Bu sayfayı yazdır

Hristiyan Dünyasında Tarihi Buluşma

Yazan  09 Şubat 2016

Hristiyan dünyası, bu cuma günü, tarihi bir buluşmaya hazırlanıyor. Katolik dünyasının lideri Papa Franciscus ile dünyada en büyük Ortodoks cemaate sahip Rus Ortodoks Kilisesi’nin lideri Moskova Patriği Kirill, bu cuma günü Küba’nın başkenti Havana’da bir araya geliyor. Böylelikle tarihte ilk kez Katolik dünyasının lideri ile Rus Ortodoks Kilisesi’nin lideri bir araya gelmiş olacak.

Moskova Patrikhanesi’nden yapılan açıklamada, görüşmenin Havana Havaalanı’nda gerçekleşip iki saat kadar süreceği ve görüşmenin bitiminde iki ruhani liderin ortak bir mesaj yayımlayacağı belirtildi. Bu görüşmede, öncelikli olarak Ortadoğu’da Hristiyanlara yönelik saldırıların ve genel olarak günümüzde Hristiyan dünyasının karşılaştığı sorunların ele alınacağı bildiriliyor.

Papalar, geçmiş yıllarda Moskova Patriği ile görüşme yapmak istemiş, ancak bu görüşme, Ortodoks dünyasındaki en muhafazakar çizgiyi savunan ve Rusya’daki Batı yanlısı eğilimlere karşı çıkan Moskova Patrikhanesi tarafından reddedilmişti. Şimdi de görüşme tarafsız bir bölgede gerçekleştirilecek.

Bu görüşmenin önemini değerlendirebilmek için, önce geçmişe kısa bir yolculuk yapalım:

Ruslar’ın çok büyük çoğüunluğu, Hristiyanlığın Ortodoksluk mezhebine mensup. Ruslar’ın tarihteki ilk büyük devleti olan (daha doğrusu, bugünkü Ruslar’ın, Ukraynalılar’ın ve Beyaz Ruslar’ın tarihlerindeki  ilk büyük devlet olan) Kiev Rus Prensliği, Hristiyanlığı, 988 yılında, Bizans’tan aldı. (O dönemde tahtta bulunan Kiev Prensi Vladimir, sınırları güneyde Karadeniz’den kuzeyde neredeyse Baltık Denizi’ne kadar uzanan bu büyük devleti merkezi bir yapıya kavuşturmanın yolunun tek tanrılı bir dini kabul etmekten geçtiğini düşünüyordu. Dönemin tarihini yazan rahip ve vakanüvis Nestor’un  eserine göre Vladimir, bunu için önce Musevilik ve İslamiyet’i incelemiş, fakat sonra halkı için en uygun dinin Hristiyanlık olduğuna karar vermişti.) Hristiyanlığın Katolik ve Ortodoks mezheplerini inceleyen Vladimir, Katoliklik’te Papa’nın otoritesinin hükümdarların otoritesinin üzerinde olmasına karşılık Ortodoks Bizans İmparatorluğu’nda kilisenin büyük ölçüde hükümdara tabi olduğunu gördüğü için, sonuda Ortodoksluğu resmi din olarak benimseyecek ve ülkedeki bütün putları imha ederek, halkını vaftiz ettirecekti.  

Doğu’yla Batı’nın Kopuşu

Ruslar’ın bu şekilde Hristiyanlığı benimsediği yıllarda Roma Kilisesi ile İstanbul Kilisesi arasında bazı farklar ortaya çıkmakla birlikte, henüz nihai kopuş gerçekleşmemişti. Hristiyanlığın bu iki merkezi arasındaki görüş ayrılıkları, öncelikle, yetki konusunda ortaya çıktı. İstanbul Kilisesi, Roma’nın Hristiyanlığın beş büyük patrikliği (Roma, İstanbul, İskenderiye, Antakya, Kudüs) içinde “eşitler arasında birinci” olduğunu, yani, birinciliğinin tamamen onursal olduğunu savunurken Roma, kendisinin Hristiyanlar’ın mutlak lideri olduğunu iddia ediyordu. Diğer taraftan, zamanla, ibadet ve ayin usullerinde de farklılıklar kendini gösterdi (haç çıkartırken eli önce sağ omuz mı yoksa sol omuza mı götürmek gerekir, ayinlerdeki kutsal ekmek hangi malzemeden yapılmalı, gibi).  Ardından, teorik görüş farklılıkları ortaya çıktı (Tanrı’nın üç kişiliğinden biri olan Kutsal Ruh’un kaynağını sadece Baba Tanrı’dn mı, yoksa hem Baba’dan hem de Oğul’dan mı (İsa) aldığı gibi, aslında sadece ilahiyatçıları ilgilendiren konulardı bunlar). İki kilise arasında başgösteren çeşitli sorunları çözmek üzere, 1054’te, Kardinal Humbert’i  Bizans’a elçi olarak gönderdi. Burada uzun süren müzakereler sonuç vermeyince Kardinal Humbert, Patrik Mihail Kerularios’u ve ona bağlı olanları aforoz eden mektubunu Ayasofya’nın sunağına bırakarak Bizans’tan ayrıldı. Patrik Mihail Kerularios da, buna karşı, Humbert’i aforoz etti. Böylelikle Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki ilk önemli kopuş gerçekleşti.

Bu karşılıklı aforoz kararı, iki kiliseyi henüz tam olarak birbirinden koparmamıştı.  Zira, aforoz kararlarının sınırlı sayıda kişiyi kapsaması bir yana, iki kilise arasındaki teorik tartışmalar, bu iki kiliseye mensup olan halkların birbirleriyle ilişkilerinde hiç bir olumsuz etkide bulunmuyordu. Ancak , Latinler’in Bizans’a düzenledikleri 4. Haçlı Seferi, bu tabloyu tamamen değiştirdi. İstanbul’u ele geçiren Latinler, burada kiliseler de dahil olmak üzere pek çok binayı tahrip ettikleri gibi, yaptıkları yağma, katliam ve tecavüzlerle, Ortodoks Rumlar’ın nefretini üzerlerine çektiler. Katolik Haçlılar’ın İstanbul’da kurduğu ve 1204-1261 yılları arasında varlık gösteren Latin Krallığı, Ortodokslar’ın zihninde, yüzyıllarca silinmeyecek izler bıraktı.

Benzer gelişmeler, aynı dönemlerde, Avrupa’nın kuzeydoğusunda da kendisini gösterdi.  Katolik dünyası, Haçlı Seferleri’ni sadece Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Müslümanlar’a karşı değil, Doğu Avrupa’da Baltık bölgesindeki putperestlere ve Ortodoks Ruslar’a karşı da yürütüyordu. Rus tarihinin o dönemleri, Katolik Alman Töton Şövalyeleri’nin seferlerine karşı yapılan savaşlarla doludur. Daha sonra, 15., 16. ve 17. yüzyıllarda ise, Katolik Polonyalılar’la Ortodoks Rus ve Ukraynalılar arasında çatışmalar meydana geldi ve bu bölgelerde de halkın gözünde Katoliklik, Polonyalılar’ın baskılarıyla özdeşleşti. Böylelikle iki kilise arasındaki çatışmalar, ilahiyatçıları ilgilendiren dar bir konu olmaktan çıkmış, halklar arası ilişkilerde de kendisini göstermişti.

İki Kiliseyi Yakınlaştırma Çabaları

Osmanlı’nın Bizans üzerindeki baskıları arttırdığı 1300’lü yılların sonları ve 1400’lü yılların başlarında Bizans imparatorları, Batı Avrupa’dan yardım arayışına girerek Papa’ya müracaatta bulundular. Papa’nın bunun karşılığında Ortodokslar’ın Papa’nın liderliğini tanımasını şart koşması üzerine, iki kiliseyi birleştirme çalışmalarına girişildi. Bunların en önemlisi, Katolik ve Ortodoks liderlerin biraraya geldiği ve iki kilisenin Papa’nın otoriteri altındae birleşmesini öngören Ferrara-Floransa Konsülü idi (1439). Ne var ki, bu konsülde iki kilisenin birleşmesi kararını imzalayan Ortodoks din adamları, Bizans’a döndüklerinde sıradan rahiplerin vehalkın tepkisiyle karşılaşınca, pek çoğu, attığı imzayı reddetmek zorunda kalacaktı. Bizans’ta başbakanlık görfevinde de bulunan Lukas Notaras’ın “İstanbul’da Latin külahı görmektense Türk sarığı görmeyi tercih ederim” sözü meşhurdur.

Moskova’nın Öne Çıkışı

Yukarıda bahsettiğimiz Kiev Prensliği’nin 1240’ta Moğollar tarafından tamamen yıkılmasından sonra, çeşitli Rus prenslikleri kendisini gösterdi. Bunların içinde Moskova Prensliği, çeşitli diğer unsurların yanısıra, kilisenin de desteğiyle, zamanla Rus Prenslikleri arasında en güçlüsü oldu (Kiev’in tahrip olmasından sonra Kiev Metropolitliği önce Vladimir kentine, oradan da Moskova’ya taşınmıştı ve kilise yetkilileri herkesi, Moskova Prensliği etrafında birleşmeye çağırıyordu). Moskova’nın da Katoliklere karşıdini savaşlar vermek zorunda kaldığını yukarıda söylemiştik. Bunun sonucu olarak Ruslar, Ortodoksluğa Bizanslılar’dan daha fazla sahip çıktılar. Moskova Prensliği, iki kilisenin birleşmesi kararını hiç bir zaman desteklemedi. Hatta, sözünü ettiğimiz 1439 Floransa Konsülü’ne Rusya’yı temsilen giden Rum asıllı Kiev Metropoliti İsidoros konsülde iki kilisenin birleşmesini destekleyip Moskova’ya dönüşünde iki kilisenin birleştiğini ilan ettiğinde, Moskova Prensi II. Vasiliy, İsidoros’u görevden alıp hapsetmişti.

Bizans’ın Türkler’e karşı yardım almak için Katolik kilisesiyle birleşme girişimlerini Ruslar, sapkınlık olarak gördü. Bizans’ın 1453’te yıkılmasından sonra ise Ruslar, kendilerini Bizans’ın devamı ve Hristiyan dünyasının savunucusu, hatta, Hristiyan değerlerinin gerçek savunucusu olarak görmeye başladı. Bu iddiaları besleyen gelişmelerden biri, son Bizans İmparatoru 11. Konstantin’in yeğeni Sofya’nın, Moskova’ya gelerek Rus Çarı III. İvan’la evlenmesi oldu. Rus çarları bu olayın ardından, kendilerinin Bizans’ın   soyundan geldilerini söylemeye başladı. (Rusya’da çarlık döneminde ve günümüzde devlet arması olarak kullanılan çift başlı kartal da, Bizans’tan alınmaydı ve Rusya’nın Bhizans’ın devamı olduğu iddiasını yansıtıyordu).

Moskova’nın Bizans’ın ve Roma’nın devamı olduğu iddialarının teorisini yazan kişi ise, Pskov’lu bir rahip olan Filofey idi. Filofey, 1510 yılında çara yazdığı bir mektupta, ana hatlarıyla şunları söylüyordu:  “dünyada üç tane Roma vardır. Birincisi Büyük Roma İmparatorluğu, ikincisi Bizans İmparatorluğu, üçüncüsü ise, Moskova Prensliği’dir. Birinci Roma, Hristiyanlık değerlerinden saptı. Tanrı da onları cezalandırdı ve Roma, Barbarlar’ın saldırılarıyla yıkıldı. İkinci Roma (Bizans) da Hristiyanlık’tan saptı ve Tanrı’nın gazabına uğradı: Türkler Konstantinopolis’i aldı. Hristiyanlık’ta üç kutsal bir sayı olduğu için, dünyada dördüncü bir Roma olmayacak ve Moskova’daki Hristiyan hükümdarlık, sonsuza dek sürecektir”. Filofey’in bu yazdıkları, sonraki yıllarda Ruslar’ın dünya Hristiyanlarının koruyuculuğu iddialarına da zemin hazırladı.

Türkler’in İstanbul’u fethinden sonra İstanbul’da Katolikler’le birleşmeyi savunanlar, İtalya’ya göç etmiş ve Fatih, Rum patiklerine, Katolikler’le birleşme girişiminde bulunmalarını yasaklamıştı. Öte yandan Rus Kilisesi, Fener Patrikhanesi’nin Ortodoks dünyasındaki onursal birincilik iddiasına karşı çıkmamakla birlikte, İstanbul’un Ortodokslar’a gerçek anlamda liderlik edemeyeceğini savunmaya başladı. Osmanlı dönemi boyunca Ruslar, Fener Patrikhanesi’ne hem maddi yardımlarda bulundular, hem de özellikle 1700’lerden itibaren, kendilerinin Osmanlı’daki Ortodokslar’ın koruyucusu olduğunu öne sürmeye başladılar.

Ortodoks Dünyası’nın En Muhafazakar Kilisesi

İstanbul’un tutumunu sapkınlık olarak değerlendiren Rus Kilisesi, o tarihten sonra da, Ortodoks Kiliseleri’nin en muhafazakarlarından biri olmayı sürdürdü. Günümüzde Rum Ortodoks kiliselerinde kadınların kiliseye başı açık girebilmelerine ve ibadet edebilmelerine karşılık, Rus Ortodoks kiliselerinde kadınların içeri girerken bşalarını örtmeleri zorunludur. Yine Ortodoks dünyasının büyük kısmının dünya genelinde kullanılan Gregoryen takvimini kabul etmesine karşılık, Rus Kilisesi’nde hala Juliyen Takvimi kullanılmaktadır. Rum Ortodoks kiliselerinde oturacak sıraların olmasına karşılık, Rus kiliselerinde ibadet ayakta yapılır; oturacak yerler ise, çok sınırlıdır ve sadece ileri yaştakiler ve ayakta durmaya takati olmayanlar içindir.

Soğuk Savaş Dönemi ve Sonrası

Sovyetler Birliği döneminde 1930’lu yıllarda bütün dini kurumlara yönelik çok ağır baskılar uygulanmış ve pek çok din adamı ya idam edilmiş, ya da hapse veya sürgüen gönderilmişti. Fakat dönemin Sovyet lideri Stalin, İkinci Dünya Savaşı sırasında dini kurumları karşısına değil yanına almanın daha uygun olduğunu düşünmeye başladı ve Moskova Patrikhanesi’ni yeniden kurup Doğu Avrupa’daki Ortodoks halkları bu yolla etkileme politikasını benimsedi. Bunu takip eden yıllarda, ABD de, Fener Rum Patrikhanesi’nin başına, ABD Ortodoksları’nın lideri Athenagoras’ın getirilmesini sağladı. Katolik kilisesi de büyük ölçüde, ABD’nin politikalarına paralel bir tutum sergiliyordu. Sonuçta, 1965 yılında Katolik ve Ortodoks dünyasının liderleri, Papa VI. Paul ve Fener Rum Patriği Athenagoras ortak bir demeç yayımlayarak, 1054 yılındaki karşılıklı aforoz kararlarını iptal ettiler. Böylelikle, Katolik ve Ortodoks kiliseleri arasındaki dini farklılıklar varlığını korumakla birlikte, iki kilise arasındaki düşmanlık durumu sona erdi ve birbirlerinin Hristiyan olduğunu kabul ettiler.

Sovyetler Birliği döneminde Sovyet yönetimine paralel tutum sergileyen Moskova Patrikhanesi ise, Vatikan’la temaslarına, 1980’li yıllarda başladı ve zamanla temaslar yoğunlaştı. Ancak bu sınırlı yakınlaşma süreci, 1990’lardan itibaren yerini gerginliğe bıraktı. Bunun iki nedeni vardı: 1- Katolik Kilisesi’nin Rusya ve diğer eski Sovyet cumhuriyetlerinde yoğun şekilde misyonerlik faaliyetlerine girişmesi. 2- Ukrayna’da Katolikliğin yerel bir kolu sayılabilecek Doğu Ritüelli Katolikler’in Ortodokslar arasındaki faaliyetleri. (Bu, ayrı bir yazı konusu olacağı için burada ayrıntıya girmiyoruz). Bu nedenle, papaların Moskova’yı ziyaret etme girişimleri, sonuçsuz kaldı. Buna ek olarak, Moskova Patrikhanesi’nin Kremlin’le paralel politikalar uygulayan bir kurum olması da, Rusya ile Batı arasında 2000’li yıllarda yaşanan gerilimlerin dini alana yansımasına neden olmaktaydı.

Yakınlaşmanın Nedenleri:

Sözünü ettiğimiz gerginliklere ve Moskova Patrikhanesi’nin Batı’ya mesafeli tutumuna rağmen iki ruhani liderin görüşmeye karar vermesinin, çeşitli nedenleri var:

1-      Rusya’daki Katolik misyonerlik faaliyetleri azaldı.

2-      Rus Kilisesi’ne göre, Hristiyanlık bugün iki tehdit altında: Birincisi, Ortadoğu’daki Hristiyanlara yönelik tehditler, ikincisi ise, Batılı toplumların hızla geleneksel değerlerden uzaklaşması, yani, Hristiyanlığa içerden gelen tehditler. Moskova Patrikhanesi’nin kürtaj, eşcinsel evlilikleri ve benzeri konulardaki gelenekselci tutumu, Vatikan’ın tutumuyla örtüşüyor ve Moskova, Hristiyan dünyasının en kalabalık mezhebinin lideri olan Papa’yla güç birliğinin yararlı olacağı düşüncesinde.

3-      Rus Kilisesi, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Kremlin yönetiminin hem iç politikada, hem de eski Sovyet ülkelerine yönelik politikalarında en önemli ideolojik dayanaklarından biri haline geldi. Ukrayna’da meydana gelen çatışmalar, Rusya’nın Batı’dan büyük ölçüde izole olmasına neden oldu. Bu şartlarda Moskova Patriği’nin Papa’yla ortak mesaj vermesi ve iki kilise arasında diyaloğun yoğunlaşması, Kremlin’in bu darboğazdan kurtulmasına yardımcı olabilir.

4-      Rusya yönetimi, çeşitli kanallardan Avrupa kamuoyuna etki etmeye çalşıyor ve bu politikanın önemli bir ayağını da, Avrupa’daki muhafazakar kesimlerle yapılan işbirliği oluşturuyor. Vatikan’la yakınlaşmak, Rusya’nın bu yöndeki çabasına da epey destek olacak.

5-      Papa, Ortodoks dünyasıyla diyalog konusunda bu zamana kadar Fener Patriği’ni muhatap almıştı. Oysa Fener Rum Patriği, Ortodokslar’ın onursal lideri olmakla birlikte, onun Ortodoks dünyası içindeki iktidarı, Psapa’nın Katolik dünyası üzerindeki iktidarına hiç benzemiyor. Fener’in Ortodoks dünyası üzerindeki gerçek nüfuzu, sınırlı. Buna karşılık Moskova Patrikhanesi, 200 milyona yakın Ortodoks’un ruhani liderliğini yapıyor. Böyle bir yapıyı muhatap almak, Papa açısından da önemli bir adım olacak.

6-      Moskova Patrikhanesi, Ukrayna kriziyle birlikte epey zor durumda kaldı. Zira, cemaatinin ve mülkünün önemli bir bölümü, Ukrayna’da, fakat Rusya’yla Ukrayna arasındaki fiili savaş hali, Ukrayna’da Moskova Patrikhanesi’nin düşman bir yapı olarak görülmesine neden oldu. Papa’yla biraraya gelip ortak mesajlar vermek, Rus Patrikhanesi’nin Rusya dışındaki imajı bakımından da önemli olacak.

7-      Bu yıl, Ortodoks dünyasında çok önemli bir etkinliğe sahne olacak: Ortodoks dünyası, 1000 yıl aradan sonra, ilk kez Ortodoks Konsülü’nü topluyor. Konsülün toplantısı, bu haziran ayında, Girit’te gerçekleşecek. Bunun öncesinde Papa’yla bir araya gelip ortak mesajlar verilmesi, Fener Patrikhanesi karşısında Moskova’nın elini güçlendirmiş olacak.

Diğer taraftan, Moskova Patrikhanesi yetkililerinin belirttiği üzere, Vatikan’la Moskova arasında, Ukrayna’daki Doğu Ritüelli Katolikler sorunu, önemli bir sorun kaynağı olmayı sürdürüyor ve bu konuda kısa sürede uzlaşma sağlanabileceğine ihtimal verilmiyor. Buna karşılık, iki kilise arasındaki yakınlaşma sürecinin Rusya’nın Batı kamuoyundaki etkisini güçlendireceğini, dolayısıyla bu buluşmanın orta vadede siyasi etkilerinin olacağını söyleyebiliriz. 

Deniz Berktay

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Rus-Slav Araştırmaları Uzmanı