< < IŞİD, ABD’nin Ortadoğu’daki Aracı Mı?
 Bu sayfayı yazdır

IŞİD, ABD’nin Ortadoğu’daki Aracı Mı?

Yazan  17 Haziran 2014

Yeni Obama Stratejisi başlıklı makalemizde ABD’nin Ortadoğu için yeni bir strateji belirlediğini, artık yerel güçler ve vekil ülkeler ile birlikte terörü bizzat kullanarak çıkarlarını takip edeceğini söylemiştik. Nitekim bu stratejinin açıklandığı dönemde ABD’de olan Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, “Yakında Ortadoğu’da çok şey değişecek” diyerek, stratejinin kısa süre sonra hayata geçeceğinin ilk işaretlerini vermişti. Bu strateji ile birlikte ABD Kongresi, 5 milyar dolarlık fonu kabul etmiş ve bunu küresel olarak terör ile mücadelede kullanılacağını ifade etmiş olsa da medya, bu fonun daha çok Suriye için yeni bir oyun kapsamında olduğunu yazmıştı. Bütün bu açıklamalar geçtiğimiz Mayıs ayı sonunda oldu ve 5 Haziran’da Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adı verilen ve El Kaide odaklı olarak lanse edilen terör örgütü önce Samarra’ya saldırdı, 6-10 Haziran tarihleri arasında savaşmadan Musul’u teslim aldı. Musul’u IŞİD’e teslim eden Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplar ise, elini kolunu sallaya sallaya gittikleri Kerkük’ü ele geçirdiklerini açıkladılar. Bu arada Musul’daki Türk Konsolosluğu da bu keyfiliğe katılarak, IŞİD’e teslim oldu. Gelişmelerin başından beri bir kurgu olduğu gayet açık iken Türk basınının büyük kısmı IŞİD nereden çıktı ya da Türk Konsolosluğu neden teslim oldu gibi mikro konulara odaklandı. Obama stratejisinden bahsederken konuyu yakında Ortadoğu’da haritaların yırtılacağı bir döneme giriyoruz diye bitirmiştim. İşte şimdi bu dönemin ipuçları ortaya çıkıyor ve iş işten geçmeden hesaplarımızı iyi yapmak, başkalarının planlarını anlamak ve onların değil bizim ne yapıp-yapmadığımızı gözden geçirmek zamanıdır.

            Irak’ta bugüne nasıl gelindi?

            ABD, Irak’ta yeniden ülke inşasına giriştiğinde ülkenin geleceğine de karar veriliyordu. Ülkenin kuzeyinde kendilerine sadık ve her zaman dediklerini yapmaya mahkûm Kürtler en kolay müttefikti. Üstelik çok da kullanışlı idiler. 150 yıldır bölge dışı güçler tarafından kullanılan Irak’ın kuzeyindeki Kürt gruplar bazen Ruslar, bazen Irak Savaşı’nda olduğu gibi İran ile işbirliği yaptılar. İsrail ile bağları ise köklü ve sarsılmaz idi[1]. ABD, Irak’ın kuzeyindeki Kürt grupları; Türkiye, İran ve merkezi Irak yönetimine karşı kullanabilirdi. Daha da önemlisi bu grupların yaşadığı dağlık bölgede PKK da rahat rahat yaşayabilir, bölge gelecekte daha başka senaryoların üssü olabilirdi. Mesele buraya Türkiye’yi sokmamak, hem Kürt grupların hem de PKK’nın serbest hareket etmesini sağlamaktı.

Amerikalı askerler 2005 yılında Irak Anayasası’nı yazarken nüfusun %15’ini temsil eden Iraklı Kürtlere egemenliğin %50’sini verdiler. Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı gibi çok önemli devlet kadrolarının yanında Irak’ın kuzeyinde onlar için otonom bir bölge oluşturdular[2]. Kürt gruplar kendi parlamentolarını oluşturdular, Talabani Irak’ın Cumhurbaşkanı olurken, Barzani de Kürt Yönetim Bölgesi’nin (KYB) başkanı oldu. KYB’nin kendi bütçesi, gelir kaynakları, yasama, yargı organları, ordusu kuruldu. KYB vatandaşları güneye serbestçe geçerken, güneydekilerin kuzeye geçişi izine tabi tutuldu. Anayasa ile çözüme kavuşmayan konu, Musul ve Kerkük’ün statüsü ile petrol kaynaklarının paylaşımı idi. Musul ve Kerkük’ü fiilen ele geçiren Barzani, merkezi yönetimin petrol gelirlerinden %17 pay almaya başladı. Petrole el koymak için ABD uçak dolusu dolar dağıttı, yılda yaklaşık 20 milyar dolar Barzani’ye aktarıldı. Türkiye’den gelen TIR’lar haraca bağlandı.

Böylece dolar zengini olan kuzey, Barzani’ye bağlı olanları gözeten, rüşvet ve yolsuzluğa dayalı bir yönetimle, kokuşmuş bir zenginliğe kavuştu. Bütün bunlar olurken ABD, Irak’ın işgalini müteakip süratle kendileri için güvenli buldukları kuzeyde petrol aramaya başladılar. Kısa sürede biri Süleymaniye’ye yakın Tak-Tak bölgesi, diğeri Erbil’e 25-30 km. mesafedeki Harir bölgesi olmak üzere iki yerde yeni petrol yatakları bularak, Irak petrollerini küresel sermayenin Exxon, BP, Shell gibi şirketlerine paylaştırdılar. Aşiretlerin elinden topraklarını aldılar. Buralardan çıkan petrolün %70’i ABD’ye gidiyor ve 3000 askeri ölmesine rağmen ABD, tüm Irak’ta bugün Turgut Özal’ın deyişi ile “bir koyup, yedi alıyor”. Kuzeyde ABD’den arta kalanı da Barzani topluyor. Ancak, bölgede daha keşfedilmemiş pek çok petrol yatağı olduğu biliniyor. Barzani’nin yaptığı hesaba göre 2025 yılına doğru kendi petrol geliri 100 milyar dolara ulaşacaktır. ABD ve Barzani arasındaki bu çıkar ilişkisi buradaki dengenin özetidir. Birisi ekonomik çıkarlarını gerçekleştirirken, diğeri ise onun artığı ve gücü ile iktidarını koruyor.

Irak’ın kuzeyinde aradığı istikrarı Barzani ile bulan ABD için PKK kartı asla vazgeçilmeyecek bir koz olmaya devam ediyor. ABD’nin bir Kürt devleti kurmak gibi acelesi yoktu, her şey İran senaryosu ile birlikte şekillenmeyi bekliyordu. Kuzeydeki Kürt grupların sadakati, özellikle 2007 yılına kadar şiddetli bir şekilde devam eden Irak içindeki iç savaş boyunca ABD’nin çok işine gelmişti.

Irak’ın geri kalanında 2003’ten sonra beklemediği bir iç savaşla karşılaşan, istihbarat zafiyeti içindeki ABD, ancak 2007 yılında Şiiler ile anlaşarak çatışmaları belirli bir dengeye getirebildi. Irak’ta İran yanlısı Şii bir hükümeti içine sindiremeyen ABD, müteakiben Saddam’dan geride kalan Sünni Araplar ile yeni planlar peşinde düşünce Şiiler savaşa tekrar girdiler[3]. Sonuçta 2011 yılında Irak’tan çekilirken, yönetimi Şiilere bıraktı, Kürtlere bağımsız olması için önü açık otonom bir bölge bırakırken, Sünni Araplara düşen ise bir Cumhurbaşkanlığı Yardımcılığı (Tarık El Haşimi) ve birkaç önemli sayılmayacak makam idi. Maliki, ABD çekilir çekilmez Haşimi’yi vatana ihanet ile suçlayıp idam etmeye kalkınca, Haşimi’nin yeni adresi Türkiye oldu. Irak, güneydeki Şiiler, orta Irak’taki eski Haşimi Krallığı’nın Sünni Arapları ve kuzeydeki Kürtler arasında bölünme tehlikesi yaşarken, bir anda Sünni Arap denklemi zayıflamış, bundan da başta Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’deki mezhepçi iktidar olmak üzere Irak’ı Şiilere bırakmayı hazmedemeyen ABD memnun olmamıştı. Maliki ile Barzani’nin arası da uzun zamandır bozuktu hatta son seçimlerde birbirlerine karşı açıkça cephe aldılar ve seçimler kaybedeceğine inanılan Maliki, bir kez daha koltuğa oturunca, iki tarafın ilişkileri kilitlendi. Bunun altında da Barzani’nin kuzeyin petrolünü tek başına satmak için Türkiye ile anlaşma yapması ve Maliki’nin bu anlaşmayı tanımaması yatmaktadır. Irak’taki bu çıkmaz, Suriye’de seçimleri Esat’ın kazanması ile bölge için tam bir açmaza dönüştü ve artık İran etkisinin kırılması için hem Irak hem de Suriye’de etkili olacak yeni bir strateji ve aktöre ihtiyaç vardı. İşte bu dönemde ABD yeni bir strateji açıklarken, 2013 yılından itibaren yeniden dizayn edilen IŞİD’in düğmesine de basıldı ve yanına pek çok irili ufaklı örgütte katıldı.

            Bugün, Batı ve Türk kamuoyuna IŞİD’in operasyonları sürpriz olarak yansıltılmakta, bir tür algı yönetimi yapılmaktadır. Son üç yıldır devam eden CIA programı, Suriye ve Irak üzerinde sürekli uçan insansız hava araçlarına rağmen ABD’nin IŞİD harekatını beklemiyor olması inandırıcı değildir. 2007 yılında gazeteci Seymour Hersh “The Redirection” adlı makalesinde, bir ABD belgesine dayanarak; ABD, Arabistan ve İsrail’in bölgede bir mezhep savaşı çıkarma niyetlerini açıklamıştı[4]. Hedef ülkeler İran, Suriye, Hizbullah ve Lübnan idi. Hersh, bu aşırı uçlu mezhepçilerin El Kaide’ye yakın veya bizzat El Kaide olabileceğini de söylemişti. Unutmayalım Libya’daki İslamcı Savaş Grubu (LIFG[5])adlı örgüttte ABD’nin El Kaide bağlantılı örgütler listesinde iken, birden NATO kuvvetleri ile birlikte Kaddafi’ye karşı savaşa başlamıştı. Yemen, Libya, Nijerya, Somali, OrtaAfrika vb. Ülkeler de terror örgütleri NATO’nun özelde ABD’nin ürünü olarak ortaya çıktı. Mart 2014’te Lübnan’daki Daily Star gazetesi IŞİD’in Suriye’nin batısından çekilerek Irak sınırında yeni bir yapılanmaya gitmeye başladığını yazmıştı. Gazetecilerin yazdığı bir bilgiyi CIA’nın bilmemesi mümkün müdür? Üstelik üç yıldır ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’ın buraya yüz milyonlarca dolar akıttığı pek çok kez özellikle çeşitli dış basın haberlerine yansıdı. ABD, IŞİD’e yüzlerce zırhlı araç, yüksek miktarda silah ve mühimmat ile yüzbinlerce dolar nakit para gönderdi[6]. Nitekim Musul’a giren IŞİD elemanlarının kullandığı Amerikan Humvee araçları ve diğer zırhlı araçlar dikkati çekti. IŞİD, Batı istihbaratının koordinatörlüğünde harekat yapmaktadır. Batının özel kuvvetleri ve paralı askerleri IŞİD ile iç içedir[7].IŞID’in Suudi Arabistan ve Katar tarafından da desteklendiği İngiliz gazetelerinde yer aldı[8]. İsrail ise hem Golan’da Suriye karşısındaki El Kaide, hem de Suriye ve Irak’taki Kürtlerle işbirliği yapıyor. Özetle ABD’nin terörle küresel savaşı her iki tarafı da desteklemeye dönüştü. Musul’da 30.000 güvenlik görevlisi 1.000 kişilik ISIS’a teslim oldu[9].

Resim 1: ISIS Savaş Konvoyu (Devlet Destekli Paralı Asker Ordusu Modeli)

Not: ISIS’ın Toyota ciplerinden kurulu savaş konvoyu daha once NATO tarafından Libya’da kullanılan silahlı grup ile aynıdır. Tony Cartalucci: America’s Covert Re-Invasion of Iraq, Global Research, (June 13, 2014).

            Ortadoğu üzerine kimin, ne hesabı var?

2003 sonrası Irak’ta yaşanan iç savaş çok çeşitli terör örgütlerinin ortaya çıkmasına neden olmuştu. Bunlardan biri olan ve Sünni Cihatçı, El Kaide felsefesine sahip IŞİD’in adı Suriye’deki iç savaşta aldığı rol ile duyulmaya başladı. Örgütün içinde 2006 yılından itibaren Felluce dâhil çok çeşitli çatışma bölgelerinden kaçanlar yanında çeşitli ülkelerde iş arayan silahlı militanlar, özellikle Türkiye’nin kandırıp bölgeye taşıdığı gençler var. Örgütün yapısı, mevcudu gibi lideri olduğu söylenen El Bağdadi hakkında çok fazla bir bilgi yok. Suriye’de çatışmalara paralı asker arayan Suudi Arabistan ve Katar gibi Türkiye’nin de IŞİD ile yakın temasta olduğundan kimsenin şüphesi yok. Şimdi bu IŞİD, kuzeyde Musul’u ele geçirdi, Kerkük’ü Kürtlere bıraktı, güneyde Bağdat önlerinde Maliki’nin ordusuna karşı savaşıyor ve Bağdat’ın kuzeyinden Suriye’nin içlerine kadar bir etki sahası var. Amacı da tam da Sünni çoğunluğun olduğu bu bölgede bir İslam devleti kurmak ve halifeliği geri getirmek. Bu örgütü Türkiye’nin hala beslediği Tarık El Haşimi, devrim ordusu” diye selamladı. Türkiye de hiçbir yetkili IŞİD için terör örgütü demedi. Görünen gerçek hesap Irak’ın bölünmesi; kuzeyde Kürdistan, güneyde Şii Devleti kurulurken, orta bölgede bir Sünni devletin ortaya çıkacak olması. IŞİD bu sürecin katalizörü ama rolü bitince tıpkı ortaya çıktığı gibi süratle buharlaşacak, yeni Sünni Devleti kuracak kuklalara görevi devredecek. Bunu beceremezse Irak gene fiilen bölünmüş olacak ve Irak’tan Akdeniz’e büyük bir terör bataklığı oluşacak. Peki, bu bölünme ve yeni devletler ne anlama geliyor? Bundan kimler ne fayda görecek?

Harita 1: Nereye Nereden Terörist Taşındı?

Kaynak: West Point’s 2007 Combating Terrorism Center report “Al-Qa’ida’s Foreign Fighters in Iraq” (page 20). Irak için 2007 yılına kadar kullanılan bu güzergahlar aynı şekilde 2011 yılında Suriye için de kullanıldı. Bunlara Türkiye’nin ilave ettiği güzergahlar dahil değildir.

Irak’ın orta bölgesinde bir Sünni devletin kurulması ülkede yaşayan Sünni Arapların hayali olduğu kadar, İran korkusu ile yaşayan Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin de en büyük hedefidir. Böylece hem İran’ın Suriye üzerindeki etkisi zayıflayacak hem de güneydeki Şii devleti çok daha dar bir bölgeye sıkışmış ve kontrol edilebilir bir hale gelecektir. Sonuçta Arap ülkeleri için karşılarında büyük bir Irak yerine Kuveyt kadar bir devletçik kalacaktır. Üstelik kurulacak Sünni devlet Suriye içine de uzanacağından laik Suriye de tehdit olmaktan çıkacak, oluşan Sünni kuşak Suriye’deki savaşın başından beri arkasındaki neden olan hem İran’ı dışlama hem de Irak’tan Fas’a Sünni bir eksen kurma hedefine ulaşmayı sağlayacaktır. Bu eksen, halifeliğin geri getirilmesi ile yeni bir kimlik ve kurumlaşma sağlayacak, Ortaçağa dönüş hızlanacaktır. Bir türlü millet olamayan, kavmiye esasına dayalı Arap devletleri böylece ümmetleşecek, büyük bir güç haline gelecektir. ABD ise bir taşla iki kuş birden vurmuş olacaktır. ABD’nin himmeti ile iktidarda durabilen Arap yönetimlerinin arkasında olduğu yeni Sünni devleti ABD için hem İran hem Şii devleti üzerinde baskı sağlamak için yeni ve sağlam bir müttefik (!) ülke olacaktır. İran karşısında yeni bir mevzi kazanacak olan ABD, Suriye’ye uzanan sınırları ile de Türkiye’nin güneyinden geçirmeyi düşündükleri boru hattının güvenliğini sağlayacak, Suriye’deki iktidarın yaşaması oldukça zorlaşacaktır. Bölgedeki ülkelerin gittikçe küçülmesi ve birbirine bağımlı hale gelmesi artık bir bölgesel gücün ABD’nin çıkarlarının önünde durmasını zorlaştıracak, bu ülkeler İran’a karşı ABD’nin yanında hiza alacaktır.

Kuzeyde Kürdistan’ı kurulması ise Ortadoğu’da ikinci İsrail kurulması hayalini hayata geçirecektir. Büyük Kürdistan hayalinin omurgasını teşkil edecek bu yapı, Kerkük’teki petrol kaynakları ile birlikte hem kendi kendine yeterli hale gelecek, hem de diğer ülkelerdeki Kürt gruplar için birleşme arzusunu kamçılayacaktır. Nitekim PKK ve PYD, durumdan istifade etmek için bir araya geliyorlar. Türkiye’de bayrağa sahip çıkmak bile kafatasçılık sayılırken, ırkçılığa varmış Kürt milliyetçiliği yeni planlar peşindedir. Ancak, Irak’tan sonra Suriye, Türkiye ve İran’daki iç dengelerin değişmesi yeni bir safhaya girecek, komuta aleti ise ABD’nin elinde olacaktır. Bu oyunu bozacak aktörler ise öncelikle İran sonra özellikle Suriye konusuna verdiği önem ile Rusya Federasyonu olabilir. Nitekim İran şimdiden örtülü de olsa Suriye’de olduğu gibi IŞİD karşısında da savaşmaya başlamıştır. İran bir devlettir ve kendi güvenliği için gerekeni yapmaya çalışmaktadır. Ne en batısındaki Kürtlerin çoğunlukta olduğu eyaletin kopmasına göz yumacaktır, ne de Irak’ta kurduğu Şii düzenin bir terör örgütü üzerinden yıkılmasına izin verecektir. Kendine El Kaide’yi düşman seçen ve küresel terörle mücadele ettiğini söyleyerek, Afganistan’dan sonra Irak’ı işgal eden, Orta Asya’dan Afrika’ya El Kaide avına çıkan ABD ise Irak’ta El Kaide ve bağlarını kullanarak terörü destekleyen ABD’nin maskesi düşmektedir. Buraya kadar bir hesabından bahsedemediğimiz tek ülke Türkiye’dir. Aslında Türkiye dememiz de doğru olmaz, bugüne kadar uygulanan Türkiye adına birkaç hayalci ve mezhepçi tarafından yönlendirilen parti politikaları hem ülkemize hem de tüm İslam dünyasına büyük zararlar vermeye devam etmektedir.

Batı basınında IŞİD’in de NATO destekli tampon bölge oluşturarak Suriye, Irak ve İran’a yönelik operasyonlara imkan sağlaması için yıllardır çalışıldığı konuşuluyor. Kesin olan IŞİD’in Batının çıkarlarına çalıştığı ve bunu yaparken de gene Batının kendini gizliyor olmasıdır. Musul’un işgali, Suriye’ye karşı savaşan kuvvetlere güçlendireceği için ABD politikası ile uyumludur.İran, müdahale için en uygun zamanı ve Maliki’den talep beklediğini açıkladı. IŞİD’i Irak, Suriye ve İran desteklemeyeceğine göre arkasındaki güç olarak sadece Sünni Arap ülkeleri ve NATO üyeleri kalıyor. Batı IŞİD ile Irak’ı yeniden işgal ediyor, sadece Irak’ta dengeler değil bölge haritası da değişiyor.Irak topraklarının yarısını bir terör örgütüne kaybederken, Obama herhangi bir askeri müdahaleye karşı olduğunu gösterdi ama savaş gemilerini de Doğu Akdeniz’e göndermeyi ihmal etmedi[10].Emperyalizm gittiği ülkelerde en gerici kesimler ile işbirliği yapar. Bu stratejiyi Hindistan’da keşfeden İngiltere Osmanlıyı böyle bölmüş, Kurtuluş Savaşı’nda İslamcılar ile işbirliği yapmıştı. Bugün de ABD, Afganistan’dan sonra tüm Ortadoğu’da bu stratejiyi uyguluyor. Washington için Maliki'nin ABD'den yardım istemek zorunda kalması önemli bir hedeftir. ABD, böylece "katlandığı" Maliki'yi bir parça hizaya sokabilecektir. Kerkük-Musul petrolleri üzerinden Bağdat’ı sıkıştırma, Tahran-Bağdat-Şam eksenini bölme, Türkiye’yi Suriye’de Rojava’ya(Suriye Kürdistanına) razı etme, Türkiye’yi Ortadoğu’da Fars ve Araplara karşı Kürtlerle zorunlu cephe kurmaya mecbur etme hamlesidir. ABD,IŞİD’i AKP hükümetini Suriye’de PKK-PYD’ye mecbur etmenin bir aracı olarak kullanmaktadır.

Harita 2: IŞİD’in Etki Sahası

Kaynak: Tyler Durden, How the U.S. Arming Both Sides of Iraq, Zero Hedge, (June 12, 2014).

            AKP ne yaptı, ne yapmaya çalışıyor?

Amerikan askerlerinin Irak’ta kullanılması için Türkiye tarafından sağlanacak destek ve işbirliği ile ilgili 1 Mart 2003 tezkeresinin TBMM’de reddedilmesinden sonra Irak’ın kuzeyinde tüm Kürt kartlarını oynamakta serbest hale gelen ABD, Kürdistan projesi için sadece Kürt gruplar ile PKK’yı değil, İran’a karşı da PJAK’ı fütursuzca desteklemeye başlamıştır. 4 Temmuz 2003’de Irak’ın kuzeyinde yaşanan Türk askerlerine yönelik Amerikan saldırısı, PKK için yeni bir dönüm noktası oldu. Bu tarihten sonra ABD güçleri PKK’ya daha hoşgörü ile yakınlaşmaya başlamıştır. 22 Eylül 2003’de Türkiye ile ABD arasında, Irak Operasyonu’nun Türkiye üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmak amacıyla 8.5 milyar dolar kredi ve 1 milyar dolar hibe anlaşması imzalanmıştır. ABD bu anlaşmaya siyasi şart olarak Türkiye’nin Irak’a müdahale etmeme şartını koymuştur[11]. Bu gizli anlaşma PKK’ya, Irak’ın kuzeyinden rahatça saldırı düzenleme imkânı sağlamıştır. Bu dönemde ABD tarafından Irak kuzeyinde PKK’nın Saddam’dan kalan silahları ele geçirerek tekrar canlanmasına göz yumuldu ve 2003 yılında yılda 26 olan olay sayısı her geçen yıl artarak 2007 yılında birkaç bine geldi. Dağlıca ve Aktütün gibi büyük PKK baskınları ile Türkiye’ye gözdağı verildi, Irak’ın kuzeyine yapacağımız operasyonların süreleri ABD’nin özel iznine ve kısa sürelere bağlandı. Türk kamuoyuna, ABD’nin havadan istihbarat desteği vererek, terörle mücadeleye destek olacağı yalanı söylendi. Böylece Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi rahat nefes aldı. Barzani ile AKP iktidarı arasındaki Sünni mezhep yakınlığı yanında Türkiye’deki sermayenin bencil hesapları, Kürt bölgesinin Türkiye’nin eli ile gelişmesinin ve kemikleşmesinin önünü açtı. Kerkük ve Musul’daki kırmızı çizgilerin unutulmasından sonra Türkmenler de Barzani’nin insafına bırakıldı.

            2007 yılına gelirken AKP iktidarı hem içeride hem dışarıda sıkışmıştı. İçeride Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma korkusu yaşarken, iktidarın geleceği ABD tarafından verilecek desteğe ve küresel sermayenin yol haritasına uyumuna bağlı idi. Büyük Ortadoğu Projesi dâhilinde ABD ile yapılan pazarlıkla ile terör örgütü ile müzakere süreci, İran ve Suriye politikalarının değiştirilmesi kabul edildi. Bu pazarlığın diğer ucunda hem AKP iktidarının devamlılığı hem de ABD’nin verdiği yol haritalarının hayata geçmesi için başta askerler olmak üzere Türkiye’nin iç dinamiklerinin susturulması vardı. Böylece askerler çeşitli komplolar ile Silivri’nin yolunu tutarken, Barzani-Öcalan-BDP ile görüşmeler, Oslo Süreci ve KCK yapılanması Türkiye’nin gündemine oturdu. Susturulan ve baskı altına alınan Atatürkçü kesimler yerine medyayı yeni tip İslamcı, 2. Cumhuriyetçi ve Kürtçü gazeteci, siyasetçi tayfası aldı. Ancak, AKP hükümeti kamuoyu baskısı karşısında Türkiye’nin bölünmesi projesinde bir türlü üzerine düşeni yapamadı. Sünni mezhepçi hesaplar peşinde ABD ile sık sık karşı karşıya gelmeye başladı ve Suriye’de tamamen çuvalladı. Bugün Irak’ın kuzeyindeki yuvalanan PKK yuvalarına harekât yapmak bir yana, ülke içinde federasyona hazırlanıyoruz. Barzani, PKK, PYD, ÖSO, El Kaide, HAMAS gibi terör örgütleri ile olan iyi ilişkilerimizle övünür hale geldik. Irak’ta yapılan seçimlerde Sünni Irakiye cephesine oynayan AKP, hep kaybeden tarafta oldu, Maliki ile ters düştü. Kuzeyde Kürt listelerine yöneltilen Türkmen oyları boşa gitti. Mezhepçi yaklaşımlarla Şii çoğunlukta diye Türkmenlerin ana teşkilatı olan Türkmen Cephesi’nin (ITC) içi boşaltıldı, işlevini yitirdi.AKP ile Barzani’nin yakın dostluğunun altında Sünni bağlardan öte Güneydoğu Anadolu’dan daha fazla milletvekili çıkarabilmek için işbirliği, yetmedi bölgenin AKP’ye tamamen dönüşümü için onun desteğini almak vardı. Ancak zamanla, Barzani’nin gücünün Hakkâri’den öteye pek gidemediği anlaşıldı. Irak’ta çok iş yapıldığı yalanı sadece AKP’ye yakın inşaat şirketleri ile sınırlıdır. Çünkü Türkiye’den Irak’a ancak bunlar gidebilir. Bu, Irak pastasında çok küçük bir parçadır ve asıl parsayı petrole el koyan ve teknoloji satan ABD götürmektedir.

            Irak’ın kuzeyindeki Kürt Yönetim Bölgesini tanımaya ve destek olmaya, ülkesi içinde özerk bir Kürt yönetimi kurulmasına razı ve ikna edilen AKP iktidarının gelinen iç ve dış dinamikler karşısında ABD’nin Kürdistan projesine, barış (!) projesi olarak bakması kaçınılmazdır. Bu proje Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Mezopotamya projesi ile uyumludur. Kamuoyuna ise Türkiye’nin bölgesel güç olduğu ve yeni Osmanlıcılık hayali (küçülerek büyüme) söylenmeye devam edilecek, bu devletlerin Türkiye sayesinde yaşayacağı ve ticaretin faydaları anlatılacaktır. Geri planda ise Sünni planlar ve halifelik hayali bulunmaktadır. Ankara’da Başkanlık Sarayı kuran Erdoğan, burada yanına alacağı Başbakanlık ve parti ileri gelenleri ile filli Başkanlık yanında halifelik oyunlarına da girişecektir. Özetle, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki çıkarları; PKK’nın bölgede barınamaması, bir Kürt devleti kurulmaması, Kerkük ve Musul başta olmak üzere Türk kimliğinin korunması, enerji kaynakları ve Türkmenlerin güvenliği idi. Bu çıkarlar mezhepçi AKP ile önce PKK ile mücadele görüntüsü altında ABD’nin vereceği sahte istihbarat indirgendi, şimdi de Musul’da kendi elleri ile teslim ettikleri konsolosluk görevlilerinin kurtarılmasına.Somali ve Suriye’de olduğu gibi terör örgütü ile anlaşıp, bu kişileri dış politikamızın büyük bir zaferi gibi göstermekten başka oynayacakları bir rol kalmamıştır. Konsolosluk görevlilerinin bu kadar dramatize hale getirilmesi de başından beri bir kurgu ve bu amaca matuftur. Bosna’dan Afganistan’a kadar dünyanın pek çok yerinden IŞİD ve benzeri örgütler içerisinde Esad’a karşı savaşmak için gelen teröristler, AKP hükümetinin sağladığı imkânlarla Suriye’ye geçti. CIA’nın Libya’dan Türkiye’ye silah sevk ettiği, MİT’in de bu silahları Türkiye’den Suriye’ye taşıdığı ve birçok İslamcı militanın CIA tarafından Türkiye’deki kamplarda eğitildiği bilinmektedir. IŞİD, Erdoğan hükümetinin Esad’ı devirme hedefinin bir parçası olarak Suriye’ye geçti ve büyüdü[12].

Harita 3: 2006 Yılında Açıklanan Harita IŞİD’in Amacını da Açıklıyor

Sonuç

Büyük resimden bakıldığında ABD’nin Ortadoğu’daki dönüşüm projesi hızla devam etmektedir. Bu projenin altında petrole dayalı küresel sermaye ve ona ev sahipliği yapan ABD’nin çıkarları yattığı için bölgede bize gösterilmeye çalışan her türlü tehdit aslında bu çıkarların önündeki engellerdir. Ortadoğu oyunun nihai hedefi İran’dır ve Kuzey Afrika’dan Mısır ve Suriye’ye yayılan Sünni tetiklemenin altında da Şii zincirinin kırılması yani İran’daki rejimin sona erdirilmesi hedefi yatmaktadır. Bunun için bölge daha da ufalacak, yeni devletler ortaya çıkacak ve terör batağı genişleyecektir. Irak ve Suriye’de statükoyu korumak isteyen ülkelerin devreye girmesi ile ortalık kan gölüne dönebilir yani bölgesel bir savaş riski de bulunmaktadır. ABD çıkarlarını kollayan diğer liderler onun tabağından yalanmaya çalışırken başta Türkmenler olmak üzere milyonlarca insan bu pis oyunların mağduru ve kurbanı olmaktadır. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkelerin bu kaos içinde kendi mezhep hayallerini gerçekleştirme planları hızla bir sona gelmektedir. Bugün Sünni devletin ya da o bölgede oluşacak bataklığın sınırların Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaşması ile bu kuşak Ortadoğu ile bağlarımızı koparacaktır. Ankara hükümetinin, Mısır ve Suriye ile ilgili hezeyanları hem Kürt sorununda köşeye sıkıştıkları için gündemi karartmaya hem de kendi sonlarını geciktirmeye yöneliktir. Biz 1990 yılından beri yerimizde sayarken bir terör örgütü sadece kuzeyin değil tüm Irak’ın tozunu atıyor. Ortadoğu’nun güvenlik santrali ve en güvenilir ülkesi olan Türkiye, istikrarsızlık ve uğursuzluk kaynağı haline geldi. Türkiye, BOP içinde uluslararası bir suç ittifakının üyesi haline getirilmiş ve iktidarda olanlar kendi mezhepçi hayalleri ve siyasi geleceklerini bu ittifak içinde alacakları rollere bağlamışlardır. Bu roller ise Türkiye’nin ülke çıkarları ile taban tabana zıttır.

            Türkiye’nin Irak ve Suriye ile ilgili başından beri izlemesi gereken politika bu ülkelerin güçlü ve merkezi bir ulus-devlet olmasını desteklemek olmalı idi. 2003-2008 yılları arasında Suriye ile olan ilişkilerimiz buna örnektir. Ülkesinin her yerine sahip olan bir ülke yönetimi topraklarına terör örgütü beslemezdi. Irak’ta başından beri merkezi yönetimle işbirliği yapmak yerine önce Kürtleri sonra Sünnileri destekleyerek, ülkenin kuzeyinin kaos içinde olmasını, hem Kürt bölgesinin hem de PKK’nın yaşamasının ve gelişmesinin önünü açtık. Eğer Irak’ın bütünlüğü sağlanamıyorsa, Türkiye o zaman mevcut durumu fırsata çevirmeyi düşünebilir. Özbe öz Türkmen şehri olan Musul ve Kerkük’ü içine alacak şekilde bir Türkmen Yönetim Bölgesi kurulabilir ve Irak’ın kuzeyindeki varlığımız kalıcı hale getirilebilir. Fransızlar üç tane vatandaşını korumak için Kongo’yu işgal etti. Ruslar Kırım’ı işgal ettikten sonra Rus kökenlileri korumak için tüm Doğu Avrupa’ya göz dikti. Herkes kendi devletini kurarken neden bir Türkmen devleti kurulmasın? Bunun için ülke çıkarlarını öncelik edinmiş, ideolojik düşünmeyen bir hükümete, gerçekten “milli” bir istihbarata, cesur ve hazırlıklı komutanlara ihtiyacımız var. Devlet adamlığı; kendini kurtarmak ve başka ülkelerin oyununun aktörü olmak değil, ülkeyi bekleyen tehdit ve fırsatları önceden görmek, zamanı gelince de tereddüt etmeden harekete geçmektir. İktidarı bir kenara koyalım, ne yazık ki Türkiye’de bürokrasi de bitmiş, makam ve mevki sahibi olmak araç değil amaç haline gelmiş. Vizyonsuzluk ve korku her yerimizi sarmış.


[1]Bakınız: Sait Yılmaz: İsrail ve Barzani Ailesi, USAM, (Mart 2012). http://usam.aydin.edu.tr/

[2]Sait Yılmaz: Irak Dosyası, Kumsaati Yayınları, (İstanbul, 2009), 7. Bölüm.

[3]Bu dönemde Amerikalıların Şii lider Ayetullah Ali el Sistani ve Sünni liderler ile yaptığı pazarlıklar için bakınız: George Friedman: Amerika’nın Gizli Savaşı, Çev.: Enver Gürsel, Pegasus Yayınları, (İstanbul, 2014), s.351-353.

[4]Seymour Hersh: Annals of National Security: The Redirection, New Yorker, (March 5, 2007). http://www.newyorker.com/reporting/2007/03/05/070305fa_fact_hersh

[5]Libyan Islamic Fighting Group.

[6]Bill Van Auken: Iraq Crisis Threatens to Ignite Regional War, Global Research, (June 13, 2014).

[7]Michel Chossudovsky: The Engineered Destruction and Political Fragmentation of Iraq. Towards the Creation of a US Sponsored Islamist Caliphate, Global Research, (June 14, 2014).

[8]London’s Daily Express ve Daily Telegraph, (June 12, 2014).

[9]Guardian, (June 12, 2014).

[10]James North: New York Times “Experts” on Iraq: Forgetting their Role in Today’s Mess,Global Research, (June 13, 2014).

[11]Cumhuriyet: Dışişlerinden İtiraf,  (5 Temmuz 2007).

[12]Mehmet Ali Güller: Hikmetar’dan IŞİD’e, Aydınlık, (13 Haziran 2014).

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı