Bu sayfayı yazdır

KKTC'ye Tanıma ya da Özerklik Zamanı

Yazan  06 Ekim 2017

Tahsin Ertuğruloğlu, KKTC Dışişleri Bakanı… Belki 13 yıldır söylemek istediklerini dün bir toplantıda söyleyiverdi. Kendisiyle gerçekleştirdiğim röportajlardan ve görüşmelerden biliyorum ki,Annan Planı’nın tek bir işe yarayacağına inanıyordu: Rumların kendilerine sunulmuş en avantajlı çözüm planını dahi kabul etmemesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması talebini güçlü şekilde gündeme getirecektir… Bu konuda Türkiye’ye güvenenlerdendi… Annan Planı referandumundan hemen sonra dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı’nın da referandum sürecinde “evet” demeleri koşuluyla Kıbrıslı Türklere söz verdiği gibi çantasını alıp kapı kapı KKTC’nin tanınması için dolaşacağına inanıyordu. Türkiye Dışişleri Bakanı’nın o gün verdiği sözünü tuttuğunu söyleyemeyiz. O zamanlar zaten biraz daha farklı bir Türkiye vardı.Yine de bu, o sözün unutulduğu anlamına gelmiyor. Ama son süreç yani Crans Montana’da Rumların aşırı talep ve beklentilerinin tatmin edilememesi, sebepsiz yere agresif bir tavra bürünmeleri ile masanın dağılmasına sebep olmalarından sonra deniz bitti, kara göründü…

Ertuğruloğlu'yla görüşmelerimde ne kadar açık sözlü olduğunu düşündüğümü hatırlıyorum, sanırım aynı şeyi ABD'deki toplantıda bulunanlar da düşünmüştür. Tahsin Ertuğruloğlu, Washington’da Amerikalı şirketlerin ve düşünce kuruluşlarının temsilcileriyle bir araya geldiği Uluslararası Cumhuriyetçiler Enstitüsü'ndeki (IRI) yuvarlak masa toplantısında, Türkiye’ye bağlı özerk bir cumhuriyet seçeneğini değerlendirdiklerini söyledi. Ertuğruloğlu, “Bundan böyle federasyon değil, konfederasyon temelinde bir müzakereyi kabul edebileceklerini” belirterek “Artık KKTC’ye uluslararası tanıma için uğraşabiliriz. İkinci seçenek ise özerk bir cumhuriyet. Fransa-Monaco ya da İngiltere-Cebelitarık modeli gibi bir yapı.” dedi.[1] Anlamı açık, BM Güvenlik Konseyi kararlarının belirleyici olacağı bir müzakere zeminini bundan sonra kabul etmiyoruz: İki devleti esas alan yeni bir zemin istiyoruz. Tam da Putin’in yersiz-zamansız Kıbrıs sorununun BM Güvenlik Konseyi kararları esas alınarak çözülmesinden yana olduklarını[2] söylemesinden sonra yaptı bu açıklamasını. (*Türkiye’nin yapması gereken ise BM Güvenlik Konseyi’nin başta 186 sayılı kararı olmak üzere KKTC’nin varlığını tartışmalı kılan tüm kararlarının tartışmaya açılması ve reddidir.[3])

Biri Rusya’dan biri ABD’den yapılan iki açıklama arasında 10 saat kadar zaman farkı var. Putin’in açıklamasını tetikleyen BM Genel Sekreteri’nin son sürece ilişkin olan ve son müzakere sürecinin çökmesinin sebeplerini ifade etmesi gereken 12 sayfalık ayrıntılı raporunun hazır olması. Kuşkusuz ki Türk tarafı bu raporun, BM Genel Sekreteri’nin bulunduğu makamın gereğini yaparak süreci hakkaniyetli değerlendirmesini ve müzakere masasındaki arsız Rum taleplerini ifade etmesini bekliyor/umuyordu… Bu, olması gereken… Rapor suya sabuna dokunmayan, hiçbir köşesi bulunmayan, yuvarlak ifadeli bir metin ve tarafların tutumunu gerçek anlamda ortaya koymuyor. Guterres “Tarihi bir çözüm fırsatı kaçtı” diyor ve başarısızlığın nedeni olarak tarafların birbirine olan güven eksikliği ve siyasi irade yetersizliğini gösteriyor. Ancak yapılabilecek her şeyin yapılmasına rağmen ilerlenemediğini, güvensizliğin bir arada yaşamayı imkansızlaştırdığını, siyasi iradesi yetersiz olanın Anastasiadis olduğunu açıkça ifade etmiyor. Kısacası rapor, defteri kapatmamıza yetecek haklı veriyi barındırmıyor. 

Rapor, bundan sonraki yol haritası için önemli. Elinizde bir nevi haklı gerekçeyi barındıran belge bulunup bulunmamasıyla ilgili… Putin’in açıklama yapma gereği duymasının ardında, raporun içeriğinde Rum tarafını rahatsız edebilecek ifadelerin bulunması olabilir. Putin’in Kıbrıs’tan bahsetmesi için de başka bir gerekçe de yok.

Ertuğruloğlu’nun açıklamasını tetikleyen ise Putin’in açıklaması değildir. Dediğim gibi 2004 referandumundan bu yana içinde tuttuğunu, tam da KKTC Dışişleri Bakanı makamını işgal ederken yani tam da bu işe en uygun makamdan ve  uygun zamanda ve yerde açıklamıştır. Asıl mesele bunun basında yer bulmasıdır. Belki çoktandır söylenenin basına yansımasında BM Genel Sekreterinin raporu ve Putin’in açıklaması etkili olmuştur. Bu bir dönüm noktası mıdır? İki açıklama da unutulmasın, tarihler bir tarafa not düşülsün. Toplantının yapıldığı mecra resmiyet ifade etmez. Ancak açıklamayı yapan orada bir devleti temsil eden bir bakan… Şimdi bu açıklama tartışılır, gerekirse resmi olmayan bir toplantıda kişisel görüşleri açıklanmıştır denilir. Ama sonuçta bu fikir artık paylaşılmıştır, etkileri ve bir şeyleri değiştirmesi beklenebilir.

Dürüst olalım, karanın göründüğü nokta Annan Planı’ydı… Müzakereler varılabilecek en ileri seviyeye varmış: İki tarafta eş zamanlı ama ayrı ayrı referandum yapılmıştı. Bu referandumun BM eliyle Kıbrıslı Türkler için ayrı yapılması, Kıbrıslı Türklerin “halk” olduğu vurgusunu içerir ve Türkler için büyük bir hukuki, geçerli, meşru, tanınmış kozdur. O gün verilmesi gereken önemli kararlar vardı. Türkiye çekimser davrandı.Ancak şimdiki Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsviçre’ye giderken “bunun son müzakere olacağı” söylemişti. Üstelik bunu 2003-2004 sürecinde yapıldığı gibi sadece Kıbrıslı Türklere söylemedi. Tüm dünya basınında yer alacak şekilde söyledi. Biz bu sözü ciddiye alıyoruz. Türkiye Dışişleri Bakanı’nın ciddiyetini koruyarak sözünün arkasında duracağını düşünüyoruz.



[1] Ya tanıma ya özerklik, http://www.hurriyet.com.tr/ya-tanima-ya-ozerklik-40598918, 3 Ekim 2017

[2] Putin: Kıbrıs sorununun çözümü için BM Güvenlik Konseyi kararları esas alınmalı, https://tr.sputniknews.com/rusya/201710031030408258-putin-kibris-sorunu-bmgk/, 3 Ekim 2017

[3] Crans Montana Zirvesi'nden hemen sonra yaptığımız durum değerlendirmesi ve öneriler için: http://soyledik.com/tr/makale/6234/kibrista-bolunmusluk-v-bolusememe-sorunu--gozde-kilic-yasin.html

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı