Türk-Yunan Sorunlarının Neresindeyiz?

Yazan  29 Mart 2017

Batı literatürüne göre, Yunanistan, Batının hem başladığı hem bittiği yerdir. Osmanlı İmparatorluğu egemenliği döneminde birlikte yaşayan iki toplum, bir tarafa göre; barış içinde bir arada yaşarken, diğer tarafa göre; bu beraberlik tarihteki karanlık dönemi teşkil etmektedir. Yunanistan açısından Osmanlı İmparatorluğu, hem kökenlerinin selefi olarak gördüğü Bizans İmparatorluğu’nun sonunu getirmiş, hem de Yunan halkının 500 küsur yıl boyunduruk altında yaşamasına neden olmuştur. Yunanistan’ın bağımsızlığını, bugünkü çağdaş Türkiye’nin kökeni olarak gördüğü Osmanlı İmparatorluğu’na karşı verdiği savaşla kazanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin de, İngiltere’nin desteğiyle Anadolu’yu işgal etmiş Yunan ordularını yenerek kurulması, iki komşu ülkenin birbirlerine karşı mevcut bakış açılarını olumsuz yönde etkilemektedir. 30 Ağustos 1922 günü başlayan Büyük Taarruz sonrasında Ekim 1922’de Türk-Yunan Savaşı sona erdi. Yunanlılar, “Küçük Asya Felaketi (Mikrasiatiki Katastrofi)” olarak nitelendirdikleri bu hezimeti hiçbir zaman unutmadılar. Bu mağlubiyet, Türkiye’ye yönelik mevcut düşmanlık politikalarında her zaman yerini korumaktadır[1]. Ancak, ilişkilerin dili her zaman çatışma üzerine kurulmamıştır. 1930larda Atatürk ve Venizelos arasında başlayan dostluk dönemi, 1987 sonrası ‘Davos Ruhu’ ve 1990’ların sonunda Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Yorgo Papandreu arasında yaşanan yakınlaşma gibi bahar dönemleri de oldu. Bu dönemlerde bir taraftan karşılıklı girişimlerle tarihi uzlaşmalara da imza atılmıştır. Ancak, Yunanistan’ın “Megali İdea” hayalinden, kaybedilen ancak unutulmayan “vatanlarını” yeniden ele geçirme isteğinden, Adalar Denizi’nin (Ege Denizi) tek hâkimi olma hevesinden vazgeçmemesi, öte tarafta Kıbrıs’ta süren Enosis hedefi nedeni ile iki ülke ilişkileri sağlıklı bir zemine oturamamakta, krizlerden kurtulamamaktadır. Bugün Ege ve Kıbrıs’ta yaşanan sorunların temelinde 19. yüzyılın başından beri Yunanlıların ‘Büyük Ülküsü’ olan ve aşağıda aşamaları yer alan Megali İdea bulunmaktadır;

- Yunan milletinin tam bağımsızlığının temini,

- Batı Trakya ve Selanik’in Yunanistan’a ilhakı,

- Ege Adaları’nın Yunanistan’a ilhakı,

- Batı Anadolu’nun Yunanistan’a ilhakı,

- Pontus Rum Devleti’nin kurulması,

- Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakı (Enosis),

       - İstanbul’un işgal edilerek Doğu Roma İmparatorluğu’nun yeniden kurulması[2].

Yunanistan, kuruluşundan itibaren beş kez Türkiye aleyhine sınırlarını genişletmiştir. 1930’lu yıllardan itibaren Yunanistan, Türkiye’ye karşı sınırlarını genişletebileceği en uygun yer olarak Ege Denizi’ni seçmiştir. 1931 yılında hava sahasını 3 deniz milden 10 deniz miline; karasularını 3 deniz milden 6 deniz miline genişletti. Oysa, Chicago Sözleşmesine göre karasuları ile hava sahası aynı genişlikte olmak zorundadır. Hava sahası sorunu günümüzde de devam etmektedir. 1947 yılında Yunanistan Menteşe Adalarını (Oniki Adaları), silahtan ve askerden arındırılmış olma koşuluyla ele geçirmiş; 1950’li yıllarda Kıbrıs Adasını ele geçirmeye çalışmış; 1960’lı yıllarda, Türkiye’nin güvenliği nedeniyle silahtan ve askerden arındırılmış olması gereken bütün Ege Adalarını Yunanistan, antlaşmalara aykırı olarak silahlandırmıştır. 1970’li yıllarda Ege Denizi’nde kıta sahanlığı iddialarında bulunmuş; başarılı olamayınca da 1980’li yıllardan itibaren 1982 tarihli BM Deniz Hukuku Sözleşmesini öne sürerek, kıta sahanlığını da etkileyecek olan 12 deniz millik bir karasuları iddiasında bulunmuştur. Bu iddialarını ve yayılmacı siyasetini devam ettiren Yunanistan, bu arada Türkiye’nin yayılmacı emellerine hedef olduğunu bütün dünyaya yaygara etmekten geri kalmamıştır. Bu çerçevede Atina, Ege Adaları’nın silahtan arınmış statüsünü bozmuş ve uluslararası alanda “Türk tehdidi”, “Ankara’nın yayılmacı emelleri” ve “Türkiye’nin toprak talebi olduğu[3]” yönündeki söylemlerine sarılmıştır. Bununla birlikte, Kıbrıs meselesi ve Ege Denizi, Lozan Antlaşması’nın iki ülkeye emanet ettiği azınlıklara yönelik muamele şeklinin belirlenmesinde etkin bir rol oynamış ve azınlıklar konusunun sorun olarak gündeme gelmesine neden olmuştur. Bu itibarla, Kıbrıs ve Ege’de tansiyonun yükselmesi azınlıklara, artan baskıcı politikalar şeklinde yansımıştır. Türk-Yunan anlaşmazlıklarını; Ege Denizi ile ilgili sorunlar, Kıbrıs meselesi ve diğer konular olmak üzere üç ana gruba ayırabiliriz. Bu makalede, Türk-Yunan sorunlarının geldiği aşama ile ilgili bir özet yapmak niyetindeyiz.

EGE KAYNAKLI SORUNLAR

Türkiye ile Yunanistan arasında, Ege Denizi’ne ilişkin çok yönlü anlaşmazlıklar bütününü ‘Ege Sorunu’ olarak nitelendirmekteyiz. Ege Sorunu birbiri ile iç içe geçmiş alt sorunlardan oluşmaktadır.

Kara Suları Sorunu; Yunanistan'ın Ege Denizi'nde karasuları sınırını 12 mile genişletme kararının gerçekleşmesi durumunda, Yunan karasuları % 60,33; Türk karasuları yaklaşık % 9 Ege'de uluslararası antlaşmalarla Yunanistan'a devredilmemiş ada, adacık ve kayalıkların karasuları % 10,65 ve uluslararası sular veya açık deniz olarak kalan bölgenin oranı ise % 20,02 olacaktır. Bu durumda, Ege Denizi'nin ulusal hava sahası da Yunanistan lehine genişleyeceğinden Türkiye Ege üzerindeki askeri uçuşları ve tatbikatları gerçekleşemeyecek ve Türkiye, Ege Denizi balıkçılığında ekonomik ve ticari kayıplara uğrayacaktır.

Kıta Sahanlığı; Yunanistan, adaların da kıta ülkesi gibi kıta sahanlığı hakkına sahip olduklarını iddia etmektedir. Karasularının 12 mile çıkması ile Yunan gölü haline gelecek Ege’nin kıta sahanlığındaki deniz zenginliklerini de tek başına ele geçirmeyi amaçlamaktadır. Yunanistan, Türkiye ile adalar arasındaki kıta sahanlığı sınırlandırmasının eşit uzaklık çizgisine göre yapılması gerektiğini savunmaktadır[4]. Türkiye ise doğal uzantının esas olması, hakça ilkelerin uygulanmasını, Ege Denizi’nin yarı kapalı deniz olması nedeni ile özel durumlar oluşturduğunu ve Lozan Dengesi’nin gözetilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Hava Sahası Sorunu; Yunanistan, ulusal hava sahasını 6 Eylül 1931‘de bir Yunan Krallık kararnamesiyle 10 mile çıkardı. Bunun için seçilen zaman,  yine Türk-Yunan ilişkilerinin en iyi olduğu bir tarihte ve Başbakan İsmet İnönü’nün Atina ziyaretinden hemen öncesine rastlamıştı. Yunanistan bu genişletme işlemini Uluslararası Sivil Havacılık Örgütüne (ICAO) resmen 1974’te duyurdu[5]. Türkiye bu duruma derhal itiraz etmiştir.  Yunanistan’ın ulusal hava sahası, Türkiye tarafından, Yunan karasuları gibi 6 mil olarak kabul edilmektedir[6]. Ege deki hava savunma sorumluluğu 1964 yılına kadar Ege’nin ortasından geçirilmekteydi. Bu hat, 1964 yılındaki Kıbrıs olayları esnasında Atina/İstanbul FIR hattına kaydırılmıştır. Yunanistan’ın bu hattı bir hava egemenliği olarak görmesi ve FIR’ı bir hudutmuş gibi göstermesi üzerine bu hattın değiştirilmesi için Türkiye 1966, 1968, 1971 ve 1974 yıllarında ICAO nezdinde girişimlerde bulunmuş fakat bugüne kadar bir sonuç elde edememiştir. Tarafların yaklaşımlarındaki katılığı korumaları ve yapılan çeşitli görüşmelerden bir sonuç alınamaması, Türkiye'nin 10 millik hava sahasını tanımadığını göstermek için askeri tatbikatlar sırasında Yunan karasuları ile iddia edilen 10 millik hava sahası arasındaki bölgelerde uçaklarını yapmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır. Türkiye'nin bu girişimlerini Yunanistan, ulusal hava sahasının ihlal edilmesi şeklinde yorumlamakta ve her seferinde Türkiye'yi protesto etmekte, buna karşılık Türkiye, bu protestoları geri çevirmektedir.

Harita 1: Karasuları Sınırının 6 Milden 12 Mile Çıkarılması İle Oluşacak Durum

Doğu Ege Adalarının Silahsızlandırılması;Yunanistan, Ege Denizi’nde bulunan adaları çeşitli gerekçeleri öne sürerek genel anlamda Ege’ye hâkim olma ve bölgede askeri anlamda üstün olmak maksadıyla silahlandırma yoluna gitmiştir. Yunanistan’ın silahlandırmak için uğraştığı Ege adalarını uluslararası antlaşmalar mevcut statülerine göre üç kategoriye ayrılmıştır:

- Yunan adaları Limni ve Semadirek ile Türk adaları İmroz ve Bozcaada: Bu "Boğazönü" adaları boğazlarla birlikte, boğazlar rejimine ilişkin Lozan Sözleşmesi’nin 4.maddesiyle askerden arındırılmıştır.

- Limmi, Sakız, Sisam ve Nikarya adlı Yunan Adaları: Bunlar Lozan Barış Antlaşması'nın 13. maddesi gereğince ülkelerinde ancak polis ve jandarma kuvveti bulundurabilecek, deniz üssü ve istihdam kurmanın yasak olduğu adalardır.

- Oniki Ada:Sayıları aslında 14 olan bu adalar da, 1947 Paris Antlaşması'yla İtalya'dan alınıp Yunanistan'a verilmiş adalar olup, aynı antlaşmanın 14. maddesine göre üzerlerinde ancak asayişi sağlayacak kadar kuvvet bulundurulabilir. Ancak, bu antlaşma hükümlerine rağmen, Yunanistan 1960 yılından başlayarak söz konusu adaları silahlandırmıştır.

Ege’de Egemenliği Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar; Ege'de statüleri uluslararası anlaşmalarla belirlenen ada, adacık ve kayalıklar dışında, herhangi bir uluslararası anlaşmaya konu teşkil etmemiş ve Yunanistan'a bırakılmamış birçok coğrafi formasyon (ada, adacık ve kayalık) bulunmaktadır. Yunanistan’ın 1923 Lozan ve 1947 Paris Anlaşmaları hilafına 13 ada ve bunlara bağlı adacıklar üzerindeki egemenliği tartışmalıdır. Kayalıklar ise hiçbir şekilde Yunanistan egemenliğine verilmemektedir[7].Türkiye, Yunanistan'ın statüsü tartışmalı coğrafi formasyonlar üzerinde yaratması muhtemel fiili durumları kabul etmeyeceğini ve yapılması halinde bunların hukuki açıdan aleyhine hiç bir sonuç doğurmayacağını kamuoyuna duyurmuştur. Türkiye statüsü tartışmalı coğrafi formasyonların, Yunanistan ile ikili müzakereler yoluyla çözümlenmesi gereken bir konu olduğu görüşündedir.

Milli Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Em. Kur. Albay Ümit Yalım, 2004 yılı sonrasında Yunanistan’ın işgal ettiği Türk adalarını gündeme taşımıştır.  Ümit Yalım; başta Eşek ve Bulamaç Adaları olmak üzere, Türkiye Cumhuriyeti’ne ait toplam 16 ada ve 1 kayalığın Yunanistan’ın tek kurşun atmadan ilhak ettiğini belgeleri ile açıklamaktadır. Adı geçen adalar şu şekildedir[8];

- Ege Denizi’nde; Koyun, Hurşit, Fornoz, Eşek, Nergizçik, Bulamaç, Kololimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık,

- Akdeniz’de; Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi Adaları.

Bu ada, adacık ve kayalıklar aslında Türkiye’ye aittir. Ümit Yalım ile birlikte bundan sonra bu sorunun; “Ege Denizi’ndeki Türk Ada, Adacık ve Kayalıklarının İskâna Açılması Sorunu” olarak anılmasının daha doğru olacağını değerlendirdik. Türkiye, egemenlik haklarına sahip çıkmak için söz konusu formasyonlar üzerinde gerekli düzenlemeleri bir an önce yapmalıdır.

KIBRIS SORUNU

Kıbrıs, Türk-Yunan ilişkilerinde başlı başına ayrı bir sorun alanıdır. Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylık sürecinin başlaması ile birlikte Kıbrıs konusu, Ege Sorunu’nun da önüne geçti. Kıbrıs ile ilgili Türkiye’ye yönelik dayatmalar, üyelik sürecinde bir taviz kampanyası başlattı. Ancak, son yıllarda Doğu Akdeniz’de yeni enerji kaynaklarının keşfi ile ilgili çalışmalar ve çeşitli devletlerin art arda Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan ederek, acele bir paylaşım savaşına girmesi Kıbrıs sorunu ile Doğu Akdeniz’deki gelişmelerin iç içe girmesine neden oldu.

Kıbrıs Sorunu, 1950’li yılların ortalarında, Türk dış politikasının ana konularından biri haline gelmiştir. Yunanistan’ın 1954 yılında, İngiltere’nin Ada üzerindeki yönetiminden şikâyetçi olarak, Kıbrıs meselesini uluslararası bir uyuşmazlık temelinde ve ada halkına self determinasyon (kaderini tayin etme hakkı) prensibinin uygulanması çerçevesinde, BM Genel Kurulu’na taşıması, Türkiye’yi de soruna doğrudan taraf etmiştir. İngiltere’nin yanı sıra, ABD’nin de teşvikiyle Türkiye Başbakanı ile Yunanistan Başbakanı, 5-10 Şubat 1959 tarihleri arasında Zürih’te bir araya gelerek 1960’da kurulacak Kıbrıs Cumhuriyeti’ne giden ilk adımı atmışlardır. Taraflar, Zürih’te İngiltere’nin yer almaması sebebiyle, anılan ülkenin de dâhil olması maksadıyla, 19 Şubat 1959’da Londra’da toplanmışlar ve Zürih’te imzalanan anlaşmalara eklenen Memorandumu onaylamışlardır[9]. Ek belgelerin dışında, Londra’da imzalanan üç anlaşma;

- Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşuna ilişkin “Kurucu Anlaşma”,

- Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere arasındaki “Garanti Anlaşması” ve

- Kıbrıs Cumhuriyeti, Türkiye ve Yunanistan arasındaki “İttifak Anlaşması”dır.

Tablo 1: Kıbrıs’ta Taraflar Arası Görüşmeler

Kıbrıs Rum toplumu ve Yunanistan, 1960’ta oluşturulan bu dengeyi dönem içerisinde hazmedememiştir. Cumhurbaşkanı Makarios, 30 Kasım 1963 tarihinde İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’dan, Anayasa’nın 13 temel maddesinin değiştirilmesini talep etmiştir[10]. Türkler, 1963 yılı sonlarında Rumlar tarafından devletten dışlanmışlar “getto”larda yaşamak zorunda bırakılmışlardır. 1964 ve 1967 yılında tırmanan gerilimlerin ardından, Türk Silahlı Kuvvetleri, 20 Temmuz 1974 günü sabah saatlerinde Barış Harekâtı’nı başlatmıştır. 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Türk Federe Devleti(KTFD), 15 Kasım 1983 tarihinde ise, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) ilan edilmiştir. 1963-2004 yılları arasında Kıbrıs’ta çözüm için taraflar arasında yapılan görüşmelerin özeti Tablo 1’de yer almaktadır.

Tablo 2: Kıbrıs’ta Barışın Parametreleri ve Tarafların Görüşleri

 

Türkiye’nin 1950 yılından beri Kıbrıs konusunda izlediği politikaları şu şekilde özetleyebiliriz;

- Kıbrıs İngiliz koloni hâkimiyetinde kalmalıdır (1950’lerin ilk bölümü),

- Kıbrıs önceki sahibi olan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı Türkiye’ye verilmelidir (1950’lerin ortasında kısa bir dönem),

- Taksim; Adanın Türkiye ve Yunanistan tarafından paylaşılması (1950’lerin ikinci yarısında Enosis taleplerine karşılık olarak),

- İki toplumlu bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti (1959-1964),

- İki toplumlu Federasyon (1965-1974),

- İki toplumlu, iki bölgeli Federasyon (1975-1983),

- Bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (1983),

- İki toplumlu, iki bölgeli Federasyon’a dönüş (1983-1998),

- Konfederasyon (1998-2003),

- Annan Planı’na dayalı gevşek Federasyon (2004).

Beş kez değişikliğe uğramış olan Annan Planı 24 Nisan 2004'te her iki tarafta ayrı ayrı referanduma sunulmuştur. Kıbrıslı Türkler plana %64.9 evet, Rumlar %75,8 hayır oyu kullanmıştır. Bu nedenle plan geçersiz sayılmış ve uygulanamamıştır. Kıbrıs sorunu ile ilgili parametreler ve tarafların genel politikaları Tablo 2’de özetlenmiştir.

ABD, AB gibi büyük güçler ile Türkiye ve Yunanistan gibi bölgesel oyuncular dikkate alındığında Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili ana hatları ile gelecekte üç tür senaryo üzerinde durulabilir. Bunlar öncelik sırasına göre sıralanmakla birlikte ancak bir önceki mümkün olmadığı halde diğerinin meydana gelmesi söz konusu olabileceği düşünülmektedir;

(1) Rum hâkimiyetinde tek ve Birleşik Kıbrıs’ın AB üyeliği,

(2) ABD’nin garantörlüğünde gevşek bir konfederasyon yapısı,

(3) Çözümsüzlüğün neticesi olarak adanın taksimi; iki ayrı devletin kendi yoluna gitmesi ve Türk tarafının tanınması. 

Harita 2: Doğu Akdeniz’de GKRY’nin İddia Ettiği MEB’ler

Doğu Akdeniz Sorunları; Doğu Akdeniz, Cebelitarık, Süveyş ve Karadeniz üzerinden işleyen deniz ticaretini kontrol edebilen önemli bir coğrafyadır ve üzerinde yer alan deniz trafik hatlarının dünya ticareti için hayati önemi vardır. Sadece Süveyş Kanalı’ndan, 105 farklı ülkeden yıllık ortalama 18.000 gemi geçmektedir. Deniz ticareti yanında silah ve askeri maksatla kullanılabilecek diğer malzeme akışının kontrol altında bulundurulması, kitle imha silahları ve benzeri materyalin yayılmasının önlenmesinin askeri anlamda önemi bu havzada kendini daha çok hissettirmektedir. Özellikle yeni bulunan enerji kaynakları, bölge ülkelerinin egemenlik tartışmaları ile birlikte, büyük güçlerin de bölgeye olan ilgisini artırmıştır.

Yunanistan; Girit, Kaşot, Çoban, Rodos, Meis hattını ilgili kıyı kabul ederek Türkiye’yi Doğu Akdeniz’den dışlamaya çalışmakta, GKRY ile birlikte ortay hatları esas alıp bunları hakkaniyete uygun hale getirmekten kaçınarak Türkiye’ye sadece Antalya Körfezi ile sınırlı çok az bir kıta sahanlığı ve MEB alanı bırakmaya yönelik hareket etmektedir.

Doğu Akdeniz’de 1792 km ile en uzun kıyı uzunluğuna sahip olan Türkiye’nin Kıbrıs Adası’nın batısında kalan deniz alanlarında meşru hak ve çıkarları bulunmaktadır. Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol, doğal gaz, balıkçılık gibi doğal kaynaklardan ziyadesiyle istifade etmesi, bununla ilgili hak ve çıkarlarını koruması ve Akdeniz’deki sınırlarımızın uluslararası hukuka uygun olarak en azami şekilde belirlenmesi, temel dış politika hedeflerimizdendir.

Harita 3: Rumların İlan Ettiği Petrol/Gaz Arama Sahaları

Gerek ülkemiz gerek KKTC tarafından kabul edilmesi mümkün olmayan Yunanistan ve GKRY’nin egemenliğimizi hiçe sayan faaliyetlerine itirazımızın iki temel gerekçesi vardır. Bunların ilki Kıbrıs meselesi bağlamında Kıbrıs Türklerinin haklarının korunması, ikincisi ise ülkemizin Kıbrıs adasının batısındaki kıta sahanlığı haklarının muhafazasıdır. GKRY’nin Mısır, Lübnan ve İsrail ile yaptığı sınırlandırma anlaşmaları ile petrol/doğal gaz arama ve sondaj faaliyetleri, Kıbrıs Türklerinin Ada’nın doğal kaynakları üzerindeki eşit ve tabii haklarının yok sayılması, gasp edilmesi anlamına gelmektedir. Zira bu faaliyetler egemenlikle ilgili olup, Ada’da devam eden müzakere sürecinin önemli bir parçasıdır. Bu nedenle, ülkemiz ve KKTC bu konuların kapsamlı çözüm sonrasına bırakılması gerektiğini savunmaktadır.

DİĞER TÜRK-YUNAN SORUNLARI

Türk-Yunan ilişkilerinde üçüncü kategoride sıraladığımız diğer sorunlar da var. Bunlar içinde; Batı Trakya, azınlık, Fener-Rum Patrikhanesi, göç ve insan kaçakçılığı, NATO ve AB’den kaynaklanan sorunlar başta gelmektedir.

Batı Trakya Türklerinin Sorunları; Batı Trakya Türk Azınlığı’nın, etnik kimliğin inkârı; seçilmiş dini liderlerin tanınmaması; Türk azınlığının vakıflarının otonomilerini tanımayan ayrımcı mevzuata tabi olmaları; 60.000 civarında olduğu tahmin edilen (vatandaşlıktan çıkarılanlara) Yunan vatandaşlığının geri verilmemesi, eğitim alanında eşit imkânlardan yararlanamama (azınlık eğitiminin nitelik ve nicelik olarak eksikliklerinin giderilememesine ilaveten, zorunlu kılınmasına rağmen azınlık anaokulu açılmasına izin verilmemektedir) sorunları devam etmektedir. Batı Trakya Türklerinin diğer sorunlarını özetle aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:

-1981 yılında AB üyesi olan Yunanistan’da, Batı Trakya Müslüman Türklerinin doğup büyüdükleri bölgelerinde kamu hizmetlerinde istihdam edilmeme sorunu;

-Siyasi katılım ve temsildeki sorun; Milletvekili seçimlerinde, bağımsız olarak seçime katılacaklar için yüzde 3 barajı getirilerek, Batı Trakyalı Türk bağımsız milletvekillerinin seçilmesi engellendi.

-Eğitim ve öğrenim özgürlüğündeki sorunlar; Okullar Yunan devletinin mülkiyetine geçtikten sonra, eğitim kalitesi düşerek, öğrenciler Türkçe öğrenememe durumu ile karşı karşıya kaldılar.

-Örgütlenme özgürlüğünde yaşanan sorunlar; İsimlerinde “Türk” ve “Batı” sıfatları geçen derneklerin kurulmasına mahkeme tarafından izin verilmiyor.

-Vakıf yöneticilerinin seçimle iş başına gelmeleri ve mülk edinme hakları engelleniyor ve doğrudan Yunan makamları tarafından atanıyor.

-Yunanistan devleti ve şahıslar tarafından hukuk hileleri, baskılar ve ihtiyari kamulaştırmalar ile ele geçirilmiş olan vakıflara ait mülklerin iade edilmesi sorunu.

Fener Rum Patrikhanesi İle İlgili Sorunlar; geçmişte vakıf ve taşınmaz mal sorunu, Ruhban Okulu’nun canlandırılması, Ekümenliklik gibi sorunlar vardı. Ancak, 2003 sonrasında bu sorunların sistematik olarak verilen tavizler ile büyük ölçüde aşıldığı ama bu iyi niyetin Batı Trakya Türk Azınlığı’nın koşullarına yansımadığı görülmektedir. Fener Rum Patrikhanesi, Ekümeniklik iddiası ile nihai olarak Vatikan tipi bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını, aksi takdirde ruhban bulamayacaklarını söyleyen Patrikhane, 2004 Şubat ayı içerisinde, sessiz sedasız Katoliklerin Kardinaller Meclisine karşılık gelen Sen Sinod Meclisi’ne altı yabancı metropolit atamıştır. Gerekçe olarak da “İstanbul’daki cemaatin ve ruhanilerin sayısının kısıtlı, bazılarının yaşlı ve hasta olmaları” gösterilmiştir[11].İstanbul Rumlarının sorunları hakkında Yunan iddialarının özeti, 23 Nisan 2005 tarihli günlük Eleftherotipia gazetesinde yer almaktadır[12];

-Heybeliada Ruhban okulunun yeniden açılması,

-İstanbul “Evrensel Yunan Patrikhanesinin Evrensellik” statüsünün hukuken tanınması,

-Türkiye’deki azınlık sorunlarının çözümünün, azınlık kurumlarının uluslararası örgütlere başvurmadan çözülmesi,

-Yunanlılara ait hayır kurumlarında yöneticilerin seçimle iş başına gelmelerinin sağlanması,

-Türk devletine intikal eden kişilere ait mülklerin iade edilmesi,

-Kamulaştırılan vakıf mallarının Türk devleti tarafından iade edilmesi.

Yunanistan’ın Karadeniz Bölgesine Yönelik Çalışmaları:Pontus meselesi, Lozan Anlaşması ile beraber tarihe mal olmasına rağmen, Yunanistan tarafından suni olarak tekrar yaratılmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede, Yunanistan’da sözde “Pontus Soykırımı” iddiaları 1985 yılından itibaren giderek artmıştır.Pontus Meselesi daha sonra Hıristiyanlık meselesi olmaktan çıkartılarak bir “Yunanlılık” meselesi haline dönüştürülmüştür. İddiaya göre, Anadolu’nun Türkleşmesi, dolayısıyla İslamlaşması sırasında, Türklerden korkan birçok Hıristiyan korkularından Müslümanlığı kabul eder görünmüşlerdir. Yunanistan “Kaybolan Vatanlara Turistik Gezi” adıyla geziye benzer şekilde Türkiye’den Girit’e geziler düzenlenmelidir.

NATO Çerçevesindeki Sorunlar; Genel olarak iki ülke arasında, NATO kapsamında ortaya çıkan sorunlar şu şekilde sıralanabilir;

- Komuta kontrol ve altyapı konularındaki anlaşmazlıklar,

- NATO tatbikatlarına ilişkin sorunlar,

- İttifak ilişkileri çerçevesindeki sorunlar.

Özellikle 2000’li yıllara NATO ve AB arasındaki ilişkiler çevresinde, AB’ye haksız yere üye yapılan GKRY’nin çıkardığı sorunlar da ilişkileri karmaşık hale getirmiştir. GKRY'nin haksız bir şekilde AB'ye alınmasının sonucunda, AGSP'de diğer NATO üyesi olan AB ülkeleri gibi haklar istemesi, problem yaratmaktadır.

Avrupa Birliği İle İlişkiler Çerçevesindeki Sorunlar; 1997 Aralık ayı Lüksemburg Zirvesi’nde, GKRY’nin adaylığı yönündeki karar, Kıbrıs meselesini AB zeminine oturtmuştur. Helsinki Belgesi’yle de, Ege Denizi kaynaklı sorunlar Türkiye’nin AB süreci ile bağdaşlaştırılmıştır[13]. Yunanistan, AB'ne üyelik ve AB fonlarından yararlanma olanaklarını birer pazarlık unsuru olarak görürken diğer AB üyesi ülkelerin de örtülü desteğini almaktadır. Türkiye-AB müzakere sürecinde kırılma noktası, Türkiye’nin limanlarını ve hava sahasını Güney Kıbrıs’a açmayarak Gümrük Birliği Kararı’nı yeni üyelere genişleten Ek Protokol’ü tam olarak uygulamaması neticesinde yaşansa da, süreci “fiilen askıda” olma aşamasına taşıyan unsurlar, Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünün epey ötesine geçmiştir. Hâlihazırda 35 fasıldan 18’i siyasi nitelikli engellemeler nedeniyle bloke edilmiş durumdadır. Bu siyasi zorlukların başında;

-AB tarafından dayatılan ve GKRY’nin tanınması anlamına gelen Ek Protokol,

-GKRY’nin Türkiye’ye yönelik hasmane tutumu kapsamında süreci engelleme çalışmaları ile

-Bazı AB üyesi ülkelerin Türkiye’nin üyeliğine olumsuz bakışları ve siyasi blokajları gelmektedir.

Gelinen nokta da, Rum Yönetimi AB’ye üye olmasının avantajını Türkiye’ye karşı koz olarak uygulamaktadır. Türkiye, GKRY’ni Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru hükümeti olarak tanıması için AB tarafından baskı altına alınmaktadır.

Yunanistan’ın Terör Örgütlerine Verdiği Destek; Atina, ilk olarak, 1970’lerin basından itibaren Türkiye’ye karsı silahlı eylemlere girişen[14] Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA) teröristlerine destek olmuş ve Yunanistan’da rahatça barınmalarını sağlamıştır[15]. Yunanistan, ASALA örneğinde olduğu gibi, PKK’ya da 1980’li yılların basında destek vermeye başlamıştır. Yunanistan’ın verdiği desteği, PKK’nın, bir dönem üssü ve okulu olarak nitelendirilen Beka Kampı’na, Yunanlı yetkililerin düzenledikleri ziyaretler, PKK’nın siyasi faaliyetlerine Yunanistan’ın zemin hazırlaması ve örgüte lojistik destek vermesi ile Lavrion gibi çeşitli kamplarda PKK’lı teröristlerin eğitilmesi şeklinde gelişmiştir. PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’ın, Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’nde bir müddet saklandıktan sonra, 16 Şubat 1999 tarihindeki yakalanışı, Yunanistan’ın PKK’ya verdiği açık desteği gözler önüne serdi[16]. Yunanistan, 2013 yılından itibaren terörle mücadelede işbirliği konusunda müspet adımlar atmış olsa da, DHKP/C teröristlerinin de barındığı yer olmuştur. Halen Lavrion Kampı’nda PKK terör örgütü unsurları barınmaya devam etmektedir.

Yasadışı Göç ve Kaçakçılık Gibi Güvenlik Sorunları; Türkiye ile Yunanistan arasındaki kaçak göç sorunu, 2013 yılından itibaren özellikle Suriye’deki iç savaş nedeni ile artan göç olayları ve AB’nin bu konuda tedbir almak istemesi ile yeni bir safhaya girdi.

Savunma ve Silahlanma Sorunları; Yunanistan, ABD’deki lobisi vasıtası ile Türkiye ve Yunanistan’a verilen Amerikan askeri yardımlarının toplamını 7/10 oranına dayatmış, Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası ABD Silah ambargosunun mimarı olmuştur. 1997 yılında S-300 Füzelerinin Kıbrıs’a yerleştirilmesi bunalımı yaşanmıştır. Yunanistan ve GKRY arasında ortak savunma anlaşması vardır. Yunanistan savunmasını Türkiye’yi öncelikli tehdit görerek geliştirmektedir.

Yunanistan’ın Türkiye’ye Aleyhine Kurmaya Çalıştığı İttifaklar; Yunanistan, 1990’lı yılların ortalarından başlamak üzere Ermenistan ile ilişkilerini sıkılaşmıştır. Yunanistan, İran ile ciddi anlamda işbirliği arayışında olmuştur. Öte yandan, Suriye gibi, Ortadoğu ülkeleriyle ise bu yöndeki ilişkiyi daha gerilere, 1980’li yılların başlarına taşımak olasıdır. Türkiye’nin İsrail ve Mısır ile ilişkilerinin bozulması da Yunanistan için yeni bir fırsat yarattı.

TÜRK-YUNAN İLİŞKİLERİNDE SON DÖNEM

2002'den bu yana, her yıl en az iki kez, Müsteşarlar düzeyinde yapılan "istikşafi(keşif amaçlı)" görüşmelerde taraflar 60 kez bir araya geldi. Pazarlıkların geldiği nokta gizliydi; gizlilik, görüşmelerin sürmesi için alınan ilk karardı.Bu görüşmelerde henüz 'al-ver' dönemi başlamadan yani iki ülke dışişleri bakanları henüz pazarlığa oturmadan Yunanistan’da dengeler değişti.

AKP iktidarı döneminde yani 2003’den beri Türk-Yunan ilişkilerindeki olumsuz gelişmelerin çarpıcı kısımlarını özetleyelim;

-2004 yılından bugüne Ege’deki Türkiye’ye ait 16 ada ve bir kayacığın Yunanlılar tarafından işgaline göz yumuldu; Em.Kur.Alb. Ümit Yalım’ın detaylı olarak açıkladığı gibi, özellikle 2010 yılından beri Yunanlı komutanlar işgal ettikleri bu adalara düzenli resmi ziyarette bulunuyor, medyaya haberler yansıtılıyor. İşgal edilen adalar iskâna açıldı, Kilise tarafından buralara Papaz görevlendirdi yani bu adalar Yunanlıların mesajı verildi.

Harita 4: 2004 Sonrası Yunan İşgali Altındaki 16 Ada ve 1 Kayalık

 

-İstanbul Fener Rum Patrikhanesi’ne altı metropolitin atanması; Haziran 2004’deatanan bu metropolitlerden (bizdeki karşılığı Müftü) biri İznik’e biri Bursa’ya atandı. Bursa’ya atanan hiç vakit kaybetmeden Bizans dönemi Bursa haritası bastırdı. Metropolitlerin amacının Bizans haritasını canlandırmak ve buraya Rum göçü başlatmak olduğu değerlendiriliyor. Unutmadan, biz hala Rodos ve Batı Trakya’ya Yunanlılar kabul etmediği için Müftü gönderemiyoruz.

-Rum Okulları ve Vakıflarına karşılıksız destek; 2008 yılında AB müktesebatına uyum diye çıkarılan Vakıflar Yasası neticesi tekrar gelirlerine kavuşan Azınlık Vakıfları Lozan’da kurulan dengeyi bozdular. Fener Rum Patriği, Balad ve etrafını tamamen satın aldı ve arazi satın almaya devam ediyorlar. Hâlbuki Batı Trakya’da İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç dışına bir Yunanlı ile evlenmedikçe bir Türk yerleşemez. AKP döneminde Bizans kiliselerinin tamamına yakını onarıldı. 2010 yılından itibaren Rodos, İstanköy ve Batı Trakya’da 100 civarında Türk okulu kapatılırken, Gökçeada’da 2013’de Rum İlkokulu, 2015’de ise Rum Ortaokulu ve Lisesi açıldı. 2013 yılında Boğaziçi Üniversitesi Fener Rum Patriği Bartalemos’a fahri doktora verdi.

Yapılanların iki türlü temel sonucu var; ilki Bizans Projesi hayata geçiyor ve biz buna göz göre göre alet oluyoruz. İkincisi, hukuken Lozan’da kurulmuş olan mütekabiliyet ilkesinin çiğnenmesine göz yumuyoruz. Bizans Projesi içinde Vatikan benzeri bir devlet kurulması çalışmalarının yani diğer adı ile Üç İstanbul Planı’nın aşamalarıdır. İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın yaptığı; “İstanbul Özerk olsun[17]” açıklaması Bizans Projesi’ni kolaylaştırmaya hizmet etmek açısından manidardır. Öte yandan, Anayasa Md. 90; “Temel hak ve hürriyetler ile ilgili mevzuat ve kanunlarla uluslararası anlaşmalar arasında farklılık varsa, uluslararası anlaşmalar uygulanır” demektedir ama biz Lozan’ı burada uygulamıyoruz. Yani yaptığımız aynı zamanda mütekabiliyet ilkesini göz ardı ederek, Lozan Anlaşması’nın da ihlalidir.

Kıbrıs ile ilgili taraflar arası görüşmelerde son durum; Temel olarak üç konu üzerinde anlaşmazlık varsa da bunların arkasında yatan, verilen onca tavize rağmen GKRY’nin tıpkı Annan Planı’nda olduğu gibi büyük bir aç gözlülükle bir an önce Enosis isteğidir. Kasım 2015’de Güney Kıbrıs Rum kesimini ziyareti esnasında Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos, Kıbrıs meselesinin Yunanistan için "işgal ve istila" konusu olduğunu söyledi. Yunanistan'ın Kıbrıs'ın uzağında olmadığını belirten Kammenos, "Yunanistan buradadır" diye konuştu. 1-2 Nisan 2016’da adaya gelen Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı ve Rumlar, kanlı EOKA terör örgütünün kuruluşunu kutladılar.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Başkanı Anastasiadis arasında sürdürülen yeni müzakere sürecinde masada duran üç temel sorun ise şunlardır;

-Garantörlük; Adadaki Türklerin varlığı ve haklarının korunması için Türkiye’nin garantörlüğü geçmişte olduğu gibi bugün de Enosis hayali içindeki Rumlara karşı hayatidir. Rumlar Türkiye’nin garantörlüğünü ve adada Türk askerini kesinlikle istememektedir. Özetle, adaya tek bir devlet gibi tamamen sahip olup, çevresi ile birlikte Yunanistan’a bağlamak niyetini açıkça göstermektedirler.

-Özerk bölge istekleri; Rumlar aşırı toprak talepleri yanında Türk tarafına kalması gereken Dipkarpaz, Güzelyurt ve Maronitlerin yaşadığı stratejik Çamlıbel bölgesinin özerk olmasını yani Federal yönetime bırakılmasını istemektedir. Dipkarpaz ve Güzelyurt kıyı şeridindeki azalma Türk tarafının deniz egemenlik ve buradaki enerji kaynakları üzerindeki haklarına darbe vuracaktır. Aynı şekilde, kurucu devletlerin kendi kıyı bölgelerindeki enerji kaynakları üzerindeki egemenliğinin sağlanması hem ada Türklerinin hem de Türkiye’nin çıkarları için elzemdir.

-Çapraz oy uygulaması; Rumların hem güney hem de kuzey bölgede seçimlere %20 çapraz oy kullanması yani toplamda Türk kesiminin egemenliğine %40 müdahil olması. Mustafa Akıncı’nın taraflar arası görüşmelerde tek başına bırakılması pek çok ciddi konuda sessiz kalması ile verilen tavizlerin artmasına yol açmıştır.

Mustafa Akıncı ile başlayan yeni müzakere süreci adadaki Türkleri, 1959-1960 Zürih-Londra-Lefkoşa Antlaşmalarının da gerisindeki azınlık cemaati düzeyini getirecek bir nitelik taşıyor. Anastasiadis, temel amaçlarının egemenliklerini KKTC’ne de yaymak, “işgale” son vermek ve garantörlüğü sonlandırmak olduğunu çok açık ve yoruma gerek kalmadan net olarak belirtiyor. Bugün sürdürülen müzakerelerde veto hakkı kaldırılmakta, Türk tarafının dönüşümlü başkanlık sistemi reddedilmekte ve “çapraz oy” sistemi ile Rumların Türk Başkan yardımcısı ve Türk milletvekili seçimlerinde yüzde 40 oranında belirleyici etkiye sahip olacağı bir seçim sitemi öngörülmektedir[18].

Türk tarafının kırmızı çizgilerinin en önemlilerinden biri olan Kıbrıs’ta iki kesimli bir anlaşmanın sağlanmasını önleyecek olan Rumlara, bireysel mülkiyet başvuru hakkının müzakere sürecinde tanınmış olması, KKTC tapularını ve KKTC’deki mülkiyet düzenini bütünüyle  dinamitleyecek tartışma zemininin yaratılmış olması derin bir endişe konusudur.

Rum tarafı,“Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” temelinde, gerçek olmayan, “yapay iki devletli” bir yapı altında iki eyaletli, sahte bir federal yapı istemektedir.  Sözde “çözüm” anlaşmasıyla birlikte, çoğunluğun azınlığa tahakküm edeceği, eşit egemenliğin, “dönüşümlü başkanlık” ve “yönetimde etkin katılımın” olamayacağı, çoğunluğun yani Rum halkının egemen olacağı üniter devlet yapısı içinde Türk halkına süreç içinde bir çözülme dayatılacaktır. Kıbrıs’ta; toplumsal eşitliğimiz, egemenliğimiz ve federal yönetimde eşit ve etkin katılımımız sağlanmadan, BM ve AB desteği ile Kıbrıslı Rumların bize biçtiği statü; federal eşit ortaklık değil, korumalı azınlık statüsüdür.

Peki, Kıbrıs görüşmelerinin arkasında kim var ve ne yapmak istiyor? Son dönemde özellikle Rusların Suriye’deki üslerini geliştirmesi ve Limasol’da kullanmaya başladığı tesisler ve nihayet Libya’da da askeri varlığını geliştirmeye başlaması, Ortadoğu’da ABD’yi yeni arayışlara itti. Yani Kıbrıs görüşmelerinin arkasında AB değil, ABD ve İngiltere işbirliği var. Adanın güneyinde İngilizlerin zaten iki askeri üssü var. Şimdi Amerikalılar da kuzeyde Geçitkale’de bir hava üssü, Magosa’da bir deniz üssü kurma niyetindeler. Bu üsler, Kıbrıs üzerinden Süveyş Kanalı’na uzanan, oradan Hürmüz Boğazına giden deniz enerji yollarının güvenliği kadar Ortadoğu’ya yönelik istihbarat ve askeri operasyonların da alt yapısı olacaktır. Dahası, Kıbrıs’ı bir bütün hale getirerek, NATO’ya üye yapmak sureti ile bu işlere meşruiyet sağlayacaklar. Öte yandan, Amerikan enerji şirketleri, bölgedeki doğal gaz ve petrol rezervlerine konmak için de ABD hükümetini uzun süredir sıkıştırıyor.

SONUÇ

Türk-Yunan ilişkileri son 15 yıldır sanki büyük oranda normalleşmiş gözüküyor. Aslında ekonomi ve enerji alanındaki yeni işbirliği alanları, ilişkilerin gelişmesi adına yeni fırsatlar doğurabilir. Muhtemelen en büyük sıkıntı, Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynakları üzerinde yaşanacaktır. Doğu Akdeniz’de olduğu gibiEge Denizi’ndeki münhasır ekonomik bölge sınırlarının da belirlenmemiş olmaması da sorun kaynağıdır. Hem Türkiye, hem de Yunanistan Ege Denizi’ndeki ekonomik kaynakların araştırılması ve işletilmesine ihtiyaç duymaktadırlar. Ancak, bunların hepsi mevcut güvenlik sorunlarının ötelenmesinden başka bir şey değildir. Yunanlılar tüm komşuları içinde Türklere tarihi ve kültürel olarak en yakın, en dost olası insanlardır. Akdenizli olmanın genel karakteristik özellikleri iki ülkenin ortak paydasıdır. Ancak, tarihi ve coğrafi nedenlerden kaynaklanan göç, egemenlik ve paylaşım sorunları bu dostluğun hakkı ile yaşanmasına bugüne kadar hep engel oldu. İki ülke arasında, kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası, silahsızlandırılmış statüdeki Yunan adalarının silahlandırılması ve egemenliği tartışmalı ada, adacık ve kayalıklar gibi Ege sorunları mevcut durumda kronik hale gelmiştir. Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunlarının ileriki bir zamanda bir savaşa dönüşme olasılığını asla gözden çıkarmamak gerekmektedir. Her iki ülkede de, uyuşmazlık konularının kesin olarak çözümlenebilmesi için gereken yolun savaş olabileceğine ilişkin bir genel kanı da bulunmaktadır. Yapmaya çalıştığımız, sorunların ne kadar önemli ve karmaşık olduğu kadar, yanlış hesapların bunları daha da içinden çıkılmaz hale getirilmesinin iki ülkeye vermekte olduğu zarara dikkat çekmektir. Yunanlılar, bizim en iyi dostumuz ve kardeş halkımız olma potansiyele sahip ve bunu en çok hak eden millettir.


[1]Fırat, M. Melek: 1919-1923 Yunanistan’la İlişkiler, (Edt.) B.Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, İletişim Yayınları, Cilt-I, (İstanbul, 2001), s.192-193.

[2]Türkmenoğlu, Erol: Ortodoks Birliği ve Türkiye (III), B.T.T.D., (Nisan-Mayıs-Haziran, 2005), s.116.

[3]Heraklides, Aleksis: Yunanistan ve “Doğudan Gelen Tehlike” Türkiye, Türk-Yunan İlişkilerinde Çıkmazlar ve Çözüm Yolları, (Çev.) M.Vasilyadis-H.Millas, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2003), s.38-40.

[4]Pazarcı, Hüseyin: Doğu Ege Adalarının Askerden Arındırılmış Statüsü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları: 550, AÜSBF ve Basın Yayın Yüksekokulu Basımevi, (Ankara, 1986), s.80.

[5]Oran, Baskın: Yunanistan’ın Lozan İhlalleri,Stratejik Araştırma ve Etüdler Milli Komitesi (SAEMK) Yayınları, (Ankara, 1999), s.79.

[6]Gürel, Şükrü Sina: Tarihsel Boyut İçinde Türk-Yunan İlişkileri (1821 – 1993), Ümit Yayıncılık, (Ankara, 1993), s.78.

[7]Bölükbaşı, Deniz: Turkey and Greece The Aegean Disputes A Unique in International Law, Cavendish Publishing, (London, 2004), p.913.

[8]Ümit Yalım: Dışişleri Bakanlığı Yalan Söylüyor, reelpiyasalar.com, (5 Şubat 2015).

[9]Güvenç, Nazım: Kıbrıs Sorunu, Yunanistan ve Türkiye, Çağdaş Politika Yayınları, (İstanbul, 1984), s.125.

[10]Türk toplumu tarafından seçilen Cumhurbaskanı Yardımcısı’nın “veto” hakkının iptali, ayrı belediyelerin kaldırılması, idari ve ordu içindeki görevlerin nüfus oranına göre yeniden düzenlenmesini içeren söz konusu değişiklik talepleri için bkz. Egeli, Sabahattin: How the 1960 Republic of Cyprus was Destroyed, Kastaş Yayınları, (İstanbul, 1991), p.31.

[11]Cumhuriyet: Patrikhane Atamaları-Hükümet Tavır Belirleyemedi, (10 Mart 2004).

[12]Aktaran;Cin, Turgay: Batı Trakya Türklerinin Sorunları, batitrakya.org, (6 Aralık 2011).

[13]Fırat, Melek: 1990-2001 Yunanistan’la İlişkiler, (Der.) B.Oran, Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar C.I, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2001), s.479-480.

[14]Çağrı, Erhan & Kürkçüoğlu, Ömer: 1980-1990 Orta Doğuyla İlişkiler, (Edt.) B.Oran, Türk Dış Politikası Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler, Yorumlar, Cilt-II, İletişim Yayınları, (İstanbul, 2002), s.150.

[15]Güler, Ali: Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar,Berikan Yayınları, (Ankara, 2005), s.214.

[16]Aksu, Fuat: Türk-Yunan İlişkileri: İlişkilerin Yönelimini Etkileyen Faktörler Üzerine Bir İnceleme,SAEMK Yayınları, (Ankara, 2001), s.127-128.

[17]Yeniçağ, Topbaş Açık Açık Özerklik İstedi, (17 Mart 2017).

[18]Ahmet Zeki Bulunç, Kıbrıs’ta Sürdürülen “Yeni Müzakere Sürecinde” Temel Tezlerimiz Kökünden Sarsılıyor, (Yayınlanmamış Makale), Mart 2017. 

Sait Yılmaz

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display