Bu sayfayı yazdır

Başbakanın Kıbrıs için söylediklerine inanmak mümkün mü?

Yazan  20 Temmuz 2011
Başbakan Erdoğan, daha bundan birkaç yıl öncesine kadar Kıbrıs sorununa “kırk yıldır çözülmeyen sorun” gözüyle bakıyordu.

Kıbrıs sorununun çözümlenememesinin sorumlusu olarak da kendisinden önceki Türkiye iktidarlarını ve Rauf Denktaş'ı suçluyordu. Türkiye'de AKP'nin, Kıbrıs'ta da Mehmet Ali Talat'ın CTP'sinin iş başına gelmesiyle sorunun çözüm yoluna gireceğini düşünüyordu. Başbakan Erdoğan ve kurmaylarına göre Kıbrıs'ta "çözümsüzlük çözüm değildi". Bu nedenle AKP iktidarı "komşularla sıfır sorunlu dış politika" ve "bir adım önde olmak" stratejisini devreye sokacağını açıklamıştı.

Başbakan Erdoğan'a başından bu yana sonsuz kredi ve destek veren neoliberal yazar, televizyoncu ve aydın kesim daha da ileri giderek Kıbrıs'ı, Türkiye'nin demokratikleşmesinin ve AB'ye üyeliğinin önündeki en büyük engel olarak gördüklerini söylemişlerdi. Kıbrıs'ın Türkiye'nin sırtında kambur olduğunu ve maliyetinin taşınamaz olduğunu söylüyorlardı. Kıbrıs'ın stratejik öneminin kalmadığını iddia ediyor, ardından da AB üyeliği mi, Kıbrıs mı?, sorusunu soruyorlar ve kendilerine göre de AB için Kıbrıs'ın gözden çıkarılabilir olduğu tezini ileri sürüyorlardı.

Sonuçta AKP iktidarı, neoliberal kesim ve AB'nin eski ajanları hep birlikte Annan Planı'na Türk kesiminin evet demesi için kampanyalar başlattılar. Annan Planı için yapılan referanduma AKP'li siyasetçiler ise bizzat müdahale etti. Sonuç Türk tarafı "yes be annem" sloganları altında Annan Planına %64 ile evet, Rum tarafı ise %75'lik bir oy oranıyla hayır dedi. Referandum, adadaki Rum ve Türkler arasındaki bölünmüşlük, ayrışmışlık ve bir arada yaşamama iradesini kesin çizgileriyle ortaya çıkarmış oldu. Bu aşamada yapılması gereken KKTC'nin tanıtılmasının sağlanması yahut Türkiye ile tam entegrasyon stratejisi izlemek olmalıydı. Ancak AKP hükümeti işin bu yanı ile hiç ilgilenmedi. Rum yönetimi ise AB üyeliğini kesinleştirince Türkiye'ye limanlarını Rumlara açması için dayatma yapmaya başladı. Rumlar yürüttükleri hayır kampanyasının riskini fırsata çevirirken, Türkiye tarafı haklı davasında haksız ilan edildi. AKP iktidarı AB'ye karşı Kıbrıs konusunda alttan aldı ve Türkiye'nin çıkarlarını koruyamadı.

Geçen günlerde Davutoğlu Kıbrıs için bir takvim açıkladı. Buna göre "yıl sonuna kadar Kıbrıs sorununa çözüm bulunması, 2012 başında referanduma gidilmesi ve AB dönem başkanlığını Birleşik Kıbrıs'ın üstlenmesi" öngörülüyor.

Davutoğlu, "Birleşik Kıbrıs" tan, Başbakan Erdoğan ise "iki devletlilik, eşit statü" den söz ediyor. Aradaki farkı birilerinin halka izah etmesi gerekiyor. Nitekim Kıbrıs'a giden Başbakan Erdoğan, Adada yeni bir sürecin başlayacağını söyledi. Erdoğan, "Kitabımda artık Güzelyurt yok. Güzelyurt Kuzey Kıbrıs'ındır. Karpaz'da zaten en ufak oynama yapılamaz. Annan Planı'nın üzerine biz daha ne alırızı konuşuyorlar. Kusura bakmasınlar geçti. Güney Kıbrıs'ı AB başkanlığında, kesinlikle görüşmeyiz. AB ile ilişkiler donar. Biz onlarla aynı masada oturmayı bile zül sayıyoruz BM'de. 2012'de bu işi bitirdiler bitirdiler, bitirmediler başımızın çaresine bakarız. İyi niyete iyi niyet, kötü niyete aynısı. Maraş'ın açılması konusunda daha çok beklerler. Limanlar eş zamanlı olarak açılabilir. Kıbrıs'tan asker de çekmeyiz. KKTC'nin tanıtılması da değerlendirilecek başlıklar arasındadır."

Başbakan Erdoğan'ın bütün bunları söyleyebilmesi, Kıbrıs Rum/Yunan stratejisini görebilmesiyle mümkün olmuştur. Bunun için dokuz yılın geçmesi ve Başbakan Erdoğan'ın da "ustalık" dönemine geçmesi gerekmiştir. Tayyip Erdoğan'ın ustalık dönemine geçinceye kadar Türkiye'nin ödediği bedelin ne olduğunu ise tarih yazacaktır.

Diğer yandan Başbakan Erdoğan'ın "zina'nın suç sayılmaması" , Rasmussen'in NATO genel sekreterliği, doğuya füze kalkanı yerleştirilmesi, "Kürt sorunu" , NATO'nun Libya'ya müdahalesi konusundaki tutarsız tavırları dikkate alındığında Kıbrıs konusunda söylediklerine ne kadar güvenileceği de ortadadır. Başbakan Erdoğan'ın, "bir adım önde olmak" , AB üyeliği yutturmacası veya "sıfır sorun" safsatasına Türkiye'nin ve KKTC'nin çıkarlarını feda etmeyeceğine inanmak istiyoruz.

Özcan Yeniçeri

1954 yılında Gümüşhane'nin Şiran ilçesinde doğdu. İlk ve orta tahsilini Gümüşhane'de, yüksek tahsilini Ankara'da tamamladı. 1987 yılında Uludağ üniversitesi Sosyal Bilimler Ensti-tüsü'nde Yüksek Lisansını tamamladı. 1991 yılında ise Erciyes üni-versitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Yönetim Organizasyon dalında “örgütlerde çatışma ve Yabancılaşmanın önlenmesinde Yönetime Katılmanın Rolü” adlı tezinin kabul edilmesiyle de doktor unvanını aldı.

1998 yılında doçent, 2004 yılında da profesör oldu.

Prof.Dr. özcan Yeniçeri, Niğde üniversitesi'nde çeşitli aralıklarla Kamu Yönetimi Bölüm Başkanlığı, Meslek Yüksek Okulu Mü-dürlüğü, Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü yaptı.

1999 yılında Kazakistan'daki Ahmet Yesevi üniversitesi'nde görev aldı. Bu üniversitede “Uluslararası İlişkiler Bölümü”nü kurdu ve bir yıl süreyle de başkanlığını yaptı. 2004 yılında AYSAM (Ahmet Yesevi Stratejik Araştırmalar Merkezi) Başkanlığına getirildi. İki yıl bu görevi yapmış olup halen Niğde üniversitesi'ndeki görevine de-vam etmektedir.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri'nin yazdığı eserlerden bazıları şunlardır: Yeniden Türkleşmek, örgütsel Değişmenin Yönetimi, Küre-selleşme Karşısında Milliyetçilik ve Kimlik, Küresel Kıskaç ve Türkçülük, Bilgi Yönetim Stratejileri ve Girişimcilik, Dokunanlar, İtirazlar, Bugünden Yarına Türk Dünyasına Stratejik Bakış, Yönetimde Yeni Yaklaşımlar. ölüler Nefes Almaz (Roman), örgütlerde çatışma ve Yabancılaşma Yönetimi

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, 2003 yılı “Prof. Dr. Osman Turan Kültür Araştırmaları” ödülünü almıştır.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, Ortadoğu, Ayyıldız, Millet, Hergün ve Siyaset Ekseni gazetelerinde çeşitli aralıklarla köşe yazarlığı yapmıştır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir.

Prof. Dr. özcan Yeniçeri, 12 Haziran 2011 Genel Seçimleri ile Milliyetçi Hareket Partisi Ankara milletvekili olmuştur. Ankara Milletvekili Yeniçeri aynı zamanda TBMM Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Komisyonu üyesidir.