ÖZBEKİSTAN’IN TÜRK DÜNYASINDAKİ YERİ
 Bu sayfayı yazdır

ÖZBEKİSTAN’IN TÜRK DÜNYASINDAKİ YERİ

Yazan  18 Kasım 2022

Giriş: Türk Dünyasında Birlik Arayışları ve Özbekistan

Türk Devletleri Teşkilatı’nın dokuzuncu devlet başkanları zirvesinin Özbekistan’da, özellikle Semerkant’ta yapılmış olması tarihi önemdedir. Bu durum, Özbekistan’ın Türk dünyası, Türk tarih kültür ve jeopolitiği için taşıdığı önemden kaynaklanmaktadır.

Çeşitli dönemlerde Türk birliğinin sağlanmış olmasına rağmen, Türk dünyasında siyasi birlik arayışının yüzlerce yıllık Türk tarihinde nispeten yeni bir süreç olduğunu söylemek mümkündür. Çarlık Rusyası’nın baskıcı politikaları milli ticaret burjuvazisinin nispeten güçlü olduğu Kırım, Kazan ve Azerbaycan’da Türklük bilincinde uyanışa yol açmıştır. İsmail Gaspıralı’nın ‘Dilde, fikirde, işte birlik’ şiarıyla tüm Türk dünyasında açmaya başladığı, modern eğitim veren usul-i cedid okulları yeni bir aydınlar kuşağının yetişmesini sağlamış, aynı dönemlerde İstanbul’a gelen Akçuraoğlu Yusuf Bey, Ali Bey Hüseyinzade, Ağaoğlu Ahmet Bey gibi Türkçü aydınlar Osmanlı Devleti’nde Türkçülüğün ve Türk dünyasına duyulan ilginin büyümesini sağlamışlardır.

1912’de I.Balkan Savaşı’nda alınan yenilgi ile Rumeli topraklarının kaybı ve Osmanlı’nın Hıristiyan tebaasının düşman Balkan devletleri lehine tutum alması, 1916’da başlayan ve Arap vilayetlerinin yitirilmesiyle sonuçlanan Arap İsyanı, ‘Osmanlıcılık’ ve ‘İslamcılık’ siyasetlerinin çökmesine sebep olmuş, 1917’de gerçekleşen Rus Devrimi ile Çarlık Rusyası’nın yıkılması, Kırım’da, Kafkasya’da, İdil-Ural’da Türk cumhuriyetlerinin ve hükümetlerinin kurulması ile I.Dünya Savaşı’nın sonunda Türk Birliği umutları canlanmıştır. Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu’nun Enver Paşa’nın emriyle, müttefik Almanya ile çatışmak pahasına Bakü’yü kurtarması bu dönemin en önemli olaylarından sayılabilir.

Ancak Mondros Ateşkes Antlaşması sonrasında İtilaf Kuvvetleri’nin Türkiye’yi işgale başlaması, Atatürk liderliğindeki Milli Mücadele boyunca Bolşeviklerle iyi ilişkiler kurmaya yöneltmiştir. Bu sırada İç Savaş’ı başarıyla sonlandıran Bolşevikler de eski Çarlık topraklarını yeniden ele geçirmeye başlamışlardır. Sovyetler Birliği dönemi boyunca Türkiye’de Türk dünyasıyla ilgili çalışmalar yapılmış olsa da, İdil-Ural, Kafkasya ve Türkistan Türklüğü aynı imkandan yoksun kalmış, özellikle 1930’lu yıllarda büyük bir aydın katliamı yaşanmış, yerel kimlikler güçlendirilerek ‘Türklük’ ortak kimliği unutturulmaya çalışılmıştır. Sovyetler Birliği’nde kapalı bir rejimin sürdüğü on yıllar boyunca Türkiye ve Türk dünyası arasındaki iletişim, XX. yüzyıl başına kıyasla çok azalmıştır.

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte Türkiye, yeniden Türk dünyasına yönelme fırsatını yakalamış ve devlet imkanlarıyla Türk dünyasında bütünleşme çabalarına girişmiştir. İlişkiler öncelikle ‘Zirveler Diplomasisi’ şeklinde ilerlemiştir. Türk cumhuriyetlerinin devlet başkanları, 30-32 Ekim 1992’de Ankara, 18-19 Ekim 1994’te İstanbul, 27-29 Ağustos 1995 Bişkek, 21 Ekim 1996 Taşkent, 9 Haziran 1998 Astana, 8 Nisan 2000 Bakü, 26-27 Nisan 2001 İstanbul, 17 Kasım 2006 Antalya, 2-3 Ekim 2009 Nahçıvan zirvelerinde bir araya gelmişler, 3 Ekim 2009’da imzalanan Nahçıvan Antlaşması ile zirve diplomasisi kurumsal kimliğe dönüşmüş ve ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’ kurulmuştur. ‘Türk Konseyi’ ve ‘Türk Keneşi’ adlarıyla tanınan örgütün kurulmasıyla Türk dünyası ilk kez devletler üstü bir çatı örgüte, dahası ortak bir bayrağa, ortak Türklük sembolüne sahip olmuştur.

Şekil 1: Türk Keneşi’nin bayrağına bakıldığında Kazakistan bayrağındaki gök mavisi rengin, Kırgızistan bayrağındaki kırk ışıklı güneşin, Azerbaycan bayrağındaki yıldızın ve Türkiye Türk bayrağındaki hilalin birleştirildiğini görülür. Nahçıvan Antlaşması’nın imzalandığı sırada Özbekistan’ın katılımcı olarak bulunmadığı için sembolde Özbekistan bayrağına gönderme olmadığı düşünülebilir. Halbuki Hive, Buhara, Hokand hanlıklarının eski bayraklarına ve ‘Korbaşı’ adı verilen Türkistan İstiklal Hareketi’nin sembollerine bakılacak olursa Türkiye ve Azerbaycan bayraklarındaki gibi birer hilal ve yıldızın kullanıldığı görülür. Dolayısıyla Nahçıvan Zirvesi’nde Özbekistan’ın yokluğuna rağmen tüm Türkler gibi Özbek Türklerinin de tarihine hitap eden bir ortak sembol kabul edilmiştir. Kaynak: https://www.turkkon.org/tr/logo-ve-bayrak

Özbekistan Türk Keneşi’ne Şevket Mirziyoyev’in cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında ve Nahçıvan Antlaşması’nın 10. yıldönümünde, 15 Ekim 2019’da Bakü’de düzenlenen yedinci zirvede katılmıştır. Bu tarihten sonra Türk Keneşi’nin jeopolitik önemini arttırdığına ve Türk dünyasında entegrasyonun hızlandığına dikkat çekmek gerekir. Nitekim 12 Kasım 2021’de İstanbul’da yapılan sekizinci zirvede ‘Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’ isminin yerini ‘Türk Devletleri Teşkilatı’ almış, böylece katılımcı ülkelerin ‘Türk dilli’ değil, doğrudan doğruya ‘Türk’ oldukları vurgulanmıştır. Türk Devletleri Teşkilatı’nın dokuzuncu liderler zirvesi, 11 Kasım 2022’de Şevket Mirziyoyev’in evsahipliğinde, ‘Türk Medeniyeti İçin Yeni Dönem’ temasıyla Semerkant’ta yapılmış, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gözlemci üye olarak kabul edilmiş, teşkilat üyeleri dışında yaşamakta olan Türk topluluklarının haklarına sahip çıkılmıştır.

Kanaatimizce Türk dünyasında entegrasyonun hızlanmasında önemli bir etken, Karabağ Zaferi’nin sağladığı olumlu hava ise, bir diğer etken de Özbekistan gibi Türk dünyasının önde gelen merkezlerinden birinin teşkilata üye olması ve entegrasyon için aktif mücadele verir konuma gelmesidir.

Özbekistan’ın Fiziki ve Beşeri Coğrafyası

Orta Asya coğrafyasının tam ortasında yer alan Özbekistan, 447.400 km2’lik topraklarıyla yüzölçümü açısından Türk dünyasının dördüncü büyük ülkesidir. Orta Asya’da, bölgenin diğer tüm ülkeleriyle sınırdaş olan tek ülkedir (Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan ve Tacikistan) ve Afganistan’la da 144 km’lik bir sınırı vardır.

Özbekistan, yüzölçümüne kıyasla yaklaşık Kazakistan’dan yaklaşık altı kat küçük topraklarda, Kazakistan nüfusunun 1,7 katı kadar bir nüfusu barındırır. Benzer biçimde, arazisi Türkmenistan’dan küçük olmasına rağmen Özbekistan’ın 34 milyonluk nüfusu Türkmenistan nüfusunun 5,6 katıdır. Bu demografik yoğunlaşmanın sebebi, Özbekistan topraklarının ‘İç Asya’nın Mezopotamya’sı’ sayılabilecek olan, Seyhun (Siri Derya) ve Ceyhun (Amu Derya) ırmaklarının arasında, Ortaçağ tarihi boyunca ‘Maveraünnehir’ adı verilen bereketli alan üzerine yayılmasıdır.

Batı-doğu doğrultusunda 1425 km uzanan ülke topraklarının doğu ve güney bölgelerinin daha bereketli olduğu söylenebilir. Ülke en batıda, önemli bir bölümü SSCB’nin sulama politikaları nedeniyle kurumuş bulunan Aral Gölü’nün batısındaki Üst Yurt Platosu’nu Kazakistan ve Türkmenistan’la birlikte paylaşır. Üst Yurt’un doğusunda ve Aral Gölü’nün güneyinde, Ürgenç ve Hive gibi kadim şehirlerin yer aldığı tarihi Harezm toprakları bulunur, bugün bu geniş bölgede nüfusun önemli bir kısmı Karakalpak Türklerinden oluştuğu için 1924 yılında Karakalpakistan Özerk Cumhuriyeti olarak belirlenmiştir. Aral Gölü’nün doğusunda, Seyhun’un güneyindeki Kızılkum Çölü, Kazakistan ve Özbekistan arasında bölüşülmüştür. Kızılkum’un güneyinde Zerefşan Irmağı havzasında tarihi Buhara, Sovyet döneminde kurulan Nevai, yine tarihi Semerkant gibi önemli şehirler ve bu şehirlerin çevresinde geniş tarım alanları bulunur. Tacikistan sınırına sadece 70 km uzaklıktaki Semerkant’ın güneyinde, bereketli arazi Timur’un doğduğu Şehr-i Sebz ve Karşi’den geçerek Ceyhun ırmağı üzerinde ve Afgan sınırında bulunan Tirmiz’e kadar varır. Kuzeyinde ise Cizzak’tan geçerek kuzeye doğru kıvrılır. Neredeyse Kazakistan sınırında bulunan Taşkent, Çirçik Vadisi üzerindeki kadim Sogd ticaret şehri Keş’in üzerine kurulmuştur. Taşkent’in doğusunda Özbek toprakları güneydoğuya doğru önce daralır, sonra genişler; Çirçik Vadisi’nden dağlarla ayrılmış olan bu geniş ve bereketli topraklar, Özbekistan’ın en doğusu, Fergana Vadisi’dir.

Şekil 2: Özbekistan topraklarını gösteren uzay fotoğrafı. Ülkenin kuzey ve kuzeybatı bölümlerinin çöl ve kurak bozkır araziyle kaplı olduğu, güney ve kuzeydoğudaki nehir vadilerinin bereketli tarım arazilerini oluşturduğu göze çarpmaktadır.

Şekil 3: Özbekistan nüfus yoğunluğu haritası. Nüfusun yoğunlaştığı bölgelerin (Batıdan doğuya: Harezm, Buhara, Karşi, Semerkant, Cizzak, Taşkent ve en doğuda Fergana Vadisi) Şekil 1’deki uzay fotoğrafında görülen tarım alanlarıyla örtüşmesine dikkat ediniz. Kaynak: https://popdensitymap.ucoz.ru/news/167_population_density_administrative_boundaries_map_of_uzbekistan/2020-08-19-195

Kara Derya ve Narin ırmaklarının birleşerek oluşturduğu Seyhun ırmağının havzasında, Tanrı ve Alay dağları arasındaki bir çöküntü alan olan Fergana Vadisi, sadece 22.000 km2’lik bir alana sahiptir. Bununla birlikte nüfus yoğunluğu çok yüksektir; Andican vilayetinde km2’ye düşen kişi sayısı 500’e kadar varır; dolayısıyla Özbekistan’da her dört kişiden biri Fergana Vadisi’nde yaşamaktadır. Ağırlıklı olarak pamuk tarımı yapılan bölge, Özbekistan’ın tarımsal ve sınai üretiminin %25’ini karşılamaktadır (Djalili&Kellner, 2009:295). Ancak Fergana Vadisi’nin tamamı Özbekistan’da değildir. Vadi, 1924’teki paylaşımla üç ülke (Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan) arasında paylaştırılmıştır.

Özbekistan’ın geri kalanına dar bir şeritle bağlanan Fergana bölgesi, kültürel olarak da ülkenin geri kalanından farklı özellikler taşımaktadır. Özbekistan’ın geri kalanından, hatta Semerkant ve Buhara gibi tarihi merkezlerden farklı olarak, bölgede (Her tür dini eylemin kontrol altında olduğu ve açıkça ateizm propagandasının yapıldığı Sovyet döneminden sonra) bile İslamiyetin günlük yaşamdaki yoğunluğu dikkat çekicidir. Dini sorumluluklarını yerine getirdiklerini düşünenlerin oranı Taşkent’te %25, Özbekistan’ın batısında %13 ile %20 arasındayken, Fergana bölgesinde %75’tir (Dilmaç, 2019:124).

Şekil 4: Fergana Vadisi’ni üç boyutlu gösteren harita. Kaynak: https://reliefweb.int/attachments/7fc28791-d4fd-327c-bd33-dee292ea666f/F3DFB965A9CA09C785257000006D7D00-unep_REF_uzb300604.pdf

Peter Golden’a (2017) göre bugünkü Özbek Türkleri üç ayrı unsurdan oluşmaktadır: Birincisi, bölgeye Türk göçünden önce bu topraklarda yaşayan ama Türk göçleri sonrası Türkleşmiş bulunan Soğd ve Baktriyalı gibi eski halkların kalıntısıdır. İkinci grup, Özbeklerin bölgeye gelmesinden önceki Türk topluluklarıdır ki Akhun ve Göktürklerden Karluk, Yağma, Oğuz ve Kıpçak gibi boy gruplarına kadar çok geniş bir yelpazeyi içerir. Üçüncü grup ise Maveraünnehir ile Fergana’yı XVI. yüzyılda fetheden ve ülkeye bugünkü ismini veren Kıpçak kökenli Özbeklerdir (s.417). Her ne kadar bugün bu üç grup birbiriyle karışmış da olsa, belli bölgelerde yoğunlaşmalar fark edilmektedir. Sözgelimi Harezm bölgesinde Oğuz Türkleri baskınken, Semerkant ve Buhara gibi, Farsçanın da hala konuşulmakta olduğu tarihi şehirlerde Sogd kökenli insanlara ya da Türkleşmiş Sogdlara ratlamak mümkündür. Fergana Vadisi’ndeki nüfusun büyük çoğunluğu ise ‘Taze Özbek’ adı verilen Kıpçaklardan oluşmaktadır.

Özbekistan Tarihi

Özbekistan toprakları gerek Batı ve Çin, Avrasya stepleri ve İran arasında, merkezi bir konumda bulunması, gerek kurak İç Asya coğrafyasında bereketli tarım vahalarına sahip olması nedeniyle tarih boyunca çeşitli kavimlerin yerleşimine tanık olmuştur.

Neolitik ve bronz çağlarından kalma pek çok kalıntının bulunduğu, İskit/Saka varlığının milat öncesine kadar gittiği Sogdiana adı verilen bölge MÖ VI. yüzyılda Pers İmparatorluğu’nun kurucusu Kuraş tarafından fethedilmiş, Pers dönemine son veren Büyük İskender’in fetihlerinden sonra bölgede, dönemin Doğu ve Batı uygarlıklarının sentezini oluşturan Helenistik Greko-Baktriyen Krallığı kurulmuştur. Asya Hunlarına karşı müttefik aramak üzere batıya gönderilen ve Çin’le Batı arasındaki İpek Yolu’nun temelini attığı düşünülen Çinli diplomat Zhang Qian, Hun hükümdarı Mete’nin zaferleri sonrasında göç etmek zorunda kalan Yüeçilere Fergana Vadisi’nin güneybatısında rastlamıştır. Zhang Qian, 大宛Dayuan adıyla andığı Fergana Vadisi’nin ‘kan terleyen atlarıyla’ meşhur olduğu, buğday ve çeltik tarımıyla uğraşan bölge halkının Çin’in ününü duymuş olup ticaret yapmak istedikleri notunu düşmüştür (Otkan, 2018:97).

Asya Hun İmparatorluğu’nun yıkılması sonrası bölgede Akhun Devleti’nin egemenlik kurduğu bilinmektedir (Savaş, 2021:48). Göktürk Kağanlığı, İstemi Yabgu’nun Sasani hükümdarı Anuşirvan ile anlaşması sonrası 567 yılında Ceyhun nehrine kadar olan toprakları ele geçirmiş, dolayısıyla Maveraünnehir ve Fergana gibi İpek Yolu güzergahındaki vaha şehirleriyle bu şehirlerde oturan tüccar Sogd halkı ele Türk egemenliği altına girmiştir (Taşağıl, 2019:39). Böylece Ceyhun İran-Turan sınırı olarak kabul edilmiştir.

Şekil 5: Özbekistan Devlet Tarihi Müzesi’nde bulunan Göktürk Kağanlığı (Özbek Türkçesinde: Türkî Hakanlık) haritası. Bugünkü Özbekistan topraklarının tamamının, Tacikistan’ın da batı kısmının Göktürk egemenliği altında olduğu görülüyor. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Dolayısıyla İskit/Saka varlığı bir kenara bırakılacak olsa bile, Özbekistan topraklarındaki kesin Türk egemenliği en geç IV. yüzyıldan itibaren açık görünmektedir (Usta, 2013:39). Göktürk döneminde Semerkant, Buhara, Keş gibi vaha şehirlerinde İrani dil konuşan Sogdlar, İpek Yolu ticaretini ellerinde tutmanın ve Göktürk askeri gücünün koruması altında olmanın avantajıyla büyük bir vaha uygarlığı geliştirmişler, bölgede zenginlik artmıştır.

Büyük Türk kitlelerinin Maveraünnehir’e yerleşmesi, İslam fetihlerinin ardından gerçekleşmiştir. Emevi ordularıyla mücadele eden Türgiş Kağanlığı vaha şehirlerine yardımda bulunmuştur (Karatay, 2018:79). Abbasi döneminde Samani Devleti, Buhara merkezli büyük bir güç olarak ortaya çıkmış ve çevresindeki Türk topluluklarının İslamiyeti kabulünde önemli rol oynamıştır. Bugün Tacik milli kimliği için büyük önem taşıyan (Tacik para biriminin adı Samani’dir, İsmail Samani Tacik tarihinin en önemli kahramanı olarak kabul edilmektedir) Aydın Usta’nın (2013) yaptığı araştırmalar sonucu Samani hanedanının İranileşmiş bir Göktürk soyundan geldiği artık Türk akademisinde geniş kabul görmektedir. Samani Devleti’nin ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilmesi durumunda, Müslüman Türklerin yönettikleri ilk coğrafya da Özbekistan toprakları olmaktadır.

Samani Devleti’nin gerilemesi sonrasında bölge Karahanlılar ve Gazneliler arasında paylaşılmış, daha sonra Selçuklu egemenliğine girmiştir. Karahanlı ve Selçuklu döneminde, daha önce Maveraünnehir’e yerleşen Türklere ek olarak, bölgedeki İranî halkın da Türkleşmesi başlamıştır (Golden, 2017:417). Selçuklu zayıflamasıyla birlikte, ismini Harezm bölgesinden alan Harezmşahlar Devleti, Selçukluların kaybettiği toprakları yeniden egemenlik altına almayı başarmış ancak Cengiz Han’ın seferleri sonucu yıkılmış ve bölge Moğol döneminde Çağatay Hanlığı olarak yeniden düzenlenmiştir. Çağatay Hanlığı içinde Barlas boyundan Timur, başarılı savaşları sonucu kendisini ‘Emir’ ilan ettirerek Semerkant merkezli büyük bir imparatorluk kurmayı başarmıştır.

Şekil 6: Taşkent’in merkezindeki Timuriler Devleti Tarih Müzesi’nde bulunan bu büyük duvar resmi, Timur’un modern Özbek kimliğindeki yerini de gösterir: Üstte güneş ve ay, her iki yanda melekler, yan resimlerde Zümrüdüanka kuşu (solda) ve Gur Emir türbesinin üzerinde, Timur’un doğduğu ana atıfla kayan yıldız (sağda). Ortadaki resmin üstünde Timur’un yaptırmış olduğu Hoca Ahmet Yesevi türbesi, sağda, Semerkant’taki Şir Dar Medresesi’nin taçkapısından alınmış kaplan ve güneş motifi, tacın etrafında Uluğ Bey, Şahruh ve Babür gibi Timurlu hanedanının diğer hükümdarları yer alır. Timur, büyük bir evrenin merkezindeymiş gibi resmedilmiştir, bu evren, İslam Kerimov’dan itibaren devletin kabul ettiği resmi Özbek kimliğidir. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Timur’un savaşları Altın Orda Devleti’ni zayıflatarak farkında olmadan Rusya’nın genişlemesinin önünü açmış (Aka, 2019:35) ve Osmanlı Devleti’ni Fetret Devri’ne sürüklemiş olsa da, onu Türkistan’ın son altın çağını başlatan lider olarak değerlendirmek mümkündür. Timur fethettiği bölgelerden sanatçı ve mimarları başkenti Semerkant’ta toplamış, büyük binalar inşa ettirmiş, Jean-Paul Roux’nun (2001) ifadesiyle şehri ‘bir sevgiliyi süsler gibi’ süslemiştir (s.340). Timur’un ölümünden sonra ahvadı, Şahruh, Uluğ Bey ve Hüseyin Baykara gibi hükümdarlar kültür, sanat, mimari ve bilime önem vermeye devam etmişler; Uluğ Bey döneminde Semerkant’ta büyük bir rasathane yapılmış, Hüseyin Baykara döneminde sadece Çağatay Türkçesinin değil, Türk edebiyatının da en büyük isimlerinden olan ve bugünkü Özbekistan’ın simgelerinden Ali Şir Nevai yaşamıştır. Timur’un fetihleri sonrasında Semerkant ve Herat merkezli bu kültür ve sanat atılımına, ‘Timur Rönesansı’ adı verilmiştir (Roux, 2006:369).

Şekil 7: Semerkant’ta Registan Meydanı. Meydanın çevresindeki, dev boyutlarda taç kapılara sahip bu üç medrese genellikle yanlış olarak Timur’la ilişkilendirilir, halbuki Timur’dan çok sonra inşa edilmişlerdir. Timurlular dönemine ait tek yapı, solda görülen ve yapımı 1420’de tamamlanan Uluğ Bey medresesidir. Resmin sağında yer alan Şir Dar medresesi, 1619-1636, meydan girişinin tam karşısındaki Tillakari medresesi ise 1646-1660 tarihlerinde inşa edilmiştir. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Şekil 8: ‘Timurlu sanatı’ denilen üslubun Buhara Hanlığı döneminde yapılmış bir örneği. Semerkant Registan Meydanı’ndaki Tillakari Medresesi mescidinin gerçek altın kaplamanın kullanıldığı göz kamaştırıcı iç süslemesi. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Görüldüğü üzere Özbekistan toprakları Türk tarihindeki önemli olaylara sahne olmakla birlikte ‘Özbek’ ismi XVI. yüzyılda ortaya çıkmıştır. İsim, Altınorda Devleti hükümdarı Özbek Han’dan gelmektedir (Golden, 2017:340). Özbekler, Cengiz Han’ın torunu, Cuci’nin oğlu Şeyban’ın soyundan gelen Ebulhayr döneminde bugünkü Kazakistan bozkırlarına gelmişler, Seyhun kıyısındaki Sığnak’ı merkez edinen Ebulhayr’ın ilk başlardaki başarılı seferlerine rağmen Oyratların baskısı sonucu büyük zarar görmüşler ve Özbek boy konfederasyonu dağılmaya başlamıştır. 1465’de Canıbek ve Kerey liderliğindeki boylar Özbek konfederasyonundan ayrılarak Çu ve Talas nehirleri havzasına gitmişlerdir. Bu boylara, ‘ayrılanlar’ anlamında ‘Kazaklar’ denmiştir. Bu boylar bir süre ‘Özbek Kazakları’ adıyla anılmış, daha sonra geriye ‘Kazak’ etnonimi kalmıştır (Yorulmaz, 2016:445). Başlangıçta yalnızca siyasi bir anlam taşıyan ‘Kazak’ ismi, zaman içinde etnik bir isme dönüşmüştür (Golden, 2014:166).

Grousset’e (2020:469) göre ‘başarıya ulaşamamış bir Cengiz Han’dan başka bir şey olmayan’ Ebulhayr döneminde Kazakların ayrılmasından sonra, geriye kalan Özbek boyları ise torunu Muhammed Şeybani Han döneminde Timurlulardan Maveraünnehir’i ele geçirmişlerdir. Barthold (2017), 1507’de Merv yakınlarında Şah İsmail tarafından yenilgiye uğratılmamış olsa, Muhammet Şeybani Han’ın fetihlerini sürdürebileceği, hatta İran’ı fethetmekle bile yetinmeyeceği iddiasındadır (s.196).

Yeni bir Timur olarak ortaya çıkan Muhammed Şeybani Han’ın durdurulmasının çok önemli sonuçları olmuştur. Öncelikle Özbek Türkleri İran’ı ele geçiremedikleri için Maveraünnehir bölgesine tümüyle yerleşmiş ve Golden’ın (2014) ifadesiyle Maveraünnehir’i Özbekistan’a dönüştürmüşlerdir (s.167). Bölgenin, daha önce İran şehir uygarlığıyla daha önce karşılaşmamış, dolayısıyla İran etkisinde kalmamış ve konar-göçer gelenekleri daha iyi korumuş (Barthold, 2017:195) bir Müslüman Türk topluluğu tarafından fethedilmesi, Maveraünnehir’de Türk kültürünün yerleşimini hızlandırmıştır. Ayrıca Özbek göçüyle bölgeye tümüyle hakim olan Kıpçak Türkçesi, Türkistan’ın İdil-Ural Türklüğü ile iletişimini kolaylaştırmıştır.

Safevi-Özbek savaşının bir diğer sonucu da İran’ın Safevi egemenliği altında tamamen Şiileşmesi, Safevilerin hem Osmanlılarla, hem Özbeklerle olan çatışması sonucu yüzyıllardır Anadolu ve Türkistan arasında kültür aktarımını mümkün kılan İran yolunun kapanması olmuştur. Ortak düşman algısı Osmanlı ve Özbek Türklerini işbirliğine zorlarken, aradaki köprünün kapanmış olması iki büyük Türk bölgesi arasında kültür aktarımını durdurmuştur. Gerçi Özbek hanlıkları daha Kanuni döneminde Safevilere karşı Osmanlı Devleti’nden yardım istemişler, ancak gerek İran yolunun kapalı olması, gerek Rusların 1556’da Astrahan’ı ele geçirmeleri, gerek de Safevilere karşı Osmanlı ve Özbek politikasının senkronize olamaması nedeniyle gereken ölçüde yardım yapılamamıştır (Saray, 1994:6).

Buhara merkezli Şeybani Devleti, Astrahanlıların 1601’de Şaybani hanedanından alması sonucu son bulmuş, ancak Şeybani soyundan Yadigariler Harezm bölgesinin yönetimini ellerinde tutmuşlardır. İlk başta Ürgenç şehrine yerleşen, Arap Muhammed Han döneminde ise Hive’yi başkent edinen Yadigar Han soyundan gelenler daha XVI. yüzyılda Buhara Özbekleriyle savaşmaktaydılar. Ancak bu savaşlar, 1601-1710 arasında Buhara Hanlığı’nı yöneten Astrahanlılar döneminde şiddetlenmiş, özellikle Ebulgazi Bahadır Han Buhara Hanlığı üzerine başarılı seferler gerçekleştirerek hanlığını Orta Asya’nın en güçlü devleti haline getirmiştir. Fergana Vadisi’nde ise 1710 yılında, Özbeklerin Ming boyundan Şahruh Han tarafından Hokand Hanlığı kurulmuştur (Golden, 2017:347).

Şekil 9: Bişkek’teki Kırgız Milli Tarih Müzesi’nde yer alan, XVIII. Yüzyılda Türkistan hanlıklarını gösteren harita. O yüzyıl başında kurulmuş olan Hokand Hanlığı XIX. yüzyılın ilk yarısında kuzeye doğru yayılacaktır. Bugünkü Tacikistan topraklarının Fergana bölgesi hariç büyük kısmının Buhara Hanlığı topraklarında olması dikkat çekicidir. Hive Hanlığı tebaasının da büyük kısmını, Üst Yurt ve Mangışlak bölgelerine yayılmış olan Türkmenler oluşturmaktaydı. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Bu üç hanlık arasındaki egemenlik mücadelesi, Türkistan’ı zayıflatmış ve XIX. yüzyıldaki Rus ilerlemesini kolaylaştırmıştır. XIX. yüzyılın ilk yarısında Kazak cüzlerini imparatorluğa katmış olan Rusların Türkistan’ı ele geçirmek istemelerinin birkaç sebebi vardır. Ekonomik açıdan, 1861 Amerikan İç Savaşı’nda Rusya’ya pamuk ithalatının kesilmesi tekstil sanayiini zor duruma sokmuş ve Türkistan’ın sulak vahalarında tüm imparatorluğun ihtiyacını karşılayacak pamuk tarımı yapılmasını tasarlamışlardır (Yetişgin, 2014:27). Jeopolitik açıdan, Kırım Savaşı ile sıcak denizlere ulaşması engellenen Ruslar, bunu Orta Asya üzerinden denemek istemişlerdir. Ayrıca bu savaşta hayal kırıklığına uğramış Rus generallerinin ihtirasları da hesaba katılmalıdır (Soucek, 2009:199).

Rus ilerleyişi, General Çernyayev’in Hokand Hanlığı’nda Hüdayar Han’a karşı çıkan isyandan yararlanarak 1860’ta Tokmak ve Pişpek (Şimdi Bişkek) şehirlerini, 1864’te de Hokand ve Buhara hanlıklarının kuzeyinde çok önemli bir stratejik konumda bulunan Şımkent’i ele geçirmesiyle başlamıştır. Çernyayev, 10-14 Mayıs 1865 tarihleri arasında yoğun topçu bombardımanına tuttuğu, iki yıl sonra ‘Türkistan Genel Valiliği’nin karargahı haline getirilecek olan Taşkent’i 15 Mayıs günü büyük bir katliam sonrası ele geçirmiştir (Özkan, 2021:78). Buradan Buhara Emirliği’ne saldırılar başlamış ve 2 Mayıs 1868’de Semerkant ele geçirilmiş, 2 Haziran 1868’de de Buhara ordusu Zirebulak Mevkii’nde Kaufmann komutasındaki Rus ordusu karşısında ağır bir yenilgiye uğrayarak Rus himayesini kabul etmek zorunda kalmıştır.

Şekil 10: Nikolay Karazin’in ‘Вступление русских войск в Самарканд - Rus birliklerinin Semerkant’a girişi’ adlı tablosu. Kaynak: http://www.belygorod.ru/img2/RusskieKartinki/Used/0KarazinNN_VstRusVoyskGRM.jpg

Buhara Emirliği’nin düşmesinin ardından, Hazar Denizi kıyısına Krasnovodsk (Bugün Türkmenbaşı) limanını kurarak Hive Hanlığı’na saldırmaya hazırlanan Ruslar, yaptıkları saldırı sonucunda 12 Ağustos 1873’te yapılan anlaşmayla hanlığı bir protektora olarak imparatorluğa bağlamışlardır (Özkan, 2022:97). Rus himayesi altında hanların tahtlarını korudukları Buhara ve Hive’den farklı olarak, Hokand Hanlığı 1875’te ele geçirildikten sonra tasfiye edilmiştir. Bunun sebebi Fergana Vadisi’nde Ruslara karşı çıkan isyanlardır (Yetişgin, 2014:145). Buhara ve Hive’den farklı olarak, Fergana’da halkın Rus işgaline karşı tepkisi çok sert olmuş, Skobelev komutasındaki Ruslar da ayaklanmaları çok kanlı bir şekilde bastırmışlardır: Namangan yakınlarında 8800, en sert çatışmaların yaşandığı Andican’da ise 20.000 kişi katledilmiştir (Özkan, 2020:179-181).

Her ne kadar kendi aralarında birlik sağlayamamış, hatta tam aksine Türkistan hakimiyeti için mücadeleye girişmiş olmalarının etkisi olsa da (Eravcı, 2021:11), Özbek hanlıklarının Ruslara karşı başarılı mücadele verememelerinin kanaatimizce en önemli sebebi, bölgenin bilimsel ve teknolojik olarak Rusya’nın çok gerisinde kalmış olmasıdır. Taşkent kuşatmasında şehri savunan 30.000 kişinin elinde sadece taş, sopa ve ekmek bıçaklarının bulunması (Özkan, 2021:78) ve Rus ordularının Özbeklere kıyasla çok az kayıp vermeleri gibi olgular düşünüldüğünde, Türkistan’ın ne kadar geri kalmış olduğu anlaşılabilir.

Osmanlı Devleti, Batı karşısında alınan yenilgilerin bizzat devleti yöneten hanedan tarafından sorgulanması sonucu başlayan bir reform programıyla modernleşme çabası içine girmiştir. Coğrafi yakınlığın da imkan tanıdığı bu modernleşme sürecinde II.Mahmut döneminden itibaren Batı’da öğrenci okutulmuş, XIX. yüzyılda Osmanlı aydınları Batılı fikirleri Osmanlı topraklarına taşımıştır. Benzer bir dönüşüm, daha geç tarihte de olsa Fas ve İran gibi çevredeki İslam ülkelerinde de gerçekleşmiştir. Bu çerçevede Osmanlı Devleti’nde anayasal düzene geçiş 1808’de başlamış, ilk anayasa 1876’da yapılmış ve aynı yıl meclis açılmıştır.

Ancak Türkistan’da, Türkiye’den hatta ordusunu modernleştirmeye Abbas Mirza döneminde başlayıp, Emir Kebir reformları ile dönüşüm geçiren ve 1906 yılında demokratik devrimini gerçekleştiren İran’dan farklı olarak demokratik, anayasal kurumların oluşmasını sağlayabilecek bir modernleşme yaşanmamıştır. Bunun sonucunda Rus işgalinden önceki Türkistan, modern anlamda sanayinin, milliyetçiliğin, modern fikir akımlarının, parlamento kurumunun, seçimlerin, modern eğitim veren okul ve üniversitelerin bulunmadığı, sanayi devrimi öncesi koşulların değişmeksizin korunduğu bir görünüm arz etmektedir. 1863 yılında Hive ve Buhara hanlıklarını görme fırsatı elde eden Vambery Armin’in (2019) seyahatnamesinde tasvir ettiğine göre hanların otoritesini sorgulayabilecek kurumlar bulunmamakta (s.171), insanların dine uygun yaşayıp yaşamadıkları denetlenmekte (s.176), recm cezası uygulanmakta (s.137) ve hatta Buhara halkı, Osmanlı sultanının çağdaşlaşmasını bile eleştirmekteydi (s.175).

Bu ortamda ilk modern fikirlerin Türkistan’da değil, Kırım, İdil-Ural ve Azerbaycan gibi Çarlık Rusyası’nın batısında kalan ya da Batı sermayesiyle içli dışlı olan bölgelerinde ortaya çıkmış olması şaşırtıcı değildir. Kanaatimizce modernizmin Türkistan’a, Gaspıralı İsmail Bey’in Buhara’da açmakta epey zorluk çektiği (Kanlıdere, 2021:305) usul-i cedid okullarında yetişenler tarafından getirildiği söylenebilir.

Şekil 11: Özbekistan Devlet Tarih Müzesi’nde bulunan, Usul-i Cedit okullarından birinde çekilmiş resim. Hoca ve öğrenciler geleneksel Türkistan giysileri giymekle beraber medreselerden farklı olarak modern sıralarda oturmaktalar. Kaynak: Yazarın kendi fotoğrafı.

Ancak Ceditçiler, Kazan, Azerbaycan ve Kırım’dan farklı olarak ulemanın daha güçlü olduğu Türkistan’da faaliyet yürütürken zorlanmışlar ve 1917 Ekim Devrimi’ni heyecanla karşılaşmışlardır. Feyzullah Hocayev liderliğindeki Yaş Buharalılar 1918’de Bolşeviklerle iletişime geçmiş, bunun üzerine 13 Mart 1918’de Buhara’ya saldıran Kızılordu yenilgiye uğrayarak Buhara Emirliği’nin bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştır. Alim Han Kızılordu saldırısı sonrası, Kızılordu ile işbirliği yapan Yaş Buharalılara karşı büyük bir tevkifat başlatıp, 1500 kişiyi idam edince Komünist olmayan Yaş Buharalılar bile Bolşeviklerle işbirliği yapma zorunluluğu hissetmişlerdir (Özkan, 2021:97). Yaş Buharalıların çağrısı sonucu Kızılordu 28 Ağustos 1920 günü Buhara’ya saldırmıştır. General Frunze komutasındaki Kızılordu’nun üç günlük hava bombardımanı sonucu Alim Han şehirden ayrılarak Duşanbe’ye gitmiş ve 2 Eylül 1920 günü Buhara’da Sovyet iktidarı kurulmuştur. 5 Ekim 1920’de yapılan İşçi Kongresi sonrası 8 Ekim 1920’de Buhara Halk Sovyet Cumhuriyeti ilan edilmiş, ertesi yıl yapılan Buhara Halk Temsilcileri kurultayında cumhurbaşkanlığına Ceditçi aydınlardan Osman Hoca seçilmiştir (Yusupov&Gül, 2021:128).

Buhara Halk Cumhuriyeti, olumsuz koşullar altında bile Ankara hükümeti ile işbirliği arayışında olmuş, 7 Ocak 1922’de Ankara’ya gelen Buhara elçileri Atatürk’e bir Kur’an-ı Kerim ve üç kılıç hediye etmişler, Atatürk de kılıcı İzmir’e girecek ilk komutana vereceğini bildirmiştir. Buhara kılıcı gerçekten de İzmir’in kurtarılması sonrasında Atatürk tarafından Yüzbaşı Şerafettin Bey’in beline takılmıştır (Yusupov&Gül, 2021:75). Ayrıca Osman Hoca’nın ifadesine göre Buhara hükümeti, bağlı olduğu Moskova üzerinden Türk İstiklal Harbi’ne 100 milyon altın ruble göndermiş, bu altının yalnızca yüzde onu Türkiye’ye ulaşabilmiştir (s.72).

Buhara’da Ceditçiler Kızılordu desteğiyle iktidara gelirken, Fergana’da gelişmeler farklı bir yönde ilerlemiştir. Hokand’da 10 Aralık 1917’de Türkistan Milli Muhtariyeti ilan edilmiş, ancak 15 Şubat 1918 günü Hokand’a, 24 Şubat’ta da Margilan’a giren Kızılordu’nun Ermeni çeteleri de kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği saldırı ve katliam neticesinde bu hareket dağıtılmıştır (Bademci, 2019:140-154). Ancak Fergana’daki bağımsızlık hareketinin katliamla bastırılması direnişi daha da güçlendirmiş ve aslında 1917’den beri süren silahlı mücadele hareketi katılımlarla büyüyerek, (Rusların küçümsemek için ‘Basmacı’ adını verdikleri) Korbaşı Hareketi doğmuştur.

Alay ve Pamir Dağları’nda direniş sürerken 11 Nisan 1921 tarihinde Türkmen, Sirderya, Amuderya, Semerkant, Fergana ve Yedisu vilayetleri ile Harezm ve Buhara Halk Cumhuriyetlerinden oluşan ‘Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ kurulmuştur (Carr, 2006:309). Ancak kısa süre sonra Ceditçiler arasında Bolşeviklerle kurulacak ilişkilerin şekli hakkındaki anlaşmazlık büyümeye başlamıştır. Osman Hoca liderliğinde, daha çok tüccarlardan oluşan Yaş Buhara grubu, Feyzullah Hocayev’in liderliğindeki Moskova yanlısı Buhara Komünist Partisi karşısında güç kaybetmeye başlamıştır.

Enver Paşa tam da bu anlaşmazlık döneminde, 2 Ekim 1921 günü Buhara’ya varmıştır. Kendisi de Ceditçi olarak görülen bir gelenekten (İttihat ve Terakki) gelmesine ve Zeki Velidi’nin itirazlarına karşın (Togan, 2015:331), Bolşeviklere karşı yürütülen Korbaşı Direnişi’ne katılmaya karar vermiş ve beraberinde Osman Hoca olmak üzere Buhara’dan ayrılmıştır. Alim Han’ın komutanlarından Lakay İbrahim tarafından iki ay esir tutulan Enver Paşa, kişisel ünü ve karizması dolayısıyla Ocak-Ağustos 1922 tarihleri arasında Doğu Buhara’da (bugünkü Tacikistan) Bolşeviklere karşı zorlu bir mücadele verdikten sonra 4 Ağustos 1922 günü Çegan Tepesi’nde şehit düşmüştür.

Şekil 12: Türkistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni gösteren harita. Türkmenistan’ın Karaboğaz Aylağı kuzeyindeki arazisi ve Üst Yurt Platosu dışarıda tutulmuş, Seyhun havzası ile İrtiş Gölü sınır olacak şekilde, Almatı da dahil bütün Yedisu bölgesi Türkistan’a verilmiş. Kaynak: Yeltsin Başkanlık Kütüphanesi https://www.prlib.ru/item/396706

 1934’e kadar devam edecek olan Korbaşı Direnişi’nin sebep olduğu Türkçülük-Turancılık korkusu, artık İç Savaş’ı tamamen kazanmış bulunan Bolşevikleri önlem almaya sürüklemiştir. Mart 1924’te Taşkent’te düzenlenen kongrede Türkistan birliği aleyhtarı temsilcileri öne sürerek Türkistan Sovyet Cumhuriyeti parçalamıştır (Saray, 1999:306). Böylece içinde ‘Türk’ geçtiği için Türkistan ismi kaldırılmıştır (Golden, 2014:206). Özbek, Türkmen ve Kara-Kırgız Sovyet cumhuriyetlerine bölünmüştür. ‘Doğu Buhara’adı verilen, Zerefşan ve Pamir Dağları’ndan oluşan özerk Tacik bölgesi de 1929 yılında, Fergana Vadisi’nden de tarihi Hucend şehrini içine alacak şekilde Tacik cumhuriyetine dönüştürülmüştür. Ortaya çıkan harita, bölgenin tarihi ve demografik gerçekleriyle uyumsuzdur. Özellikle bereketli Fergana Vadisi, üç ülke arasında sorun çıkmasını kolaylaştıracak şekilde bölünmüş, nüfusunun önemli kısmı Özbeklerden oluşan Oş şehri Kırgızistan’a verilirken, bir ülke toprakları içinde kalan diğer ülkeye ait bölge konumunu taşıyan 8 anklav bulunması durumu Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında daha da karmaşıklaştırmıştır. Ayrıca Tacikler yalnızca Doğu Buhara bölgesinde değil, Semerkant ve Buhara gibi şehirlerde de yüzyıllardır yaşadıkları için, ayrı ayrı Özbek ve Tacik devletleri kurularak, gelecekte Taciklerden gelebilecek muhtemel irredantist taleplerin önü açılmıştır. Bu muhtemel talepler bağımsızlık sonrasında Özbekistan için huzursuzluk kaynağı oluşturmuş ve İslam Kerimov Tacikistan İç Savaşı’ndaki tutumuyla, Tacik milliyetçilerinin iktidara gelmelerini önlemeye çalışmıştır (Dilmaç, 2019:117).

‘Размежевание’ adı verilen bu parçalanmada asıl sorumlu, milliyetlerden sorumlu halk komiserliği yapmış olan Stalin olsa da, Buharalı Komünistlerin, özellikle de Feyzullah Hocayev’in rolünün bulunduğuna dikkat çekilmiştir (Karasar, 2008:1258). Bu teze göre Buharalı Komünistler, bölünme ile Türkistan’ın mümkün olduğunca büyük bir parçasını alarak bir ‘Büyük Özbekistan’ kurmak istemişler, böylece Lenin ve Stalin’in Türkistan’ı bölme planına yardımcı olmuşlardır. Gerçekten de haritaya dikkatli bakıldığında, Özbeklerin yaşadığı bazı şehirler dışarıda kalmış olsa da Özbekistan’ın bu bölünmeden kazançlı çıktığı sonucuna varılabilir. Her üç hanlığın (Hive, Buhara, Hokand) toprakları Özbekistan’da kalacak şekilde düzenlenmiş, etnik olarak Kazak Türklerine daha yakın olan Karakalpak Türklerinin yaşadığı bölge de Özbekistan’a bağlanmıştır.

1924 sonrasında Bolşevikler Türkistan halkını ayrıştırabilmek için ısmarlama kimlikler uydurmak için yoğun dilbilim ve etnografi çalışmalarına başlamışlar, siyasal talimatlar doğrultusunda resmi dil olarak kabul edilecek lehçeler araştırılmış ve bütün Orta Asya tarihi yeniden yazılmıştır (Roy, 2000:117). Yeni kimliklerin oluşturulması için, Türkistan ortak kimliği için mücadele eden aydınlar sınıfının hedef alınması için de çok beklemek gerekmemiştir. Rus İmparatorluğu’nun son döneminde, Gaspıralı’nın öncülüğünde açılan usul-i cedid okullarında yetişen çoğunluğu Türkçülerden oluşan Ceditçi aydınlar, Bolşevikler tarafından kullanılmışlardır. Stalin’in 1930’lu yıllarda başlattığı ve ‘Temizlik’ adı verilen operasyonlarda tutuklanıp, ‘Pantürkist’ ve ‘Panislamist’ oldukları gerekçesiyle ‘halk düşmanı’ ilan edilmiş ve kurşuna dizilerek öldürülmüşlerdir. Öldürülenler arasında Abdurrauf Fıtraf ve Abdülhamid Süleyman Çolpan gibi Özbek aydınlanmasının öncü isimleri de bulunmaktadır (Koç, 2020:64). Dolayısıyla Türk dünyasının ya da en azından Türkistan’ın bütünleşmesi yolunda mücadele eden, fikir üreten kuşak tasfiye edilmiş, yerlerine, Moskova’ya sadakatinden kuşku duyulmayacak yeni bir devlet eliti yaratılmaya çalışılmıştır.

Aynı yıllarda Özbek Türkçesinin de diğer Türk lehçelerinden farklılaştırılması için çaba sarf edilmiştir. Öncelikle Türkler arasındaki ortak yazı birliğini bozmak için alfabe reformu yapılmış ve Latin harflerine geçilmiş, böylece önceleri tek şekilde yazılıp okunan pek çok kelime, yerel lehçelerde farklı şekilde yazılmaya başlanmıştır. Ancak 1928’de Türkiye’nin de Latin harflerini kabulü üzerine SSCB’nin Türk halkları bir bütün olarak (Gürcü ve Ermeniler gibi diğer halklardan farklı olarak) Kiril alfabesini kabule zorlanmış, böylece Türkiye Türklüğü ile Kafkasya ve Türkistan Türklüğü arasındaki bağ bir kez daha kopmuştur.

Özbek yazı dili 1929’dan 1937’ye kadar fonetik ve yazım bakımlarından ünlü uyumunun korunduğu Kuzey Özbek lehçesine dayanırken, 1937 yılında yapılan reformla yazı dili ve fonetik bakımından Farsça etkisindeki Taşkent ağzı, sözcük dağarcığı bakımından da Fergana ağızları temel alınmıştır (Tekin&Ölmez, 2018:149). Taşkent ağzının temel alınmasının sebebi, Türkiye ve Türkmenistan’da konuşulan Oğuz Türkçesine en uzak Özbek ağzının Taşkent’te konuşulması, Farsça etkisiyle Türk dillerinin temel belirleyici özelliği olan ünlü uyumunu kaybetmiş tek ağzın da bu olmasıdır (Roy, 2000:119). Böylece Özbek Türkçesi, Hive ve çevresinde konuşulan Türkmen Türkçesinden de, Kazak ve Kırgız Türkçelerinden de uzaklaşmıştır. Diğer yandan çoğu insan anadilini (kimi Özbek Kazak Türkçesine, kimi Oğuz Türkçesine, kimi de Tacikçeye benzeyen ağızlarda) konuşmaya devam ettiği için Özbekistan içinde de birbirlerinden çok uzak ağızlar varlıklarını sürdürmüştür (s.119).

1938-1985 arasındaki dönem bu şekilde, yetiştirilen pamuğun tüm Sovyetler Birliği’ne yetmesi amacıyla su kaynakları zorlanarak Aral Gölü’nün kuruması gibi bir facia yaşanan Özbekistan’da milli ve dini duyguların bastırılmasıyla, ‘Türk’ ortak kimliğinin unutturulmaya çalışılmasıyla geçmiştir. Madalyonun olumlu yüzüne bakılacak olursa bu dönemde sanayileşme ve madencilik sektöründe yolunda epey yol kat etmiş, demir ve kara yolları inşa edilmiş, üniversiteler ve enstitüler açılmış, kadınların toplum hayatına katılmaları ve ülkenin modernleşmesi sağlanmıştır. Özellikle Şerif Reşidov, ülkeyi Moskova’nın müdahalelerinden uzak bir şekilde yönetmeyi başarmış ve hatta bazı değerlendirmelere göre onun döneminde Özbekistan bölgenin ‘büyük kardeşi’ rolüne soyunmuştur (Dilmaç, 2019:43). Ancak aynı dönemde, Özbek ekonomisi diğer Sovyet cumhuriyetleri gibi merkeze bağlı olacak şekilde yapılandırıldığı için pamuk üretimine yoğunlaşılması, ekonominin bağımsız gelişimine zarar vermiştir. Tarihi Maveraünnehir’in geleneksel buğday, arpa, darı ekim alanları daraltılarak pamuk tarlalarına dönüştürülmüş, Seyhun ve Ceyhun ırmaklarının tüm suları sulama için kullanılmıştır. Sonuç olarak Özbekistan Sovyetler Birliği’nin ihtiyacı olan pamuğun %80’ini üreten dev bir pamuk üretim üssüne dönüşmüştür (Saray, 1999:309).

1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılması, Baltık ülkelerinde halk cephelerinin kurulmaları ve Sovyetler Birliği çapında etnik çatışmaların artmasıyla başlayan sürecin sonunda birlik dağılmıştır. Bununla birlikte Sovyetler Birliği’nin korunmasının sorulduğu referandumda Özbekistan’la birlikte diğer Orta Asya ülkelerinin ağırlıklı olarak ‘evet’ oyu vermiş olmaları dikkat çekicidir. Sovyetler Birliği’nin korunmasına Rus halkının %71’i evet oyu verirken, bu oran Kazakistan’da %94, Özbekistan’da %93, Türkmenistan’da ise %97 oranına varmıştır. Bağımsızlık yanlısı hareketler olmakla birlikte, bütün Sovyet coğrafyasında halkların büyük bölümü, birliğin dağılmasına değil, demokratikleşerek korunmasına oy vermiştir. Bağımsızlık sonrası Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı’nın Türk cumhuriyetlerinde yaptığı bir ankette, katılımcılara rejim değişikliğinden memnun olup olmadıkları sorulmuş, ankete katılan Özbeklerin %41 ‘Memnunum’ cevabı verirken %31,5 memnun olmadığını söylemiş, %27,5 ise ‘Fikrim yok’ demiştir (İbrahimov&Özözen, 2003:51).

Kanaatimizce Sovyetler Birliği’nin dağılması, Rus İmparatorluğu’nun dağılması gibi, yalnızca bir devletin bölünmesi olarak ele alınmamalıdır. Parçalanan birlikle birlikte merkezi planlamaya dayanan ekonomik sistem de çökmüş ve radikal bir hızla kapitalizme geçilmiştir. 70 yıl boyunca sosyalist ekonomik modele alışmış olan insanlar şoka uğramış, aniden fakirleşmiş ve 1970’li yıllarda oluşmaya başlayan orta sınıf ortadan kaybolmuştur. İbrahimov ve Özözen’in (2003) tespitiyle bu durum, ‘siyasi kayıtsızlığa’, ‘ruh çöküşüne’ ve ‘kültürel gerileme’ye yol açmıştır (s.50).

Bağımsızlık ve Türkiye – Özbekistan İlişkileri

Türkiye, bağımsızlıklarını elde etmelerinin ardından bütün Türk cumhuriyetlerini, dolayısıyla Özbekistan’ı tanıyan ilk ülke olmuştur. Türkiye’nin hazırlıklı olmadığı böyle bir durumun ortaya çıkması, Türk dünyasının birleşebileceği umutlarını doğurarak büyük heyecan yaratmış, Türkiye’nin önüne çok büyük bir fırsat çıktığı yazılmış, bu heyecan bizzat dönemin başbakanı Süleyman Demirel tarafından 22 Aralık 1991 tarihinde verilen demeçte ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar bir Türk dünyasının varlığı tartışılmazdır’ ifadesiyle ortaya konmuştur (Berber, 2021:747).

Ancak bu heyecana rağmen, Türkiye’nin halihazırda Türk dünyasının entegrasyonu için bir plana sahip olmadığı da anlaşılmıştır. Türk cumhuriyetleri ve Türkiye arasındaki ilişkiler, nihai bir siyasi hedef ve projeden yoksun, eklektik adımlarla ve muğlak ifadelerle yürütülmeye çalışılmıştır (Özdağ, 2020:177). Bu durumun ortaya çıkmasında ‘yayılmacı’ bir görünüm sergileyerek Rusya’yı doğrudan tehdit etmeme kaygısı olmakla birlikte, gerçekten de, SSCB’nin dağılması durumunda ne yapılacağına dair hazır bir planın bulunmaması dikkat çekicidir.

Türkiye’de ve Türk milliyetçisi çevrelerde bulunmayan bu hazırlık ve entegrasyona dair nihai hedefin, Türk cumhuriyetlerinde de olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçi Sovyet döneminde ceditçi kadonun yerini Sovyet sistemi tarafından yetiştirilmiş lider kadrosunun almasına rağmen, bağımsızlıklarına kavuştuktan sonra Türk cumhuriyetlerinin liderleri Türkiye ile yakın ilişkiler kurmaya çalışmışlardır. Ancak Türkiye’nin beklentilerine rağmen, cumhuriyetler bütünleşme yönünde hareket etmemişlerdir. Bu durumun bir örneği, 1993’te Marmara Üniversitesi tarafından hazırlanan ortak Türk alfabesi önerisinin kabul görmemesidir (Roy, 2000:233). Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan Latin alfabesine geçmişler ancak ortak bir alfabede buluşmak yerine lehçe özelliklerine göre birbirinden farklı alfabeler geliştirmişlerdir. Sözgelimi Özbekistan 1993’te, Türk alfabesinde bulunan ‘ş’ ve ‘ç’ harflerini kabul etmişken, 1995’te bunları ‘sh’ ve ‘ch’ şeklinde değiştirmiştir (Şahin, 2003:65). Sonuçta, örneğin ‘Taşkent’ şehrinin adı Özbek Türkçesinde ‘Toshkent’ şeklinde yazılmaktadır. Benzer bir şekilde, ortak tarih anlayışı yerleştirmek yerine cumhuriyetler milli tarihlerini yerel ve Türk olmayan kadim topluluklara dayandıran Sovyet tarih yazımını sürdürmüşlerdir (Taşağıl, 2003:307).

Kanaatimizce entegrasyon bağlamındaki bu gönülsüzlüğün siyasi krizler, cumhuriyetlerin Rusya’ya ekonomik bağımlılıklarının devam etmesi ve liderlerin ulus-devlet yapılarını koruma çabaları gibi sebepleri bulunmaktadır. Karabağ’ın Ermenistan tarafından işgali sonrasında, Türkiye ile bütünleşme isteğini pek çok konuşmasında dile getiren Ebulfez Elçibey görevinden ayrılmak zorunda kalmıştır. Turgut Özal’ın Nisan 1993 tarihleri arasında gerçekleştirdiği Türk dünyası seyahati sonrasında yaşamını yitirmesi ve 1993 sonrasında bölücü terör, ekonomik krizler ve irticai faaliyetlerle çalkalanan Türkiye’nin dikkati Türk dünyasından çekilmiştir. Hatta Özal’ın ölümü sonrası Türkiye’nin bölgeye olan ilgisini kaybettiğinden yakınmıştır (Yılmaz, 2021:92). Türkiye ile yakınlaşma arayışında olmakla birlikte, bağımsızlığını kazandığı dönemde Kazakistan nüfusunun yaklaşık yüzde kırkının Rus kökenli olması, aynı Nursultan Nazarbayev’i Rusya’nın hassasiyetlerini göz ardı etmeyen dikkatli bir Kazak ulusalcılığına sürüklemiştir (Aydın, 2020:389). ‘Türkmenbaşı’ adını alan Niyazov, Türkiye ile yakın ilişkilerine rağmen Türkistan bütünleşmesi çabalarından uzak durmuş ve neredeyse izolasyona varan bir ‘tarafsızlık’ politikası ilan etmiştir (Eltazarov, 2003:452). Özbekistan’da İslam Kerimov ise Afganistan ve Tacikistan gibi komşu ülkelerde süregelen iç savaşların etkisiyle güçlenen İslamcı akımlara karşı merkezi devlet otoritesini sağlamlaştırmak ve Emir Timur’un tarihi şahsiyeti merkezli bir Özbek milli kimliği inşa etme politikasına yönelmiştir (Dilmaç, 2019:53). Orta Asyalı liderler, hala güçlü siyasi/ekonomik/demografik bağlarla bağlı oldukları Rusya’yı ürkütmemek için 1992 Ankara Zirvesi’nde Türkiye’nin ve Azerbaycan’ın baskılarına rağmen KKTC’yi tanımaya ve Karabağ’ı işgal eden Ermenistan’ı kınamaya bile yanaşmamışlardır (Aydın, 2020:289). Dolayısıyla 1990’lı yılların ortalarına gelindiğinde, zirve diplomasisinin sürmesine rağmen ‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk Dünyası’ şeklinde sloganlaştırılan bütünleşme heyecanı sönümlenmeye başlamıştır.

Özbekistan’ın, başlangıçta Türkiye’ye ve Türk Birliği fikrine en yakın ülke olduğu vurgulanmıştır (Zeybek, 2013:193). Türkiye’nin resmi kurumları ile Türk cumhuriyetleri arasındaki ilk resmi ziyaret, İstanbul ve Taşkent belediyeleri arasında gerçekleşmiştir (Berber, 2021:747). 16 Aralık 1991’de Ankara’ya resmi ziyarette bulunan İslam Kerimov, böylelikle Türkiye’ye gelen ilk Orta Asya lideri olmuş, ziyaret sırasında Atatürk’e olan sevgisini ve Atatürk’ün örnek alınarak, onun Türkiye’de başardıklarının Orta Asya’da da gerçekleştirilebileceğini dile getirmiştir (Dilmaç, 2019:102).

 

Şekil 13: İslam Kerimov ve Turgut Özal. Kerimov başlangıçt

a Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesine en hevesli liderlerdendi. Kaynak: https://www.aljazeera.com.tr/haber/ozbekistanla-inisli-cikisli-iliskiler

Özbekistan özelinde ilişkilere zarar veren ise Türkiye’nin, Kerimov iktidarının başlıca muhalifi olan Erk Partisi lideri Muhammed Salih’e oturma izni vermesi olmuştur (Yıldız, 2021:269). Muhammed Salih’in, Kerimov’un tüm ısrarlı çabalarına rağmen Özbekistan’a iade edilmediği gibi üstelik Enver Altaylı’nın girişimleriyle Türkiye’deki Özbek üniversite öğrencileriyle biraraya gelmesi, bu görüşmelerde Salih’i Özbekistan cumhurbaşkanlığına getirme yöntemlerinin konuşulması Kerimov yönetiminde ciddi rahatsızlığa sebep olmuştur. Israrlarına rağmen Muhammed Salih’in Özbekistan’a iadesini sağlayamayan Kerimov netice olarak, 1994 yazında Ankara’daki büyükelçisini geri çağırmış, Özbekistan’daki Türk okullarını kapatmış ve Türkiye’ye göndermiş olduğu binlerce Özbek öğrenciyi geri çekmiştir (Sönmezoğlu, 2016:379). Bununla yetinmeyen Kerimov, kamuoyu önünde Türkiye karşıtı söylemlere başlamış ve resmi söylemin etkisindeki Özbek akademisinde de ‘Özbeklerin aslında Türk olmadıklarını’ yazılmaya başlanmıştır (Zeybek, 2013:193). Türkiye’nin kendisini devirmeye çalıştığı düşüncesine kapılan Kerimov, Türkiye’de öngörülen şekliyle Türk dünyası birliği fikrinden de uzaklaşmış, Bunun yerine, merkezinde Özbekistan’ın bulunduğu ve esas olarak Kazakistan’la bütünleşmeyi öngören, Türkiye’nin dışarıda tutulduğu bir ‘Türkistan Birliği’ söylemi geliştirmiştir (Karasar & Kuşkumbayev, 2009:73)

Komşu Tacikistan’da Mayıs 1992’de başlayan kanlı iç savaşın da etkisiyle, radikal İslami akımların topraklarına yayılması endişesini taşıyan seküler Özbek yönetimi için Türkiye ve Özbekistan’daki dini grupların işbirliği yapması endişe kaynağı olmuştur. Her ikisi de Namanganlı olan Tahir Yoldaşev ve Cuma Namangani’nin liderlik ettikleri Özbekistan İslami Hareketi, Tacikistan İç Savaşı’na katılarak deneyim kazandıktan sonra Afganistan’a geçerek Taliban’la işbirliği içine girmiştir (Erman, 2017:394). Özbekistan İslami Hareketi’nin varlığı ve eylemleri, Özbek dış politikasını da etkilemiştir. Nitekim 1990’ların ikinci yarısı boyunca gerilen ilişkileri asıl koparan ise, 16 Şubat 1999 günü İslam Kerimov’a yapılan suikast olmuştur. Özbekistan İslam Hareketi’nin Taşkent’te altı ayrı noktada bomba patlatarak gerçekleştirdiği suikast girişiminden Kerimov kılpayı kurtulmuştur (Akçalı, 2003:150). Kerimov suikast sonrasında Türkiye’den Özbekistan İslami Hareketi bağlantılı oldukları düşünülen Özbek vatandaşlarının iadesini istemişse de bu konuda da adım atılmaması, terör saldırısı zanlılarından ikisinin Türkiye’de yakalanmış olması (Dilmaç, 2019:134) ayrıca Özbekistan İslam Hareketi’nin Türkiye’deki birtakım İslami gruplardan maddi destek gördüğü iddiaları Türkiye-Özbekistan ilişkilerindeki krizi derinleştirmiştir (Akçalı, 2003:149). Özbekistan’ın Fergana merkezli radikal İslami hareketlerle mücadele ettiği 1990’lı yılların ikinci yarısında Türkiye’de de Refah Partisi’nin oylarını arttırıp birinci parti olarak çıkması ve 1996’da DYP ile birlikte hükümeti kurması, Özbek liderliğinin kaygılarını arttırmıştır (Dilmaç, 2019:106). Kerimov yönetiminin 1997’den sonra İsrail’le yakınlaşması, 1998’de ABD’de biraraya geldiği İsrail başbakanı Benyamin Netenyahu ile ‘Orta Asya’da artan köktendinciliğe karşı ortak mücadele edileceğini’ deklare etmesi de dikkat çekicidir (Özdaşlı, 2020:120).

Topraklarında böylesi bir radikal İslami tehlikeyle karşı karşıya kalan Özbekistan, 11 Eylül saldırıları sonrası ABD’ye destek teklif eden ilk ülkelerden olmuş ve Karşi’de Afganistan’a girecek Amerikan askerlerinin ülkede konuşlanmasına izin vermiştir (Dadabaev, 2018:4). Ancak Özbek-Amerikan ilişkileri Kırgızistan’da gerçekleşen Lale Devrimi ve 2005’teki Andican Olayları sonrasında bozulmuştur. Andican’da yaşanan, polis ve göstericiler arasındaki çatışmalar sonucu 187 kişinin hayatını kaybettiği olaylar sonrası yatırımlar durmuş ve Batı ülkeleri Özbekistan’a ambargo uygulanmıştır (Pomfret, 2020:3). Özbekistan da buna karşılık olarak ABD’nin Özbekistan’daki üssünü kapatmıştır (Koç, 2020:74). O dönemde ABD ve AB ile uyumlu bir dış politika sürdürmeye dikkat eden Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler’de olayların ele alındığı oturumda Özbekistan aleyhine oy kullanması ilişkileri daha da kötüleştirmiştir (Yıldız, 2021:273).

Kırılma noktası olarak görülebilecek 2005 olayları sonrası Özbekistan yönetimi Batı ile yakınlaşmayı Özbekistan’ın güvenliğine bir tehdit olarak görmeye başlamış ve Rusya ile Çin başta olmak üzere Şangay İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerle ve yine bir Asya ülkesi olan Güney Kore ile işbirliğini sıklaştırmaya başlamıştır (Dadabaev, 2018:2).

Şevket Mirziyoyev’in Değişen Politikası

Yukarıda görüldüğü gibi İslam Kerimov döneminde Özbekistan, milli kimlik inşası, İslami terör gibi ülkenin bütünlüğüne ve rejimine yönelik tehditler nedeniyle sadece Türkiye ile değil, dünya ile ilişkilerinde kapalı bir ülke görüntüsü vermiştir.

İslam Kerimov’un 2 Eylül 2016’da vefatı sonrası yapılan seçimleri, oyların %88’ini alan Şevket Mirziyoyev kazanmıştır. Mirziyoyev iktidara gelir gelmez Kerimov’dan farklı bir profil sergileyerek Özbekistan’ı dünyaya açma yönünde bir eğilim göstermiştir. Mirziyoyev’in düşüncesine göre Özbekistan’ın çevre ülkelerle ilişkilerini güçlendirip dünya ile bütünleşmesi, Özbek halkının ekonomik sorunlarının çözülmesini sağlayarak halkın refahını yükseltecek, bu da terörün ana kaynaklarından olan fakirliğe son verecektir (Dadabaev, 2018:4).

Şekil 14: Özbekistan devlet başkanı Şevket Mirziyoyev. Kaynak: https://president.uz/uz

Özbekistan’ı dışa açmanın ilk adımı olarak Mirziyoyev, dövizde sabit kur uygulamasını kaldırmış ve döviz bulundurmak ve bozdurmayı serbest bırakmıştır (Qulliyev, 2021:335). Aynı dönemde Orta Asya coğrafyasındaki diğer ülkelerle anlaşmazlıkları çözmeye ve işbirliğini arttırmaya yönelmiştir. Mirziyoyev’e göre Orta Asya ‘coğrafi, kültürel ve ekonomik açılardan’ tek bir vücuttur (Muminov 2017). Kerimov’un cenazesinin hemen ardından yeni devlet başkanı, diğer Orta Asya ülkelerine resmi ziyaretlerde bulunmuş, seçilmesinin ardından sadece 10 ay içinde 11 resmi görüşme gerçekleştirmiştir (Dadabaev, 2018:7). Bu görüşmelerin sonucunda Tacikistan’la 1992 yılında kesilmiş olan hava ulaşımı tekrar kurulmuş ve 2017 yılında, tarihte ilk kez olmak üzere Taşkent’te Tacik kültürüyle ilgili sergi düzenlenmiş, Türkmenistan’la demir ve karayollarından oluşan ‘Özbekistan-Türkmenistan-İran-Umman’ koridorunun açılması konusunda anlaşmaya varılmış, Çin’den gelecek ve Özbek ürünlerinin dünyaya açılmasında büyük rol oynayacak Kaşgar-Oş-Andican demiryolunun yapılması önündeki engelleri kaldırmıştır (s.7). Özbekistan ayrıca, Kırgızistan’la arasındaki sınır sorunlarını 23-25 Mart 2021 tarihlerinde yapılan karşılıklı anlaşmalarla çözmüştür (Hasanzadeh, 2021:143).

Bölgesel işbirliğinin önündeki engellerin kaldırılmasıyla tüm Orta Asya bölgesi önemli bir ekonomik gelişme yakalamıştır. Özbek-Kırgız sınırından 2016 yılında yıllık 2000-3000 kişi geçerken 2019’da 20.000-30.000 kişiye yükselmiştir. Bölge ülkeleri arasındaki ticaret hacmi 2016’da 2,4 milyar dolardan 2019’da 5,2 milyar dolara çıkmış, böylece sadece üç yıl içinde ikiye katlanmıştır. Özbekistan’da Kazak sermayesiyle kurulan şirket sayısı aynı yıllarda 281’den 896’ya, Kırgız sermayesiyle kurulan şirket sayısı 57’den 175’e çıkmıştır (Saidolimov, 2021:101).

2016-2019 arasında Özbekistan’ın Avrupa Birliği ile ticaretinde de sıçrama yaşanmıştır. Ticaret hacmi %60 artarak 4 milyar dolara ulaşmış, Özbek ürünlerinin Avrupa ülkelerine ihracı 1,5 kat büyümüştür (Hakimova, 2022:425). Özbekistan’ın Kerimov döneminde İran’la gerilen ilişkileri de düzelmeye başlamış ve 2016’da durdurulan Tahran-Taşkent uçak seferleri 2019’da yeniden başlamıştır (Özdaşlı, 2020:129).

Özbekistan’ı dünya ticaretinde bir merkez haline getirme hedefi taşıyan Mirziyoyev’in yeni politikası, Çin devlet başkanı Xi Jinping’in Astana’daki Nazarbayev Üniversitesi’nde açıkladığı ve ‘Yeni İpek Yolu’ olarak da anılan ‘Kuşak-Yol Girişimi’ ile de uyumludur (Rakhimov vd, 2020:8). Görüldüğü gibi Özbekistan, ABD ve AB’den Çin’e, Rusya’dan Güney Kore’ye, Malezya’dan İran’a dünyanın pek çok ülkesiyle iyi ilişkilerini geliştirme çabasındadır.

Mirziyoyev’in bu yeni dış politik yaklaşımı, Türkiye ile Özbekistan arasındaki buzların da tamamen erimesini sağlamıştır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 17-18 Kasım 2016 tarihlerinde Özbekistan’ı ziyaret etmiş, Şevket Mirziyoyev de 25 Ekim 2017’de Türkiye’ye resmi ziyarette bulunmuştur. Erdoğan ertesi yıl 29 Nisan-1 Mayıs 2018 tarihlerinde Özbekistan’a devlet ziyareti gerçekleştirmiş, Taşkent’teki Ali Meclis’te konuşma yapmış, ziyaret sırasında farklı alanlarda 25 anlaşma imzalanmış, iki ülke arasında ‘Yüksek Düzeyli Stratejik İş Birliği Konseyi’nin kurulması kararlaştırılmıştır (Yıldız, 2021:279). Mirziyoyev ise Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin birinci toplantısına katılmak ve Beştepe’deki Millet Kütüphanesi’nin açılışına onur konuğu olarak katılmak üzere 19-20 Şubat 2020 tarihlerinde Ankara’ya gelmiştir (Yusupov&Gül, 2021:116).

Özbekistan’ın Nahçıvan Antlaşması’nı kabul ederek Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’ne üye olması işte böyle bir ortamda gerçekleşmiştir. Türkiye-Özbekistan ilişkilerinin düzelmesi, Türk dünyasında entegrasyon çabalarına da ivme kazandırmakta, Türk cumhuriyetleri arasındaki ilişkileri geliştirmekte, yeni katılımların önünü açmaktadır (Zorlu, 2019:28). Nitekim değinildiği gibi 11 Kasım 2022’deki zirveye Özbekistan’ın evsahipliği yapması, burada verilen ‘Türk Medeniyeti’ mesajı ve KKTC’nin tarihinde ilk kez gözlemci statüsünde de olsa bir uluslararası teşkilatın parçası olması çok önemli adımlardır. Türk tarih ve uygarlığının ayrılmaz parçası Özbekistan’ın dünyadaki yeni konumuyla Türk Devletleri Teşkilatı’nda aktif rol oynamasının, büyük bir jeopolitik güç merkezi olacak olan Türk Birliği’ne giden süreci hızlandıracağını söylemek kanaatimizce artık hayal olmaktan çıkmıştır.

Şekil 15: 11 Kasım 2022 tarihinde Semerkant’ta düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı’nın dokuzuncu zirvesinde üye ve gözlemci ülkelerin liderleri. Özbekistan cumhurbaşkanının merkezinde bulunduğu böyle bir resim, 1990’lı yıllardan beri hayal gibiydi. Mirziyoyev yönetiminin yeni yaklaşımıyla Türkiye-Özbekistan ilişkileri düzeldiği gibi, Özbekistan Türk dünyasının merkezindeki konumuna geri dönmüştür. Kaynak: https://www.flickr.com/photos/turkic_council/52505280771/in/album-72177720303768258/

Sonuçlar

  • Özbekistan, Türk dünyasının en önemli ülkelerinden biri, Türk tarihinin önemli tarihi olaylarının yaşandığı bir merkez, Türkistan coğrafyasıyla birlikte Asya kıtasının jeopolitik kalbidir. Bölgede en geç IV. yüzyılda, Akhun döneminden itibaren Türk varlığı bilinmektedir, ilk Müslüman Türk devleti olarak kabul edilebilecek ve Türklerin İslamiyete geçişinde önemli rol oynamış Samaniler Özbekistan’da kurulmuş, Selçuk Bey’in çocukları Anadolu’ya göç etmeden önce Özbekistan’da yaşamışlar, Timur, Özbekistan topraklarının merkezinde olduğu büyük bir dünya imparatorluğu kurmuş, onun soyundan gelen Babür de Hindistan’da büyük bir Türk devleti kurmuştur. Hive, Buhara, Semerkant, Hokand gibi, Türk sanatının önde gelen anıt eserlerinin yer aldığı şehirler Özbekistan’da bulunmaktadır. Tarih boyunca İpek Yolları Özbekistan coğrafyasından geçmiştir; bugün de Orta Asya’daki petrol ve gaz boru hatlarının çoğu Özbekistan üzerinden geçmektedir.
  • İslam Kerimov döneminde güvenlik gerekçeleriyle dünyaya kapalı bir ülke görünümünde olan Özbekistan, Şevket Mirziyoyev’le birlikte bölge ülkeleriyle sorunlarını çözmeye ve dünya ekonomisiyle bütünleşmeye başlamıştır. Bu kapsamda Kerimov’un mesafeli durduğu Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’ne 2019’da tam üye olmuştur.
  • Madalyonun diğer yüzünde, Mirziyoyev’in ‘açık kapı politikası’nın Özbekistan’ı, Türk dünyasında bütünleşmeden rahatsız olacak birtakım güçlerin provokasyonlarına açma riski de bulunmaktadır. Özellikle Fergana Bölgesi, dikkat edilmesi gereken riskler taşımaktadır. Türk Devletleri Teşkilatı üyeleri, gerek bölgede ortaya çıkabilecek gerekse dışarıdan bölgeye sokulmak suretiyle istikrarı bozabilecek her tür provokasyona karşı birlikte hareket etmelidirler.
  • Türk tarihi incelendiğinde, Türk devletleri arasındaki çatışmaların dış ülkelerin güçlenerek yayılmalarını kolaylaştırdığı gözlemlenebilir. Timur’la Osmanlı ve Altın Orda Devletleri arasındaki savaşlar, Safevilerin Osmanlı ve Özbeklerle yaptıkları savaşlar gibi iç çatışmalar Rus yayılmasının önünü açmıştır. Bunun tam tersi düşünüldüğünde, bugün dünyada mevcut bulunan kutuplar (ABD/AB – Rusya/Çin) arası yeni soğuk savaş ve rekabet ortamının Türk devletlerinin entegrasyonu ve güçlenmeleri için büyük fırsat teşkil ettiği düşünülebilir. Bunun için ön koşul, Türk devletlerinin eşgüdüm içinde birlikte hareket etmeleridir.
  • Özbekistan’ın Türk Devletleri Teşkilatı’na katılması, Türk dünyasında entegrasyonun nihai hedefi olabilecek bir Türk Birliği projesine büyük ivme kazandırmış ve süreç hızlanmıştır. Özbekistan’ın güçlenerek dünya siyasetinde önemli bir aktör olarak öne çıkması, Türk Devletleri Teşkilatı’nı da güçlendirecek ve gelecekte Türk dünyasında ortak para birimine geçiş, ortak savunma gücü kurulması gibi bir zamanlar hayal olarak görülen projelerin gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaktır.

 

KAYNAKÇA

Abashin, S. N. (2006). Post-Soviet Nationalism, Ethnos Theory, and Constructivist Critique. Anthropology & Archeology of Eurasia, 44(4), 58–63. doi:10.2753/aae1061-1959440407

Abdiraşidov, Z. (2022). İsmail Gaspıralı ve XX. Yüzyılın Başında Türkistan (Çev: Kerimoğlu, H.). İstanbul: Selenge Yayınları.

Alperen, Ü. (2018). ‘Bir Kuşak Bir Yol’ Girişimi ve Çin’in Orta Asya Politikası. Bilge Strateji 10: 17-38

Anvarovich, Q. A. (2021). The economic modernization of Uzbekistan. ResearchJet Journal of Analysis and Inventions, 2(05), 332-339.

Bademci, A. (2019). Kendi Arşiv Belgelerine Göre 1917-1934 Türkistan Milli İstiklal Hareketi Basmacılar (Korbaşılar). İstanbul: Kamer Yayınları.

Berber, O. (2021). Türkiye – Rusya Türkleri İlişkileri. 20. Yüzyıld Türkiye – Türk Dünyası İlişkileri (Ed: Yıldırım, C., Tuğluoğlu, F., Gökçe, M., Okumuş, O.) 723-758. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

Birsel, H. (2005). Gizli Çember ve Özbekistan. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayınları.

Borthakur, A. (2017). An analysis of the conflict in the Ferghana Valley. Asian Affairs, 48(2), 334-350. doi:10.1080/03068374.2017.1313591

Carr, E. H. (2006). Bolşevik Devrimi – 1 (Çev: Suda, O.). İstanbul: Metis Yayınları.

Dadabaev, T. (2018). Uzbekistan as Central Asian game changer? Uzbekistan’s foreign policy construction in the post-Karimov era. Asian Journal of Comparative Politics, 205789111877528. doi:10.1177/2057891118775289

Dadabaev, T. (2019). Developmental state and foreign policy in post-Karimov Uzbekistan. The SAGE handbook of Asian foreign policy, 893-917.

Dilmaç, T. (2019). Özbekistan’da Ulus-Kimlik – Dış Politika İlişkisi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Djalili, M. R.; Kellner, T. (2009). Yeni Orta Asya Jeopolitiği (Çev: Uzmen, R.). İstanbul: Bilge Kültür-Sanat.

Eltazarov, C. (2003). Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Arasındaki Entegrasyon ve Dezentegrasyon: Bugün ve Geleceğe Bakış. Bağımsızlıklarının 10. Yılında Türk Cumhuriyetleri (Ed: Gürsoy-Naskali, E.; Şahin, E.). Haarlem: SOTA Yayınları.

Eravcı, A. (2021). Tarihsel Süreçte Özbekistan. Özbekistan (Ed: Yılmaz, S.). Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Erman, K. (2017). Afganistan’da Sovyet Nüfuzu ve İşgali. Ankara: Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları.

Golden, P. (2014). Dünya Tarihinde Orta Asya (Çev: Taştan, Y. K.). İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Golden, P. (2017). Türk Halkları Tarihine Giriş (Çev: Karatay, O.). İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Grousset, R. (2020). Stepler İmparatorluğu – Attila, Cengiz Han, Timur (Çev: İnalcık, H.). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Fumagalli, M. (2007). Ethnicity, state formation and foreign policy: Uzbekistan and “Uzbeks abroad.” Central Asian Survey, 26(1), 105–122. doi:10.1080/02634930701423525

Fumagalli, M. (2017). When security trumps identity: Uzbekistan’s foreign policy under Islam Karimov. Constructing the Uzbek State.

Hasanzadeh, V. (2021). Yükselen Bir Uluslararası Örgüt: Türk Keneşi. 30 Yılın Ardından Türkiye ve Türk Dünyası (Der: Özdemir, V.). Ankara: Pankuş Yayınları.

Hayit, B. (2000). Sovyetlerde Türklüğün ve İslam’ın Bazı Meseleleri. İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.

Ilkhamov, A. (2004). Archaeology of Uzbek identity. Central Asian Survey, 23(3-4), 289–326. doi:10.1080/0263493042000321380

Indeo, F. (2018). The Impact of the Belt and Road Initiative on Central Asia: Building New Relations in a Reshaped Geopolitical Scenario. China’s Belt and Road Initiative, 135–153. doi:10.1007/978-3-319-75435-2_8

Ismailbekova, A. (2013). Coping strategies: public avoidance, migration, and marriage in the aftermath of the Osh conflict, Fergana Valley. Nationalities Papers, 41(1), 109-127.

Kanlıdere, A. (2021). İdil-Ural ve Türkistan’da Fikir Hareketleri – Dini Islahçılık ve Ceditçilik. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Karasar, H. A.; Kuşkumbayev, S. K. (2009). Türkistan Bütünleşmesi – Merkezi Asya’da Birlik Arayışları 1991-2001. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Karatay, O. (2018). Türklerin İslamı Kabulü. Ankara: Kripto Yayınları.

Kocatepe, Ö. F. (2022). Türk Devletleri Teşkilatı – Politik ve Askeri İş Birliği. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Koç, D. (2020). Özbekistan Cumhuriyeti. Çağdaş Türk Dünyası (Ed: Çelik, M. B.) ss.43-79. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Kona, G. G. (2002). Türkiye-Orta Asya İşbirliği Stratejileri ve Gelecek Senaryoları. İstanbul: IQ Kültür-Sanat Yayınları.

Kubicek, P. (1997). Regionalism, nationalism and Realpolitik in central Asia. Europe-Asia Studies, 49(4), 637–655. doi:10.1080/09668139708412464

Kurzman, C. (1999). Uzbekistan: The invention of nationalism in an invented nation. Critique: Critical Middle Eastern Studies, 8(15), 77–98. doi:10.1080/10669929908720151

Landau, J. M. (1999). Pantürkizm (Çev: Akın, M.). İstanbul: Sarmal Yayınevi.

Levi, S. C. (2007). The Ferghana Valley at the crossroads of world history: the rise of Khoqand, 1709–1822. Journal of Global History, 2(2), 213-232.

Otkan, P. (2018). Tarihçinin Kayıtları’na (Shi Ji) göre Hunlar. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Özdağ, Ü. (2020). Türk Milliyetçiliği ve Jeopolitik. Modern Türkiye’de Siyas Düşünce: Milliyetçilik (Ed: Bora, T.). İstanbul: İletişim Yayınları.

Özdaşlı, E. (2020). İsrail’in Orta Asya (Türkistan) Türk Cumhuriyetleri ile İlişkileri. Ankara: Nobel Akademik Yayıncılık.

Özkan, M. (2020). Türkistan’ın İşgal Çağı – Beyaz General Skobelev 1843-1882. İstanbul: Kronik Yayınları.

Özkan, M. (2021). Buhara Hanlığı (1500-1920). İstanbul: Selenge Yayınları.

Özkan, M. (2022). Hive Hanlığı (1511-1920). İstanbul: Selenge Yayınları.

Pikalov, A. (2014). Uzbekistan between the great powers: a balancing act or a multi-vectorial approach? Central Asian Survey, 33(3), 297–311. doi:10.1080/02634937.2014.930580

Pomfret, R. (2020). Uzbekistan and the world trade organization. Silk Road: A Journal of Eurasian Development, 2(1), 54-61.

Pottenger, J. R. (2004). Civil society, religious freedom, and Islam Karimov: Uzbekistan’s struggle for a decent society. Central Asian Survey, 23(1), 55–77. doi:10.1080/02634930410001711189

Rashidovna, H. M. (2022). New Uzbekistan in the World's View: Achievements for Active Foreign Policy and Socio-economic Cooperation. International Journal on Integrated Education, 5(6), 423-427.

Roux, J. P. (2001). Orta Asya – Tarih ve Uygarlık (Çev: Arslan, L.). İstanbul: Kabalcı Yayınları.

Roux, J. P. (2006). Histoire de l’Iran et des Iraniens des origines à nos jours. Paris: Librairie Arthème-Fayard.

Roy, O. (2000). Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi (Çev: Moralı, M.). İstanbul: Metis Yayınları.

Saidolimov, S. (2021). Foreign Policy of Uzbekistan: An Active and Pragmatic way Built on the Basis of National Interests. Central Asian Journal of Social Sciences and History, 2(12), 96-102.

Saray, M. (1994). Rus İşgali Devrinde Osmanlı Devleti ile Türkistan Hanlıkları Arasındaki Siyasi Münasebetler (1775-1875). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.

Savaş, M. M. (2021). Ak Hunlar. İstanbul: Selenge Yayınları.

Soucek, S. (2009). A History of Inner Asia. Cambridge: Cambridge University Press.

Sönmezoğlu, F. (2016). Son Onyıllarda Türk Dış Politikası 1991-2015. İstanbul: Der Yayınları.

Şimşir, S. (2021). Stalin ve Turancılar. İstanbul: Post Yayınları.

Taşağıl, A. (2003). Türk Cumhuriyetlerinde Tarih Anlayışı. Bağımsızlıklarının 10.Yılında Türk Cumhuriyetleri (Ed: Gürsoy-Naskali, E.; Şahin, E.) ss.305-308. Haarlem: SOTA Yayınları.

Togan, Z. V. (2015). Hatıralar. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Tolipov, F. (2011). Micro-Geopolitics of Central Asia: A Uzbekistan Perspective. Strategic Analysis, 35(4), 629–639. doi:10.1080/09700161.2011.576098

Usta, A. (2013). Türklerin İslamlaşma Serüveni – Samaniler. İstanbul: Yeditepe Yayınları.

Vambery, A. (2019). Bir Sahte Dervişin Orta Asya Gezisi (Haz: Özalp, A.). İstanbul: Kitabevi Yayınları.

Yıldız, M. (2021). Türkiye – Özbekistan Siyasi İlişkileri. 20. Yüzyılda Türkiye – Türk Dünyası İlişkileri (Ed: Yıldırım, C., Tuğluoğlu, F, Gökçe, M., Okumuş, O.) ss.247-291. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

Yılmaz, S. (2021). Türkiye – Kazakistan İlişkileri. 20. Yüzyılda Türkiye – Türk Dünyası İlişkileri (Ed: Yıldırım, C., Tuğluoğlu, F, Gökçe, M., Okumuş, O.) ss.83-119. Ankara: Pegem Akademi Yayınları.

Yorulmaz, Osman (2016). Kazaklar ve Kazak Hanlığı. Avrasya’nın Sekiz Asrı Çengizoğulları (Haz: Alan, H.; Kemaloğlu, İ.). İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Yusupov, S.; Gül, O. K. (2021). Buhara Hanlığı Döneminden Cumhuriyete Türkiye -Özbekistan İlişkileri ve Osman Kocaoğlu. Ankara: Altınordu Yayınları.

Zarcone, T. (2021). Yasak Kent Buhara (Çev: Berktay, A.). İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Zeybek, N. K. (2013). Türk Dünyası Deyince. İstanbul: Doğan Kitap.

Zorlu, K. (2019). Türk Dünyası Güncesi. İstanbul: Ötüken Neşriyat.

Coşkun Faik Kavala

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enstitü Başkanı