Bu sayfayı yazdır

Diaspora Ermeniler’in Türkiye Cumhuriyeti’ne Toplu Geri Dönebilme Mücadelesi

Yazan  27 Şubat 2011
ABD’deki Ermeni kökenli avukatların açtıkları dava, maddi tazminat davası görünümü altında Osmanlı vatandaşı Ermenilerin torunlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının önünü açmak için atılmış bir adımdır.

"Ermeni Sorunu nedir?" sorusuna verilecek tek bir cevap vardır. Bu cevap, Osmanlı İmparatorluğu döneminde başlayan, Doğu Anadolu'da Van'dan Trabzon'a ve oradan Adana'ya uzanan coğrafya içerisinde kurulması planlanan ve bugüne kadar kurulamayan ama kurulması mücadelesinden de asla vazgeçilmemiş olan Ermeni Devleti oluşturulması mücadelesidir. Ermenilerin, sürekli Türkiye Cumhuriyeti karşıtı politikalar yürütmesinin sebebi de Ermeni Devleti kurulması için mücadele edilen coğrafyanın Osmanlı İmparatorluğu sonrasında Türkiye Cumhuriyeti'ne ait olmasıdır. Ermenilerin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından sözde Ermeni Soykırımı'nın tanınması için verdiği mücadele ve tüm dünyada verdikleri sözde soykırımın tanınması çalışması ise tarif edilmiş coğrafyanın sözde Ermeni aidiyetinin tanıtılması ve kabul ettirilmesi savaşımıdır. Ermenistan Cumhuriyeti ve Ermeni diasporası, bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğünün meşruiyetini sürekli gündemde tutmaya ve sorgulamaya çalışmaktadır.

Verdikleri bu mücadelede Ermeniler açısından en önemli problem, tarif edilen coğrafya içerisinde devlet kurmak için gerekli olan Ermeni nüfus bir yana azınlık olarak nitelendirilebilecek kadar bile bir nüfusun bulunmamasıdır. Dolayısıyla Ermeniler, devlet kurmak mücadelesinde oldukları coğrafyada bugün için var olmadıkları tezi ile hareket ederken, kendilerine birincil hedef olarak tarif edilmiş coğrafya içerisinde yeniden var olabilmeyi koymuşlardır. Tarif edilen coğrafyada azınlık nüfusuna sahip olunması durumunda ise Ermeni'lerin yaratmış oldukları "Toprakların Meşru Aidiyeti Tezi" devreye girecektir.

"Toprakların Meşru Aidiyeti Tezi", toprakların eski ve asıl sahibi oldukları iddiası ile Türk çoğunluğa karşı Ermeni azınlığın egemen ana kurucu unsur olarak kendi devletlerini kurma hakkına sahip oldukları iddiası üzerine kurgulanmıştır. Buna göre, Ermeniler, nüfus olarak azınlık olsalar bile Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde kurulacak olan yeni devlette egemen azınlık tarifi ile yeni devletin asıl sahibi konumunda olacaklardır. Batı Ermenistan veya benzeri bir isim ile de Ermeni aidiyete vurgu yapılacaktır. Tarif edilmiş coğrafyada yasayan Türk nüfus ise azınlıklar hukukuna tabi çoğunluk olarak 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Ermeni Sevr Antlaşması'nda yer alan ve standart olarak tüm Milletler Cemiyeti Barış Antlaşmaları Azınlık Hakları sözleşmelerinde yer alan maddeler ile din, dil, irk konusunda verilmiş haklara tabi olacaklardır.

Dikkat edilmesi gereken hususSevr Antlaşması olarak kastedilen antlaşmanın, Osmanlı İmparatorluğu'nun imzaladığı Sevr Antlaşması olmadığıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Paris`de gerçekleştirilen Barış Görüşmeleri sonrasında Paris `in bir banliyösü olan Sevr`de yer alan porselen fabrikasında ayni gün ayni yerde imzalanan birden çok antlaşma vardır. Bundandolayı bugün uluslararası literatürde bu antlaşmalar yer, tarih, ülke ve imza yeri ile anılmaktadır.Ermeni Delegasyonu`da İtilaf Devletleri ile Ermeni Delegasyonu'nun imzalamış olduğu antlaşma Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde kurulacak olan yeni Ermeni devleti üzerinedir. Ermeniler`in sundukları "Toprakların Meşru Aidiyeti" tezinin yeni kurulacak Ermeni devletinde Türk çoğunluğu konumlandırdığı statü veya "azınlıktaki çoğunluğun" hukuki yapılandırılması da 10 Ağustos 1920 tarihinde Sevr`de Ermeni Delegasyonu'nun imzalamış olduğu, Ermeni Sevr`inde kurulacak olan Ermeni devletinin sınırları içerisinde kalan din, dil, ırk olarak farklı diğer unsurlara Milletler Cemiyeti'nin Barış Antlaşmaları ile şekillendirmiş olduğu ve Barış Antlaşmalarında şart koştuğu azınlık hakları vermek üzerinedir.

Ermeni diasporası ve Ermenistan vatandaşı Ermenilerden Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlarının torunları olanların, tarif ettikleri coğrafya içerisinde kalıcı olabilmelerinin yolu olarak bugünkü birincil amaçları da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanabilmektir. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlarının torunu olan fakat Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının torunu olmayanbugünkü diaspora ve Ermenistan Ermenilerinin, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma mücadelelerindeki ilk hamleleri, ABD'de ekonomik sebepler ile açıldığı söylenen ancak aslında Lozan Antlaşması'nın vatandaşlık hukukunu Türkiye Cumhuriyeti açısından değiştirmek amacını taşıyan davadır.

Amerika Birleşik Devletleri'nde Açılan Dava

ABD'de Ermeni kökenli avukatlar, Türkiye Cumhuriyeti'nin Lozan Antlaşması'nın 30, 31 ve 32. maddelerini ihlal ettiğini, bu ihlal neticesinde ise Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan Ermenilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alamadıklarını ve bu sebeple terk etmek durumunda kaldıkları mülklerini de kaybettiklerini öne sürerek Türkiye Cumhuriyeti'ne, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'na ve Ziraat Bankası'na karşı maddi tazminat davası açmışlardır.

Ermeni kökenli avukatların açmış olduğu davanın temelini Lozan Antlaşması oluşturmaktadır. Bu sebeple açılan davanın tarihini ve 24 Nisan 1915'i doğru tahlil etmek gerekir. Ermenilerin her yıl "sözde soykırımı" anma töreni yaptıkları gün olan 24 Nisan, "soykırım" olduğunu iddia ettikleri tehcir kararıyla ilgili değildir. Van isyanı sonrasında isyan gerekçesi ile 24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı İmparatorluğu içerisinde Ermeni Komiteleri kapatılmış, yöneticilerinden 235 kişi, devlet aleyhinde faaliyette bulunmak suçundan tutuklanmıştır. Tutuklular Ankara ve Çankırı hapishanelerine yollanmıştır. Dünyadaki Ermenilerin her yıl "Ermeni Soykırımının Yıldönümü" diye andıkları 24 Nisan, sadece 235 komitacının tutuklandığı tarihtir. Zorunlu Yer Değiştirme uygulamasıyla hiç bir şekilde ilgili değildir. Van'daki Ermeni isyanı sebebi ile I. Dünya Savaşı koşulları içerisinde tutuklanan 235 Ermeni Komitacının sayısı akabinde 600 kişiye, 24 Mayıs 1915 tarihinde ise 2.345`e ulaşmıştır. Devamında ise Osmanlı İmparatorluğu isyanları ve sabotajları engellemek amacıyla Zorunlu Yer Değiştirme uygulamıştır.

Zorunlu Yer Değiştirme uygulaması ile bugünkü Suriye topraklarına gönderilenlerin önemli bölümü ise 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında geri dönmüşlerdir. İstiklal Savaşı sırasında ise Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı Ermenilerin İstanbul dışında yaşayanlarının önemli bir bölümü, kendi istekleri ile bugünkü Türkiye Cumhuriyeti topraklarını terk etmişlerdir. Bu terk etme, gerek işgalci Fransız Ordusu'nun geri çekilmesi sırasında Fransız Ordusu ile birlikte, gerekse de Büyük Taarruz sonrasında Yunan Ordusu ile beraber terk etme şeklinde gerçekleşmiştir.

6 Ağustos 1924'de Türkiye Cumhuriyeti'nin 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalamış olduğu Lozan Antlaşması yürürlüğe girmiştir. Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe girişi, eski Osmanlı İmparatorluğu'ndan doğan Türkiye Cumhuriyeti'nin dışında manda yönetimi altındaki Suriye'nin, Filistin'in, Irak'ın, bağımsız Emirliklerin, şimdiki Suudi Arabistan'ın ve İngiliz yönetimi altındaki Mısır'ın birbirinden ayrıştığı tarihi de temsil etmektedir. Dolayısıyla Eski Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlarının ortak vatandaşlığı da sona ermiştir. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlığının yerine bu insanların sınırları içerisinde kaldıkları yeni devletlerin vatandaşlığı gelmiş, tabi oldukları vatandaşlık kanunlarıyla da ayrışmışlardır.

Ermeniler için de Osmanlı İmparatorluğu vatandaşlıklarının sona ermesi ve bulundukları devletin vatandaşlığını almaları söz konusu olmuştur. Ermenilerden ayrışan devletlerde yaşayanlar, Lozan Antlaşması gereği bulundukları devletin vatandaşlığını almışlardır. Bunun yanında, I. Dünya Savaşı sırasında kendi istekleri ve o dönem Doğu Anadolu'yu işgal etmiş olan Rus Ordusu tarafından Rusya'ya gönderilenler, daha sonra kurulan SSCB vatandaşlığını ve dünyanın öteki devletlerine göç edenler isezaman içerisindebulundukları devletlerin vatandaşlığını almışlardır.

Lozan Antlaşması'nın 30, 31 ve 32. maddeleri vatandaşlığı düzenlemektedir. 30. Madde'ye göre, Türkiye'den ayrılmış ülkelerde yaşayan Osmanlı uyrukları kendiliğinden[1] ve yerel yasaların öngördüğü şartlarla, topraklar hangi devlete bırakılmışsa, o devletin vatandaşı olacaklardır. 31. Madde`de 18 yaşını aşmış olup da Türk uyrukluğunu yitiren ve 30. Madde uyarınca hukuk açısından yeni bir vatandaşlık edinmiş bulunan kimseler, Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak 2 yıl içerisinde Türk vatandaşlığını seçebileceklerdir. 32. Madde'de Antlaşma uyarınca, Türkiye'den ayrılan bir ülkede yerleşmiş ve bu ülkede halkın çoğunluğundan soy (ırk) bakımından ayrı olan, 18 yaşını aşmış kimseler, Antlaşmanın yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak 2 yıllık bir süre içinde halkın çoğunluğu seçme hakkını (droi d`option) kullanan kişinin soyundan olan devletlerden birinin vatandaşlığını, bu devletin de buna razı olması şartıyla edinebileceklerdir.

ABD`deki Ermeni avukatların açmış oldukları tazminat davası da, 6 Ağustos 1924'te yürürlüğe giren Lozan Antlaşması'nın vermiş olduğu "2 yıl içerisinde başvuru şartı ile Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak hakkı"nın Ermenilere verilmediği ve engellendiği, bu sebeple Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamadıkları ve geri de dönemedikleri, geri dönemedikleri için de mülklerini kaybettikleri, bu mülklerin Zorunlu Yer Değiştirme uygulaması sırasında Osmanlı İmparatorluğu tarafından çıkarılan "Emval-i Metruke Yasası" çerçevesinde kayıt altına alındığı ancak Lozan Antlaşması sonrasında Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamayan Ermenilerin mallarının satıldığı üzerine şekillendirilmiştir. Dava ile Ermenilerin bu sebeple gördükleri zararın Türkiye Cumhuriyeti'nden tazmin edilmesi istenmektedir.

Milletler Cemiyeti'ne Verilen 1925 Tarihli Essayan Dilekçesi

Bir Osmanlı vatandaşı olan M. Essayan, İzmir'de Aydın Demir Yolları'nda çalışır iken, Büyük Taarruz'dan 4 ay önce Anadolu'yu terk ederek Atina'ya yerleşmiş, 1925'te Yunan pasaportu almıştır. Essayan, Atina'da Ermeni Mülteciler Cemiyeti'nin Sekreterliğini yapmaktadır. Lozan Antlaşması'nın yürürlüğe giriş tarihi olan 6 Ağustos 1924'den sonra ve Antlaşmaya göre Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına son başvuru tarihi olan 6 Ağustos 1926'dan önce 17 Şubat 1925 tarihindeMilletler Cemiyeti Genel Sekreteri Eric Drummond'a, Ermeni mültecilerin "Türkiye Cumhuriyeti'ne geri dönmeleri, İzmir'deki banka hesaplarının üzerinde ki ambargonun kaldırılması ve Anadolu'da yer alan mülklerinin iade edilmesi" konulu bir dilekçe vermiştir.

Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Eric Drummond, Milletler Cemiyeti'ninkendi iç sisteminde almış olduğu 27 Haziran 1921 ve 5 Eylül 1923 tarihli kararları ileri sürerek 10 Mart 1925 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'ne Essayan`in dilekçesi konusunda bir mektup göndererek görüş istemiştir. Türkiye Cumhuriyeti dilekçeye bir cevap vermemiştir. Bunun üzerine Eric Drummond, dilekçeyi Milletler Cemiyeti Genel Konsey'ine göndermiştir.[2]

Milletler Cemiyeti Genel Konseyi, Cemiyetin 25 Ekim 1920 tarihli kendi iç sistem kararını ileri sürerek, İspanya (Başkan), İtalya ve İsveç'in Milletler Cemiyeti'ndeki temsilcilerindengörüş istemiştir. Bu 3 ülkenin temsilcileri 2 Haziran 1925 tarihinde Paris'te ilk toplantılarını gerçekleştirmiş, Eric Drummond bu görüşme konusunda Türkiye Cumhuriyeti'ni 18 Haziran 1925 tarihinde gönderdiği bir mektup ile bilgilendirmiştir. 2 Haziran 1925 tarihli toplantıda üç ülkenin temsilcisi, Eylül ayında yeniden toplanana kadar herhangi bir görüş bildirmeme kararı almış ve bu arada Türkiye Cumhuriyeti'ndenbir görüş beklediklerini açıklamışlardır.

26 Eylül 1925 tarihindeki toplantılarında, üç ülkenin temsilcisi Türkiye Cumhuriyeti'nden bekledikleri cevabın gelmediğini da kayıt altına alarak konunun kendilerinden ziyade Genel Kurulu ilgilendirdiği ve Genel Kurul tarafından değerlendirilmesi gerektiğine karar vermişlerdir. İspanya, İtalya ve İsveç Essayan'ın dilekçesi konusunda karar vermekten çekinmişlerdir. Genel Sekreter'den konunun bir sonraki Genel Kurul'un gündemine alınmasının ve Türkiye Cumhuriyeti'nden bir temsilci istenmesinin talep edilmesini kararlarına yazmışlardır.[3]

İspanya, İtalya ve İsveç temsilcilerinin almış olduğu kararı, Eric Drummond 29 Eylül 1925 tarih ve 41/ 42807X/30711 sayılı bir yazı ile Türkiye Cumhuriyeti'ne göndermiştir. Eric Drummond mektubunda, konunun 7 Aralık 1925 tarihinde açılacak olan Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'nun gündemine alındığını da bildirmiştir.[4]

Türkiye Cumhuriyeti, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Tevfik Kamil imzası ile 20 Ekim 1925 tarihinde Milletler Cemiyeti'ne mektup ile cevap vermiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Atina'dan Milletler Cemiyeti'ne gönderilen ve şu an Türkiye'de yaşamayan bir kişi tarafından Osmanlı Ermeni mültecilerinin İzmir'deki banka hesaplarının ve mülklerinin geri iadesi için verilen dilekçeyi şekil şartı açısından irdeleyerek, şu an başka bir ülke vatandaşı olan bir kişinin Milletler Cemiyeti'ne başka bir ülkeyi ilgilendiren bir konuda dilekçe veremeyeceğini belirtmiştir. Milletler Cemiyeti'ne, Lozan Antlaşması çerçevesinde imzalanmış olan Azınlık Hakları konusundaki maddelerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için geçerli olduğunu, Essayan`in Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaması sebebi ile bu konuda dilekçe verme hakkının bulunmadığı yazılmıştır.

Mektubun devamında, bahsi geçen İzmir'de Ermeni'lere ait banka hesapları üzerindeki ambargonun kaldırıldığını belirterek, Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı Ermeni mültecilerin durumlarının İsmet Paşa tarafından Lozan görüşmeleri sırasında, 17 Haziran 1923 tarihinde, kararlaştırıldığını bildirmiştir. Bu konuda Lozan görüşmesinin 17 Haziran 1923 tarihli ve 13 numaralı tutanaklarına bakılması gerektiği yazılmıştır.[5]

Türkiye Cumhuriyeti'nin bildirdiği görüş üzerine bu sefer Milletler Cemiyeti Azınlıklar Bölümü Başkanı Eric Colban, 4 Kasım 1925 tarihinde cevap yazmıştır. Milletler Cemiyeti Azınlıklar Bölümü Başkanı Eric Colban, Türkiye Cumhuriyeti'nin cevabında belirttiği "Bir başka ülkenin vatandaşının diğer bir ülke için dilekçe veremeyeceği hususunun antlaşmaya aykırılığı" itirazına rağmen Essayan'ın dilekçesinin hali hazırda gelecek Genel Kurul'un gündemine alınmış olması nedeniyle durumu değiştirmeyeceğini, Genel Sekreter'in de bu konuda yetkisiz olduğunu belirtmiş, Türkiye Cumhuriyeti'nin cevabının Genel Kurul'a bildirileceğini eklemiştir.[6]

Essayan'ın dilekçesi Genel Kurul'da görüşülürken Türkiye Cumhuriyeti Bern Büyükelçisi Münir Bey de toplantıya katılmıştır. Genel Kurul toplantısında Brezilya temsilcisi Mello Franco bir rapor sunmuştur. Raporunda Melo Franco, daha önce İspanya, İtalya ve İsveç temsilcilerinden oluşturulmuş olan kurulun dilekçeyi, Türkiye Cumhuriyeti'nin 20 Ekim 1925 tarihli görüşü çerçevesinde yeniden gözden geçirmelerini ve dilekçenin Genel Kurul gündemine gelmesine gerek olup olmadığını tekrar incelemelerini istemiştir. Bern Büyükelçisi Münir Bey tarafından da kabul edilen bu öneri sonrasında Essayan dilekçesinin Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'nun gündemine bir daha gelmesi üç ülkenin temsilcileri tarafından reddedilmiştir.[7]

Essayan Dilekçesi'nin Asıl Amacı

İngiliz kökenli olan ve Milletler Cemiyeti'nin kurullarını çiğneyerek Essayan dilekçesini işleme koyan Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Eric Drummond, 1925 yılında Milletler Cemiyeti'nde, İngiltere Dışişleri Bakanlığı'nın bir görevlisi gibi çalışmıştır. Essayan dilekçesini, Ermeni mültecilerin Lozan Antlaşması'nda öngörülen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanmaları için son tarih olan 6 Ağustos 1926 öncesinde yapılmış bir hamle olarak görmek gerekmektedir. Dilekçeyi vermesinden sonra Essayan, İsviçre-Cenevre'de nihai karar verilene kadar kalmış, özel antentli kağıtlar bastırmıştır. Ermeni mültecilerin Türkiye Cumhuriyeti'ndeki mülklerini ileri süren Essayan dilekçesi ile, Türkiye Cumhuriyeti'ne geri dönüşünü Milletler Cemiyeti Genel Kurulu'ndan çıkarılacak karar ile sağlamaya çalışılmıştır.

Dilekçe verildiği tarih içerisinde ve sonrasında da Essayan ve Essayan'ın konumunda olan Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı olan diğer Ermeni Mülteciler'in, yasal evrakları olmadan ülke dışına çıkmaları nedeniyle, tekrar Türkiye Cumhuriyeti'ne girişleri yasaklanmıştır.

Ermeni mültecilerin Türkiye Cumhuriyeti'ne geri dönüşleri ve çıkarılacak genel affa ilişkin görüş ve kararlar, Lozan görüşmelerinde önemli maddelerden biri olarak yer almıştır. Türkiye Cumhuriyeti kesin görüşünü İsmet İnönü ile 17 Temmuz 1923 tarihli 13 numaralı görüşmede açıklamıştır. Buna göre, Lozan görüşmelerinin başladığı 20 Kasım 1922 tarihini öncesinde ülkeyi yasadışı yollardan terk edenlerin genel af dışında tutulacağı, genel affın ülke içerisinde yaşayanlara uygulanacağı, yasal yollardan ülke dışına çıkanların (Ermeni Osmanlı vatandaşları dahil) ülkeye geri dönebilecekleri belirtilmiştir. Bunun da tek istisnasının ülke dışına çıkarılacak 150 kişinin olduğu vurgulanmıştır. Yasal olarak ülke dışına çıkan eski Osmanlı vatandaşları, tekrar ülkeye geri dönüp Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alabilir iken, yasal evrakları olmadan ülkeyi terk edenler genel af uygulaması kapsamında olmadıkları için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını alamamışlardır.

Lozan Antlaşması ile birlikte 7 maddeden oluşan ve genel affın Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayanları ve yasal yollardan çıkışyaparak geri dönenleri kapsayacağını düzenleyen Lozan Antlaşması'nın 8 numaralıeki olan Genel Affa İlişkin Bildiri ve Protokol da kabul edilmiştir.

İngiltere'nin Lozan Antlaşması'nı Essayan dilekçesi ile henüz 1 yıl geçmeden değiştirme teşebbüsü başarısız olmuştur.

Sonuç

Bugün yeniden ABD'deki Ermeni kökenli avukatların Lozan Antlaşması'nın 30, 31 ve 32. maddelerine gönderme yaparak açtıkları dava, Lozan Antlaşması'nın Ek 8 numaralı Genel Affa İlişkin Bildiri ve Protokol'un yok sayılması manasına gelmektedir. Bu ise maddi tazminat davası görünümü altında genel affın sorgulanması ve Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı Ermenilerin torunlarının Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının önünü açmak için atılmış bir adım olarak kabul edilmelidir.

Dolayısıyla açılan dava, 20 Kasım 1922 öncesi ülkeyi kendi isteği ileterk etmiş Ermenilerin torunlarına genel af verilmesi için Türkiye Cumhuriyeti'ne yapılacak yeni iç ve dış baskıların yakında gündeme geleceğinin göstergesidir.

Davanın Türkiye'ye ilk yansıması da, Osmanlı Ermenilerinin torunlarının geri dönüşünün çeşitli basın organları aracılığı ile farklı şekillerde sunulmasıyla olacaktır. Nihai amaç ise Ermenilerin yeni geliştirmiş oldukları Toprakların Meşru Aidiyeti tezi ile yeniden kazanılan Türkiye vatandaşlığı sonrasında kuracaklarını hayal ettikleri azınlık devletidir.


[1] Lozan Antlaşması metninde tam ifade "…Osmanlı Uyrukları hukukça (de plein droit) ve yerel yasaların…" şeklindedir. Fransızca olan "de plein droit" teriminin tam karşılığı "bihakkın/hakkıyla"dır ancak metin bütünlüğü için bunu "hukukun tanıdığı hak çerçevesinde kendiliğinden" olarak anlamak mümkündür. (Editörün notu)

[2] C.289.1925 I, Milletler Cemiyeti Arşivi, Cenevre, İsviçre

[3] C.599.1925 I, Milletler Cemiyeti Arşivi Cenevre, İsviçre

[4] R.42807 Milletler Cemiyeti Arşivi, Cenevre, İsviçre

[5] C.655.1925 I, Milletler Cemiyeti Arşivi, Cenevre, İsviçre

[6]League of Nations,Official Journal, Şubat 1926 sayfa 357

[7] League of Nations Official Journal, Şubat 1926 sayfa 178