İsrail versus İran: Psikolojik Savaştan Gerçek Savaşa


İsrail versus İran: Psikolojik Savaştan Gerçek Savaşa

Yazan  12 Nisan 2012
ABD, İran’a askeri bir saldırının bölgesel ve küresel kaos yaratacağının bilinciyle uluslararası hukuk çerçevesinde bir saldırı zemini oluşturmak istemektedir.

ABD, askeri strateji ve doktrinini 11 Eylül saldırılarından sonra temelden değiştirmiştir. Bu doktrinin hayati kelimesi "önleyici saldırı (preemptive strike) idi. Dönemin ABD Başkanı 29 Ocak 2002'de yaptığı bir nevi ulusa sesleniş konuşmasında (State of the Union) nükleer, kimyasal ve biyolojik silaha sahip olmak isteyen rejim ve teröristlerin tehdit olmadan önce engellemesi gerektiğini ifade etmişti. Buna göre tehdit gerçekleşmeden savaş düşmanın ayağına götürülecekti. 8 Ocak 2002'de Kongre'ye sunulan raporda uluslararası hukukta yakın ve kesin bir tehdit karşısında bir devletin meşru müdafaa hakkı olduğu ve saldırıların bu çerçevede değerlendirilmesi isteniyordu. Esas itibarıyla bu savla ilk askeri saldırıyı İsrail Ordusu, Mısır'a 1967'de gerçekleştirmiştir. İsrail, bu saldırıdan sonra Mısır Ordusu'nun kendilerine saldırı hazırlığı içinde olduğunu ve bu yakın ve kesin tehdit karşısında meşru müdafaa hakkını kullandığını iddia etmiştir. Aynı savla Irak'ta Fransız firması tarafından yapılmakta olan Osirak nükleer reaktörüne bir hava saldırısı düzenlemiştir. Eylül 2007'de ise Suriye'nin bir şehrindeki fabrikaya gizli nükleer çalışma yapılıyor savıyla hava saldırısı düzenlemiştir. Aynı savla İsrail, İran'ın nükleer ve askeri tesislerinin vurulması için yaklaşık 10 yıldır dünya kamuoyunu psikolojik olarak hazırlanmaktadır.

 

İsrail Yönetimi'nin Konumu

 

İsrail devleti kurulmadan önce askeri stratejisine ilişkin bir fikir birliği mevcut değildi. Fakat zamanla Menachem Begin'in görüşlerinin Vladimir Jabotinsky'in görüşlerine baskın çıkmasıyla askeri Siyonizm ön plana çıktı. Jabotinsky sadece mevcut Yahudi yerleşim bölgelerinin varlığını Arap saldırılarına karşı korumak gerektiğini savunurken Begin, Yahudi devletinin kurulması için öncelikle Filistin'in tamamen işgal edilmesi gerektiğini savunuyordu. Askeri Siyonizm ideolojik tavrı ile reelpolitik mücadelesi bugün de İsrail'de devam etmektedir. Siyonist ideoloji o dönemde Filistin'de Müslüman toplumun ortasında bir Yahudi devleti kurmayı hedeflerken hareket içerisinde buna karşı çıkanlar bulunmakta idi. Aynı şekilde 1948'de azınlıkta olan Yahudilerin katledileceği inancıyla İsrail devletinin ilanı konusunda tereddütleri olanlar bulunmaktaydı. Fakat 1956, 1967, 1973 savaşları askeri Siyonizm'in gücünü arttırdı.

 

Fakat 2000'e kadar hâkim olan askeri Siyonizm fiili olarak gerilemeye başladı. Hizbullah'ın Lübnan'da İsrail Ordusu karşısındaki başarısı ve Hamas'ın İsrail Ordusu'nu Gazze'den çekilmeye zorlaması bundaki en önemli etkenlerdir. Nitekim Gazze'den çekinilmesi, Likud'un bölünmesini ve Kadima partisinin kurulmasını getirmiştir.

 

Netanyahu, hükümet programını ilan ettiği konuşmasında, önceliklerinin ne Filistin ne Gazze olduğunu öncelikli tehditlerinin İran olduğunu ifade etmiştir. 2 Haziran 2009'da ise "Dönüm Noktası 3" adlı İsrail'in bugüne kadarki en kapsamlı sivil savunma tatbikatı gerçekleştirilmiştir. Bu tatbikat, İran, Suriye ve Hizbullah ile aynı anda savaş senaryosu üzerine yapılmıştır. 14 Haziran 2009'da ise Başbakan Yardımcısı ve Stratejik İlişkiler Bakanı, bir görüşmede İran'ın kendileri için yaşamsal tehdit olduğunu ve kendilerini savunmak için hazır olmaları gerektiğini ifade etmiştir.

 

Siyasi İrade ve İmkan Çarpışması

 

Netanyahu Hükümeti, İran'ın nükleer tesislerine askeri saldırı için siyasi iradeye sahip görünmektedir. Fakat Eski Mossad Başkanı Mayer Dagan ve Eski Genel Kurmay Başkanı Gazi Aşkanazi gibi İran'a askeri saldırının felakete varan sonuçları olacağını düşünenler bulunmaktadır. Böyle bir saldırı için siyasi irade bulunsa dahi cevaplanması gereken sorular tartışmalıdır. Öncelikle İsrail Ordusu askeri açıdan İran'ın birçok yerine dağılan nükleer tesislerini vurabilme imkân ve kabiliyetine sahip midir? İsrail yönetimi ABD'nin onayını almadan saldırıya başlarsa ABD yönetiminin tavrı mutlak destek yönünde olacak mıdır? İran'ın karşı saldırısı ne derece engellenebilecektir? İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak bir konuşmasında, eğer İran'a nükleer güç olmadan bir saldırı gerçekleşmez ise nükleer güç olduktan sonra zaten saldırının bir anlamı olmayacağını ifade etmiştir. Askeri saldırıda başarının temel unsuru kabul edilen "sürpriz saldırı", "beklenmedik saldırı" etkeni İran için artık geçerli olmayacaktır. İran'ın nükleer ya da askeri merkezlerine saldırı başladığında 20'nin üzerindeki merkeze fiilen aynı anda saldırı gerçekleştirilmesi zaten mümkün görülmemektedir. Çünkü füzeler ya da uçaklar nereden İran hava sahasına girerse girsin sonuçta İran'ın radar gözlem sistemleri alarma geçecektir. Ayrıca İran'ın gizli askeri ve nükleer merkezleri hakkında ne derece sarih istihbarat bilgilerine sahip olunduğu da açık değildir.

 

Son olarak İsrail Ordusu Sardinya Adası'nda geniş çaplı genel savaş faraziyesine dayanarak bir askeri tatbikat yapmıştır. Bu tatbikat İsrail'in, İran, Suriye, Lübnan ve Gazze ile aynı anda savaşa girmesi senaryosu üzerine yapılmıştır. İsrail Ordusu Almanya'dan aldığı 3 denizaltı ile İran'a uluslararası sulardan füze saldırısı yapabilme kabiliyetine sahiptir. Fakat İsrail Yönetimi, Hava Kuvvetleri'nin 2006'da Hizbullah mevzilerine hava saldırısında önemli stratejik hatalar yaptığını tecrübe etmiştir. Bu çerçevede önemli olan saldırıların başarıya ulaşma oranıdır. İsrail ordusunun üzerinde durduğu diğer nokta ise İran'ın karşı saldırı ile İsrail'i vurma durumudur. Bunun için İran'ın füze üsleri ve kritik komuta merkezlerinin vurulması da muhtemelen düşünülmektedir. Fakat Devrim sonrası Humeyni'nin ifadesi ile İran, "20 milyonluk ordu" felsefesi üzerine yapılandırılmıştır. Kısaca İran'ın klasik ordu yapılanması gibi tek komuta merkezi ve tamamen konvansiyonel silahlara dayanan bir yapısı yoktur. Bu çerçevede İran'ın misillemesini engellemek pek mümkün görünmemektedir. Öte yandan İran Ordusu, ABD'nin en son nesil insansız hava aracını İran havasında istihbarat toplarken sinyal ayarlarını kontrol altına alarak İran'a indirmiştir. Bu durum İran'ın radar ve kontrol sistemlerindeki teknolojik gelişmişliği konusunda Batı askeri istihbarat merkezlerinde büyük kaygı yaratmıştır.

 

Örtülü Operasyonların Gücü

 

Mossad üst düzey yöneticileri ile ABD üst düzey görevlilerinin 2004-2007 arasında yapılan görüşmeler sonucunda "5 cephe strateji" adıyla İran'a karşı ortak hareket etme kararı almıştır. Bunlar siyasi baskı, örtülü operasyonlar, nükleer çalışmaların engellenmesi, yaptırım ve rejim değişikliğidir. Ağustos 2007'de ABD yönetimine gönderilen gizli yazıda, Amerika, İsrail ve aynı fikirdeki ülkelerin İran'a karşı bu 5 cephede ortak faaliyet yürütmesi istenmektedir. Bu yazıda özellikle İran'daki bölücü etnik unsurların desteklenmesinden bahsedilmektedir. Fakat İran yönetimi aynı yıllarda etkin bir şekilde askeri, iktisadi ve yargı alanında hızla etnik terör ve bölücülüğün üzerine giderek bölücü terör örgütü PEJAK'ı askeri olarak bitirmiştir. Yine bu strateji çerçevesinde İran'ın nükleer uzmanı bilim adamları öldürülmeye ya da kaçırılmaya başlanmıştır. 2005'den itibaren İran'ın nükleer tesislerinde birçok sorun (kuvvetle muhtemel Batı istihbarat servislerinin Mossad ile iş birliği sonucu) meydana gelmiştir. Yine aynı dönemde Devrim Muhafızları'na ait birkaç uçak şüpheli şekilde düşmüştür. Hatta bu uçaklardan biri İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejat'ın binmesi muhtemel uçaklardandı. Nükleer tesislerin bilgisayarlarına gönderilen bilgisayar virüsleri de bu faaliyet çerçevesinde değerlendirilebilir. Ocak 2012'de de Natanz Nükleer Tesisi'nin Başkan Yardımcısı Mesut Ali Muhammedi, Tahran'da suikast sonucu öldürülmüştür.

 

İsrail muhtemelen bu saldırı ve operasyonları Kaysera adlı birimle yürütmektedir. Kaysera'nın uzmanlık alanı dış ülkelerde suikast ve sabotajlar gerçekleştirmektir ancak üyelerinin hiç biri İsrail pasaportu taşımadığı için İran'a muhtemelen farklı ülkelerden giriş yapmaktadırlar. Fakat tüm bu faaliyetler İran devletinin güçlü merkezi yapısında kırılma ya da sapmaya sebep olmamıştır. Bu durum İran'a askeri saldırıdan başka bir seçeneğin kalmadığı yönündeki düşüncelerin İsrail yönetiminde gün geçtikçe güçlenmesine sebep olmaktadır. Son zamanlarda İsrail Savunma Bakanı'nın İran'a olası bir saldırı için orduya hazırlık emri verdiği söylenmektedir. Esas itibarıyla bu söylemler, İran'a saldırı fikrinde kararlı olduklarını dünya ve İran kamuoyuna duyurmaya yöneliktir. Fakat İran yönetimi bu resti çoktan görmüştür. İran İslam Cumhuriyeti'nin devlet başkanı konumundaki Seyit Ali Hameney, Tahran'da en son kıldırdığı Cuma namazı hutbesinde bunu açıkça ifade etmiştir. Sadece önemli ve kritik zamanlarda Cuma namazı kıldıran Hamaney'in bu konuşması Batı'ya son cevap niteliğindedir. İsrail, İran'ın hızla nükleer güç olma yolunda ilerlediğini ve bunun 5 cephe strateji ile engellemenin şu ana kadar mümkün olmadığını düşünmektedir. İsrail, ABD'den İran'a askeri bir saldırı için onay alamayacağını inanmaktadır. Obama yönetimi, Bush yönetiminin aksine İran'a askeri müdahale ifadesini mümkün olduğunca kullanmamaktadır. Özellikle son istihbarat raporlarındaki İran'ın bazı tesislerinin yerin 80 metre altında olduğu yönünde bilgiler, bilinen sığınak bombaları ile ABD ordusunun bile bu tesislere zarar veremeyeceğini göstermektedir. ABD Savuma Bakanı, son açıklamasında bu tesisleri vuracak imkân ve kabiliyetlerinin olmadığını açıkça ifade etmiştir. Bu ifadeyle İran'da ABD'nin bu gizli tesislere bir saldırı gerçekleştiremeyecek güçte olduğu yanılgısı yaratmak ya da İsrail'in İran'a saldırı baskısını kırmak amacı hedeflenmiş olabilir.

 

İsrail'i Bölgeden Sökecek Rejim

 

İsrail'i kaygılandıran ise gelecekte nükleer güç olmasının İran rejimini ayakta tutacak en önemli dayanak olmasıdır. Bu, İsrail'i bölgede kanser olarak gören ve söküp atılmasını savunan bir rejimin ayakta kalması demektir. İsrail Savunma Bakanı Barak, İran'ın nükleer güç olmasının Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır'ın da nükleer güç olmasının önünü açtığını ifade etmektedir. Nitekim bugüne kadar kuvvetle muhtemel NATO ve ABD'nin baskısı ile nükleer enerji gibi stratejik bir güçten yoksun kalan Türkiye'nin artık nükleer enerji hedefinden vazgeçmesi mümkün değildir. Aynı şekilde nükleer güç olmuş bir İran, İsrail'e karşı Hizbullah'a daha etkili yardımda bulunabilecektir. Bu durum da İsrail'in Hizbullah'a karşı zaten kaybettiği psikolojik üstünlüğü derinleştirecektir. Barak, bir yıl içerisinde İran'a askeri bir müdahale yapılmazsa bundan sonra nükleer silaha sahip bir İran'a karşı yapılacağını iddia etmektedir. Yine bazı açıklamalardan ABD'nin İran'a askeri müdahaleye istekli olmadığı anlaşılmaktadır. İsrail'in asıl korkusu nükleer bir İran'a ABD'nin razı olması ihtimalidir. Bu durumda asıl sorulması gereken "İsrail, ABD'den onay almadan İran'a askeri bir saldırı gerçekleştirecek midir?" sorusudur. 6 Gün Savaşları'nı başlatmadan önce İsrail Başbakanı Levi Eşkol'un ABD Başkanı Johnson'dan, Suriye'de iddia edilen nükleer tesislere saldırmadan önce de Olmert'in Bush yönetiminden onay aldığı bilinmektedir. Fakat hiç kimse Netanyahu gibi bir ismin İran'a askeri saldırı öncesi onay almasını beklememektedir. 1967'de Mossad Başkanı olan Mayer Amit, 25 Mayıs 1967'de dönemin Tel Aviv CIA Şefi ile yaptığı çok gizli bir görüşmenin tutağını yakın zamanda vermiştir. Bu konuşmada İsrail, Mısır'a önleyici saldırı yapmayı düşündüğünü anlatmış CIA şefi ise bunun çok tehlikeli sonuçları olacağını ifade etmiştir. ABD'nin böyle bir savaş karşısında kendilerinin bile yardım amaçlı Süveyş Kanalı'nda bulunabileceğini ima etmiştir. Amit, Gazeteciye bu belgeleri verirken bu konuşmada Kahire yerine Tahran, Süveyş Kanalı yerine de Hürmüz Boğazı'nı koyabilirsiniz demiştir. Buradan İsrail'deetkin durumda olanların saldırısı sonunda ABD'nin her halükarda İsrail'in yanında olduğunu düşündüğünü çıkartabiliriz.

 

Sessiz Saldırı/Gizli Destek

 

Pentagon'da 2011'de Nükleer Güvenlik alanında uzman olarak çalışan birinin ifadesine göre ABD, İsrail'den bir saldırı kararı alırsa kendilerine kesinlikle bildirilmesini istemiş fakat bu istek İsrail hükümetince kabul edilmemiştir. Genel kanı İsrail'in böyle bir kararı ABD yönetimine sadece birkaç saat önce, o da daha sonra diplomatik açıdan haber verdik diyebilmek için, haber vereceği yönündedir. Bu kadar kısa zamanda da ABD'nin saldırıyı engelleme şansı olmayacaktır. ABD, İran'a askeri bir saldırının bölgesel ve küresel kaos çıkartacağını bilmekte ve bunun için uluslararası hukuk çerçevesinde bir saldırı zemini oluşturmak istemektedir. Fakat jeopolitik unsur ve dengeler açısından bugünkü şartlar altında bu pek mümkün görülmemektedir. Diğer temel sorun ise İsrail'in hâlihazırdaki askeri gücü ile böyle kapsayıcı bir saldırının başarıya ulaşma şansının çok az olmasıdır. İran'ın nükleer tesisleri hemen hemen İran'ın her yerine dağılmıştır. İsrail jetlerinin bazı yerlere ulaşması için havada bir kez yakıt ikmali bile yetmeyecektir. İsrail denizaltıları İran'a yakın yerden bir saldırı gerçekleştirse de İran'ın füze savunma sistemleri bu saldırıları önemli ölçüde engelleyecek kapasitededir. Ayrıca böyle bir saldırı karşısında İran tüm imkânları ile İsrail'e karşılık vereceklerini açıklamıştır. 2006'daki İsrail – Hizbullah savaşından sonra İran'ın yardımlarıyla Hizbullah'ın elindeki kısa ve orta menzilli füzelerin sayısının 50000'e ulaştığı tahmin edilmektedir. Hizbullah da yine böyle bir saldırıya karşılık vereceklerini açıklamıştır. Nitekim İsrail Ordusu 2006'daki Hizbullah karşısındaki hezimetinden sonra Negev Çölü'nde dünyanın en büyük şehir savaşı tatbikat okulunu kurmuştur. Olası bir Hizbullah saldırısı karşısında muhtemelen Güney Lübnan'a geniş çaplı bir kara harekâtına hazırlık yapmaktadır. İsrail'in Lübnan'a saldırısı karşısında ise Suriye'de Esat rejiminin tüm imkân ve kabiliyeti ile Hizbullah'a yardım edeceği kuvvetle muhtemeldir. Öte yandan Suriye Ordusu'na askeri ve istihbarat danışmanlığı yapmak üzere Rus subayların Suriye'ye geldiği basına yansımıştır. Rusya en son BM Güvenlik Konseyi'ndeki tavrı ile zaten Suriye rejimine desteğini daha da kuvvetlendirmiştir. Nitekim Hamas'ın İsrail'e roket saldırıları başlatması da çok kuvvetli bir olasılıktır. Mısır'da artık Mübarek rejimi olmadığı için Hamas'a yardım edilmesi mümkündür. Buna ek olarak İran, topraklarına herhangi bir saldırı gerçekleşirse NPT anlaşmasından çıkacaklarını ve nükleer silah yapmayı düşüneceklerini ifade etmiştir.

 

Mossad'ın en eski operasyoncularından Rafi Eytan, İsrail'in İran'a saldırmasının altından kalkamayacağını son yıllarda sıkça ifade etmektedir. Eski Mossad Başkanı Dagan, aynı şekilde Tel Aviv Üniversitesi'nde verdiği bir derste sert bir şekilde Netanyahu ve Barak'ı eleştirmiştir. İsrail'deki temel bölünme savaş ve saldırının siyasi getirisi üzerinedir. Birinci ve hükümette bulunan kesime göre önemli olan saldırı değil sonuçlarıdır. İkinci görüşe göre ise önemli olan İran'a tetikleyici askeri saldırı başlatılması ve İsrail'in en azından bölgesel caydırıcılığının ortaya konulmasıdır. Tel Aviv'de Milli Güvenlik Araştırmaları Merkezi'nde Ocak 2012'de İran'ın ilk nükleer bombasının testini yapması üzerine bir rapor hazırlanmıştır. Bu çerçevede İsrail Hükümeti, Batı'nın hiçbir şart altında bir askeri saldırıya niyetli olmadığı görüşündedir ve bu sebeple kendi bekası için ilk taşı atması gerektiğini düşünmektedir.

 

Sonuç

 

İsrail'in İran'a yapacağı herhangi bir askeri saldırı ancak sembolik nitelikte olacaktır. Bu durumda "Böylesi bir askeri saldırının amacı ne olacaktır?" sorusu gündeme gelmektedir. İsrail, İsrail'in kurulmasından bu yana ilk defa askeri ve psikolojik gerileme hattına girdiklerini düşünmektedir. İsrail, Lübnan'da Hizbullah'a ve Filistin'de Hamas'a karşı askeri ve siyasi açıdan mağlup oldukları kanısındadır. İsrail kurulduğundan beri 60 yıllık dönemde İslam dünyası iki tür devlet ve siyaset ortaya çıkarmıştır. Birincisi İsrail ile diplomatik ilişkiye sahip cephe diğeri ise Filistin'in silahlı direnişe destek veren ve faaliyet gösteren cephedir. Arap Dünyası'ndaki değişim süreci ve özellikle Mısır'da Müslüman Kardeşler'in hükümet olma ihtimali İsrail yönetimi için hayati bir kaygı ortaya çıkarmıştır. Hamas, Müslüman Kardeşler'in tek silahlı direniş hareketidir. Eğer Müslüman Kardeşler Mısır'da hükümet olursa Hamas ile stratejik bir ilişki içine gireceği kaçınılmazdır. İsrail yönetimi, İran ve Mısır arasında kalmıştır. Bu, Filistin'de silahlı direnişe destek verilmesine inanan Şii İslam ve Sünni İslam anlayışına sahip iki devletin aynı anda İsrail'e karşı ortak bir noktada birleşmesi demektir. İsrail yönetimi en azından bu cephelerden birini kırmak istemektedir. Bunun için de en temel strateji İslam jeopolitiğini İran/Şii- Türk/Arap Sünni ekseninde bölmek ve savaştırmaktır. Bu da İran'a askeri saldırı başlatıp Batı ile İran'ın savaşmasına yol açmaktır. İsrail açısından önemli olan bu savaşın sonucu değil bizatihi savaşın kendisidir.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display