Bu sayfayı yazdır

Orta Doğu’da Rus Realizmi ve Türkiye

Yazan  11 Ocak 2018

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin küresel stratejisi Sovyet yanlısı ülkeler oluşmasını ve Komünizmi önlemek için onu çevrelemekti. Bu kapsamda, Orta Doğu’daki önceliği de Sovyetlerin Orta Doğu’ya sızmasınıengellemekti. Soğuk Savaş döneminin ideolojik iki kutuplu dengesi içinde Sovyetler, Arapların ABD ve İsrail’e karşı en büyük destekçisi oldular ama İsrail bağımsızlığını ilan ettiğinde de ilk tanıyan ülkelerden biri olmuşlardı. İdeolojik çekişmenin öne çıktığı bu dönemde Amerikalıların bıraktığı boşluğu doldurmak, Soğuk Savaş döneminde izlenen politikalardan biriydi. Öte yandanSovyetler, Müslüman coğrafyada sosyalist düşünceyi yaymak için yüksek öğretim ve kültür araçlarını kullanarak sempatizan kitle oluşturma çalışmaları yaptı. Başta Lübnan, Yemen, Suriye gibi ülkelerde olmak üzere seçilen Müslüman gençler, ücretsiz olarak SSCB üniversitelerinde özellikle mühendislik alanlarında eğitim aldılar. Üniversite eğitimi esnasında Rusçayı ve Rus kültürünü de çok iyi öğrenen ve sayıları milyonları bulan kültür elçileri Arap coğrafyasında SSCB’nin ve Sosyalizmin sempatizan toplamasına hiç de azımsanmayacak katkılar sağladılar. Bu öğrencilerin hemen hemen %90’ı bir Rus vatandaşı ile evlendi. Bu evlilikler ile bağlar organik hale geldi, çifte vatandaşlıklar oluştu. Böylece ortaya çıkan Arap ülkelerindeki “Sosyalist Müslüman” olgusu, ABD’nin Yeşil Kuşak projesinin de karşısına dikilmiştir. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından Rusların, Orta Doğu ülkelerine silah satışında ve ülkenin bölgedeki müttefiklerine finansal yardımında ciddi bir düşüş yaşandı. Doğu Avrupa’yı kaybeden Ruslar 1990’lı yıllarda geleneksel şekilde arka bahçesi kalmasına gayret gösterdikleri Orta Asya’ya yönelik hegemonyasını devam ettirmeye çalıştılar. Rusların, çok meşgul iç ve dış politikası gündemin Orta Doğu ön plana çıkamadı.

Rusya, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra Batı'nın başlattığı küresel terörle mücadele kervanına katılmaya karar verdi. Böylece, Batı'nın bir parçası olmasa da bir üyesi gibi görülmeyi umuyordu. Dönüm noktası Putin 2007 yılında Münih’te yaptığı konuşma ile başladı. Putin, “Tek kutuplu bir dünyaya müsamaha göstermeyeceğini ve Amerika'nın kurallarına göre oynamayacağını” söylüyordu. Arap Baharı ile birlikte Rus hükümeti, eski Sovyet ülkelerini etkilemesi muhtemel olan rejim değişiklikleri ile mücadele etmek için proaktif bir politika izlemesi gerektiğini düşündü. Rus siyasetçiler Orta Doğu'daki devrim dalgasına benzer gelişmeler ile 2000'li yılların başında Rusya sınırlarına yakın bölgelerde karşılaşmışlardı. Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan'daki renkli devrimler ile yönetime Rus karşıtı hükümetler hâkim olmuştu. Kremlin, Libya'nın başına gelenlerin Rusya'nın başına gelmesinden çekiniyor ve daha kararlı bir dış siyaset izlenmesi gerektiğine inanıyordu. Orta Doğu’da kendilerince bir nüfuz alanı oluşturmayı hedeflediler. Suriye Krizi bu doğrultuda bir fırsat olarak değerlendirildi. Rusya’nın Orta Doğu’ya ilgisi küresel stratejisi ile de alakalıdır; bölgede eski gücüne dönmeyi,  bunun için de ekonomik çıkar, enerji kaynakları ve askeri-teknik (silah satışı) ilişkileri kullanmayı düşünüyor[1]. Orta Doğu, Rusya için çevrelenmesini önleyecek hareket alanı sağlıyor. Rus enerji şirketleri ve ekonomik yatırımları için önemli fırsatlar bulunuyor. Rusya’nın Orta Doğu politikası ideolojiden pragmatizme geçişi temsil eden yeni Rus Realizmi ile hayata geçiyor. Rus Realizmini anlamadan Orta Doğu’da yaptıklarını ve Türkiye ile ilişkilerinin arka planını anlamamız mümkün değil. Bu makalede, Rus Realizmi üzerinden Rusya’nın Orta Doğu politikalarını, Kürt konusuna yaklaşımlarını ve Türkiye başta olmak üzere bölge ülkelerine etkilerini incelemeye çalışacağız.

Türkiye-Rusya İlişkileri

Ruslar, Doğu Slav göçmen kabilelerinin torunlarıdır. 862’de ilk Rus hanedanı ortaya çıktı ve Viking Rurik davet üzerine hükümdar oldu. Baltık ve Karadeniz bölgesine genişleyerek Kiev ve Novgorod’u merkez yaptılar. 1223’de Kiev, Moğollar tarafından işgal edilince merkez Moskova’ya kaydı. 14. yüzyılda Moğolların gücü azalınca tekrar genişlemeye başladılar. Ortaçağ’ın sonlarına doğru bugünkü Rusya coğrafyasında, büyük ve geniş bir Türk imparatorluğu (Altınordu) yaşamıştır. Moskova Knezliği, Altınordu Hanlığı’nın hâkimiyetinden çıkıp, bağımsızlığını kazandıktan sonra, diğer Slavları da bünyesine katarak önce Moskova Çarlığı ardından Rusya İmparatorluğu olmuş, Altınordu Hanlığı idaresindeki bütün Türk kavimlerini buyruğuna soktuktan başka diğerlerini de idaresi altına almıştı. 18. yüzyılın başlarında Osmanlı Devleti gücünü iyice kaybetmeye başlamış ve kendi topraklarını savunamaz hale gelmişti.Kafkasya’nın işgali büyük ölçüde 1864’de tamamlandı (Harita 1)[2]. 19. yüzyılda Kafkasya, Osmanlı-Rus savaşlarına sahne oldu. Bu yüzyılda, Ruslar; Balkanlarda Slavları, Kafkasya’da Gürcü ve Ermenileri Osmanlılara karşı kullanmaya çalıştı. Bu politikalar sonucunda Kafkasya’da, büyük muhaceret göçü yaşandı. 1877-1878 Osmanlı–Rus Savaşı esnasında Rus birlikleri Çatalca önlerine kadar geldiler. Birinci Dünya Savaşı’nda da Kafkas Cephesi’nde yaşanan bozgun üzerine Doğu Anadolu’yu işgal ettiler. 1917 Yılında Rusya’da Bolşevik Devrimi yaşanıp, Çarlık Rusya’sının yıkılması üzerine Bolşevik yönetim İttifak Devletleri ile Brest–Litovsk Antlaşması’nı imzalayarak savaştan çekildi. 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşması ile Türk-Sovyet sınırı çizildi. Türkiye işgalcilere karşı Anadolu’yu savunarak aynı zamanda Sovyet Rusya’nın Güney kanadını da koruduğu için Ruslar, Anadolu’da başlayan Türk Kurtuluş hareketine destek verdi. Batı Avrupa’da bir Komünist devrim olması ümidi sönen Lenin, Türk Kurtuluş Savaşı’ndan bir sosyalist devlet çıkmasını hayali kuruyordu. Cumhuriyetin ilk yıllarında gayet iyi bir şekilde süren Türk–Sovyet ilişkileri, 1936’da başlayan soğuma döneminden ardından İkinci Dünya Savaşı sonrasında tamamen bozuldu.

Birinci Dünya Savaşı başladığında, Arapların İngilizlere ve Ermenilerin Ruslara daha fazla yanaşmaları, Osmanlı yönetiminde iktidarda olan İttihatçıların Türkçü kanadının önem kazanmasına, Osmanlı Devleti’nin ilgisinin Kafkasya ve Orta Asya üzerinde iyice yoğunlaşmasına ve siyasette de “Turancı” politikalar takip etmelerine yol açtı. İttihatçıların Kafkasya ve Orta Asya’ya yönelik politikalarının önündeki en önemli engel Rusya idi. 1924 yılına kadar bugün Orta Asya dediğimiz yerlerin adı ve bugünkü Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan topraklarının resmi adı Türkistan idi[3]. Türk boyları birbirinden koparılarak, ayrı bir millet olmaya zorlandı; bölünerek, kimliksizleştirmek için yeni devletler üretildi[4]. Etnik kapsamdaki göçlerle devletlerarasında pek çok iç huzursuzluğun ve sınır kavgasının kurgulanması yanında, yaratılan Ermenistan ve Gürcistan gibi devletler ile Türk dünyasının Anadolu ile bağı koparıldı. Rusya Federasyonu, son 20 yılda Moskova ve Tacikistan’da kanlı bir iç savaş, Kırgızistan’da iki Lale Devrimi, Türkmenistan’da ise ani bir lider değişimi ile uğraştı. Kafkasya’dan Orta Asya’ya Türk dünyası ile pek çok muhtemel çatışma noktası bulunmaktadır. Bu coğrafyada egemenlik, Rusya’dan bağımsız olmak anlamına gelmektedir. Çeçenistan’daki direniş hareketi, tüm Kuzey Kafkasya’ya yayıldı ve bugün İslamcı bir ayaklanma haline dönüştü. Rusya’nın Çeçenistan (1994-1996 ve 1999- 2004) ve Gürcistan (2008) savaşları konvansiyonel güçlerinin genel olarak hazırlıksız ve etkisiz olduğunu gösterdi[5]. 2008’deki Gürcistan Savaşı öncesi Başkan Medvedev’in hedefinde “Ayrıcalıklı çıkarlar bölgeleri” adıyla formüle ettiği Abhazya ve Güney Osetya vardı. Ağustos 2008’deki Gürcistan Savaşı, Rusların, Hazar Denizi’nden Karadeniz ve ötesine enerji koridorlarını geliştirme hedefinin bir parçasıydı. Ancak, Rusların odak noktası, Orta Doğu değil Orta Asya’dır. Bölgedeki devrimlerden sonra Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’nın cihatçı üssü olmasından endişe etmektedir. Doğu’da, Çin’in gücü her geçen yıl Rusya’ya göre daha fazla artmaktadır[6].

Harita 1: Kafkasya’da Rus İşgalleri (1770-1878)

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan iki süper güçten biri olarak çıkan Sovyet Rusya’nın, Doğu Anadolu’daki Türk toprakları ve Boğazlar üzerindeki emelleri Türkiye’nin Batı Bloğu’na girmesi ile sekteye uğradı. Bu emeller, Stalin’in ölümünden sonra Sovyet dış politikasının değişime uğraması sonucu bir tarafa itilmiş gibi gözükse de, Türkiye üzerinde tarihsel olgular temelinde şekillenen Rus güvensizliğini daha da pekiştirici bir rol oynamıştır. Soğuk Savaş sonrasında ise değişen dünya ile birlikte Türk-Rus ilişkileri de yeni bir döneme girmiştir. İki ülke arasında, özellikle ticari alanda işbirliği potansiyeli son derece artmış, 1990’lı yıllardan itibaren Rusya, Türkiye’nin en önemli ticari partneri konumuna gelmiştir. Ancak, Türk-Rus ilişkilerinde göz ardı edilmemesi gereken nokta, tarihsel olgular ve jeopolitik gerçeklerdir. Tarihsel olarak Rusya’nın sahip olduğu potansiyel güç, Türkiye için sürekli bir tehdit kaynağı olmuştur. Bu güç zaman zaman kendini yayılmacı politikalar şekilde göstermiş, tarihte, özellikle Osmanlı döneminde, pek çok Türk-Rus savaşı gerçekleşmiştir. İki ülke arasında savaş olmadığı zamanlarda da yine Rusya’nın sahip olduğu büyük güç, Türkiye’yi endişelendirmeye devam etmiştir. Bu bağlamda, Soğuk Savaş sonrasında görünürde ekonomik anlamda artan işbirliğine rağmen, Rus askerlerinin Gürcistan ve Ermenistan’a girmeleri, 1993 yılında Rusya’nın Dağlık Karabağ sorununa ilişkin olarak Türkiye’yi Ermenistan’a müdahale etmeme konusunda tehditle karışık uyarması Rus tehdidi algılamasını devam ettirmiştir[7].

Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmi 2002’deki yıllık 5 milyar dolardan, 2014’de 31 milyar dolara ulaşarak (2012’de 33 milyar dolar ile zirve yaptı) altı kat atmış oldu. Ancak, öngörülen 100 milyar dolarlık hacminin üçte birine dahi ulaşılamadı. Kasım 2015’de Rus savaş uçağının düşürülmesini müteakip, Rusya Türkiye’ye ambargo uygulamaya başladı. Bu ambargo şu yasakları kapsıyordu; Türk ürünlerinin (sebze, meyve, çiçek) ihracatı, Türklere Rusya’da çalışma, turizm ve inşaat sektörlerinde engeller, müşterek enerji projeleri. Rusya ile yaşanan gerilim ekonomik ilişkiler ne kadar gelişirse gelişsin, askeri/güvenlik sorunları söz konusu olduğunda Türkiye için tehdit teşkil ettiği görüldü. Ruslar, YPG/PKK’yı terörist örgüt olarak görmüyor ve ekonomik baskı altındaki Türkiye’nin Kürtler konusunda çok fazla ısrar edemeyeceğini düşünüyor. Rusya-Türkiye ilişkilerinde son dönemdeki gelişmeler tamamen Rusya’nın isteğine göre, istediği sektörlerde (turizm, enerji, ticaret, silah satışı) ve onun istediği hızda gelişti[8]. 2016 yılında iki ülke ilişkilerinin normalleşmesi ile göreceli olarak yasaklar kalkmaya başlarken önemli projelere imza atıldı. Bunlardan Akkuyu nükleer santrali 22 milyar dolara mal olacak ve ilk ünitesinin 2023’e kadar hizmete girmesi planlanıyor. Rusya, Mavi Akım üzerinden Türkiye’nin doğal gaz ihtiyacının %60’ını karşılıyor ve buna Balkanlar üzerinden Güney Avrupa’ya uzanacak Güney Akımı ekleniyor. Türk-Rus ilişkilerinin kırılganlığına bakarak, S-400’lerin gelmesi konusunda fazla iyimser olmamak gereklidir. Rusya’nın teknolojisini vermediği S-400’ler uzun vadeli bir savunma yatırımı değildir ve Rusya’nın süreç ve ödemeler konusundaki resmi tutumu hala belirsizdir.

 

Bugünkü Rusya

1917’deki devrim Rusları sonsuza kadar dönüştürdü. Yüzyıl sonra bugünkü Rusya ise Putin ile tarihi bir dönüm noktasındadır. Mart 2018’de Başkanlık seçimleri yapılacak ve gene Putin’in kazanması bekleniyor. 1993 yılında yapılan Anayasa değişiklikleri ile Devlet Başkanı’na olağanüstü yetkiler tanınmıştı. Putin, 17 yıldır bu yetkilerin ötesinde ve gayri resmi bölümünde önemli güçler kullanmaya devam ediyor. İş dünyası, medya ve rakip siyasi güçlere diz çöktürdü, ülkenin kaynakları ona sadık olanlara aktarıldı, oligarkları kendi standartlarına getirdi. Medyayı sıkı şekilde kontrol eden Putin, finansal avantajı ile de çeşitli bölgelerdeki rejim muhaliflerini de caydıracak imkânlara sahiptir. En büyük sorunu 2014’deki Ukrayna işgali sonrası Batının yaptırımları ile ekonomik büyümenin yavaşlamasıdır. Petrol fiyatlarındaki düşüş ile birlikte devlet gelirleri de azaldı. 2015-2016’da %3.1 olan ekonomik büyümenin 2017’de %1.7 olarak gerçekleşmesi beklenmektedir[9]. Kişi başına gelirin 9 bin dolar civarında olduğu Rusya, okuma ve yüksek eğitim seviyesi ile dünyanın en ileri ülkelerinden birisidir. Moskova, St. Petersburg ve Kazan gibi şehirlerde yaşam standartları birçok AB ülkesine yakındır. Ancak, ülkenin en zengin %10’u ülke zenginliğinin %87’sini kontrol ediyor. Bölgeler arası ekonomik eşitsizlik büyürken, zenginlik birkaç şehire sıkışmış durumdadır. Yolsuzluk endeksine göre 176 ülke arasında 131. sıra ile dibe yakındır[10]. Kronik ekonomik sorunları ve teknolojik geri kalmışlığına rağmen, Putin içteki sorunları ‘büyük güç milliyetçiliği’ ile örtmektedir.

Rusya’nın 19. yüzyılda Güney Kafkasya ve Orta Asya’ya genişlemesi 21. yüzyıl politikaları için önemli bir miras olmaya devam ediyor. Rusya, özel çıkarları için bu mirası sanki iki bölgeye de müdahale etmek yasal hakkı imiş gibi kullanıyor. Moskova, gönülsüz bir şekilde bir daha Sovyet dönemindeki gibi olamayacağını kabul ediyor ama modern ve kabul edilebilir şartlarda eski etki bölgesini sürdürmek istiyor. Bunun için Batı ve uluslararası örgütlerin izleyemeyeceği daha kurnaz ve yumuşak yöntemler seçiyor[11]. Rusya, bu amacına ulaşacak kabiliyetlere sahip olmadığının farkında ve Çin’in yükselişi ile birlikte kendine fırsatlar arıyor. Hem Güney Kafkasya hem de Orta Asya’da kültürel bağları, hidrokarbon kaynakları ve güvenliği üzerinden oynayacak oyunları bulunmaktadır. Ekonomik ve kültürel olarak sızdığı Ermenistan ve Kırgızistan en çok etkili olduğu ülkelerdir. Artık Ruslar, Güney Kafkasya ve Orta Asya için modernite ve güvenlik anlamına gelmiyor. Batı kültürü, eğitimi, cazibesi ve teknolojisi karşısında dezavantajlı durumdadır. Rus yumuşak gücü ise etkiden ziyade onun yavaş çöküşünün freni rolü oynuyor. Rusya karşı konulamaz şekilde özellikle Sibirya’da nüfus azalması sürecindedir. Orta Asya ile ilişkileri eşitlik ilkesine değil, bu ülkelerin Rusya’ya bağımlılığına dayalıdır. Güney Kafkasya’daki varlığı taraflıdır ve kullandığı yöntemler kendine yaramaktadır. Rus yakın coğrafyası veya arka bahçesindeki ilişkiler gittikçe anlamsız hale gelmektedir. Rusya’da halen 17 milyon Müslüman yaşıyor ve 142 milyonluk ülke nüfusu sürekli azalırken, 2030 yılına kadar Müslüman sayısının 2 milyon daha artması bekleniyor.

Rusya’nın Batı ve Çin’e sıfır toplamlı yaklaşımı sürerken, diğer ülkeler kendi yollarını aramaktadırlar. Kendilerini geçmiş imparatorlukların modern temsilcisi olarak gören Rus yöneticiler, Avrasya Birliği gibi yeni fantezilerle hayallerini sürdürmek istemektedirler. Rus yöneticiler ülke içinde, yabancı şirketleri, medyayı, sivil toplum örgütlerini özerk aktörler olarak değil, rakip devletlerin vasıtası olarak görüyorlar. ABD’nin Ukrayna Gürcistan ve Kırgızistan gibi ülkelerde düzenlediği renkli devrimler ile ilgili detaylı konsept çalışmaları yaptılar. ABD’nin Rusya ile ilgili asıl amacının rejim değişikliği olduğunu düşünüyorlar. Bu yüzden, Rusya içinde yabancı ülkelerden fon alan kurumları yakın takibe alıyor ya da yasaklıyorlar. Sovyet alanından öte Avrupa ve Doğu Asya stratejik ekonomik bölgeleri arasında denge kurmak ve coğrafi avantajını kullanmak istiyorlar. Avrupa, Rusya’nın tüm dış ticaretinin yarısını ve doğrudan dış yabancı yatırımın dörtte üçünü temsil ediyor ve Doğu ile ticaretini çeşitlendirerek Avrupa’ya bağımlılığını azaltmak istiyor. Bununla beraber, Çin’e karşı Rusya, Avrupa ile güçlü ilişkilerini sürdürmek zorundadır çünkü Ukrayna nedeni ile maruz kalınan yaptırımlar, Avrupa’dan izole edilen Rusya’nın zayıflığı Çin tarafından ticari ve stratejik avantaja dönüştürülmektedir. Avrupa ile dengelemenin diğer bir yönü ise enerji kartını kullanarak güvenlik risklerini azaltmaktır. Enerji konuları üzerinden AB içindeki ülkelerin birini diğerine karşı kullanmak birliği bölünmüş tutmak Rusya’nın son 15 yıldır izlediği politikadır. Ruslar, egemenlik iddiası ile de facto olarak zengin kaynakları olan Arktik bölgede varlığını artırdı. İklim değişikliği nedeni ile kuzeyde deniz rotalarının ortaya çıkması ise yeni jeopolitik imkânlar sağladı.

 

Yeni Rus Dış Politika Konsepti

Bugünkü Rus yöneticiler, onlardan öncekilerin başarılarını tekrar etmek, Gorbaçov’un başarısızlığından kaçınmak ve ülkenin büyük güç konumunu sürdürmek istiyorlar. Ancak, Rus devleti (Rus halkı değil) son üç dört yüzyılın en büyük sorunları ile karşı karşıyadır; yeni jeopolitik ortam ve iç çelişki. Jeopolitik olarak Rusya artık Avrasya’nın dinamik merkezi değil, etki ve stratejik derinlik sağlayamıyor. Gücün akış istikameti değişti. Rusya, üç cephenin arasında sıkışmış durumdadır; Asya, Avrupa ve Orta Doğu. Bunlara dördüncü bir cephe olarak Arktik bölge eklenebilir. Çin, Orta Asya devletlerinin en büyük ticari ortağı olma rolünü Rusya’dan aldı ve Rusya’yı gittikçe güneyinden etki sahası ile çevreliyor. AB, Rusya’nın etrafındaki Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi eski Sovyet ülkeleri için mıknatıs rolü oynuyor. Orta Doğu’daki aşırı İslamcılar Orta Asya, Rusya’nın çoğunluğu Müslüman bölgeleri olan Kuzey Kafkasya ve Orta Doğu’ya geliyor. Rusya dünyaya bakışı şu şekilde özetlenebilir[12];

- İki jeopolitik yoğunluk merkezi olan ABD ve Çin arasında uluslararası düzenin kurallarını belirleme rekabeti vardır.

- Atlantik bloku güç kaybetmektedir ve ABD, genişlemekten savunma konumuna geçmektedir.

- Amerikan stratejisi “yeni çevreleme” olarak adlandırılabilir. ABD, yarattığı özel bölgeleri ekonomik, siyasi ve diğer çeşit bariyer olarak kullanarak rakiplerini kuşatmaktadır.

- ABD, Rusya’yı önce zayıflatıp Çin’in genişlemesine karşı kendine ortak yapmak istemektedir.

Rus dış politikasının amacı, Baltık bölgesi hariç eski Sovyet coğrafyasında Batı varlığını önlemektir. Kırım’ı ilhak eden Rusya, en eski dostu Ukrayna’yı tamamen kaybetti. Rusya’nın AB’nin yerine Çin’i koyma projesi de başarısız oldu. Suriye’deki güç gösterisi de pahalı geldi. Önümüzdeki yıllarda Rusya, Kırım ve Suriye’deki kazançlarını geliştirmeye ve Batı ile ilişkilerini geliştirmeye çalışacak ama bu kendi çıkarlarından ya da bağımsız politikadan vazgeçmek anlamına gelmeyecektir. Rusya, daha ani bir dönüşüm öncesi durgunluk içinde yaşamaya bir süre daha devam edecektir.

Aralık 2016’da Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, her üç yılda bir yenilenen Rusya’nın yeni Dış Politika Konsepti’ni onayladı. Öncekilerden farklı olarak yeni konsept Rusya’nın modern dünyada bir büyük güç merkezi olduğu konumuna vurgu yapıyor. Rus stratejistler bundan böyle uluslararası alanda Moskova’nın çıkarları ve doğrudan katılımı dikkate alınmadan hiçbir siyasi konunun çözülemeyeceğini düşünüyorlar[13]. Ancak, bu beklenti Rusya’nın dâhil olduğu hiçbir uluslararası krizin bugüne kadar çözülemediği gerçeği ile örtüşmüyor. Yeni konsept ile Moskova’nın en önemli önceliklerden bir tanesi, uluslararası medyadaki konumunu güçlendirmek, Rusya’nın görüşlerini daha çok yaymak. Bu kapsamda, önümüzdeki yıllarda ‘Rusya’nın Sesi (RT)’ medya ağına daha çok yatırım yapılması ve Rus yanlısı medya vasıtalarının artması bekleniyor. Yeni konsept ile Batı dünyası yerine yurt dışındaki diasporası ile kendi medeniyetini yayan bir “Rus Dünyası” geliştirilmek isteniyor. Rusya, NATO’nun ve askeri altyapısının doğuya doğru genişlemesine ciddi şekilde karşılık vermeye kararlı olduğunu gösteriyor.  Yeni silahlar geliştirmeyi ve kullanmayı planlıyor. Yeni konsept dokümanında Rusya’nın Avrupa’daki ana ortakları olarak Almanya, Fransa ve İtalya sıralanıyor. Rusya’nın sürtüşmeye girmeyeceği ve statükonun bozulmasını istemeyeceği müttefikleri şunlardır[14]; Çin, Beyaz Rusya, Kazakistan ve Ermenistan. Önceki dokümanda yer alan uyguladıkları yaptırımlar nedeni ile Hollanda ve İngiltere listeden çıkarken İspanya ilave edilmiş durumdadır. Rusya’nın kısmen tanıdığı Abhazya ve Güney Osetya ile ilişkilerin derinleştirilmesine önem verilmesi ayrı bir madde olarak yer alıyor. Bu konu, Karabağ, Transnistria ve diğer çatışma konularından daha öncelikli olarak görülüyor[15].

Rus dış politikasının öngörülemezliği ve yarattığı belirsizlik pek çok ülke için endişe kaynağı olmaya devam ediyor. Temel olarak Rus çıkarları oldukça sınırlı ve yakın çevresi ile ilgilidir. Rusya’yı anlamak için güvenlik ortamını nasıl gördüğünü ve tehditleri nasıl önceliklendirildiğini bilmek gereklidir.  Çatışmalar genellikle güç dengesi ve statükodaki değişimden kaynaklanır. Ukrayna ve Orta Doğu’daki rejimlerin çöküşü komşu ülkeleri bir bölgesel fırtınanın içine sokmuştu. Ukrayna’da ise büyük bir kasırganın içine düşen Rusya, Orta Doğu bataklığında kendine bir yön çizmeye çalışıyor. Moskova’nın saldırganlığı krizleri kendi çıkarları çerçevesinde yönetmeyi ve inisiyatifi elde tutmayı amaçlıyor. Rusya önce Doğu’ya dönerek Ufa’daki 2015 BRICS Zirvesi ile müttefiklerini harekete geçirmek istedi ama onlar ABD ile ilişkilerinden fedakârlık etmeye henüz hazır değillerdi. Bu başarısız girişim ile mevcut güç dengesinde hızlı sonuçlar gelmeyeceği görüldü. Başarılı olan girişim ise ABD’nin Beşar Esat ile IŞİD arasında yanlış politikalar peşinde batağa saplandığı Suriye’de sağlandı. ABD, Rusya ile görünüşte geçici olarak da olsa Suriye’deki oyunu değiştirmeye yanaştı. Rusya’ya göre, Suriye ve Irak’ta IŞİD’in kontrol sağlamasına izin verilmesinin ardında beş yıl içinde Kuzey Kafkasya ve Orta Asya’da iyi eğitilmiş bir terörist grubun ortaya çıkması hedefi vardı. Bazı tahminlere göre 70 bin IŞİD militanından 5 bin kadarı Rusya ya da CIS ülkelerinden gelmişti[16]. Onların dönüşü Kuzey Kafkasya ve Orta Asya ülkelerindeki istikrarı bozacaktı. Bu durumda, Rusya için onlarla Orta Doğu’da savaşmak daha ucuz olacaktı.

 

Rus Realizmi

Rus Realizminde ABD’nin sınıflandırdığı gibi iyi ve kötü çocuklar yoktur, tam olarak bir tarafın yanında yer almaya dayanmaz (Tablo 1). Rusya’nın Esat’a olan desteği bölgedeki Rus politikasının ana unsuru değildir. Ruslar, bölgedeki çoklu çatışmalarda her önemli oyuncu için ayrı bir angaje olma isteği gösterir. Nitekim Putin, Suriye ile ilgili konularda İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran ile ayrı ayrı çalışmaktadır. Her birine angaje olarak, her nerede ve her ne zaman olursa kendi çıkarlarını maksimize etmeye, diğerleri ile de paralel olduğu çıkarları konusunda avantaj sağlamaya çalışır[17]. Bu angajman bir ülkeden diğerine karşı kullanılacak vasıtaları sağlayarak, çıkarları için gerekli fırsatları çoğaltır. Geçmişte bunun bir örneğini ABD, Henry Kissinger’in Üçlü Diplomasi yönteminde Çin ve Rusya arasında ikisi ile de iyi ilişkiler kurmaya çalışırken birbirine karşı fırsatları kollamakla denemişlerdi. Rusya ve İran arasında tarihi düşmanlıklara dayanan önemli çıkar çatışmaları vardır. Bununla beraber paralel çıkarlara dayanan konularda işbirliği için önemli fırsatlar da vardır.  Rusya ve İran, Suriye’deki iç savaş içinde paralel hareket ettiler ama savaş sonrası dönem için rekabet halindeler. Ayrıca iki ülke arasında İran’ın nükleer programı ile ilgili ABD isteklerine dayanan tartışmalar var. Putin’in İran ile ilgili olarak Azerbaycan’ın da dâhil olduğu üçlü bir görüşme yapması da bir örnektir. Çoktaraflı diplomasi dünyayı iyi ve kötü arkadaşlar ikiye bölmektense herkese ayrı ayrı angaje olmayı öngörür. Rusya ve Çin, bu çoklu alanı iyi kullanırken, ABD’nin bölgesel etkisi kırılmalar yaşamaya devam ediyor. Rusya Uluslararası İşler Konseyi Genel Direktörü Andrey Kortunov, Orta Doğu’da gayri-resmi bir kolektif güvenlik örgütü kurmaktan bahsediyor[18]. Türkiye ve Suudi Arabistan ile ilişkilerinin iyi olması Rusları cesaretlendiriyor, dış güç konumundan birleştirici güç rolüne geçmek istiyorlar. Sünni-Şii dengesinin iki tarafında da oynayarak ABD’nin Körfez İşbirliği Konseyi’ni boşa çıkarmayı hesaplıyorlar.

Tablo: Amerikan ve Rus Realizmi

Realist

Temeller

Amerikan Realizmi

Rus

Realizmi

Güç Dengesi

İyi & Kötü Çocuklar

Muğlak

Çıkarlar

Göreceli

Mutlak

Baskı Vasıtası

Zorlayıcı Diplomasi

Sert Güç

Diplomasi

Çoktaraflı

İkili

Yöntem

Dolaylı (Liberal Müdahalecilik)

Doğrudan (Örtülü İşgal / Yumuşak İlhak

Uluslararası Düzen Arayışı

Liberal

(Tek kutuplu)

Vestfalya

(Çok kutuplu)

Hegemonya

Amerikan Barışı

Büyük Güç

İdeoloji

Kapitalizm

Pragmatizm

2011 yılında Arap Baharı’nın başlamasından beri Moskova, İran ile birlikte Suriye’deki Esat rejimini ayakta tutmayı Orta Doğu politikalarının merkezine koymuştu. Rusya-İran işbirliği Esat konusunda başarılı oldu ama aralarında önemli gerilimler ortaya çıktı. Bu anlaşmazlığın en öne çıkanı Rusların Suriye’deki Kürt aktörlerle işbirliği merakı ve İran’ın buna karşı çıkmasıdır. Rusya, Suriye’de diplomatik çözüm ile işi bitirmek isterken İran için hala askeri çözüm alanında yapılacak işler vardır. İran ise ne Washington’un ne de Moskova’nın istediğinden mutlu değil. Rusya ve ABD’nin Kürtler konusunda ortak bir planları var ve Türkiye ile İran’ın Suriye’den çıkmasını bekliyorlar. Ruslar satranç tahtasında sürekli yeni konum kazanmak için yeni ortaklar arıyorlar. Diplomatik gülümsemelerin arkasında artan gerilim var. Astana Süreci’nin üçlüsü Rusya-Türkiye-İran arasında Soçi’de yapılan görüşmelerden sonra Danang’taki APEC Zirvesi’nde ABD ve Rusya, Astana’yı değil Cenevre’yi işaret etti. Cenvere’den de bir sonuç çıkmayınca çözüm önce Soçi görüşmelerine sonra tekrar Astana’ya kaldı. Bir BM kararı olmaksızın Suriye’ye giren ABD; Rusya, Türkiye ve İran’ın Suriye’den çıkmasını istiyor[19]. Ruslar, YPG/PKK’yı terörist örgüt olarak görmüyor ve ekonomik baskı altındaki Türkiye’nin Kürtler konusunda çok fazla ısrar edemeyeceğini düşünüyor. Putin, YPG/PKK ile yakınlaşmasını “Suriye’de daha fazla yeri özgürleştirmek için mümkün olduğu kadar fazla grubu masaya getirmeliyiz” şeklinde açıklıyor. Suriye’deki sahne İdlib’teki El Nusra’nın yalnız bırakılması için Türkiye tarafından diğer muhalif grupların ikna edilmesini bekliyor. Rusya, Suriye, İran, Irak ve Hizbullah Bağdat’ta 4+1 mekanizması çerçevesinde bir terörle mücadele merkezi kuruyorlar. Ruslar, Suriye’den çekildikten sonra da Orta Doğu’da Sünni devletlerle inşacı ekonomi ve güvenlik ortaklığını sürdürmek istiyor.

Orta Doğu’ya yönelik ABD’nin şantaj diplomasisinde Rusya da yerini alıyor. Suudiler Ruslardan S-400 almaya zorlanırken, Amerikalılar da modası geçmiş diğer füze savunma sistemini (THAAD[20]), 15 milyar dolara zorla satıyorlar. Suudi Arabistan kralı Salman, 5 Ekim 2017’de Moskova’ya gelerek S-400 alımı için anlaşma yaptı. Diğer bir anlaşma konusu petrol fiyatları konusunda işbirliği (!) oldu. Bunlara Riyad’ın İslamcı teröristlerle bağlarının Rusya’nın güvenliğini tehdit etmemesi konusu eklendi. Ruslar sözde Orta Doğu’da ABD’nin yerini alacakları dönüşümcü diplomasi izliyorlar. Suudi Arabistan’a dayattıkları Suriye’de Esat’ın yerine kalması ve petrol kotaları ile ilgili istekleri ile de alacaklarını maksimize ettiler. Yeni karşılıklı güven anlayışına göre artık iki ülke birbirini tehdit olarak görmeyecekmiş. Bunun bir sembolü olarak Salman, Moskova’da Çeçenistan, Tataristan ve İnguşetya başkanları ile bir araya getirilerek, Kuzey Kafkasya liderlerine Sünni aşırı hareketlerle bağlarını ılımlı hale getireceği sözünü verdi.  Suudiler, Rusya’nın Yemen’de artan diplomatik trafiğini İran yanlısı değil, tarafsız olduğunu kabul ettiler. Rusya’nın yeni Suudi Arabistan politikası aynı zamanda Orta Doğu stratejisinde de radikal değişim anlamına geliyor. Ruslar, Suriye’de kendilerine göre bir sona gelirken Suudi Arabistan ile de görüşerek çıkarlarını maksimize etme peşindeler. Böylece Suudilere de büyük güç olduğunu kabul ettiriyor ve Orta Doğu’da Sünni dizginleri de ellerine alıyorlar.

 

Astana Süreci Sonrası Türkiye-Rusya İlişkileri

Son dönemde Türk-Rus güvenlik ilişkileri 2011 sonrası Orta Doğu eksenli gelişmeler üzerinden daha da önem kazandı. Eylül 2015’de Rusların beklenmedik bir şekilde Suriye’de askeri varlığını artırarak, iç çatışmalara Esat yanında müdahil olması savaşın gidişatını değiştirdi ve o zamana kadar ABD ve S. Arabistan ile aynı cephede yer alan Türkiye’yi zor durumda bıraktı. ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde açıkça YPG/PKK yanında yer almaya başlaması ve Kasım 2015’de bir Rus uçağının düşürülmesi sonunda Türkiye Orta Doğu’da eli kolu bağlı hale gelmişti. Türkiye, 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası Rusya ile süratle bir yakınlaşmaya dönemi başlattı. Bu yakınlaşma, Türkiye’yi Orta Doğu’da Rusya ve İran ile aynı safa çekerken, Astana Süreci’ne de dâhil etti. Astana Süreci, Türkiye’nin Fırat Kalkanı ve İdlib harekâtının önünü açtı. Ancak, bütün bunlar Rusların Türklerle Suriye’deki gelişmeler konusunda her konuda aynı şekilde düşündüğü anlamına gelmiyor. Astana Süreci, Suriye’ye yönelik Rus dış politika konseptinin Türkiye ve İran tarafından kabul edilmesinden başka bir şey değildir[21]. Astana sonrası Türkiye, Suriye olaylarına Rusya’nın çizdiği ilkeler ve hatta izinler çerçevesinde müdahil olmaya başladı. Türkiye böylece 20 Aralık 2016’daki Moskova deklarasyonu ile de bunları teyit ettik. Fırat Kalkanı, İdlib operasyonu, Türkiye’ye verilen ateşkese yönelik garantör rolü ve Suriye’nin geleceğine ilişkin esaslar Rusya’nın ilkeleri doğrultusunda belirlendi. Astana’da belirlenen Çatışmasızlık Bölgeleri’nin tahkimatı kapsamında TSK İdlib’e girdi. İdlib operasyonu Rusya, İran, Suriye ve Türkiye’nin Astana’da vardığı mutabakatın devamı, Suriye’nin kuzeybatısında Esad rejimi ile isyancı silahlı gruplar arasında varılan ateşkesin gözetlenmesi, ihlallerin raporlanması için icra edilecek bir operasyon kapsamındaydı. Türkiye’nin İdlib’e gitmekteki beklentisi ise Afrin’i kuşatmak hatta girmekti. Ancak, Rusya ve Esat, İdlib’te bildiğini okumaya devam ediyor, Türkiye’nin tepkisine rağmen bölgede hava harekatına devam ediyorlar. Türkiye’nin çelişkisi ise hem Rusya ve İran yanında olup, hem de Esadsız bir çözümde direniyor olması. Esat olmadan Suriye’de ülke bütünlüğünü sağlamak mümkün değil, bunu artık görmemiz gerekiyor. Üstelik Rusya, Kürtler konusunda hiç de samimi değilken Esat ile daha çok işbirliği gerekiyor.

Türkiye, Suriye’de Rusya’nın güdümünde hareket ederken, Rusya Astana öncesinde olduğu gibi Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı ve otonomi istekleri konusundaki tavrında bir değişiklik olmadı. İKÖ’nün Kudüs kararı da Rusya’nın açıklamaları ile tamamen paralel şekilde alındı.          23-24 Ocak 2017'de Kazakistan'ın başkenti Astana'da Suriye krizine ve çözüme dair Türkiye ve Rusya öncülüğündeki görüşmelerin 6 Şubat'taki ikinci turunda gerçekleşen kritik bir durum Moskova'nın yeni Suriye Anayasasının taslağını ortaya atması oldu. Yeni Anayasa önerisinde Suriye Kürt Kültürel Özerk Bölge kurulması teklif edilerek, bu bölgede Kürt diline de Arap dili düzeyinde yer veriliyordu. Türkiye, Rusya için Kürt kartını oynama konusunda, hem Esat rejimine karşı, hem de ABD destekli bir harekete dönüşmesinden rahatsızlık duyduğu YPG'ye karşı bir dengeleme unsuru olarak görülüyor. Tam tersi Kürtler de gerektiğinde Türkiye'yi Rusya'nın Suriye planları konusunda ikna etmek noktasında verimli bir aktör olarak görülüyor[22]. Kürtler, ABD için olduğu kadar Ruslar için de verimli bir işbirlikçi haline gelmiştir. ABD ve Rus kollaması ile Türkiye'nin fay hatlarına dokunan PKK/PYD olayı kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Putin, YPG/PKK ile yakınlaşmasını “Suriye’de daha fazla yeri özgürleştirmek için mümkün olduğu kadar fazla grubu masaya getirmeliyiz” şeklinde açıklıyor. Suriye’deki sahne İdlib’teki El Nusra’nın yalnız bırakılması için Türkiye tarafından diğer muhalif grupların ikna edilmesini ya da bir şekilde temizlenmesini bekliyor. Soçi görüşmelerine rağmen Ankara ile Moskova arasında önemli anlaşmazlıklar var;

-Türkiye, İdlib’te çatışmayı azaltma karşılığında Afrin’e Kürt koridorunu kesecek bir harekât yapmak istiyor ama Ruslar, sadece gözlemci konumunda kalmalarını istiyorlar[23].

-Soçi’deki Suriye Halkları Konferansı’na Türkiye’nin istekleri doğrultusunda PYD çağrılmadı ama Rusların Kürtlere garantörlüğü söz konusu olduğunda bu pratikte işe yaramıyor.

Türkiye’nin Astana’dan beri Rusya ile ilişkilerde tüm uyumuna rağmen, Ruslar Ankara’nın isteklerini görmezden geliyor. Sahne arkasında Rusya’nın Kürtler için Suriye’de Tataristan modelini düşündüğü; Afrin, Kobani ve Cezire’yi içine alan bir kantonal sistem öngördüğü ifade ediliyor. Rusların Kürtlere Afrin’e bir Türk operasyonu olmayacağı garantisi verdiği de konuşuluyor.

Türkiye’nin ABD yerine Rusya tarafında olmakla kazanacağı; enerji güzergâhları, Çin’in doğudan batıya uzanan İpek Yolu projesi, Rusya-İran-Azerbaycan-Türkiye arasında Kuzey-Güney Koridoru anlaşması gibi pratik çıkarları var. Öte yandan, Türk halkının Rusya’yı tehdit olarak görme oranı 2016’da %34.9 iken 2017’de %18.5’a düştü. ABD ise aynı tarihlerde %44.1 olan tehdit olarak görülme oranı %66.5’a çıktı. Diğer yandan, 2016’da Türk halkın sadece %14.8’i Rusya’nın AB üyeliğine alternatif olduğunu düşünürken 2017’de bu oran %27.6’ya ulaştı[24]. Ancak, Ruslar, Türkiye’nin çıkarlarını dikkate almıyorlar. Fırat Kalkanı ve İdlib harekâtına onay vermelerinin arkasında Esat’ın gücü yetmediği için Türkiye’yi kullanmak vardı. Türk askerleri El Bab bölgesinde Rusların çizdiği sınırı geçince Rus uçaklarının saldırısı ile karşılaştılar. Rus askerleri her fırsatta YPG/PKK ile yakın olduklarını resimlediler. Türk akımı ve S-400 gibi anlaşmalar ise Rusların dayatması ile geldi, sözleşmelerde Türkiye’nin isteklerinden ziyade Rusların çıkarları ön planda oldu. ABD Suriye’deki 8 askeri üssüne karşılık Rusya’nın bu ülkede beş üssü var. Rusya ayrıca, Irak, Güney Kıbrıs ve Libya’da da askeri üsler açmak için hazırlık yapıyor. Rus askeri uçakları Suriye’ye gitmek için Türkiye üzerinden uçuyorlar ki, bir NATO ülkesinin üzerinden Rus uçaklarının serbestçe uçması bugüne kadar NATO için hayal bile edilemeyecek bir durumdur. Yani Ruslar, bir önceki makalemizde detaylı olarak açıkladığımız gibi sıcak denizlere çoktan indiler[25] ve Orta Doğu’da Rus aktivizmi artarak devam edecektir.Karadeniz, Kafkasya ve Orta Asya’daki gelişmeler de Rusların kendi oyun sahası kabul ettikleri bu bölgelerde yeni oldu-bittiler yaratmasını ve askeri müdahaleleri doğuracak niteliktedir.Bütün bu gelişmeler, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerin dostluk illüzyonu dışında realist bir değerlendirmesi ile gelecekte özellikle askeri sahada, Karadeniz, Kafkasya ve Orta Doğu’da olabilecek sonuçları hakkında yeni bir değerlendirme gerektiriyor.

 

ABD ve Rusya için Kürtler

ABD’nin Orta Doğu’daki Kürtlere bakışı iki argümana dayalıdır[26]; (1) Yaklaşık yüzyıldır Kürtlerin temel siyasi haklarının verilmediği ve (2) Pek çok yönden güvenilir bir müttefik oldukları. Bu yüzden bağımsızlığı ve kendi kaderini tayin hakkını hak ettiklerini düşünüyorlar. Bununla beraber, ABD dış politikasının bu yoruma dayanmasının mümkün olmadığını çünkü küresel şartların Kürt bağımsızlığını çok karmaşık hale getirdiğini kabul ediyorlar. Bu karmaşıklığın en önemli parçası olarak Kürt bağımsızlığının ortaya çıkaracağı Türkiye’nin tepkisi ve bunun gittikçe kötüleşen ABD ile ilişkilerine olan yansıması görülmektedir. ABD uzun zamandır Irak’ın bütünlüğünü kendi çıkarı için daha uygun görüyor ve bunun için milyarlarca dolar harcıyor. Bununla beraber, ABD içinde Senatör John McCain gibi bazı Cumhuriyetçiler Kürtlerden yana tavır koydular. Kürt bağımsızlığının desteklenmesi ABD için olgun ve nispeten güçlü bir müttefikin kaybı anlamına geliyor. İkinci stratejik sorun Irak’ın bölünmesinin Kürtler dışında kalan bölgede Şii yani İran etkisinde bir ülke yaratacağı ki ABD bunu da istemiyor. Üstelik bir Kürt bağımsızlık savaşında bölgedeki başka güçlerin de müdahil olabileceğini hesaplıyorlar. Bu yüzden barışçı yöntemlerle Kürtlerin önünü açmanın stratejisi çiziliyor. Bu model, Çin ile Tayvan ve Tibet, Azerbaycan’daki Ermeniler, Kolombiya’daki Rayzal halkı, Bangladeş’teki Bengal Hintlileri ve İspanya’daki Katalanlar için de örnek olacağını düşünüyorlar. Şimdilik Kürt bağımsızlığı için açık destek minimumda tutulurken, daha fazla askeri müdahale yani çatışma sonrası bir ülke inşasının doğru yöntem olacağı hesaplanıyor. Bu dönemde Bağdat ve Ankara’nın Kürtler üzerinde imha edici politikalar uygulayacağını düşünerek, şiddet değil görüşmeler ile konuyu çözmeleri için baskı uygulama yöntemini deniyorlar. ABD, bu yöntemlerin Kürtleri daha çok sıkıntıya sokacağının fakında ancak zaten Kürtlerin refahı ve güvenliği amaç değil.

Irak’ta Barzani, ABD’nin oyununa geldi. Barzani, bağımsızlık referandumu için ABD desteği kadar uluslararası kamuoyunun tepkisini de yanlış hesapladı ve İsrail dışında bekleneni bulamadı. ABD Dışişleri Bakanlığı ve Beyaz Saray yanında Özel Başkanlık Temsilcisi Brett McGurk, Barzani’nin referandumu konusunda şunları söyledi[27]; “Bu referandum doğru olmayan bir zamanda ve doğru olmayan şekilde yapıldı. Destekleyebileceğimiz bir şey değil. Bu sadece bizim değil tüm uluslararası koalisyonun tutumudur.” ABD’nin asıl amacı, Bağdat ve Erbil arasında bir savaşı önlemek için Kürtleri heveslerinden vazgeçirmekti. Şimdi Kürt tarafı dostlarını ve düşmanlarını tekrar gözden geçiriyor.Washington, konfederatif bir yönetim tarzı ile Irak’ta şantaj diplomasisine devam etmek istiyor. Moskova’da ikili oynuyor. 27 Eylül 2017 günü yapılan açıklamada “Moskova Kürtlerin milli isteklerine saygı duyuyor. Irak federal hükümeti ile Kürt Özerk Bölgesi arasındaki tüm sorunların yapıcı ve saygılı diyalog ile çözüleceğine inanıyoruz[28]” denildi. Şimdi Barzani hatasının bedelini ödüyor; Irak hükümeti 2014 yılından beri Barzani’nin işgal ettiği tartışmalı bölgelerin çoğunu geri aldı ve Kürt Yönetim Bölgesi (KYB) hava sahası kapandı. Amerikalıların yazdığı Anayasa ile 2005 yılından beri özerk olan Irak’ın kuzeyindeki Kürt yönetim bölgesi ikram edilen başta Cumhurbaşkanlığı olmak üzere önemli devlet kadroları ile nüfusun %10-15’ine sahip olmasına rağmen ülke egemenliğinin %50’sini ele geçirmişti. Irak’ta Kürt bölgesi yönetimi iki uluslararası havaalanı işletiyor, kendi sınırlarını koruyor. El koyduğu petrolü ihraç ediyor. Pasaport veremese de kendi vize kuralları var. Son yıllarda derin ekonomik kriz içine girse de Erbil, Süleymaniye ve Dohuk gibi büyük şehirlerde modern alt yapı ve nispeten iyi bir ekonomi var. Ankara’nın Bağdat ile birlikte Kürtleri bypass edecek alternatif ticaret güzergâhları kurması en büyük tehdit olarak görülüyor.

ABD, Erbil havaalanında bir üsse sahip ve koalisyon ortakları ile birlikte Hawija yakınında Kürt kuvvetleri ve özel kuvvetlerinin eğitildiği bir eğitim merkezi var. Suriye ve Irak’taki yaklaşık 3-3.5 milyon Türkmen ise yok sayılıyor. Kürtler Irak’ta Kerkük ve Musul petrolüne el koyarak bağımsız devlet kurma hayali içinde son aşamaya geldiklerini düşündüler. Irak’ın kuzeyinde merkezi yönetimin Suriye ve Irak’ta Kürt grupların arasında bir tampon bölge kurması ve böylece Kerkük’ten gelen boru hatlarının bu şekilde Kürtleri bypass ederek kullanılması hayali henüz gerçekleşmedi. Barzani’nin bedel ödemesini isteyen KYB içindeki rakipleri ise daha İran yanlısı. İsrail için Irak’ın kuzeyinde bir Kürt devleti Türkiye ve İran’a karşı bir koz ve barış masasında bir koltuk demek.  Ama İsrail’in Türkiye ve İran gibi KYB ile ne sınırı ne de ticari ilişkisi var. İsrail, referandumu destekleyerek çok şey kazandıklarını ama sonuçta bir şey kaybetmediklerini düşünüyor[29].

Harita 2: Suriye ve Irak’ta Kürt Bölgeleri

Şimdi aynı oyun Suriye’de oynanıyor. ABD’nin Suriye politikasının başarısızlığının ve Kürtleri seçmek zorunda kalmasının ana nedeni sahada kendisi için vekil başka bir savaşçı grup bulamaması oldu[30]. Parasını ödediği eğit-donat programları ile üretilen İslamcı savaşçılar ya El Kaide’ye ya da diğermuhalif gruplara katıldılar. Kürtler, ABD ve Rusya’nın ortak planı olan bir Kürt yönetimi için bekliyorlar. Suriye Anayasası’nın yazılması ile bu hayal gerçek olacak. Bu sefer denklemde ABD yanında Rusya’nın da olması bir şey değiştirmiyor. Suriye kökenli Kürt nüfusu %2-5 iken ABD desteği ile YPG/PKK (ABD PKK’yı maskelemek için Suriye Demokratik Güçleri adını kullanmaktadır) ülke topraklarının %20’sini, hidrokarbon enerji kaynaklarının %40’ını (Harita 2) ele geçirmiş durumdalar[31]. Bu büyük ölçekli bir uluslararası hırsızlıktır. ABD’nin desteği ile Rakka’yı ele geçiren YPG/PKK güçleri bölgedeki doğal gaz ve diğer stratejik vasıtaları da ele geçiriyorlar. ABD, YPG/PKK ile Fırat nehri boyunca Irak sınırına kadar olan bölgeyi kontrol almayı hedefliyor. Onların rakibi İran liderliğindeki Suriye ve Hizbullah güçleri olabilir. Rusya’nın desteği ile nehir üzerine köprüler kurup, Tahran-Şam istikametini muhafaza etmeye çalışabilirler. ABD, bu bölgeleri YPG/PKK’ye teslim etse bile bölgedeki Arap nüfus ile büyük bir gerginlik yaşanacağı kesin. Konu ABD’nin YPG/PKK’ya desteğinin sınırları ve Türkiye ile birlikte Sünni Arapların sabrı ile ilgilidir.

 

Suriye ve Irak’ı Bekleyenler

ABD’nin; Suriye PKK’sı olan PYD ve YPG’ye gönderdiği silahlar 4000 (dört bin) TIR civarındadır. Bu silahlar 55 bin askeri donatacak kadardır ve pek çok devletin bile elinde bulunmayan son sistem saldırı silahlardır. Pentagon ve CIA, Suriye’de PYD/PKK’lıları düzenli orduya çevirme yolunda çalışmaktadır. "Sınır muhafızları" adı altında özel eğitim verilen 400 teröriste "Kuzey Ordusu" adı verildi[32]."Kuzey" ifadesinin, sözde ordunun gelecekte Esat  rejimi ile müzakere edilecek muhtemel bir özerk yönetimde korunabilmesi için  özellikle seçildiğine dikkati çekiliyor. Pentagon ve CIA, terör örgütünün 2014'te kurduğu  YAT adlı sözde anti-terör birlikleri ile HAT ismi verilen sözde özel harekât  unsurlarını genişletiyor. CIA ve Pentagon, yeni oluşum için PYD/PKK'ya son teknoloji telsiz,  dinleme istasyonu ve sinyal istihbarat ekipmanları transfer ediyor. Yani stratejik müttefikimiz ABD, hem Irak’ın hem de Suriye’nin kuzeyinde kendi güdümünde Kürt devletçikler oluşturmak ve silahlandırmak suretiyle Türkiye’yi kuşatmaktadır. Donald Trump, peşin 126, toplam 270 milyar Dolarlık silah satışı anlaşması için Arabistan’a gidişinde;

- İsrail’in güvenliğini kesinlikle sağlayacaklarını,

- Bölgede İran’ı en büyük tehdit saydıklarını,

- İran’la İsrail arasında bir tampon oluşturmak üzere seküler bir Kürdistan’ı kuracaklarını resmen açıklamıştı.

ABD, YPG/PKK’ya dağıttıkları silahları toplamak yerine bir orduya yetecek ağır silahlarla Kürtler üzerinden yeni bir konum alıyor. Kürtlere silah takviyesi ve işbirliği devam edecek. Bir yandan Ruslar ikili oynarken, Amerikalılar da verdikleri sözleri unutup, gerçek yüzlerini bir kere daha gösteriyorlar. Amerika’nın sözde müttefikleri için Suriye’de kurduğu savunma şemsiyesinin asıl amacının Türkiye’nin askeri müdahalelerini bertaraf etmek amaçlı olduğu[33] ortaya çıkıyor. ABD, Irak’ta bir zamanlar Kürt bölgesine sağladığı hava koridorunu şimdi Suriye’dekiler için kurdu. ABD ve müttefikleri Suriye’nin kuzeyinde olduğu gibi güneyinde de hala terörist grupları destekliyor. ABD, angajman kurallarını kendi kendine değiştirerek gayri-resmi bir uçuşa yasak bölge ilan etti ve Rus, Türk ve Suriye uçaklarının Fırat’ın doğusuna uçmasını engelliyor. Fırat’ın batısında yapılacak her müdahaleye engelleyecekleri tehdidinde bulunuyor. ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, “Cenevre Süreci tamamlanmadan Suriye’den çıkma niyetimiz yok” açıklaması yaptı. Özetle IŞİD’ı bir deliğe saklayan ABD, şimdi Ankara ve Şam’a şantaj yapma vasıtası olarak yerinde duruyor.

Amerikalılara göre Rakka’dan sonra Irak ve Suriye’de “istikrar sağlama” safhası başladı. Bunun ne olduğu ile ilgili ABD içindeki Pentagon, Dışişleri Bakanlığı, Beyaz Saray gibi kurumlar hatta harekâtı yapan Birleşik Müşterek Görev Kuvveti (Operation Inherent Resolve) içindekiler bile farklı düşünüyor. Ama açık olan ABD kendince bir geçiş dönemi başlattı ve bundan sonrasında sözde İŞİD’in canlanmasını önlemek için PYD’nin silahlı kolu YPG/PKK ve Irak Güvenlik Kuvvetleri’ni eğitmeye devam edecekler. Türkiye, Suriye’nin kuzeyi ile meşgulken Amerika’nın Suriye-Ürdün sınırında Nisan 2017’de kurduğu illegal askeri üste ABD, İngiliz ve Fransız askerleri IŞİD yerine resmi Suriye ordusu ile savaşacak yeni bir Suriye ordusu eğitiyorlar[34]. ABD askerleri sınır boyunca kurdukları 55 km.lik tampon bölgenin etrafına göçmenleri yerleştirerek hem kendilerine kalkan yapıyorlar hem de insani yardım (!) faaliyetlerine gerekçe buluyorlar. Pentagon, Suriye’ye 2 bin asker daha gönderiyor.

Bölgede ABD’nin karşılaştığı altı ana sorun şu şekilde sıralanıyor[35];

-İsrail & İran gerginliği; İsrail, İran’ın Lübnan ve Suriye’deki daimi üslerini vuracağını açıkladı. İran ise İsrail ile Hizbullah arasındaki yeni bir savaşa Suriye ve Irak’tan Şii savaşçıların da katılacağını açıkladı. İsrail, İran’ın Irak ve Suriye üzerinden kendisine bir koridor oymasına engel olmaya çalışıyor.

-Suudi Arabistan & Hizbullah ve İran gerginliği; Taraflar Yemen ve Lübnan üzerinde sıcak bir çatışma içindeler. Suriye ve Irak’taki gelişmeler de İran’ın konumunu güçlendirdi.

-Türkiye & ABD ve YPG/PKK; ABD, Suriye’de YPG/PKK ile işbirliğine devam etmek istediğini gösterdi. Türkiye ise ABD’nin niyetlerini Rusya ve İran ile dengelemek istiyor. Moskova ise YPG/PKK’yı da ABD’ye bırakmak istemiyor.

-Rusya-İran-Türkiye-Katar ekseni; Orta Doğu’nun sıcak konuları karşısında bir arada olmaya çalışan bu dörtlü, ABD’nin İran karşıtı koalisyonunun (S.Arabistan, İsrail ve bir dereceye kadar Ürdün ve Mısır) karşısında duruyor.

-Suriye ve Irak & Kürt ortaklar; Kürt ortaklar ABD’yi Ankara ve Bağdat ile karşı karşıya getiriyor. ABD, Kürt ortaklarını desteklemekten vazgeçmesi zamanını bekliyor.

-Karmakarışık Orta Doğu; Bölgedeki her çatışma başka oyunculara ve çatışmalara dolandığından düğümü çözmek iyice zorlaşmaktadır. IŞİD sonrasında yeni bir dönem başlıyor ve Suriye, Irak, Lübnan, Yemen gibi ülkelerde yabancı savaşlar, diğerlerinde ise yabancı askeri üsler var. Orta Doğu yeni dönem yeni çatışmalara doğru evirilebilir.

ABD’nin Kürtleri tercihi Türkiye’yi Suriye’deki kendi desteklediği gruplarının güvenliği ve çıkarları için Rusya’ya yanaştırdı. Suriye oyun sahasında birlikte çalışmaya başlayan Rusya, Türkiye ve İran, Astana Süreci ile de Suriye’nin geleceğini tespite koyuldu. ABD’nin gelecek çalışmasına ise İsrail ve Suudi Arabistan’ın itirazları var. Suriye’nin geleceği için önemli sorun noktalarının başında kuzeyde Kürtlerin nasıl kontrol altına alınacağı kadar, Deyr-i Zor gibi petrol endüstri bölgesinin kimin elinde kalacağı ve İran’ın karadan Lübnan ile nasıl köprü kuracağı da çözülmesi gereken konular arasındadır. ABD, Esat’ın gitmesi konusunda artık ısrarcı olmasa da IŞİD’tan sonra Suriye’de çatışmanın bittiği ve sorunun çözüldüğü konumunda olmayacak. Bu durumda Rusya’da Suriye’de kalmaya devam ederek, diğer bölgelerde yeni senaryolara girişmek için beklemek zorunda kalacak. IŞİD’in buharlaşması Orta Doğu’da ABD-Rusya gerilimini azaltmayacak[36].IŞİD, Rakka’da işlevini tamamlayınca ABD tarafından kurtarıldı ve başka bir yere taşındı. IŞİD gittiğine göre ABD’nin bu ülkede hala durmasının BM kararları çerçevesinde hiçbir dayanağı da kalmadı. İŞID mensuplarının bir kısmı YPG/PKK’ya bölgesine katıldı. Bu işler olurken ABD hava kuvvetleri Rus uçaklarının bölgeye yaklaşmasını engelledi. Irak’ın kuzeyinde İran’ın desteği ile yapılan harekâtta IŞİD’in kaçması için ABD, elektronik savaş uygulayarak taarruz kuvvetlerinin haberleşmesini engelledi.

Amerikalılar, Suriye’deki dağıttıkları silahlarla açık uçlu bir görev tanımı olduklarını gösterdiler. Askeri literatürde “askeri varlık bulundurma” diye bir görev yoktur. Şantaj maksatlı bu görev Amerikalılar tarafından icat edilmiştir. Suriye’nin kuzeyindeki 1700’den fazla Amerikan askerinin uluslararası hukuk tarafından belirlenmiş bir görevi yoktur ne yaptıkları da bilinmemektedir. Hassas tarafları ikmal yollarıdır. Mevcut konumu sürdürebilmeleri için 20 kat daha büyük bir güce sahip olmaları gereklidir. ABD bu askeri varlığı orada uzun süre tutamaz. Suriye’nin kuzeyi için tek kara ikmal yolu Irak’taki Barzani bölgesinden geliyor. Türkiye hem havadan hem de karadan Suriye’nin kuzeyine giden tüm trafiği kesmeli, bunun için aktif tedbirler uygulamalıdır. ABD üsleri ve askeri trafiği bölgedeki gruplar kullanılarak hedef alınmalıdır. Bölgedeki Arap halk onlara düşmandır. Tıpkı 2003 Mart’ında bize yaptıkları gibi bölgedeki ABD haberleşmesi de elektronik tedbirler ile kesilmelidir. Zaman ABD’ye Orta Doğu’da iyi bir askeri ceza verme zamanıdır. Somali’deki gibi kaçıp gitmeleri için uygun bir askeri hassasiyet içindeler.

 

Orta Doğu

Orta Doğu’da arkasında İran’ın olduğu Şii ve Suudi Arabistan’ın olduğu Sünni olmak üzere iki kamp var ve bölgenin kontrolü için çekişiyorlar. Son zamanlardaki çıkışlarına rağmen Sünni kamp diğerine göre oldukça zayıf ve kuvvetli olan Şii taraf göreceli de olsa sürekli kazanıyor. ABD ve Rusya bölgede cephe cepheye gelmiş durumda. ABD, Orta Doğu'da İran'ı hedefe koydu ve bölgedeki müttefiklerini bu hedefe göre hazırlıyor. İran ve Suriye bir tarafta, Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail diğer taraftadır. Irak, Türkiye ve Katar ise, bu sıklık sırasında olmak üzere İran cephesine yakın durmakla birlikte, kesin bir tutum içinde değiller. Ruslar, İran politikalarında da hiçbir zaman samimi olmadılar. Biraz geriye gidelim. İran, 8 Ocak 1995 tarihinde, Rusya Atom Enerjisi Bakanlığı ile de kapsamlı bir nükleer iş birliği antlaşması imzaladı[37]. Ama Ruslar, ABD ve İsrail’e verdiği sözler nedeni ile ilk reaktörü 2000 yılı yerine 2011’de tamamladılar. İran Cumhurbaşkanı Haşemi Rafsancani’nin 1989’daki Rusya ziyareti esnasında pek çok silah için söz verilmiş olmasına rağmen, Ruslar sözlerinde durmadılar. 2000 yılında dönemin İran Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Hasan Rohani ve Rusya Savunma Bakanı Igor Sergeyev, İran'ın askeri ve teknik kabiliyetlerine geliştirmesi konusunda bir toplantı yaptılar ve Rusya İran’a destek garantisi verdi[38]. Ocak 2009’da ise BM GK kararlarına aykırı olmamasına rağmen, Ruslar savunma amaçlı S-300 füze sistemlerini göndermediler. Suriye’de Rusya İran ile koordineli bir politika izlememekte ve sadece kendi çıkarlarına odaklanmaktadır. Aynı şekilde kendi çıkarları için Suudi Arabistan ve İsrail ile ilişkilerini sürekli geliştirmektedir. Rusya, bütün kritik BM GK kararlarında İran’ın aleyhine oy kullanırken, ABD İsrail’in aleyhine tüm kararları veto etti. Hâlbuki Obama dönemi İran için 1980’den beri ABD ile ilişkilerinde en iyi dönem olmuştu.

En çok Suudi Arabistan tarafından devrilmek istenen Esat, Suriye’deki savaşı İran ve Rusya’nın biraz da Türkiye’nin desteği ile kazanıyor. Irak’ta asıl askeri güç İran liderlik ediyor ve Irak hükümeti Tahran’ın etkisi altındadır. İran’ın Bağdat, Şam ve Beyrut üzerindeki etkisinden bahsetmek abartılı değildir. İran’ın 550 bin kişilik aktif bir ordusu var ve elindeki kısa ve uzun menzilli balistik ve seyir füzeleri ile tüm bölgeyi vurabilmenin yanında kendi nükleer silahını üretmeye de oldukça yakındır. Dahası İran havacılık mühendisleri gelişmiş taarruz helikopterleri üretiyor ve insansız hava aracı (drone) teknolojisinde dünyanın en iyileri arasındalar. İran Devrim Muhafızları ise son yıllarda Orta Doğu’da çok önemli savaş tecrübesi kazandılar. İran’ın bölgedeki binlerce Devrim Muhafızları askerleri Esat güçlerine yardım ediyor. Bunların yanında 20 bin kadar başta Hizbullah olmak üzere Irak, Afganistan ve Pakistan’dan gelen Şii militan unsurlar bulunmaktadır[39]. Suriye’deki İran kontrollü Irak Şii militanları İsrail’e karşı “Golan’ın Özgürlüğü” adlı bir grup kurdu. Türkiye ise Suriye’deki isyancıları desteklemekten kendi sınırların korumayı ve Suriye Kürtleri bloke etmeyi hedef alan bir misyona döndü. Şii-Sünni çekişmesinin diğer önemli oyuncusu olan Hizbullah, çok iyi organize olmuş ve savaş tecrübesine sahip bir devlet-dışı güç, yani Irak’taki Barzani’nin Lübnan’daki Şii modeli. Hizbullah içinde yaklaşık 20 bin savaşçı, teknolojik silahlara sahip. Bunlar içinde İran tarafından sağlanan tanklar, drone’lar ve 150 binden fazla füze var. Paralar ve talimatlar İran’dan geliyor. Suudi Arabistan’ın Lübnan’a yönelik son girişimi yani savaş tehdidi ciddiye alınmamalıdır[40]. Çünkü harita okumasını bile bilmeyenlerden kurulu Suudi ordusu için bu bir felaket olur. Ya da İsrail’in Suudiler için destek olacağı da beklenmemelidir.

Suudi Arabistan, önemli bir hava gücüne rağmen İran’a göre oldukça küçük bir orduya sahip ve savaşmaya isteksiz bu ordu daha çok resmi tören programlarına yarıyor. Suudi ordusu gibi diğer Körfez ya da Arap orduları savaşmak için değil, otoriter rejimi silahsız halk ayaklanmasından korumak için kurulmuştur[41]. Geçmişte Suudiler Mısır ve Pakistan birliklerini kiralayarak savaştılar. Şu an Yemen’de savaşacak birlikleri de yok ve güneydeki Suudi sınırını Pakistanlı birlikler koruyor. Bu yüzden Yemen’de hava kuvvetleri ile halkı bombalamaktan başka bir şey yapamıyorlar ve Huti kabileleri ile baş edemiyorlar. Suudi Arabistan, Suriye ve Irak’ta kaybetti, Yemen’de durumu felaket, Katar’ın kuşatılması işe yaramıyor ve kimse şimdi ne yapacaklarını bilemiyor.  Suudiler, genellikle Sünni kampta olan Mısır üzerinde bile etkilerini kaybediyorlar. Nitekim Mısır devlet başkanı Katar ile ilgili olarak Körfez’de savaşa karşı olduğunu açıklamıştı. Genellikle düşük profilde kalmayı seven diğer Sünni devlet Ürdün de çatışmadan kaçınıyor. Nüfusunun çoğunluğu Filistinli olan Ürdün, milyonlarca Suriyeli göçmen ile meşgul. Diğer Sünni devlet BAE ise cepleri derin olsa da verecek çok şeyi yok. Şiiler göreceli olarak yükselişe geçmişken, Sünni tarafta onları durduracak ne irade ne de kapasite var.

Rusya’nın Şii kampa desteği sürerken, ABD’nin Sünnilere desteğinin artmayacağı belli, bu da bölgeyi kaçınılmaz sona yani Sünni kampın çöküşüne götürüyor. ABD’den beklentileri İran’a karşı birkaç vekilli savaş daha düzenlemek ama ellerinden IŞİD artıkları ve türevleri ile Kürtlerden başka bir şey yok. Suudi Arabistan liderliğinde İran'a karşı daha geniş bir İslam cephesi kurulabilmesinin yolu, Riyad'ın Vahabilik yerine ılımlı İslam'ı bayrak edinebilmesine bağlı. Ülkeyi bu yeni duruma hazırlamak için de prensleri ve bakanları tasfiye eden saray darbesi yapıldı.İran siyasi istikrar içinde iken, Suudiler için toplum, kültür, ekonomi ve hükümet şekli konusunda alarm zilleri çoktandır çalıyor. Yani Suudi Arabistan için acil toplum mühendisliği zamanıdır. Suudi cephesindeki diğer Kürdistan destekçisi İsrail ile Neocon ve Neoliberalller şimdi Suudi Arabistan’ın içini düzenliyor[42]. Yaşanan süreçte bir yanda gelenekçi, muhafazakâr elit kesim ve onların sofu Müslüman destekçileri ile diğer yanda yolsuzluklar boğulmuş prensler ve onların işbirlikçileri birbirlerine düşman bir şekilde bir arada yaşıyorlar. Dönüşümcü hareketin liderleri petrol dışındaki endüstri alanlarını geliştirerek yeni bir ekonomi yaratmayı hayal ediyorlar. Dönüşüm ve reformları dayatan Batılı destekçileri, Suudi Arabistan’ı da Libya ve Suriye gibi başarısız devlet ilan etmek için kapıda bekliyor. Esat karşıtı Avrupa cephesi de kaos içindedir. Fransa, Hariri’yi kurtarayım derken Lübnan, tamamen İran’ın etki sahasına bırakıyor. Almanya’da küreselciler ile ulusalcılar arasındaki çekişme seçimleri ve Merkel’in kaderini belirleyecek. İngiltere ise istikrarsız bir hükümet var ve AB ile zorlu görüşmelerle meşgul. Bu üç ülkenin Suriye’ye ayıracak ne zamanı ne de parası var.

 

Sonuç

Suriye’nin ve Irak’ın içinin oyulması ile yeni Orta Doğu haritası şekillenmeye başlıyor. Rusya tarafına geçmekle en azından entegre bir Suriye içinde bir Kürt özerkliğine razı edilmeye hazırlanıyoruz. Amerikalıların taktikte dahice ama stratejide acemice işleri, Orta Doğu’nun gerçekleri ile uyumlu olmayan kör bir bölgede yapıyor ve bataklığa saplanıyorlar. ABD’nin YPG/PKK ve bir bütün olarak Türkiye’ye yönelik bölücü unsurlara verdiği destek bir müttefiklik ilişkisinin ötesinde açıkça bir düşmanlık boyutuna varmış durumdadır. Türkiye bu durumu sineye çekemez ve görmezden gelemez. Bununla beraber, ABD ile dans etmenin yolu doğru kartları cesaretle oynamaktır. Yeni Orta Doğu’da IŞİD’in yok olması ile bir çatışmalar için yakın-sona giriyoruz ama gerçek bir barış ancak ABD ve Rusya’nın bölgeden çıkması ve emperyalistlerin işbirlikçisi ülke liderlerinin yerlerini dürüst ve bağımsız düşünen liderlerin alması ile gelebilir. Bugün Rusya ile yaşanan dostluk konjonktürel bir zorunluluktur. Ancak, Gürcistan, Ukrayna ve Suriye’de görüldüğü gibi Rus kültüründe duygusallık ve dostluk yoktur, çıkarlarından asla taviz vermezler. ABD gibi dolambaçlı yolları da sevmezler, milli sembolleri olan “Ayı (Mişa)” pençeyi vurur ve istediğini alır. Rus devleti genişleyerek büyüdükten sonra Avrasya hegemonyası peşinde koşmuştur. Avrasya’nın Türk asıllı toplulukları, Avrupa'dan Asya'ya kadar çeşitli devletlerin çatısı altında onların vatandaşları olarak yaşarlarken, merkezi coğrafyada Türklerin yarısı kadar bir nüfusa sahip olan Rusların, 21. yüzyılda küresel bir güç gibi yoluna devam etmesi, Türkiye açısından yeniden değerlendirilmesi gereken bir durumdur. Rusya Federasyonu 25 devletin bir araya getirilmesi ile kurulabiliyorsa, güney ve kuzey Avrasya hatlarında var olan 17 Türk asıllı devlet de bir araya getirilerek bir büyük Türk Federasyonu kurulabilmelidir[43]. Rusya biraz daha zayıflarsa; Türkiye için de bir küresel güç olabilme fırsatı doğacaktır. Rusya'nın işgal ettiği topraklar dünya kıtalarının altıda birini oluştururken, 150 milyonluk nüfus karşısında 300 milyona yaklaşan Türk nüfus Avrasya'da bir araya gelmek durumundadır.

 


[1]Melahat Kemal, Rusya'nın Orta Doğu Politikası: İdeolojiden Pragmatizme, Timeturk, (29 Ocak 2017).

[2]Firouzeh Mostashari,OntheReligiousFrontier:TsaristRussiaandIslamintheCaucasus, Taurus, (London, 2007), p.121.

[3] Togan, Zeki Velidi Türk Türkistan, Toprak Yayınları, (İstanbul, 1960), s.7.

[4] Zeybek, Namık Kemal, Önce Bilgi ve Bilinç, Yeni Türkiye Dergisi, (1997), Yıl:3, Sayı:5, s.38.

[5] Ariel Cohen, Rethinking Reset: Re-Examining the Obama Administration Russia Policy. Testimony Before the House Foreign Affairs Committee, Washington DC, (July 7, 2011).

[6] Josh Calder, Challenging The Assumptions About Russia's Future, Radio Free Europe/Radio Liberty, Washington DC,  (January 02, 2009), p.2.

[7]Erhan Büyükakıncı, Soğuk Savaş Sonrasında Türkiye-Rusya İlişkileri, Faruk Sönmezoğlu (Der.), Türk Dış Politikası Analizi, 3. Baskı, Der Yayınları, (İstanbul, 2009), s.154.

[8]Aydın Sezer, Türkiye-Rusya İlişkileri, Artı TV, (02 Ocak 2018).

[9]Alexander Titov, Russia - One Hundred Years After Revolution, Political Insight, Volume: 8 Issue: 3, p.12-15.

[10] Transparency International’s Corruption Perception Index 2017.

[11] Natasha Kuhrt, Soft Power? The Means and Ends of Russian Influence Abroad, Chatham House, (31 March 2011).

[12]Audrey Bezrukov, Mikhail Mamonov, Sergey Markedonov, Andrey Sushentsov, How to Avoid War With Russia, National Interest, (January 29, 2016).

[13]Areg Galstyan, Sergey Melkonyan, Inside Russia's New Foreign Policy Master Plan, Global Affairs, (January 4, 2017).

[14]Bezrukov vd., ibid, (January 29, 2016).

[15]Galstyan vd, ibid, (January 4, 2017).

[16]Bezrukov vd., ibid, (January 29, 2016).

[17]Paul R. Pillar, Emulate Russian Realism, National Interest, (November 13, 2017).

[18]Samuel Ramani, Russia Is Expanding Its Great-Power Project in the Middle East, Diplomat, (October 12, 2017).

[19]Pepe Escobar, Syria War, Sochi Peace, Asia Times, (November 24, 2017).

[20] THAAD: Terminal High Altitude Area Defense.

[21]Aydın Sezer, Türkiye-Rusya İlişkileri, Artı TV, (02 Ocak 2018).

[22]Altan Çetin, Rusya, YPG/PYD ve Türkiye, TASAM, (06 Aralık 2017).

[23]Fehim Taştekin, Putin-Trump Statement on Syria Contradicts Erdogan’s Calculation, Al Monitor, (November 15, 2017).

[24]Metin Gürcan, Russia's Winning the War for Turkish Public's Trust,Al Monitor,(November 20, 2017).

[25] Sait Yılmaz, Rusya ile İlişkilerin Askeri Matematiği, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, (05 Ocak 2018).

[26]John Glaser, Christopher A. Preble, The Plight of the Iraqi Kurds Poses a Difficult U.S. Foreign Policy Challenge, Cato Institute, (October 21, 2017).

[27]Frantzman, ibid, (October 3, 2017).

[28]Seth J. Frantzman, Why Some Countries See Kurdistan's Battle for Independence as a Threat, Rubin Center for Research in International Affairs, (October 3, 2017).

[29]Ari Heistein, Why Did Israel Support the Kurdish Referendum? Institute for National Security Studies in Israel(November 16, 2017).

[30]Nikolas K. Gvosdev, Post-War Syria: The Next Big Crisis Between Russia and America? Naval War College, (October 25, 2017).

[31]Stephen Lendman, Syria: This U.S. Occupation – Or “Presence” – Is Unsustainable, Moon of Alabama, (November 27, 2017).

[32]Milliyet, ABD ile PYD/PKK'dan Sözde Ordu Hazırlığı, (09 Ocak 2018).

[33]Andre Korbyko, No, the US Didn’t Abandon the Syrian Kurds. A Trump-Erdogan Agreement?Global Research, (December 03, 2017).

[34]Sophie Mangal, Prolonged US Military Presence in Syria? “We’re not Just Going to Walk Away Right Now”, Global Research, (December 3, 2017). James Mattis, Inside Syria Media Center, (December 03, 2017).

[35]Sethz J. Frantzman, 6 Challenges in the Middle East after ISIS, National Interest, (December 3, 2017).

[36]Nikolas K. Gvosdev, Post-War Syria: The Next Big Crisis Between Russia and America? Naval War College, (October 25, 2017).

[37]Michael Eisenstadt, Iranian Military Power: Capabilities and Intentions, Washington DC, The Washington Institute for Near East Policy, 1996, s. 106–107

[38]Arzu Celalifer Ekinci, İran Nükleer Krizinde Avrupa Birliği’nin Rolü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008), s. 55

[39]James Phillips, Will Syria Become the Next Major Political Battlefield?Heritage Foundation, (November 1, 2017).

[40]Amitai Etzioni, Why Saudi Arabia's Regional Power Plays Won't Lead to War, National Interest, (November 17, 2017).

[41] Bob Ghosh, Why Arab Armies Won’t Save Yemen, Quartz, (March 23, 2015)

[42]Federico Pieraccini, The End of the Syrian War Is the Beginning of a New Middle Eastern Order, Strategic Culture Foundation, (November 28, 2017).

[43] Anıl Çeçen, Avrasya’da Türkiye ve Rusya, Anka Enstitüsü, (Aralık 2016).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı