IRAK ve SURİYE’DE NE KAZANDIK, ADALAR DENİZİ’NDE NE KAYBETTİK, DOĞU AKDENİZ’DE ve LİBYA’DA NE ALACAĞIZ?

Yazan  03 Şubat 2020

Türkiye’nin kördüğüm olmuş meselelerini gergin, sıkıntılı, mutsuz ve hamlelerini doğru yapabilme konusundaki tecrübesizliğini ve giderek artan yalnızlığını açıklayabilmek için içinde bulunduğu şu iki hususu dikkate almak gerekmektedir.

1. Bulunduğu coğrafyadaki enerji kaynaklarının durumu,

2. Dini dayatmacılık ve yayılmacılık ve Büyük İsrail.

1. ENERJİ KAYNAKLARI

Kalkınmanın, teknolojide önde gitmenin ve bilimsel çalışmaların öne çıktığı ülkelerde enerji kaynaklarının hem çok fazla hem de verimli kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Bu kaynakların dünyada ki varlıklarına kısaca değinelim: Dünya petrol rezervi 244.1 milyar ton olup bu rezervin %48.3’ü olan 113.2 milyar tonu Ortadoğu ülkelerindedir. Doğalgaz rezrevi ise 196.9 trilyon m3 olup bunun %38.4’ü olan 75.5 trilyon m3’ü Ortadoğu’da bulunmaktadır. Dünya sadece bu rezervleri kullansa bu coğrafya 25-30 yıl yetecek bir potansiyele sahiptir. Diğer taraftan Afrika ülkelerindeki petrol rezrevi 14.0 milyar ton (%6.2), doğalgaz rezrevi de 14.4 trilyon m3’ tür (%7.3). Tüm dünyada petrolün %19,7’sini ABD, %15,9’unu Avrupa, %13,8’ini Çin, %5,1’ini Hindistan, %3,9’unu Japonya, %3,3’ünü Rusya tüketmektedir. Dünya petrol üretiminin %33,5’ini yapan Ortadoğu ülkelerinin tüketimdeki payı %8,8’dir. Doğalgazın tüketiminde ABD’nin payı %21,2, Ortadoğu ülkelerinin %17,8, Avrupa’nın %14,3, Rusya’nın 11,8, Çin %7,4’dür. 2018 yılında dünya elektrik üretimi 26.614,8 TWh’tır. Bunun %26,7’sini Çin, %16,8’ini ABD, %15,3’ünü Avrupa, %5,9’unu Hindistan, %4,7’sini Ortadoğu ülkeleri ve %4,2’sini Rusya üretmektedir (Petrol ve doğalgaz rezrevleri içinde dünyada mevcut 55 milyar ton olan tight oil ve 212 trilyon m3 olan şeylgaz rezrevleri dahil edilmemiştir). Bütün bu rakamlar gösteriyor ki, Batı Doğu’nun tüm enerji kaynaklarına adeta mahkumdur. Kendi kaynaklarını mümkün olduğunca az kullanarak gelecek nesillerine bırakmak ve bu Mülüman toprakları açlığa, yoksulluğa terk ederek hayallerinin gerçekleşmesi önünündeki engelleri kaldırmaktır. Zengin enerji kaynaklarının sahibi olan Ortadoğu ülkelerinin bu fakirliğinin en önemli sebebi halkın hemen her olaydan bi-haber olmasıdır. Fetvalarla idare edilen, kralın ya da otoriter liderlerin yanındaki bir avuç azınlığın ülkelerini dış güçlerin kontrolünde idare etmeleri bu ülkeleri fakirliğin pençesinde adeta kıvrandırmaktadır. Peki, dostane ilişkiler içinde olduğumuzu sandığımız bu enerji kaynağı Müslüman ülkelerinin kıyısında bulunan Türkiye’nin enerji görünümü nedir? Topraklarından 8300 km uzunluğunda uluslar arası boru hattı geçen ve boru hatları ile doğalgazda yaklaşık 108 milyar m3, petrolde 120 milyon ton kapasiteye sahip bir potansiyeli nakleden Türkiye, enerji kaynakları için yılda ortalama 45-50 milyar dolar enerji faturası ödemektedir. Ümmet diye sarıldığımız halklarını Müslümanlığı kullanarak fakirliğe mahkum etmiş bu enerji kaynağı sevimsiz ülkeler, Türkiye enerji kaynaklarını ucuza mı satmaktadırlar? Türkiye ile daha çok mu ticaret yapmaktadırlar? Türkiye’nin haklarına sahip mi çıkmaktadırlar? Emperyalizm bu Müslüman ülkeler için bir mana ifade etmekte midir?

Ortadoğu’daki tarihi olayları, gelişmeleri tarihçilerin çalışmalarına, araştırmalarına ve uluslar arası seviyedeki yorumlara bırakarak bu kadim topraklardan çekilmek zorunda bırakılan Türkiye’nin son yıllardaki Ortadoğu, Arap, Adalar Denizi, Doğu Akdeniz politkalarının sonuçlarına bakalım. Barış ilkesi niçin terkedildi? Türkiye bir şeyler kazandı mı? Bilindiği gibi TC Devleti’nin, 20 Nisan 1931’den bu yana izlediği genel siyaset ve hukuk anlayışı ’’Yurtta Barış Dünyada Barış’’ ifadesiyle resmiyet kazanmış ve de vazgeçilmez bir ilke olarak Cumhuriyet Hükümetleri tarafından sürdürülmüştür. Gerçek odur ki, Türkiye uzun yıllar komşu olsun olmasın tüm ülkelerle hiçbir zaman savaş ve sonucunda toprak ilhakı üzerine bir politika takip etmemiştir. Bütün meselelerini diplomasiyle ve barışçı bir şekilde çözülmesi konusunda dost düşman tüm ülkelere tavsiyelerde bulunmuştur. Ne var ki, 1936 yılında Churchill’in şu sözü dünya barışına indirilmiş bir darbe olarak hafızalara kazınmıştır. ’’Bir damla petrol bir damla kandan daha değerlidir’’ (şimdilerde bu kan bir milyon damlaya yükselmiştir). İşte bu anlayış giderek emperyal ülkeler ve onların ÇUŞ’ları için bir ilke olarak kabul edildiği içindir ki, dünya barışı terk etmiş ve enerji kaynakları bakımından zengin ülkelerdeki katliamlar, hükümet darbeleri süre gelmiş ve de yabancı istihbarat güçlerinin ve Hıristiyan misyonerlerin, tarikatların kötülük adına cirit attığı bri dünya meydana gelmiştir. Yeşil Kuşak Projesi, BOP, İslami Sosyalizm, Arap Baharı, Adalar Denizi’ndeki işgaller, Doğu Akdeniz çıkmazı, Kuzey Afrika ülkelerinin istikrarsızlığı, Ortadoğu’nun içine bomba gibi yerleştirilen terör örgütleri, Türkiye’den toprak alarak bir Kürt devleti kurma isteğiyle yanıp tutuşan ABD. Bu ortamda ülkelerin parçalanma planları içinde Türkiye ne yapmak istemektedir? Bugüne dek yaptıklarında kendi payına düşen nedir? Takip edilen dış politika sonuçları milli bütünlüğümüz açısından doğru mudur? Bu ve benzeri soruların cevaplarını da siyaset bilimcilere ve tarihçilere bırakarak bugüne kadar TC. Devleti’nin attığı adımların sonuçlarına kısaca göz atalım.

2003 yılında Irak’ın işgal harekâtına karşı çıkarak toprak bütünlüğünü savunarak tarihi bir görev üstlenen Türkiye geçen zaman içinde ne Irak petrolünden bir pay alabildi (Irak’ta bulunan 20 milyar ton petrolün %10’u Kerkük bölgesindendir) ne Telafar, Musul, Erbil, Kerkük, Dakuk, Tuzhurmatu şehirlerinin bulunduğu Türk Bölgesi’nde söz sahibi olup Türkmen’lerin sesi olabildi, ne de Irak’taki kargaşayı dolayısıyla terör örgütlerinin Türkiye içine sızmasını önleyebilecek tedbirler alabildi? Terör devam ediyor…

Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla ışid, pkk, pyd, ypg terör örgütlerini yok etmeyi hedefine koymuş olan Türkiye Müslüman ülkelerin yeterli desteği olmadığı için ve de ABD’nin bu toprakları terk etmemesi kararlılğından, Rusya’nın da Ortadoğu’ya daha çok hakim olma istağinden dolayı istediğini elde ettiği söylenebilir mi? Işid dağıtılmışken, terör örgütleri yalnız bırakılmak istenirken Türkiye hep yalnız bırakılmıştır. Öyle ki, Barış Harekâtı Arap Birliği (Mısır, S.Arabistan, BAE, Suriye, Irak, Lübnan, Kuveyt, Bahreyn, Katar) ve İran tarafından kınanmış Türkiye adeta işgalci olarak görülmüştür. ÜMMET tarihin hangi döneminde TÜRK’ten yana olmuştur ki şimdilerde olsun… Stratejik bir yer olan İdlib’in hali ortada. Türk askerinin 12 noktadaki durumu n’olacaktır? ABD ile arası gergin olan Türkiye İdlib’de Rusya ile savaşacak mıdır? Türkiye’ye Suriye topraklarından çekilin ultimatonu gelirse ne yapılacaktır? Halep Lazkiye karayolunu kontrol altına alacak olan Rusya’ya ne cevap verilecektir? Netice: 5 milyon sığınmacının yanına 2 milyon sığınmacı kaçak daha gelebilir mi? Yeter artık… Bu kadar kaçak vatanları için savaşmak varken onlar ülkelerini terk ediyorlar. Sonra ülke insanı sıkıntıya düşüyor, huzur içinde yaşayamıyor. Bu nasıl bir tercihtir?

Kasım 2019’da Palermo’da yapılan Libya’nın yeniden düzenlenmesi toplantısında Türkiye’nin karar alma konusunda devre dışı bırakılması sonrası toplatıdan çekilmesi Türkiye’ye sizin ne işiniz var Libya’da mesajının diplomatik ifadesidir sanırım. Türkiye’nin 6.3 milyar ton petrolü ve 1.4 trilyon m3 doğalgazı rezervi olan Libya’da bir askeri üssü olmasını kim istemez ki? Türkiye Akdeniz’de kıyısı olan bütün ülklerle özelikle de Müslüman ülkelerle MEB imzalayarak Akdeniz’de bir güç haline gelebilir. Acaba fırsat kaçtı mı? Bilindiği üzere Trablus Hükümeti BM, AB, Türkiye, İtalya tarfaından desteklenmektedir. Ancak geçmişi oldukça karanlık olan Hafter’i Mısır, S.Arabistan, BAE, Kuveyt,, Fransa ve Rusya desteklemektedir. Hafter ülkedeki petrol üretiminin büyük bir kısımını kontrolünde bulundurduğu için emperyal ülkeler tarafından ciddi destek görmektedir.  Hafter’in Moskova’daki ateşkes anlaşmasını imzalamasının tek sorumlusu Putin değil midir? Zira Putin yakın bir zamanda Hafter’in Libya’ya hakim olacağını çok iyi bilmektedir.

Keçilerin otladığı adalar için savaş mı çıkaralım? Bu düşüncedeki kişilere soruyorum keçiler orada otluyorsa niçin Yunan’lılar işgal ediyor?  Vakit geçirmeden işgal edilen 18 ada ve 1 kayalığın tekrar alınması şerefimizi korumak açısından önemlidir. Konu giderek çetrefilli bir duruma dönüştüğünde Yunanlılar siz kıta sahanlığını da bize terk ettiniz derlerse o takdirde ne yapılacaktır? Adalarla oynamanın ateşle oynamaktan daha beter olduğu unutulmamalıdır. Bilimsel olarak ispat edilmiştir ki, 1.Adalar Denizi’ndeki adalar, adacıklar ve kayalıkların kendilerine ait asla ve asla birer kıta sahanlıkları olamaz, 2. Kıta sahanlığındaki Münhasır Ekonomik Bölgedeki kaynaklar sahildar ülkenin kaynaklarıdır, 3. Kara suları sınırları ülkeler arasında kara parçası sınırı olarak kabul edilemez. Yunanistan’ın kara sularını 12 mile çıkarma ve buna bağlı olarak da Uçuş Haberleşme Bölgesi’ni (FIR) daraltma çabaları uluslararası kaidelere aykırı bir davranıştır. Türkiye’nin askeri tatbikatlarını, deniz ticaretini, balıkçılık faaliyetlerini, petrol ve doğalgaz aramalarını, bilimsel ve teknik çalışmalarını engelleyecek bir karar kabul edilemez. Yunanistan’ın böylesine saldırgan bir tutum takınması ve AB’nin meseleyi bir oldubittiye getirmesinin altındaki tek sebep, Adalar Denizi üzerindeki adalar, adacıklar ve kayalıkların %90’nın Türkiye Anakarası’na ait olduğunun bilinmesidir. Kısacası Adalar Denizi’ndeki adalar Anadolu’nun devamıdır. 23 adadan 16’sının silahlandığının acaba yeni mi farkına varıldı? Ya işgal edilen adalar? Unutuldu mu? Terk mi edildi?

Mavi Vatanımızın Doğu Akdeniz Bölgesinde 7 düvelin cirit atmasının pek hayra alamet olmadığı açıkça görülmektedir.  Yıl 1979 Kıbrıs, Rum Yönetimi lideri Kiprianu Mısır’la birlikte Doğu Akdeniz’de petrol aramak için işbirliği yapılacağını duyurduktan hemen sonra RAUF DENKTAŞ karşı bir hamle ile bu hareketin bir savaş sebebi olacağını tüm dünyaya bildirmiştir. Türkiye’nin bu noktada BM nezdinde devreye girmesiyle Rum kesimi geri adım atarak gerilimi başlamadan sonlandırmıştır. Şimdi burada küçük bir soru: Eski Türkiye’deki siyasetçiler bu ÜMMET denen güruhun ne olduğunu bilmiyorlar mıydı ki, ilişkiler hep al gülüm ver şeklinde devam etti. Düşününüz... 2003 yılına gelindiğinde GKRY Mısır’la 2007’de de Lübnan, Suriye ve İsrail ile Doğu Akdeniz’de enerji kaynaklarını arama anlaşmaları yapmışlardır. 2019 Ocak ayında GKRY, Yunanistan, Mısır, Ürdün, İsrail, İtalya Kahire’de Türkiye ve KKTC’ni dışlayan Doğu Akdeniz Formunu kurdular. Ama unuttukları önemli bir husus var. BMDHS gereğince bu bölgede çıkarılacak tüm kaynaklarda Türkiye, KKTC ve Filistin’in de hakları bulunmaktadır. Yeter ki biz enerji kaynaklarına ulaşalım… Peki, bu kadar fırtına koparılan bu havzadaki enerji kaynaklarının rezervleri nedir? USGS’in 2010 yılındaki raporuna göre Leviathan havzasında teknik olarak çıkarılması mümkün henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon m3doğalgaz, Nil Deltası’nda da teknik olarak mümkün ama henüz keşfedilmemiş 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 trilyon m3 doğalgaz bulunmaktadır (toplamda 3,5 milyar varil-500 milyon ton- petrol, 9,8 trilyon m3 doğalgaz). Diğer taraftan Doğu Akdeniz’deki jeolojik yapının böylesine yüksek miktarda rezervlere müsait olmadığını bazı bilim adamları dile getirmektedirler. Katar petrollerinin GKRY ile anlaşarak karşımıza dikilmeleri Türkiye’nin var gücü ile bölgede faaliyetlerine devam etmesi sonucunu doğurmuştur. Ülkeyi yönetenlerin unutmaması gereken bir görüş, Türk’ün Türk’ten başka dostu var mıdır? Size soruyorum… Doğu Akdeniz’de çıkarılacak her damla petrolde, her metre küp doğalgazda Türkiye’nin hakkı vardır.

Velhasıl, Irak’ta gücümüzü tam anlamıyla gösteremedik. Ne petrolden pay alabildik, ne Türkmen’leri koruyabildik, ne de terörü yerle bir edebildik. Suriye’de 480 km. uzunluğunda ve 30 km. derinliğindeki güvenli bölge n’oldu? Libya’da ya olmalıyız, ya da hiç gitmemeliyiz. Adalar Denizi’ndeki silahlandırılmış ve işgal edilmiş adalara derhal müdahale edilmelidir. Nesillerinizin ileride utanmaması adına bunu yapınız. Doğu Akdeniz’deki kaynaklarda bizim de hakkımızın olduğunu ileride sorun çıkarılmamsı bakımından tüm dünya bildirilmelidir. Sade bir vatandaş olarak bunları istemek sanırım hakkımdır diye düşünüyorum.

2. DİNİ DAYATMACILIK, YAYILMACILIK VE BÜYÜK İSRAİL

Eski Türkiye mütedeyyin insanların yaşadığı Tanrı ile arasına gereksiz insan, cemaat ve dinci grupların girmediği inancını asaleti ile yaşayan insanların bulunduğu bir Türkiye idi. İslam’ı gerçek mecrasından çıkaran Emevi anlayışı ile güçlü bir şekilde mücadele edilirken ülke şimdilerde mezheplerin, tarikatların, cemaatlerin, dinci grupların devleti ele geçirmek için kıyasıya mücadele ettiği bir noktaya gelmiştir. Gözleri örtülü gruplar bu arada Hıristiyanlığın yükselişini görememişlerdir. Fıkhi ve İtikadi mezhepler ve bunların kolları arasındaki tartışmalar, tarikatlar ve onların bölümleri içindeki anlamsız siyasallaşma ve şirketleşme hareketleri Müslüman Kardeşler ideolojisi, daha da ilerisi bir Müslüman ülkenin mezhep olduğu tam olarak ifade edilemeyen Vahhabiliği ülkenin dini olarak kabul edip Müslümanlar arasında yayma isteği ve diğer bazı meseleler, İslam’ı bir mezhebe göre Cennet gidebilirsin, diğer bir mezhebe göre de Cehenneme gideceksin noktasına getirmiştir.  Sözde TANRI’nın varlığına inananların İslam’ı böylesine çığırından çıkarmaları İslam adına utanç vericidir.  İslam’ın mukaddes saydığı değerleri hiçe saymak, terör orduları kurmak, insanlığa karşı suç işlemek, adam öldürmek, şehirleri yakıp yıkmak ve de Hıristiyan dünyasından savaş makineleri almak İslam bu mudur?

Hıristiyan dünyasında neler oluyor? Aslında Ortadoğu konusunda yazılanlar, çizilenler, konferanslar, siyasi söylemlerin Hıritiyan’ların dünyaya bakış açılarından değerlendirilmesi doğru olur kanaatindeyim… Bu Hıristiyan ve Yahudi alem ne yapmak istiyor? Nereye nasıl gitmek istiyorlar? Müslümanları içinden çıkılamaz bir hale getirdikten sonra amaçlarını gerçekleştrmek için önlerinde kalan engel nedir? Neye inananarak dünyayı değiştirmek istiyorlar? Eski Ahit, Yeni Ahit, Kitab-ı Mukaddes, Vadedilmiş Topraklar, Ahit Sandığı, Kutsal Kâse, Armageddon, Metodistler, Neoconlar, Evanjelistler ve Mesih…

‘’Rab’bin Yeşu’ya buyruğudur:1.RAB, kulu Musa'nın ölümünden sonra onun yardımcısı Nun oğlu Yeşu'ya şöyle seslendi:2. "Kulum Musa öldü. Şimdi kalk, bütün bu halkla birlikte Şeria Irmağı'nı geç. Size, İsrail halkına vereceğim ülkeye girin.3. Musa'ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum.4. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, büyük Fırat Irmağı'ndan - bütün Hitit ülkesi de içinde olmak üzere - batıdaki Akdeniz'e kadar uzanacak’’.

ABD ve Batılı müteffiklerinin tek gayesi kendilerine yol gösterdikleri sandıkları Tevrat ve İncil’den esinlenerek Ortadoğu’da bulunan ülkeleri ve Türkiye’yi parçalamak, bölmek, yok etmek ve de Türk’leri geldikleri yere Orta Asya’ya göndermek için ayak oyunları dâhil her türlü desiseyi politika sahnesine sürmüşlerdir. ABD ve geleneklerine sadakatla bağlı olan batılı devletlerin dini konularda ciddi yaklaşımları olduğu bilinen bir gerçektir. Katolikler, Ortodokslar, Protestanlar, Püritenler, Metodistler, Mormonlar, Neoconlar, Evanjelistler ABD’de ve de Hıristiyan dünyasında siyasetin şekillenmesinde ve yönetimde papazlarla başlayan halkı bıktıran yönetim biçimlerinden günümüze dek güçlerini kullanarak gelmişlerdir. A. de Tocqueville 1850’li yıllarda ABD demokrasisinin şekillenmesi ve demokratik rejimin gelişiminde dinin ve dini grupların önemine dile getirmiştir. Püritenler ve onların devamı olan Evanjelistler Tanrı ile Hz. İbrahim (MÖ.2000?-MÖ.3000?) arasında yapılan sözleşmenin önemini dikkate alarak din anlayışlarına katı bir çerçeve çizmişlerdir. Peki, ABD Başkanlarından Carter, Nixon, baba-oğul Bush’lar ve Trump’ı destekleyen evanjelizm nedir? Evanjelizm, kesin bir ifadeyle dünyayı Hıristiyanlaştırma hareketi olarak tanımlanmaktadır. Evanjelizm’de İsa Mesih önemli bir figür olup, Yeni Ahit’te var olduğuna inanılan İsa Mesih’in söylediği ’’ Yeryüzünde ve gökte bütün yetkiler bana verildi. Gidiniz tüm dünyada İncil’i, Hıristiyanlığı yayınız.’’ ifadesiyle ve de benzeri söylemlere dayanarak uzun süredir ABD’deki güçlerin fikir birliği, bütünlüğü içinde dünyayı yeniden kurma yolundaki bir kalkışmadır. Siyonist Hıristiyan hareketi olarak kabul edilen Evanjelizm’e göre İsa Mesih dünyaya ikinci kez geldiğinde Yahudiler ve Evanjelistler kendilerine karşı olanlarla yani Yecüc ve Mecüc ordusuyla savaşacaklar -Armageddon Savaşı, Kudüs’ün 55 Km. kuzeyinde Megiddo Ovası-ve zafer onların olacak ve neticede Büyük İsrail kurulacak devamında da Irak, Suriye başta olmak üzere tüm Arap ülkeleri Büyük İsrail’in hâkimiyetine girecektir. ABD’deki bu yapılar dikkatle izlendiğinde BOP’un, Arap Baharı’nın, K.Afrika’daki isyanların, Ortadoğu’ya terör örgütlerinin yerleştirilmesinin sebebi kolayca anlaşılmaktadır. 27 Kasım 1947’de Kudüs’ün milletlerarası statüde bir şehir olarak kabul edilmesine rağmen, 1187’de S.Eyyubi tarafından Haçlılardan alınan bu kutsal ve kadim şehir İsrail’e adeta hediye edilmek istenmektedir. Niçin?

Ne kadar doğrudur bilemem ama New York’taki Özgürlük Anıtı’nın ABD için kutsal görsellerle dolu bir anıt olduğunu biliyor muydunuz? Bu heykelin başında bulunan yedi tacın yedi kıtayı, sağ elindeki meşalenin barış ve huzuru, sol elinde kitap ki, üzerinde 4 Temmuz 1776 ABD bağımsızlık bildirgesinin tarihi yazılıdır ama aslında Kitab-ı Mukaddes’i temsil ettiği ileri sürülmektedir. Sayın A.R.Bayzan’ın Türkiye’de Amerikan Misyonerleri adlı çalışmasının başlangıç bölümünü tüm okurların dikkatine sunuyorum: "ABCFM'ye (The American Board of Commissioners for Foreign Missions-Amerikan Protestan Misyoner Kuruluşu)  göre Türkiye Türklerin değildir. Bir misyonerin ifadesiyle; 'Biz Türkiye'de Hıristiyanlar ve Hıristiyanlık için okul, hastane açıyoruz, ilaç götürüyoruz, modern tıbbı ve eğitimi kuruyoruz. Türkler bizi istemeyebilir; ama oranın sahibi Türkler değil ki...' Bu güç oyuncularının hiç de acelelerinin olmadığını ve ölümü bile göze aldıklarını belirtmek gerek. Protestan bir misyoner şöyle yazıyor: Hıristiyanlığın en büyük ve en muntazam rakibi İslamiyet'tir. Türkiye en güçlü Müslüman ülkedir. Gerekirse bu amaca ulaşmak için beş yüz sene bekleyeceğiz, nihayet buna muvaffak olacağız. Ve unutmayalım ki, mukaddes hizmetimiz sona erinceye kadar pek çok şehit kanı akıtacağız’’

Bir yanda İslam’ın yüceliğini bir tarafa bırakıp teröristleşen Müslümanlar, bir tarafta krallıklarında aç yatan halkına rağmen sefa içinde yaşayan Müslüman krallar, başkanlar, yöneticiler, diğer taraftan İslam’ı yok etmek için emperyalist ülkelerle işbirliği içinde olan hükümetler. Ne oluyoruz? Dünya zevkleri ve nimetleri sanırım ahirettekilerden daha hoş geliyor? Başka bir cevabı var mıdır? Diğer yandan Tanrı’nın Hz. İbrahim ile yaptığı anlaşma sonucu Arz-ı Mev’ud-Eretz İsrail- için dünyayı yok etme pahasına savaşmak… Şayet dünyayı yönetenler akıl, bilim ve tarihi geçeklerden uzaklaşarak efsanelerle ülkelerini ve dünyayı yöneteceklerse vay halimize… Türkiye’de yönetimde söz sahibi olsun olmasın tüm siyasilerin, yöneticilerin, yazarçizerlerin, din adamlarının, komutanların ve aydınların bu meseleleri iyi öğrenmeleri geleceğimiz açısından önemlidir. Hele benim dinim kutsaldır diyenler, milliyetçilik konusunda beka ile yatıp beka ile kalkanlar ve halkçılık adına sokaklara dökülenler sizler okuyunuz, okutunuz ki gerçekleri görebilesiniz. Güçlü olamazsanız gelecek kuşakları bir kara deliğin içine atmış olursunuz…

Petrol, doğalgaz yok, Türkiye’ye uluslararası arenada destek yok, Doğu Akdeniz’de birlikte çalışma isteği yok, Adalar Denizi’nde Yunan’a ses çıkarma yok, Türkiye’nin güney sınırlarındaki teröre şiddetle karşı çıkma aklılarına bile gelmiyor. Ama ülkeye sığınmacı ithalatına destek var. Kimdir Türkiye’nin yanında yer almayan bu ülkeler? Müslüman kardeşlerimiz! Yani ÜMMET!.

Artık bu ümmet sevdasını bir yana bırakarak, bilim adamlarının, vatanseverlerin, monşerlerin, inananların, tarihi gerçekleriyle anlatanların, Türkiye’nin geleceğini doğru tanımlayan insanların sözlerine kulak veriniz. Halk aç, bitap, güvenliğinden ve geleceğinden emin olmadan ne kadar dayanabilir?

                                                                                                

                                                                                                 

 

 

 

 

  

 

Muhittin Ziya Gözler

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enerji ve Enerji Güvenliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

 

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...