GEÇ MİLLİYETÇİLİK
×

Uyarı

JUser: :_load: Unable to load user with ID: 116

 Bu sayfayı yazdır

GEÇ MİLLİYETÇİLİK

Yazan  20 Nisan 2009
Atılgan Ulutaş-Uluslararası ilişkiler dalında yaygın kabûl gören bir kurama göre, bir ülkenin sahip olduğu sınır sayısı ile, o ülkenin giriştiği dış savaşlar arasında sıkı bir ilişki vardır.

Türkiye gibi çok sayıda sınır komşusuna sahip olan bir ülke, güvenlik konusunda da bir o kadar tedbirli olmak zorundadır. Yakın târihimizde taraf olarak bulunduğumuz savaşlarda, coğrafyamızın bu özelliği önemli rol oynamaktadır. Diğer taraftan, Türkiye'nin sınır komşusu olduğu ülkelerin çoğunun, bağımsızlıklarını Türk Osmanlı Devleti'nden kazandıkları düşünülünce, coğrafyamızın hassasiyeti daha da artmaktadır.

Bunlardan Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan, Suriye ve Irak'ın çağdaş milliyetçiliklerinin başlangıcı; Türk Osmanlı Devleti düşmanlığı zemininde kurulmuştur. Bu ülkelerden, örneğin, Ermenistan; bu düşmanlığı, Osmanlı'nın ardılı Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı hâlâ açık bir şekilde devam ettirmekte ve hattâ dış siyâsâsını bu esas üzerinden şekillendirmektedir. Sayılan diğer ülkeler de, milliyetçiliklerinin üzerine kurulduğu hâkim millet düşmanlığını, zaman zaman açığa çıkarmaktadırlar. Tüm bunlar, geç kazanılan milliyetçiliğin kaçınılmaz safhalarıdır.

Geç milliyetçilik, her şeyden önce geç gelen bir siyâsî bağımsızlığın sonucudur. Hâkim milletin farklı olduğu bir devletin bünyesinde yıllarını geçirmiş bir milletin önderleri, kendi insanlarını başat unsura karşı güdüleyeceklerdir ki; bu onların, bir millet teşekkülü yolunda tek vücut olmalarındaki en mühim araçtır. Bu gibi ülkeler bağımsızlıklarını kazandıklarında, başlarında bulunan siyâsetçilerin iç siyâsetlerindeki başarısızlıklarına buldukları ve halklarına anlattıkları bahaneler; uzun yıllar bünyesinde bulundukları devleti, tüm bu başarısızlıkların sorumlusu olarak göstermek şeklinde zuhur edecektir. Devletler cemiyetine yeni ve geç katılmanın verdiği ruhî kırgınlıklar ve asabiyet yüzünden, uluslararası alanda o ülke aleyhine oy kullanacaklar ve insanlarına aşıladıkları eski hâkim millet korkusu, bağımsızlığı geç kazanan tarafın yayılmacı arzuları; sınırdaş bulunan her iki devletin de güvenlik ihtiyaçlarını artırmasına neden olacaktır. Olası bir savaş ânında, geç milliyetçiliğe sahip bu devlet, eski hâkim devlet için bir sırt hançeri vazifesi görecektir. Oysa Türk milliyetçiliği için böyle bir durum söz konusu olmamıştır. Çünkü Türkler'in milliyetçilikleri, bir hâkim milletin güdümünden kurtulmak şeklinde meydana gelmemiş; aksine Türk devletleri, zaman zaman kozmopolit bir yapıya dönüşme tehlikesi geçirseler de, her zaman 'kollayıcı' ve 'kapsayıcı' özellikteki hâkim millet milliyetçiliğine sahip olmuşlardır. Türkiye'nin Avrupalılar tarafından işgâli ise, hiçbir zaman kurumsal bir nitelik kazanamayan, kısa süreli bir hâdisedir. Türkiye Cumhuriyeti'ne kalan miras da budur.

Kürtçülük akımının Türkiye'nin gündemini büyük puntolar şeklinde meşgûl etmeye başladığı son birkaç yıldır; bu akımı kendi meşreplerine göre değerlendiren kimi kesimlerin savunduğu görüşlerden biri de, sınır komşumuz olarak peydâ olacak Kürdistan adlı bir devletçiğin, Türkiye'nin güdümünde bulunacağı ve bunun Türkiye'nin yararına olacağıdır. Böyle bir görüşe destek çıkanlar, târihin verdiği dersleri hafife almaktadırlar. Her şeyden önce, böyle bir devletçiğin ortaya çıkması, orada hâkim millet (!) rolü oynayacak olan Kürtler'in, yukarıda evreleri sayılan geç milliyetçilik özelliklerini taşımalarını engellemeyecektir. Bu devletçik, milletler milliyetçilikten doğar anlayışına uygun davranmak adına, okul müfredâtında dahî, kendilerinin kurulmasına en çok karşı duran Türkiye'ye karşı düşmanlık ibârelerine geniş yer verecektir. Aynı durum, Osmanlı egemenliğinden çıkan Arap ülkelerinde de yaşanmıştır.[1]

Unutulmamalıdır ki, Osmanlı'dan bağımsızlığını 1829 yılında alan Yunanistan, aradan yetmiş yıl bile geçmeden, Osmanlı Devleti'ne saldırmıştır. Bu saldırıdan yaklaşık yirmi yıl sonra da, kalıcı olarak ülkemizi işgâl etmeye yeltenmiştir. 1878 yılında bağımsız olan Sırbistan ve Karadağ, otuz dört yıl sonra Osmanlı Devleti'ne saldırmışlardır. 1908 yılında bağımsız olan Bulgaristan, dört yıl sonra Osmanlı Devleti'ne saldırmıştır. Bunlardan Yunanistan'ın bağımsızlığı, diğerlerine örnek teşkil etmiştir.

Kürdistan adlı bir devletçiğin kurulması, uygulamak zorunda olduğu geç milliyetçiliğin zararlı etkileri yüzünden, ancak kendisine sınırı olmayan ve çıkarları Türkiye ile uyuşmayan devletler tarafından arzu edilebilir. Çünkü yine bir uluslararası kurama göre, yayılmacılık ve saldırganlık özlemi içerisinde bulunan bir devlet, kendisine sınır komşusu olan bir devletle olağan ve olumlu ilişkileri kolaylıkla kuramazken; bu devletle doğrudan sınırı bulunmayan ülkeler, bu tarz ilişkileri daha kolay sağlayabilir. Örneğin sınırımızın bulunduğu Sovyet Rusya'yla olan ilişkilerimiz, özellikle 20. yüzyılın son yarısından sonra tehlikelerle doluyken; bu ülkenin Ortadoğu Arap ülkeleriyle kurduğu ilişkiler çok daha dostâne olmuştur. Bu hususta Sovyet Rusya'nın İsrail'e karşı takındığı olumsuz tavrın etkisi olsa da; Sovyet Rusya, onunla doğrudan sınır bağlantısı olmayan Ortadoğu Arap devletleri için daha az tehlike arz etmiştir. Sınır ve güvenlik tehdidi arasındaki ilişki böylelikle daha iyi anlaşılabilir.[2]

Geç milliyetçiliği yaşamak zorunda kalan sınır komşularımız, günümüzde hâlâ târihî düşmanlıklarını sürdürmekte direnmektedirler. Kürdistan adlı bir devletçiğin kurulmasına göz yumulması, bunlara yeni bir üye eklemekten başka bir işe yaramayacaktır. Oysa bu ülkeler bilmelidirler ki, geç kalmış dahî olsa, milliyetçilik duygusuna sahip olmalarını Türk Osmanlı Devleti'ne borçludurlar. Bu ülkelerin tarafsız aydınları, Osmanlı döneminde, Batı'ya özgü bir biçimde sömürüye uğramadıklarını kendileri dillendirmektedirler. Romanyalı düşünür Popescu Ciocanel, bu gerçeği kendi milleti için şu şekilde anlatmaktadır: "Osmanlı, yönetimi altındaki milletleri Türkleştirmeye çalışmamış, onların din ve geleneklerine saygı göstermişlerdir. Romanya için, Rus veya Avusturya (Almanya) idâresi yerine Türk idâresi altında yaşamak bir tâlih eseri olmuştur. Zîrâ aksi takdirde bugün Romen Milleti diye bir millet olmayacaktı."[3]

Geç milliyetçiliğin en büyük dayanağını; çıkardığı savaşla, Atatürk'ün başlattığı Türk devrimlerinin yarıda kesilmesine sebep olan kanlı diktatör Hitler şöyle açıklamaktadır: "Eğer bir millet özgür olacaksa…nefrete, nefrete ve yine nefrete ihtiyaç duyar."



[1] Erol Güngör, Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Ötüken Neşriyat, Ankara, 2006, Taşer'in Büyük Türkiye'si.

[2] Oral Sander…

[3] Orhan Türkdoğan, Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi, Ağustos 2008 – 260, 'Tehcir Sorunu ve Katılımcı Bir Yaklaşım, s. 10.