Bu sayfayı yazdır

Özdağ'dan Başkanlığa Karşı Mektup

Yazan  30 Ocak 2017

Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ'dan Mektup

Değerli Yurttaş,

Ben başkanlık sistemine karşı olduğum için partisi olan Milliyetçi Hareket Partisi’nden ihraç edilen Gaziantep milletvekili Ümit Özdağ. Bu mektubum ile sadece bir milletvekili olarak değil, aynı zamanda güvenlik konusunda uzman bir siyaset bilimi profesörü olarak sizinle başkanlığa karşı çıkmamın nedenlerini paylaşmak istedim. Sizden ricam meseleye bir de benim gerekçelerim açısından bakmanız ve bir değerlendirme yapmanızdır. AKP’ye oy vermiş olabilirsiniz. Veya başka bir neden ile başkanlık sistemini destekleyebilirsiniz. Yine de lütfen bu mektubu okuyun. Çünkü, anayasa değişikliği sadece sizin dışınızda bazı devlet görevlerinin kimler tarafından nasıl yapılacağı ile ilgili değil. Sizin, anne ve babanızın, çocuklarınızın veya torunlarınızın hayatları ve nasıl bir hayat sürecekleri ile ilgili. Ülkemizin birlik ve barışı ile yakından ilgili. Bu mektubu okuduktan sonra düşüncelerinizi This email address is being protected from spambots. You need JavaScript enabled to view it.adresinden benim ile paylaşacak vaktiniz olur ise okumaktan sevinç duyarım.

Değerli Yurttaş,

Türkiye başkanlık anayasası ile bir bilinmeze doğru sürüklüyor. Üstelik, ülkemizin iç savaş ve bölünme tehlikesi ile en ağır şekilde karşı karşıya olduğu bir dönemde başkanlık referandumu gündeme getiriliyor.Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Aralık günü muhtarlara yaptığı konuşmada Türkiye’nin Suriye ve Irak gibi iç savaşa sürüklenmek ve bölünmek istendiğini ifade etmiştir.Bu kadar ağır bir tehdit ile karşı karşıya olan hiç bir ülke, sistem değiştirme riskine girmez.

Üstelik Cumhurbaşkanı Erdoğan bilmeli ki, başkanlık için ısrar etmek, Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek isteyenlere büyük bir fırsat verecektir. Referandum sürecinden, 15 Temmuz FETÖ darbesinin arkasındaki iç ve dış güçler ülkemizi çatışmaya sürüklemek için istifade etmek isteyebilirler. Bir tarafta Erdoğan’ı taparcasına seven kitleler var. Bu kitleler, 15 Temmuz sonrasında sokaklarda haftalarca kalarak kemikleştiler. Diğer tarafta Gezi ile kendisini ortaya koymuş Erdoğan’ın baskılarına parlamenter sistem altında bile direnmiş bir toplumsal gerçek var. Bu iki grup referandum sürecinde böyle gergin bir ortamda karşı karşıya gelebilir. Böyle bir çatışmanın üzerine dış istihbarat servisleri ve iç odaklar binip yangını kontrol edilebilir olmaktan çıkarabilirler.

Erdoğan bu ihtimali hesap ediyor. Bu çok büyük bir risk; fakat Erdoğan bu riski alıyor. Erdoğan muhtemelen bu riski şu hesabı yaparak alıyor: “Devleti kontrol ediyorum. Çok duyarlı ve iyi hazırlanmış bir destekçi kitlem var. Böyle bir çatışma olur ise muhalefeti ezer geçerim.” Erdoğan’ın bu hesabı çok yanlış bir hesap olabilir. Muhtemelen Esad da 2011’de Suriye’de benzer bir hesap yapmıştı.  Birincisi Erdoğan düşündüğü kadar güçlü değil. Çünkü devlet örgütü ordu, istihbarat, polis FETÖ tarafından delik deşik edilmiş durumda.  Saray, sistemi kontrol edemiyor. Sisteme sızanlar da sistemi çok iyi istismar ettiklerini gösteriyorlar.  İkincisi, devreye dış faktörlerin girmesi, Erdoğan’a beklediği ezme fırsatını vermeyebilir. Özetle bu kadar riskli bir dönemde başkanlık referandumu ve bilinmezlikleri ile baskıcı bir başkanlık rejimi Türkiye’yi bir felaketin içine sürükleyecektir.   

Bütün bunlar olurken, Ortadoğu iç savaşının yaşandığı Suriye ve Irak’ta, sınırları değiştirmek isteyen Batı ve Batı’nın işlerini kolaylaştıran IŞİD başta olmak üzere Selefi Cihatçı örgütler, sadece Şia’ya değil, kafir olarak gördükleri Sünnilere de savaş açmış durumdadırlar. IŞİD, İstanbul’a “Konstantinopolis” diyerek fethedeceğini ileri sürmektedir. Ortadoğu iç savaşının dalgaları, kitle imha amacı taşıyan bombalı saldırılar ile artık şehirlerimizi kan gölüne çevirebilmektedir.

Üstelik kitleler birbirlerine bu kadar kızgınlık ile bakarken savunma ve güvenlik kurumlarımız ağır bir krizden geçmektedir. TSK; FETÖ ve AKP’nin darbeleri altında travma yaşamaktadır. Ordu içinde FETÖ’cü subay oranı hala çok yüksektir. Ordumuz yeniden örgütlenmek için zamana ihtiyaç duymaktadır. Ekonomimiz de çok ağır bir krizden geçmektedir.

Özetle, Türkiye Cumhuriyeti; ordu, istihbarat, dışişleri ve ekonomisini hızla iyileştirmesi gereken bir süreçten geçmektedir.Böyle bir süreçten geçilirken ülkemizin önüne Ukrayna senaryoları koyabilecek bir politik sistem değiştirme girişimi büyük riskler taşımaktadır. Ülkemizin bugün her zaman olduğundan daha fazla milli birliğe ihtiyacı vardır. 15 Temmuz akşamı, %49 ile iktidara gelmenin iktidarda kalmaya yetmediğini, iktidarda kalmak için % 100’ün desteğine ihtiyaç duyulan zamanlar olduğunu AKP’ye öğretmiş olmalıdır. Buna sadece 15 Temmuz gecesi değil, en az önümüzdeki 2 senede de ihtiyacımız var. Ben bunun alınmaması gereken bir risk olduğunu düşünüyorum ve başkanlık sistemi ile ondan önce referanduma, süreci taşıdığı risklerden ötürü karşı çıkıyorum.

Değerli Yurttaş,

Anayasa taslağına karşı çıkmamın ikinci nedeni“Genel Gerekçe” bölümündeki temel yaklaşımdır. Hele bu yaklaşımda 1924 Anayasamıza hakaret edilmesi hiç kabul edilebilir değildir. Genel gerekçe birinci paragrafta şu talihsiz ifade yer almaktadır: “Ülkemizde anayasalar, toplum ve temsilcileri tarafından değil vesayetçi zihniyete sahip elitler tarafından, devleti sınırlamak için değil, toplumu hizaya sokmak için hazırlanmış metinler olmuştur.” 1961 ve 1982 Anayasalarının askeri darbeler neticesinde gerçekleşmiş olmasından ötürü eğer bu ifade sadece bu iki anayasa ile sınırlı olsaydı yukarıdaki ifadeye karşı çıkılmayabilirdi.Ancak, 1995, 2001 ve 2010 anayasa değişikliklerinde hangi vesayetçi anlayış hakim olmuştur? AKP, bu açıklaması ile ayrıca 1924 Anayasası’nı yapan, çok büyük bir bölümü İstiklal Harbi’mizin mimarı olan meclisin üyelerine de hakaret eden bir tutum sergilemiştir. Bu milli tarihimize karşı saygısız bir tutumdur.

Sayın Yurttaş,

Anayasa teklifine karşı çıkmamın üçüncü nedeni; demokratik düzenin temeli olan güçler ayrılığı müessesesinin “Genel Gerekçe”de kendisine yer bulamamıştır. Anayasa Değişikliği Teklifi “Cumhurbaşkanı”nda birleşen bir güçler birliği (Güçlerin “Cumhurbaşkanı”nda birleşmesi durumunu) sistemini hedeflemekte, meclisin yetkilerinin önemli bir kısmını “Cumhurbaşkanı”na aktarmaktadır. Genel Gerekçenin 1961 Anayasası’nı değerlendiren üçüncü paragrafı, teklifi getirenlerin gözünde, güçler ayrılığı prensibinin bir zayıflık olarak değerlendirildiğini örtük olarak belirtmektedir. Bu durumda güçler ayrılığı müessesesi ancak “Madde Gerekçeleri” kısmına, Cumhurbaşkanlığı makamı hesabına yapılan yetki gasbını gizleyebilmek gayesiyle, uygunsuz bir şekilde girebilmiştir.

Değerli Yurttaş,

Anayasa teklifine karşı çıkmamın dördüncü nedeni, anayasa değişikliğinin keyfi ve diktacı bir yönetim kurulmasına yol açacak olmasıdır. Türk halkının % 50’sinden fazlasının referandumda “Burası Saddam Hüseyin Irak’ı değil” demesi büyük bir ihtimal. Ancak, olağanüstü hal rejimi ve medyada muhalefeti susturup baskı politikaları ile referandumda “Evet” sonucu alınması durumunda da böyle bir anayasa ile Türkiye’yi uzun süre yönetmek mümkün değildir. “Evet” çıksa da % 50-55 civarında  “Evet” oyu olacaktır. Bu meşruluk değeri çok düşük bir anayasa anlamına gelecektir. Siyaset bilimine giriş kitaplarında anayasa meşrulukları anlatılırken anayasaların meşruluk değerleri % 90  “Evet” ile başlayıp aşağıya doğru iner. % 50 civarında  bir “Evet” oyu toplumun nerede ise diğer yarısının  karşı olduğu anayasa demek anlamına gelir. Böyle bir anayasa ile toplumsal istikrar ve siyasi süreklilik oluşturmak mümkün değildir.  

Sayın Yurttaş,

Bu noktada bu anayasa değişikliğine karşı çıkmamın beşinci nedeni, böyle baskıcı bir anayasaya karşı oluşacak tepki ile ülkemizin büyük bir iç çatışma ve çalkantı sürecine sürüklenmesinin büyük bir ihtimal olmasıdır.  Ne yazık ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresi yukarıda da dikkat çektiğim gibi böyle bir çatışmayı “bastırırız” düşünce ile göze almıştır. Oysa, bu tür dış dinamiklerin eklemlendiği kaos süreçlerinin nasıl sonuçlanacağı belli olmaz.   Türk toplumunun büyük ölçüde kamplara ayrıldığı bir dönemde böyle bir anayasanın yürürlüğe girmesi, ülkemizin Ukraynalaşması sürecini tetikleyebilir. Unutmayın ki, Ukrayna Kırım’ı iç savaş ortamında kaybetti.

Sayın Yurttaş,

Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın altıncı nedeni, bu keyfi yönetim anayasasının en önemli araçlarından olan “Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi” müessesinin Anayasamızın ilk dört maddesi kadar önemli olan 6. Ve 7. Maddelerini ihlal etmesidir. 6. Madde Egemenliğin bir kişiye devredilemeyeceğini ifade eder. Anayasa’nın 7. Maddesi “Yasama  yetkisi  Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez” demektedir.  Cumhurbaşkanlığı kararnamesi Anayasa’nın 7.  Maddesi’nin ihlal edilmesidir.Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin mevcut Anayasamızdaki kanun hükmünde kararnamelere (KHK) benzer bir  düzenleme olduğu iddia edilse de   değildir.  KHK için  TBMM, KHK’nın hükümete süresi ve konusunu belirleyen yetki kanunu ile yetki vermektedir. Oysa, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kanun etkisinde bir düzenleme olarak tek başına cumhurbaşkanı tarafından gerçekleştirilerekTBMM’nin yasama yetkisinin paylaşılması anlamına gelmektedir.  Ayrıca bu düzenleme ile 150 seneden buyana devlet geleneğimize hakim olan “İdarenin Kanuniliği” ilkesi ortadan kalkmaktadır.

Ben hiçbir milletvekilinin Türk siyasi tarihine böyle bir miras bırakmak istediğine inanmıyorum. Bu yetkinin Cumhurbaşkanına devletin biçimini istediği gibi belirleme imkanı veren 12. ve 16. Maddelerle birlikte düşünüldüğünde karşımıza akıl almaz bir güç yoğunlaşması çıkmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi o kadar güçlü bir araçtır ve Cumhurbaşkanının yetkilerini o kadar artırır ki “Olağanüstü Hal Yönetimi” başlıklı 119. madde neredeyse gereksiz hale gelmiştir. “Neredeyse” diyorum; zira Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında çatışma olması durumunda Meclis’e kalan azıcık imkanı ortadan kaldırmak gerektiğinde kolayca olağanüstü hal yönetimine geçilebilecektir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (olağan hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinden farklı olarak) kanunla çeliştiğinde kanunları geçersiz kılabilmektedir. Olağanüstü hale geçiş kurumsal anlamda kimseye karşı sorumlu olmayan Cumhurbaşkanının kararı ile gerçekleşmektedir. Olağanüstü hallerde çıkartılan Cumhurbaşkanlığı kararnameleri Meclis’e sunulmadığı takdirde bir ay boyunca kanun etkisi üretebilecek, sonra kendiliğinden yürürlükten kalkacaktır.

Değerli  Yurttaş,

Anayasa değişikliğine karşı çıkmamın yedinci nedenideğişikliğin Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda “özerk bölge” kurma hakkı veren düzenlemeler içermesidir. Bu hak, taslakta Erdoğan’a veya bir başka başkana anayasanın idarenin bütünlüğü ve tüzel kişiliğini düzenleyen 123. ve merkezi idareyi düzenleyen 126. maddelerinde yapılması hedeflenen değişiklerle verilmek istenmişti. Bu ise ortaya milli ve üniter devlet düzeni için büyük bir tehdit içermekteydi.

Benim bu konuyu açıklamam üzerine Sayın Başbakan Binali Yıldırım “üniter devlet devam ediyor, özerk bölge olur mu?” cevabını verdi. Özerk bölge zaten üniter devlet yapısı içinde olur. İspanya üniter bir devlettir fakat özerk bölgelere sahiptir. Başlangıçta özerk bölge ile başlayacak süreç şartlar oluşunca federe bölgeye dönüştürülmek istenecektir. Esasen, AKP Grup Başkan vekili Naci Bostancı, tehlike geçince eyaletlerin düşünülebileceğini ifade ederken bir gerçeği dile getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başdanışmanı Şükrü Karatepe, anayasa değişikliği taslağının TBMM’ye verilmesinden sonra yaptığı değerlendirmede  Anayasa’nın ilk dört maddesini “darbe kalıntısı olarak” nitelemiş ve kaldırmak istediklerini ortaya koymuştur.

AKP’nin içinde etkin siyasi grupların milli ve üniter devleti benimsemediği bilinmektedir. Bu gruplar milli ve üniter devlet aleyhtarı duruşlarını 2013 senesinde değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen ilk dört maddenin değiştirilmesi için TBMM’ye verdikleri değişiklik talebi ile ortaya koymuşlardır. Daha birkaç yıl önce PKK ile müzakere sürecinde İmralı’da Öcalan ile  anayasa görüşüldüğü unutulmamalıdır. Başkanlık sistemi kurulduktan sonra ilk iş olarak HDP ve PKK ile yeni bir müzakere süreci başlamayacağından emin misiniz?

Erdoğan’ın federasyonu düşündüğü, eyalet modelini savunduğu gizli bir husus değildir.Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda bu doğrultuda adım atmasını sağlayan düzenleme,Anayasa Komisyonu’na gelen taslaktaAnayasa’nın 123. maddesinin üçüncü ve 126. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılması ve yeni bir fıkra eklenmesi ile mümkün hale gelmişti. Anayasanın 2. ve 3. maddesindeki milli ve üniter devlet anlayışı ancak halihazırdaki 123. ve 126. maddeler ile anlam kazanmaktadır.

123. madde devlet teşkilatının düzenlenmesini sağlayan bir maddedir. Madde mevcut hali ile şöyledir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla ve kanunun verdiği yetkiye dayanılarak kurulur.”

Bu madde 3. fıkrasında yapılan değişiklikle şu hale getirilmek istenmiştir: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, kanunla veya Cumhurbaşkanı kararnamesiyle kurulur. Üst düzey kamu görevlilerin atamalarına ilişkin usul ve esaslar Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir.” Böylece Cumhurbaşkanı kararnameler ile devletin esas teşkilatını kurma yetkisine kavuşacaktı. 

126. maddenin eski hali ise şöyledir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Bu teşkilatın görev ve yetkileri kanunla düzenlenir.” Değişiklikle madde şu hale getirilmek istenmiştir: “Kamu hizmetlerinin görülmesinde verim ve uyum sağlamak amacıyla, birden çok ili içine alan merkezi idare teşkilatı kurulabilir. Merkezi idare kapsamındaki kamu kurum ve kuruluşlarının; kuruluş, görev ve yetki ve sorumlulukları Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenir."

Bu değişikliğin gerçekleşmesiyle TBMM’de herhangi bir tartışmaya izin verilmeden, devletin kurumsal yapısını bölgesel zeminde yeniden kurma imkanı ortaya çıkacaktı. Bu değişiklik Erdoğan’a Güneydoğu Anadolu’da mesela 10 vilayeti içine alan bir özerk bölge oluşturma imkanı verecekti. Buna yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması kılıfını giydirmek hiç de zor değildi. Esasen PKK ile yapılan Oslo görüşmelerinde % 90-95 oranında uzlaşıldığını ifade edilmiştir. PKK ile yapılan müzakerelere göre ilk aşamada sözde üniter devlet modeli içinde yapılacak bu düzenleme daha sonra anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi ile federe bölgeye dönüşecektir.

“Başkan Erdoğan”ın bir özerk bölge değişikliğinin TBMM’den çıkma ihtimali yoktur. Çünkü kamuoyu derhal ayağa kalkacak, AKP geri adım atmak zorunda kalacaktır. Ancak anayasanın 123. ve 126. maddelerinde yapılan böyle bir düzenlemeden sonra Türkiye bir sabah uyandığında Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile özerk bölgeyi veya bölgeleri kucağında bulacaktı. Aslında bu madde değişiklikleri Erdoğan’a başkan seçilmesi durumunda devleti tekrar kurma imkanı verecektir.

Değerli Yurttaş,

Türkiye Cumhuriyeti devletini Gazi TBMM kurmuştur. Devlet teşkilatı TBMM’de yapılan ciddi tartışmalar sonunda kurulmuştur. Benim karşı çıkışım ile konunun gündeme gelmesi üzerine Anayasa Komisyonu’nda yapılan tartışmalar neticesinde Anayasa Değişikliği Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin 15. Maddesi,  yani 126. Maddede yapılmak istenen değişiklik tamamen çıkarılmıştır. Ancak  123. Madde de 14.  Madde ile yapılmak  istenen değişiklik  Anayasa Komisyonu’nda  yapılan değişiklik ile  ikiye bölünerek 8. Madde (Madde 104) ile 16. Maddenin B Fıkrasının (Madde 123) içine adeta gizlenmiştir.

Eğer Anayasa değişikliği gerçekleşir ise 123. Madde şu şekilde olacaktır: “İdare kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır. Kamu tüzelkişiliği, ancak kanunla veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur.”  Sonuç olarak, Cumhurbaşkanına kararnameler ile nereye gideceği belli olamayacak şekilde devlet teşkilatını düzenleme yetkisini muhafaza ettiği gerçeğinin altını çizmek isterim. Cumhurbaşkanı, 123.  Madde’nin yeni hali ile örneğin bir çok ili içine alan koordinatör  valilikler kurup, koordinatör valilerin yetkilerini bölgesel yönetimler kurabilecek şekilde  düzenleyebilir. Erdoğan’ın bu yetkiyi yeni bir müzakere ve çözüm sürecinde üzerinde İmralı’da ve  Oslo’da uzlaşılan, Dolmabahçe’de ilan edilen iki milletli devletin temellerini oluşturacak şekilde kullanmayacağından kim emin olabilir? 

Değerli  Yurttaş,

Anayasa değişikliğine karşı çıkışımın sekizinci nedeni, Anayasa değişikliğinin ruhunda Cumhurbaşkanının açık bir şekilde TBMM’ye üstünlüğünün kurulmak istenmesidir. Örneğin, Meclis’in, seçimleri ancak 3/5 çoğunlukla, Cumhurbaşkanının ise koşulsuz olarak yenileyebilmesi teklif edilmektedir. Bu talep, güçlerin dengelenmesi değil, Meclis’in açıkça etkisizleştirilmesidir. “Bütçe kanununun süresinde yürürlüğe konulmaması halinde, bir önceki yılın bütçesi yeniden değerleme oranına göre artırılarak yürürlüğe konur” ifadesini içeren 15. Madde, TBMM’nin bütçeyi onaylamamak suretiyle Cumhurbaşkanını denetlemesini bile imkansız hale getirmektedir.

Sayın Yurttaaş,

Türkiye’de sivil topluma, basın ve yayın organlarına, üniversitelere ve iş dünyasına uygulanan baskıların oluşturduğu korkudan dolayı konuşmanın fikir beyan etmenin zor olduğunu biliyorum. Ancak itirazsız geçen her gün ülkemizi biraz daha felakete sürüklemektedir. Artık bedeli ne olur ise olsun itiraz vakti gelmiştir. Çünkü itiraz edilmediği takdirde hepimizin birlikte ödeyeceği bedel bugün ödeyebileceğimiz bedelden daha yüksek olacaktır.

 

Saygılarımla

Ümit Özdağ

Gaziantep Milletvekili

Prof. Dr. Ümit Özdağ

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Yönetim Kurulu Başkanı