Kıbrıs’a “Yeni Plan”: Ban Ki Moon ya da Revize Annan Planı

Yazan  23 Aralık 2013

KANLI NOEL, 21 Aralık 1963’de Türklerin Akritas Planı uyarınca silahlı saldırıya uğramasının başlangıç günüdür. İlk etapta 30, toplamda 103 köye Rumlar saldırdı, yüzlerce insan öldürüldü. Bu katliam tarihe KANLI NOEL olarak geçti. Kanlı Noel’in 50. yılında Rumlarla Türklerin tekrar bir devlet çatısı altında yaşamasına dönük yeni bir müzakere planı ciddiyetini arttırarak gündemde. Kıbrıs’ta müzakerelerin yeniden başlaması sonbahardan bu yana çeşitli vesilelerle gündeme geliyordu. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer’ın liderler ve onların özel temsilcileri ile mekik diplomasisine Kasım ayında başlaması ile birlikte sürecin de şekillenmeye başladığı görüldü. Zira müzakerelerin yeniden başlamasına dönük çalışmalar resmi olarak 10 Eylül 2013’de başlamış ancak hemen bir krize teslim olmuştu. Müzakerelerin başlaması için “ortak açıklama metni” bir anda Rum tarafının müzakere ön şartı halini almıştı. Söz konusu metnin müzakerelerin zeminini oluşturması, burada Kıbrıs’ta federasyonu oluşturacak kurucu devletlerin egemenliklerinin, yetkilerinin ve temsil düzeylerinin sınırlarının çizilmesi bekleniyordu. Rum tarafı, aynı metinde KKTC’nin egemenliğinin kalkmasını ve “Katolik nikah” tabir edilen anlaşmadan geri dönülmemesi şartının olmasını da istiyordu. Şubat 2013’de Rum Yönetimi Başkanı seçilen Nikos Anastasiades,  2008-2012 döneminde iki tarafın birlikte hazırladıkları “yazılı yakınlaşmaları” kabul etmediği gibi Maraş’ın müzakereler öncesinde iadesi gibi yeni bir zemin oluşturmaya da çalışıyor. Aslında ana anlaşmanın unsurlarının müzakerelerin ön şartı haline getirilmesi, müzakerelerin bir türlü başlayamaması anlamına geliyor. Bu nedenle Türk tarafı, müzakerelerin başlamasını geciktirdiğini düşünerek ortak açıklama ve ön şartların müzakerelerin belkemiğini oluşturmaması gerektiğini savunuyor. Türk tarafının en büyük beklentisi ise sürecin bir takvime bağlanması ve müzakerelerin mümkün olduğunda çabuk başlamasıydı. Alexander Downer’ın taraflarla yaptığı görüşmeler de üç ayı aşkın zamandır süren “ortak açıklama metni” krizinin aşılmasını sağlayamadı. Downer’ın müzakerelerin kaldığı yerden devam edeceğini taahhüt eden mektubu KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’ndan almış olmasına rağmen Rum mevkidaşından hala alamaması, başladı başlayacak denilen müzakerelerin hangi aşamada kaldığını da göstermektedir.

Böylesi bir tabloda ilk dikkati çeken, müzakerelerin başlaması için ısrar eden tarafın KKTC ve Türkiye olduğudur. Beklenti müzakerelerin bir takvime bağlanması; izlenmek istenen yöntem de tarafların süreci belirli bir aşamaya getirmesi sonrasında takvime bağlanmış uluslararası bir konferansa gidilmesidir. Temel hedef sürecin sonunda anlaşmaya varılamaması durumunda KKTC’nin kendi statüsü hakkında özgür bırakılmasını sağlamaktır. Nitekim bugüne dek yapılan açıklamalar ancak bu şekilde anlaşılabilir. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu yol daha önce de denenmişti. 2008’de başlayan müzakere sürecini bir takvime bağlama denemeleri sonuçsuz kalmış, Türkiye’nin tüm çağrılarına rağmen uluslararası konferansın toplanması yönünde BM Rumlar üzerinde baskı oluştur-a-mamıştı. Bugün Türkiye Hükümeti’nin müzakerelerin yeniden başlaması konusunda gösterdiği isteklilik bir açıdan daha çelişkilidir. Zira bir önceki müzakere sürecinde (2008-2012), Kıbrıs Rum Yönetimi’nin AB Dönem Başkanlığı’nı devralacağı tarih olan Temmuz 2012’ye dek bir anlaşmanın ortaya çıkmaması durumunda Türkiye’nin B Planı’nı devreye sokacağı yönündeki net siyasi açıklama yapılmıştı. Aslında bu açıklama gayet de ciddi görünüyordu. Şimdi benzer bir yolun yeniden ama daha sağlam adımlarla yürünmek istendiği belki söylenebilir. Ancak karşı taraf Türkiye’nin pozisyonunu pek böyle değerlendirmiyor. Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir hareketlenme, katılım sürecini canlandırma niyeti görülüyor ve Ocak 2014’den itibaren de AB Dönem Başkanlığı’nı Yunanistan devralıyor. Çok kısa sürede 12 faslı açıp 10 faslı kapatabileceğine inanan Türkiye’nin önüne Kıbrıs’ın yeniden konulduğu açıktır. Bilhassa ABD’den ama aynı zamanda AB ve özel olarak İngiltere’den gelen “Eroğlu’nu ikna edin” isteklerini geri çevirdiği söylenen Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Aralık 2013’de önce Atina’yı ardından Kıbrıs’ı ziyaret etmesi aktif tutumu sürdürme niyeti ile ilgili görünmektedir. Dışarıdan geldiği öne sürülen “baskı yapın baskısı” değil ama Türkiye ve KKTC’nin müzakere sürecinin yeniden başlatılması istekliliği dünya kamuoyuna yansımaktadır. 

Ortak metinde basına yansıdığı kadarıyla tek egemenlik, tek uluslararası kimlik, tek vatandaşlık kriterleri yer almakta; iki toplumluluğun devam edeceği federatif bir yapıya vurgu yapılmakta ve iç vatandaşlıkların korunmasından, kurucu devletlere ait anayasada belirtilmeyen artık yetkilerin tanınmasından, Avrupa Birliği normlarının adanın tamamında uygulanmasından bahsedilmektedir. Dile getirilen hususların Annan Planı’nda yer almayan Mehmet Ali Talat- Hristofyas döneminde oluşturulmuş yeni kriterler olduğunu ifade etmek gerekir. Bu anlamda Türk tarafının Annan Planı’na göre daha geri pozisyonda durduğu söylenebilir. Avrupa Birliği normlarının Ada’nın tamamında uygulanması ifadesinin ise Annan Planı döneminde üzerinde çokça tartışılan deregasyonlar meselesini Rum tarafının istediği şekilde çözdüğünü belirtmek gerekir. Keza bu madde, iki kesimliliğin korunması ilkesini bir anlamda ortadan kaldırmaktadır. KKTC Dış İşleri Bakanı Özdil Nami, iki husus dışında “ortak anlaşma metni’nde çözüme ulaşıldığını[1] ifade ederken müzakerelerin asıl yürütücüsü olan KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun Özel Temsilcisi Osman Ertuğ ise Türk önerilerini dikkate almayan, reddeden yeni bir öneri kağıdının Rum tarafınca gönderildiğini[2] ifade etmektedir. Gerek Ertuğ’un bu açıklaması gerekse Eroğlu’nun açıklamaları “ortak açıklama metni”ni konuşmak için dahi çok erken olduğu izlenimi vermektedir. Ancak onlar dışında beyanat verenler anlaşma metninin tamamlanmasından dahi çok yakın ihtimal olarak behsetmektedir.

 

Ban Ki Moon Planı

Ban Ki Moon Planı söylemi, 28 Eylül 2013’deki Eroğlu-Ban Ki Moon görüşmesi öncesinde Özdil Nami tarafından yeni planın ismi olabileceği şeklinde dile getirilmiş ardından Türkiye Başbakanı Tayip Erdoğan’ın 8 Kasım 2013’de İsveç Başbakanı Fredrik Reinfeldt ile düzenlediği ortak basın toplantısında yaptığı açıklamada “Annan Planı artık adeta rafa kaldırıldı, buzdolabına kondu. Şimdi artık bir Ban Ki-Moon planı herhalde oluşacak.” sözleriyle yeniden gündeme gelmiştir. Erdoğan’ın sözlerinin “Kuzey Kıbrıs’a gerekli telkini yaparız” kısmı da 2002-2004 sürecinin tekrarlanacağı algısı oluşturmuştur.

Ban Ki Moon Planı’nın zeminini oluşturacağını kabul edebileceğimiz bir belge ise yakın tarihte yayınlandı. Downer’ın 2008’de başlayan müzakerelerde uzlaşmaya varılmış konuları toparlayarak hazırladığı 78 sayfalık BM taslak planı, KKTC’de yayınlanan Havadis gazetesinde yer aldı. Planın bazı kısımları GKRY’de basılan Fileleftheros gazetesinde de yayınlandı. Havadis, Rumların BM’ye sunduğu toprak talebiyle ilgili haritayı da yayınladı. Buna göre Rumlara devredilecek topraklara Annan Planı’nda yer alan ve Ada’nın yüzde 7’sine tekabül eden Maraş, Güzelyurt ve Karpaz’a, yine Türklerin yaşadığı Yeni Erenköy ve Dipkarpaz köyleri de eklenmiş durumda. Şimdiden bir anlaşmanın ancak Rumlara daha fazla toprak verilmesi ile mümkün olacağına ilişkin yorumlar KKTC’deki kimi gazetelerde yapılmaktadır. Aslında Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın Maraş, Güzelyurt ve Karpaz’ın verilmesi meselesinin Annan Planı’nda kaldığı yönünde açıklaması da bulunuyor. Ancak herhalde “Temmuz 2012’den sonra B Planı’nı devreye sokarız” açıklaması ile birlikte bu açıklamanın da geçerliliğini yitirdiğini düşünmek gerekiyor. Bu durumda, anlaşmaya gidileceği varsayımıyla iki ihtimal bulunmaktadır: Birincisi Kıbrıslı Türklerin Annan Planı’ndaki haritaya göre daha fazla toprağın verileceğine fikren alıştırılması; ikincisi ise gitmesi muhtemel yeni topraklara odaklanmış Kıbrıslı Türkler için Annan Planı’ndaki haritaya dönüş mücadelesi verileceği imajı yaratılması…

Downer’ın 78 sayfalık planına dönersek 2008-2012 döneminde, “Avrupa Birliği”, “Ekonomi”, “Mülkiyet” başlıklarında ve vatandaşlık konularında yakınlaşma sağlanmış; “Yönetim ve Güç Paylaşımı” başlığında dönüşümlü başkanlık ve bakanlık paylaşımlarında anlaşmaya varılmıştı. Annan Planı’nda 11 olan merkezi devletin yetkileri 22’ye çıkarılmıştı. Toprak ve Garantiler başlıklarında ise neredeyse hiçbir ilerleme sağlanamamış, müzakereler tıkanmıştı. Belgede, bu süreçte yakınlaşma sağlanan hususlar yer almaktadır.  Mülkiyet başlığında malını kaybedenler, başkasının malı üzerinde yaşayanlar gibi hususların uluslararası hukuk çerçevesinde çözüme ulaştırıldığı görülmektedir. Türkiye vatandaşlarına serbest dolaşım, mülk edinme, ticaret yapma ve yerleşme hakkının verileceği konusunda uzlaşıldığı da Downer’in taslak planında yer alan hususlardandır. Bilhassa vurgulamak gerekir ki bugün Anastasiades, geçmişteki bu yakınlaşmaları da reddetmektedir.  Dört yıllık görüşme sürecinin bir sonucu sayılabilecek bu yakınlaşma metninin masada tutulmasını mecbur kılan hiçbir ön anlaşma da bulunmamaktadır. Nitekim zamanında Hristofyas da Talat’ın ortak basın açıklaması ile yakınlaşma sağlanan konuları kamuoyuna açıklama teklifini reddetmişti. Daha o gün, kendi görüşmeleri ile ortaya çıkan uzlaşı platformunu bütünlüklü bir anlaşmaya varılmadığı için sahiplenmek ve kendini buna bağlamak istemeyen Hristofyas’ın kendinden sonra seçilecek yeni Rum liderini de aynı ölçüde özgür kıldığı söylenebilir. Nitekim Eroğlu, müzakereleri kaldığı yerden ve aynı yapıcı yaklaşımla sürdürme sözü vermiştir ancak Anastasiades’den böyle bir söz alınabilmiş değildir. Bu nedenle Downer’ın taslak planı olarak adlandırılan metnin, bir anlaşmanın zemini olduğunu söylemek bunu Anastasiades de kabul etmeden mümkün olmayacaktır. Ancak Türk tarafı için şimdiden başlayabileceği en iyi nokta olma özelliğini korumaktadır. Nitekim Downer’in Greentree Zirvesi’nde “Hristofyas’a reddedemeyeceği şeyler verin” dediğini hatırlatan Eroğlu da Anastasiades’in “Annan Planına hayır diyen yüzde 75’i ikna etmem için demek ki daha fazla almam gerekir” dediğine dikkat çekmektedir.[3]

Bugün müzakereleri başlatacak ortak açıklamanın yapılmasına taraflar uzak gibi görünmektedir. Ancak bu aşamanın aşılması durumunda müzakerelerle varılmak istenen planın büyük ölçüde hazır olduğu da ortadadır. Muhtemeldir ki Anastasiades, her bir madde için ayak direyecektir. Ancak hatırlatmalı ki bu yeni plan Annan Planı’ndaki Rum memnuniyetsizliğini giderme niyetiyle hazırlanmıştır. Çoğunluğu Talat –Hristofyas döneminde hazırlanan yakınlaşmalar belgesindeki maddelerin önemli bir kısmının Hristofyas’ın işini Kilise, milliyetçi partiler ve Rum kamuoyu karşısında kolaylaştırma böylece Türk tarafının müzakerelerin sürükleyici gücü olduğunu ispatlama niyetiyle yapılmıştır diyebiliriz.[4] Ancak örneğin Talat’ın Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yönetimdeki 7’ye 3 olan paylaşımı, anlaşma sonrası kurulacak yeni federasyonda 6’ya 4 yapma önerisi prensipte kabul görmüş olmasına rağmen Downer’ın yakınlaşmalar belgesinde yer bulmadığını da eklemek gerekir. Bu nedenle de Rum tarafının Annan Planı’nda yetersiz bulduğu kısımların 2008’den bu yana yavaş yavaş değiştirildiğini; muhtemelen “Ban Ki Moon Planı” olarak adlandırılacak Downer metninin de bu zeminde hazırlandığını söyleyebiliriz. İşte Anastasiades, Annan’ın oluşturduğu plan üzerinde dört yıl boyunca müzakerelerle Rum tarafının istekleri doğrultusunda ve salt Türk tarafının “bir adım önde olma” niyetiyle müzakeresi yapılan bu maddeleri bir kez daha müzakere edecektir.

Doğrusu geniş bir çevrede de 2002’deki havanın yeniden oluşturulduğu kanısı hasıl olmuş durumdadır. Müzakere sürecinin ise daha kısa süreceği ve Annan Referandumu’nun tam da 10. yılında yeni bir planın oylanabileceğine inanan da çok. Bir tarafta Türkiye ve KKTC’nin henüz kabul görmemiş takvim ile uluslararası konferans önerisi ve Rumların yeni referandumda bir kez daha “hayır” demesi ihtimali durumunda KKTC’nin yoluna yalnız devam edebilmesi ihtimali diğer tarafta birkaç defa revize edilmiş muhtemel anlaşma metninin nazlı Anastasiades’ca bir kez daha gözden geçirilmesi niyeti… Süreçte koşulların eşit olmadığı açık. Rumlarla birlikte yaşama iradesini bir kez göstermiş Türkler için yeni bir referandum yapılmasına gerek bulunmaması ya da anlaşmaların parlamentolardan geçirilmesi ile kabul edilmiş sayılacağı hükmünün eklenmesi ihtimalini de yabana atmamak gerekir.

 


[1] Çözüme hiç bu kadar yakın olmamıştık, 21 Aralık 2013, Hürriyet

[2] Osman Ertuğ: “Bizim yaptığımız son öneriydi”, 22 Aralık 2013, http://www.abhaber.com/index.php?option=com_content&view=article&id=54381:osman-ertu%C4%9F-%E2%80%9Cbizim-yapt%C4%B1%C4%9F%C4%B1m%C4%B1z-son-%C3%B6neriydi%E2%80%9D&catid=214:manset-haber&Itemid=915

[3] Rum,Topraklarımızı İstiyor, (KKTC) Volkan, 11 Aralık 2013

[4] Dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın müzakere sürecini değerlendirirken Eroğlu için dile getirdiği tavsiyelerden bu yönde bir anlam çıkmaktadır. Bkz. Talat: Çok Üzülüyorum, Havadis, 22 Aralık 2013

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...