3. Meşrutiyet

Yazan  28 Aralık 2016

Ülkemiz son dönemde ne yazık ki çok sıkıntılı günler yaşıyor. İstanbul Beşiktaş’taki hain saldırının ardından yaşanan Kayseri’deki saldırı ve geçtiğimiz gün de Rusya Federasyonu'nun Ankara Büyükelçisi'ne karşı gerçekleştirilen suikast, Türkiye’nin adım adım kaosa doğru sürüklenmek istendiğini çok net bir şekilde gösteriyor. Türkiye bu zor şartlar içerisinde neredeyse bağışıklık sisteminden yoksun kalmış vaziyette varlığını idame ettirmeye çalışan bir canlı gibi. Bu sıkıntılı günlerde devletin zafiyete uğratılmış yapısını tamir etmek ve toplumsal huzur ve istikrarı sağlamak devleti idare edenlerin en önemli görevi. Ancak bunun yerine devletin yönetim yapısını radikal bir biçimde değiştirecek bir anayasa değişikliği dayatılarak toplumsal bir kutuplaşmanın önü açılıyor. İşte tam bu noktada getirilmek istenilen "Başkanlık Sistemi" ile ilgili haklı eleştirilerimiz var:

En başta, başkanlık sistemi gibi köklü bir değişimi içeren çok önemli bir anayasa değişikliğinin böylesi bir kritik süreç içerisinde ve üzerinde doğru dürüst düşünülmeden, tartışılmadan Meclise getirilmeye çalışıldığını düşünüyorum. Gelişmiş demokrasilerde bir anayasa değişikliği en az 6 ay ila bir sene gibi  süreler içerinde hazırlanır, meclisin çeşitli komisyonlarında belirli soğuma zamanları göz önünde bulundurularak olgunlaştırılır ve daha sonrasında yasalaşır. Bu durum, hataların ve eksiklerin görülmesini, yasa tasarısının tekrar müzakere edilmesini ve eğer yanlışlıklar varsa bunların yasalaşmadan düzeltilmesini sağlar. Bundan dolayı, Türkiye’nin bu hassas döneminde ve böylesi önemli bir konuda apar topar anayasa değişikliğine gidilmesini sıkıntılı görüyorum.

Dünya üzerinde başkanlık sistemiyle idare edilen çeşitli ülkeler var. Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Almanya, Fransa (yarı başkanlık), Rusya, Azerbaycan (Devlet Başkanlığı) gibi başkanlık sistemini başarılı şekilde uygulayan ülkelerin yanı sıra, bazı Güney Amerika ve Afrika ülkeleri gibi daha istikrarsız devlet yapıları da söz konusu. Devletlerin yönetim sistemlerinin her ülkenin kendi toplumsal yapısına, tarihi ve siyasi geçmişine uygun olarak oluşturulması gerekir. ABD’deki sistem federatif yapıya ve "check and balance" sistemi dediğimiz bir "denge ve fren" sistemine dayalıdır. Bu sistemde yasama, yürütme ve yargının mutlak güçler ayrılığı ile ayrıldığını ve sistemin bu güçlerin birbirlerini dengelenmelerinin sağlanmasıyla ayakta kaldığını görürüz. Bu güçlerden bir tanesini domine edip ön plana çıkardığınız zaman diğerlerini etkisiz hale getirdiniz demektir ki, bu durum ABD'nin yönetim felsefesine tamamen tezat teşkil eder.

ABD’de Başkan ve kongre arasında çok hassas bir denge vardır. Bir arada hareket etme zorunluluğu çerçevesinde birbirlerinin varlıklarını yok edemeyecekleri bir sistem oluşturulmuştur. Uzlaşarak çalışmak zorundadırlar. Ama ne yazık ki, Türkiye’de getirilmek istenilen sistem, güçlerin birbirlerini bir arada yok etmesi gibi bir sonuca neden olabilecek bir yapıyı öngörmektedir. Cumhurbaşkanı ve meclisin aynı partiden olduğu durumlarda sistemin idamesinde bir sıkıntı olmayacağı herkesin öngörüsü ancak, meclis ile Cumhurbaşkanı'nın ihtilafa düştüğü durumlarda ortaya çıkacak tıkanmalar ve bunların çözüm yolları üzerinde yeterince çalışma yapılmış değildir.

Bir diğer konu ise başkan yardımcılığı meselesi. ABD’de başkan seçildiği zaman başkan yardımcısı da bellidir. Seçim çalışmalarına birlikte katılırlar. Başkanın vefatı durumunda ülkeyi başkan yardımcısı yönetir ki bunun çeşitli örnekleri vardır. Ülkemizdeki Anayasa değişikliği ile ise başkan yardımcısı belirleme yetkisi tamamen Cumhurbaşkanı’na bırakılacaktır. Cumhurbaşkanı kendi lüzumlu gördüğü sayıda Cumhurbaşkanı yardımcısı atayacak ve seçmenin bu konuda hiç bir söz hakkı bulunmayacaktır.

Bir diğer önemli husus ise yasama, yürütme ve yargı güçleri arasındaki ayrılık ve buna bağlı olarak yasamanın yürütmeyi denetleyebilmesi konusu. Yasama ağırlıklı olarak bu denetimini bütçe görüşmelerinde ve bazı kurumlara yapılan üst düzey atamalara yaptığı müdahaleler ile sağlar. Şu anki anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı'na tanınan yetkiler ile Cumhurbaşkanı devletin önemli noktalarındaki bürokratları, başkanları, yargıçları, Sayıştay ve Kamu Denetçiliği üyelikleri gibi bazı kritik görevlileri belirleme ve atama yetkisine bizzat sahip olmaktadır. Bu durum yasamanın yürütme üzerindeki denetleme yetkisini ve gücünü büyük ölçüde azaltmaktadır. Aynı zamanda yasamanın soru ve gensoru gibi yollarla yürütmenin denetleyebilmesinin de önüne geçilmektedir. Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanı’nın ancak üçte ikilik bir çoğunlukla Yüce Divan’a sevk edilebilmesi konusu ise, partili Cumhurbaşkanlığı düşünüldüğünde oldukça zor işletilebilecek bir kurum izlenimini vermektedir.

Yani, özellikle ABD'deki başkanlık sisteminde gördüğümüz yasamanın yürütme üzerindeki denetim yetkisinin bir benzerini bu anayasa değişikliğinde göremiyoruz. Yine Cumhurbaşkanı'na tanınan olağanüstü hal ilan etme yetkisi de bu çerçevede değerlendirilmesi gereken en önemli konulardan birisi. Olağanüstü halin ilanı, yeni bir bakanlığın, devlet kurumunun yada bölgesel yapıların oluşturulması gibi yetkiler de tamamen Cumhurbaşkanı’na bırakılıyor.

Bilindiği üzere, uluslararası antlaşmaların onaylanması Anayasa’nın 90. maddesiyle düzenlenmiştir. Bir uluslararası antlaşma öncelikle Meclis'te uygun bulunur, bundan sonra Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır. Bu şekilde bir iki aşamalı bir süreç söz konusudur. Şimdi ise 104. madde ile bu yetki tamamen Cumhurbaşkanı’na bırakılmaktadır. Burada önemli bir çatışma söz konusu olacaktır. Benzer bir çatışma Meclis'in savaş kararı alması konusunda da söz konusudur. Çünkü yapılması planlanan anayasa değişikliği ile Silahlı Kuvvetleri kullanma yetkisi Cumhurbaşkanı'na verilmektedir. Yukarıda belirttiğim her iki hayati konuda da yetki çatışması söz konusudur. Ayrıca, 1924 Anayasası'nda dahi ancak Gazi Meclis'in sahibi olduğu Başkomutanlık yetkisinin, tamamen Cumhurbaşkanı'na hasredilmesi yine üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ara seçimin önüne geçmek ve Meclis içerisinden de Bakanlıklara atama yapma imkanı tanımak için konulan yedek milletvekilliğine ilişkin olarak da bir boşluk söz konusudur. Meclis'e başka bir siyasi partiden girip daha sonra parti değiştiren milletvekilinin vefatı sonrasında yedek milletvekilliğinin hangi siyasi partinin yedek milletvekili tarafından doldurulacağı hususu açık değildir.

Ayrıca değinmemiz gereken önemli bir husus Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yasama faaliyetinin yapısı ile ilgilidir. Meclisimizin yasama faaliyetlerinin yaklaşık yüzde ellisi uluslararası anlaşmalar ve bunların uygun bulunması, yaklaşık yüzde otuzu teşkilat ve mali yükümlüklere ilişkin hususlar, yine yaklaşık yüzde yirmisi ise sosyal güvenlik, temel hak ve özgürlüklere vb. konulara ilişkin hususlardır. Yeni düzenlemelerle esas ağırlık olan yüzde seksenlik kısım yani; uluslararası anlaşmalar, teşkilat ve mali yükümlülüklerle ilgili olan kısım tamamen Cumhurbaşkanı’nın inisiyatifine bırakılmış; sadece, biraz da tali konular olarak niteleyebileceğimiz konular yasamanın yetkisi içerisinde kalmış durumdadır.

Diğer önemli bir durum da, Cumhurbaşkanı’na verilen Cumhurbaşkanı Kararnamesi çıkartma yetkisidir. Kanun ile düzenlenmemiş bir durum söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı, Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile düzenleme yapılabilecektir. Ancak, olağanüstü hallerde bunu da aşan bir durum söz konusudur. Bu durumda kanunla düzenlenmiş bir husus söz konusu olsa dahi Cumhurbaşkanı bu konuda bir kararname çıkartabilmektedir. Bu durum aslında yürütmenin yasamanın yetkilerini de içeren yetkileri kullanması gibi çok sıkıntılı bir durumu ortaya çıkartmaktadır. Böylece yasama yetkisini Meclis'ten alıyor, neredeyse tek bir kişinin iradesine teslim ediyorsunuz.

Diğer bir husus Türkiye’deki yasalaşma sürecine ilişkindir. Ülkemizde bir kanun tasarısı yasalaşacağı zaman tasarıyla ilgili bakan tarafından bu konu Bakanlar Kurulu'na getirilir, tüm bakanlar bu yasa üzerinde tartışır ve en sonunda oy birliği ile o yasa meclise sunulur. Bu süreçte ilgili kanunda diğer bakanlıkların işleyişlerini sıkıntıya sokacak hususlar var ise bu konular üzerinde gerekli düzeltme ve düzenlemeler yapılabilir. Oysa getirilmek istenen anayasa değişikliği ile sadece Cumhurbaşkanı'na bağlı bir danışmanlar ekibinin oluşturacağı ve bu ekibin bir konuyla ilgili belki de sadece bir gecede ortaya çıkaracağı bir metin yasalaşabilir. Ne yazık ki, toplum hayatını derinden etkileyecek böylesi önemli bir konuda büyük bir özensizlikle karşı karşıyayız.

Bu anayasa değişikliği ile aynı zamanda yargının yürütme üzerindeki denetimi de ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Partili bir Cumhurbaşkanı'nın HSYK ve Anayasa Mahkemesi üyelerinin yarısını atayacak olması aynı zamanda yargıda tarafsızlığın da ortadan kaldırılması anlamına geliyor. Yani gerek yasama, gerekse de yargıyla ilgili olarak yürütme lehine çok ciddi bir yetki gaspı söz konusudur. Yukarıda belirttiğimiz bütün bu durumlar ileriki dönemlerde ülkemizi siyasi açmazlara ve bunun sonucu olarak da sosyopolitik krizlere götürebilir.

İçerisinde bulunduğumuz süreçte Milliyetçi Hareket Partisi'nin mevcut yönetiminin tabanın taleplerinin hilafına, "Türk tipi (?) Başkanlık Sistemi'nin" önünü açmak için elinden geleni yapmaya çalıştığını görüyoruz. Bu durumun MHP tabanında Genel Merkez'e karşı çok ciddi bir güven bunalımına yol açtığını söylemek zorundayım. Parti üyeleri Genel Merkez'in tavrını anlamakta ve kendilerini bu çerçevede konumlandırmakta büyük zorluk ve hayal kırıklığı yaşıyorlar. Parti yönetiminin gerek 7 Haziran Genel Seçimleri, gerekse de 1 Kasım Genel Seçimleri öncesindeki söylemleri ile şimdiki söylem ve eylemleri arasındaki tutarsızlık Türk Milleti'nin ve Ülkücü Tabanın üzerinde çok olumsuz bir etkiye yol açmıştır. Özellikle partiye yıllarını vermiş insanlar ile Türk Milliyetçiliği fikriyatını en temiz bir biçimde taşıyan genç kesim çok ciddi bir bıkkınlık ve kırılma ile karşı karşıyadır. Bu durum, Milliyetçi Hareket Partisi'nin 25. Dönem Çanakkale Milletvekilliği'ni yapmış bir  Ülkücü olarak beni çok derinden yaralıyor. Ülkemizin kurumlarının neredeyse tamamen denetlemeden yoksun bir biçimde göz göre göre tek bir kişinin idaresi altına bırakılmasına Milliyetçi Hareket Partisi’nin alet edilmesi bizim kabul edebileceğimiz  bir durum değil. Ben inanıyorum ki, şu anki MHP Meclis Grubu içerisinde pek çok milletvekilimiz de bu konuda samimi tavrını ve dik duruşunu ortaya koyacak ve bu anayasa değişikliğine, ülkenin otoriter bir yönetime dönüştürülmeye çalışılmasına hayır diyecektir. Gazi Meclis'in Vekillerinin Türk Halkı'nın kendilerine tevdii ettiği emanetlere en doğru şekilde sahip çıkmaları dileğimle...

İbrahim Kürşat Tuna

1976 yılında Çanakkale’de doğdu. İlk, orta ve lise eğitimlerini Çanakkale’de tamamladı. 1999 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden mezun oldu. 2011 yılında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan Yüksek Lisans derecesi aldı. Aynı üniversitede Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’nda Doktora çalışmalarını sürdürmekte olan İbrahim Kürşat Tuna, aynı zamanda Biga İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim elemanı olarak görev yapmakta ve Türk Dış Politikası, Avrupa Birliği Kurumları ve Osmanlı Diplomasi Tarihi üzerine dersler vermektedir. Tuna’nın akademik ilgi alanları, “Stratejik ve Kritik Madenlere Yönelik Uluslararası Politikalar, Enerji Güvenliği, Siyaset Bilimi, Çatışma Önleme ve Barış Çalışmaları ve Afrika Kıtası Maden Kaynakları Üzerindeki Küresel Rekabet” konularıdır.

İbrahim Kürşat Tuna, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi’nden 25. Dönem Çanakkale Milletvekili seçilmiştir. Halihazırda madencilik ve enerji alanlarında faaliyet gösteren ve ortağı olduğu aile şirketlerinin de genel müdürlük vazifelerini yürütmektedir.

Beden dili ve iletişim konularında da eğitimler almış olan İbrahim Kürşat Tuna, İngilizce ve Almanca bilmektedir.

Son ekleyen İbrahim Kürşat Tuna

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display