SEN TEK’SİN, BİR’SİN, EN’SİN, ÇOK’SUN (!)
×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

SEN TEK’SİN, BİR’SİN, EN’SİN, ÇOK’SUN (!)

Yazan  01 Mayıs 2009
Sabahattin Talu-Eski DEP’li, yeni iş kadını Leyla Zana, yanlış hatırlamıyorsam Diyarbakır’daki bir mitingde; “Bizim liderlerimiz; Apo, Barzani ve Talabani’dir” demişti.

Yani, "Biz Kürtlerin üç lideri var" demiş ve hiçbirini birbirinden de ayırmamıştı.

Bu söz, sadece Zana'ya ait değildi elbette. Zana'nın temsil ettiği kitle de aynı şeyi düşünüyordu, Zana dillendirmiş oldu sadece.

Oysa, Zana'nın "liderlerimiz" dediği Barzani ve Talabani, yıllarca birbirleriyle çatıştılar, savaştılar, kan döktüler geçmişte ve halâ da aralarında belirgin sıkıntılar, hissedilir çekişmeler devam ediyor.

Ayrıca, 90'lı yıllarda kâh Barzani, Türkiye'nin yanında yer alarak PKK ile, yani diğer lider Apo ile savaştı, kâh Talabani.

Tarih boyu birbirleriyle didişmiş, çekişmiş, savaşmış üç liderin üçü de nasıl oluyorsa onların birbirinden ayrılmaz liderleri olabiliyor, anlamak çok güç gerçekten!

Önümüzdeki yakın süreçte, Erbil'de, bölgedeki Kürt gruplarının temsilcilerinin katılımıyla "Kürt Konferansı" adı verilen bir toplantı gerçekleştirilecek.

Öcalan, bu konferansın organizesini ABD'nin yaptığını ve konferansın amacının da ABD, bazı AB ülkeleri, Türkiye ile Irak Merkezi ve Bölgesel Kürt Yönetimlerinin ortak kararıyla PKK'nın tasfiye edilmesi olduğunu düşünüyor. Bu nedenledir ki konferansı eleştiriyor, eleştirmekle kalmıyor, "Konferans sonucunda ABD politikası gereği teslimiyet dayatılırsa, PKK da meşru direnme hakkını kullanır ve sorumluluk benden gider" diyerek, tehditkâr bir tavır takınıyor.

Öcalan'a göre; ABD, Türkiye, Talabani ve Barzani anlaştılar, PKK'yı bitirecekler. O halde, Zana'ların üç liderinden ikisi uçtu, elde kaldı tek lider!

Gelelim eldeki tek lidere…

Öcalan, ABD konusundaki yaptığı eleştiri ve değerlendirmelerin arasına, kendisi ile ilgili engin görüşlerini de serpiştirme ihtiyacını hissediyor olmalı ki, "Ben halkım için varım. Halkım için yaşıyorum. Halkım için ölmemeliyim. Yoksa ölümden korkmuyorum" açıklamasını yapıyor.

Devam ediyor Öcalan, "Bana, yakalandıktan sonra, meğer ne kadar korkakmış diyenler oldu. Suriye'den çıktığında neden dağa değil de Batı'ya kaçtı diye eleştirenler de oldu. Onlar anlamazlar. Ben, ABD'nin pis politikalarını önceden gördüm ve ta o zamanlar anladım. Halkımı bundan (ABD'den) korumak istediğim için de biraz yumuşak davranmak zorunda kaldım. Halkım için dağa değil, Batı'ya kaçtım, çünkü ölmemeliydim, halkım için yaşamalıydım" diyor.

Apo'nun, içinde bulunmasına rağmen yansıtmaya çalıştığı çelişki dolu psikolojisi, oldukça megalomanca gelmiyor mu size!

Burada, altı çizilmesi ve pas geçilmemesi gereken çok önemli bir husus daha var. Çünkü; "CAN" söz konusu.

Demek ki Apo'ya göre dağ; "ÖLÜM" demekmiş ve sırf halkı için, ölmemek için Batı'ya kaçmış.

Peki, anladık da Öcalan, Şam'dan çıkmadan evvel, onca yıl neden bir kez olsun dağa, yani cepheye gitmemiş olabilir ki!

O günlerde de, başka başka "pis politikaları" herkesten önce ve bir tek o görmüş ve anlamış olabilir mi!

Bence aynen öyle! Çünkü Öcalan'a göre; kendisi varsa Kürtler var, kendisi yoksa onlar hiç yok! Sırf onlar için "yumuşak" olmak zorunda kalıyor, sırf onlar için dağa değil de Batı'ya kaçıyor. Üstelik, Suriye'deyken yanındaki adamlarına ve dağdaki kadrolarına sinirlendiği zamanlarda; "Siz aptalsınız. Kafanız hiç çalışmıyor. Geri zekâlılar. Ben olmazsam bir b... beceremezsiniz, siz bir hiçsiniz. Ne olacak, Kürt kafalılar" diyerek, onları aşağılamasına rağmen!

Düşünebiliyor musunuz liderin fedakârlığını!

Apo'nun, kendisini, bir nevi "Kürtlerin Peygamberi" olarak görmesi, bence çok doğal. Neden? derseniz…

Çünkü; söylediği, talimat verdiği, önerdiği, kısacası ağzından çıkan her şey, taraftarlarınca fetva olarak algılanıyor.

Hiçbir fikrine karşı, en ufak bir eleştiri dahi yapılmıyor, yapılmadı, yapılamıyor.

O'nun haricinde kimse, ama kimse, farklı tek bir söz dahi söylemedi, söyleyemedi, yeni bir fikir ortaya atamadı, atmadı.

Söylüyormuş gibi olanlar ise, bizzat kendisi veya sadık köleleri tarafından hemen susturuldu veya cezalandırıldı.

"Biraz başım ağrıyor" dedi, "Apo'nun sağlığı sağlığımızdır" dediler.

"Yalnız kaldım, canım sıkılıyor" dedi, "Apo'ya uygulanan tecride son" dediler.

"Başımı biraz eğmek için kafama bastırdılar" dedi, "Apo'ya uzanan eller kırılsın" dediler. Dediler de dediler…

Sırf Apo için, "Yeter artık" anlamına gelen "Edi bese" kampanyaları başlattılar. Eylemler yaptılar, bombaladılar, molotof kokteyller attılar, yüzlerce arabayı sabote ettiler, yaktılar.

Gerçekten de anlaşılıyor ki, HEP ile başlayan süreçten DTP ile devam eden sürece kadar, içlerinden hiç kimse yeni bir kişilik olarak, farklı bir kişilik olarak, kendi özgür iradesini ortaya koyabilecek bir kişilik olarak, ortaya çıkmadılar, çıkamadılar. Hepsi görüntüydü, göstermelikti kısacası.

Meselâ, Apo, Doğu ve Güneydoğu'nun, yüz yılı aşkındır süren kemikleşmiş sorunları olan töre cinayetlerinden, aşiretler arası çatışmalardan, kan davalarından, genç kız intiharlarından, başlık parası ve berdel gibi çağdışı uygulamalardan hiç bahsetmedi örneğin.

Giderek artan nüfus ve buna bağlı olarak dev gibi büyüyen işsizlikten, açlıktan, yoksulluktan hiç dem vurmadı, bir kez olsun.

İşsiz-güçsüz gençlerin uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklar edinmesini de hiç dile getirmedi meselâ.

Yine işsiz güçsüz gençlerin, hatta çocuk yaşta olanlarının, kapkaç, hırsızlık ve uyuşturucu gibi çeşitli mafya ve çetelerinin eline düşmesine de aldırmadı, tıpkı diğerleri gibi.

Aslına bakılırsa, Apo'nun; "Artan nüfus ve işsizlik, doğal olarak örgüte katılımı artırır" söyleminden ne kadar keyif aldığını, ellerini ovuşturduğunu tahmin etmek, çok da zor olmasa gerek, bu durumda.

Hani Kürt halkını düşünüyordunuz! "Halkımız" diyordunuz, onlar için varız diyordunuz! Niye, kemikleşmiş, kansere dönüşmüş bu sorunları bir parça olsun çözmek için en küçük bir adımı dahi hiç, ama hiç atmadınız?

Çünkü, ya "Apo'dan bu konularda bir talimat gelmedi" veya eğer adım atarsak, "Bırakın bu fani işleri, siz dediklerimi yapın yeter" fırçasını Apo'dan yiyebiliriz diye düşündünüz muhtemelen!

Derin bir nefes alıp, tekrar dönelim biricik Öcalan'a…

Apo, İmralı yolculuğunun ilk dakikalarında "Hizmetinizdeyim" demiş, sergilediği ürkek tavır ve gösterdiği çabuk teslimiyet nedeniyle de "korkak" denmişti o'nun için. Önceden hissettiği pis politikalar (!) nedeniyle de biraz "yumuşak" bir duruşu vardı. Bunu, aynen Apo da ifade etti zaten.

Evet, o ruh haliyle, uçakta belki biraz, bir kez de olsa, sadece ve sadece kendisi için, korkmuştu! Tamam olabilir, insanlık hali bu! Ancakkkk, daha sonraki yumuşak tavrı ise, kesinlikle ve kesinlikle, sadece halkı içindi!

Sağ olasın, eksik olma (!) Apo, ama artık Kürt vatandaşların üzerinden elini çek. Onlar sensiz de (!) yapabilirler, onların da aklı var, fikri var, ruhu var, karakterleri var, bunları zaman zaman kabul etmeyip, sinirlendiğinde aşağılasan da.

Tamam, bir kez daha kabul, sen tek'sin, bir'sin, en'sin, çok'sun! Ama, bu kadar fedakârlık da olmaz yani!

O mübarek (!) elini, eskiden Suriye'de olduğu gibi fanilanın içinden sokarak yuvarlak göbeğini keyifle ve nara atarak kaşıyabilirsin aslında.

Bırak artık bu yüce fedakârlığı(!), biraz da sen rahat et ve biraz kendine, sadece ve sadece kendine zaman ayır, ara sıra nefeslen, hiç olmazsa bu sefer sadece kendin için, and verdim Allah aşkına!