 yılında Edremit'te bulunan 19. Piyade Tugay Komutanlığı'na atanarak, iki yıl bu görevi yaptı. 2003'te Tümgeneralliğe terfi eden ve Genelkurmay İstihbarat ve İstihbarata Karşı Koyma Daire Başkanlığı görevine atanan Emekli Tümgeneral Parmaksız, 2004 yılında Tümgeneral rütbesindeyken istifa ederek emekli oldu. 

4 yıl boyunca görev yaptığı Hakkari anıları ile bitirilemeyen terörün nedenleri, çözüm için uygulama modelleri ve terörle mücadelenin analizinin yapıldığı “BURASI HAKKARİ ANKARADAN GöRüNDüĞü GİBİ DEĞİL” adlı kitabı yayınlanmıştır. Parmaksız, evli ve iki erkek çocuk babasıdır.