Çipras’ın Ziyareti ve Parlak Önerileri

Yazan  17 Kasım 2015
Çipras'ın Türkiye ziyaretinde mülteci krizi ana gündem maddesi olacak. Çipras mülteci krizinde Yunanistan'ı devre dışı bırakıp, sorundan tamamen kurtaracak çözüm arayışında...

Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras (Tsipras) 17-18 Kasım 2015’te resmi ziyaret için Ankara’ya geliyor. İlk gün barış maçı izlenecek ikinci gün resmi görüşme gerçekleştirilecek. G20 Zirvesi’nin hemen sonrasına denk gelen ziyarette, ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel ve uluslararası konuların da ele alınacağı belirtiliyor. Çipras’ın ziyaret öncesi ilgili açıklamaları ise ziyaretin ana konusunun mülteci meselesi olacağını gösteriyor. 13 Kasım’daki Paris saldırıları sonrası Avrupa’nın mülteci kabulünde daha sınırlayıcı davranacağı da dikkate alındığında sığınmacı krizi Yunanistan için daha da aciliyet kazanmış olacaktır. Bu konuda sert bir takım açıklamalarda bulunacağı ve agresif mesajlar vereceği beklenebilir. Öte yandan Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Kotzias daha önce üç defa yapılan yüksek düzeyli işbirliği konsey toplantılarında imzalanan anlaşmalarının ne derece etkili uygulandığını araştırmak üzere bir komisyon kuracaklarını açıklamıştı. Dolayısıyla ziyaretten ayrıca yeni bir yüksek düzeyli işbirliği konsey toplantısı kararı da çıkabilir. Ama önceki anlaşmaların çok da verimli olmadığını not düşelim…

Bunların yanı sıra ziyaret tarihi olarak zaman zaman gerçekleştirdiği eylemlerle kendini hatırlatan –Türk diplomatlara da saldırılar düzenleyen- Marksist-Leninist çizgideki 17 Kasım Örgütü’nün kuruluş gününün seçilmiş olması da “magazinsel” anlamda dikkat çekici. Son dönemde Çipras’ın partisi SYRIZA içerisindeki bazı isimlerin yasa dışı sol örgüt mensubu olduğuna dönük yayınlar da dikkate alındığında Çipras’ın 17 Kasım’da Yunanistan’da olmak istemediği söylenebilir. Ancak ziyaretin esas gündemi açısından bu bahsedilen sadece bir ayrıntı olarak görülmeli.

En önemli konunun mülteciler olacağı ve Çipras’ın Türkiye’de sert konuşup AB’ye mesaj vermek isteyeceğini iddia edebiliriz. Zira Almanya’nın 1990 tarihli Dublin Sözleşmesi’ni gündeme getirmesi[1] Yunanistan’da rahatsızlık yarattı. Bu sözleşme mültecilerin ayak bastıkları ilk Avrupa ülkesinde kayıt altına alınmasını öngörüyor. Buna göre başvuruyu da bu ülke değerlendirecektir. Ancak Yunanistan bu meselede geçiş ülkesi olmak dahi istemiyor. Mesele Yunanistan’ın ekonomik krizde olması da değil. Bundan önceki dönemlerde de Yunan Sahil Güvenlik botlarının kaçakçıları uluslararası sulara çıkmaya zorladığı ve bu arada pek çok mültecinin botların batması neticesinde boğularak hayatını kaybettiği ya da benzer bir zorlamayı Meriç’te yaparak yine sığınmacıları ölüme gönderdiği Yunan basınında da sık sık yer alan haberlerdendi. Son aşırı mülteci akımı başladığında ise Almanya Dublin Sözleşmesi’ni askıya almıştı ve insani gerekçelerle anlaşmayı dondurarak Suriyelilerin ilk geldikleri AB ülkesine başvuru yapmadan Almanya'ya sığınmalarına olanak tanımıştı. Doğrusu bu da Yunanistan, Makedonya, Sırbistan ve kısmen Macaristan gibi ülkelerin mülteci akımını kolaylaştırmasını dahi sağlamıştı. Mültecileri Yunanistan feribotlar vasıtasıyla Ege’yi aştırıp Makedonya sınırına; Sırbistan trenlerle Macaristan sınırına taşıyıveriyordu.  Ancak sığınmacı sayısının artması nedeniyle Almanya İçişleri Bakanlığı sözcüsü anlaşmayı yeniden uygulamaya koyduklarını açıkladı. Kısacası Dublin Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesi de en çok mültecilerin ilk ayak bastıkları ülkeler olan İtalya ve Yunanistan için sıkıntı yaratacak konudur. Çipras’ın “parlak önerisi” ise mültecilerin Türkiye’de kayıt altına alınması ve hatta tamamen Türkiye’de tutulması.

Mülteciler konusunda zaten Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in Türkiye ziyareti sırasında tablo aşağı yukarı netleşmişti. Merkel’in üç aşamalı planı 1-Türkiye, Lübnan ve Ürdün'de mülteci kabul merkezleri kurulması (Hotspot), 2-AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması'nın uygulanması, 3- Türk sahillerinde etkin kontroller ve kaçakçılar ile mücadele şeklindeydi. AB Komisyonu da Türkiye’yle bu üç maddeyi müzakere ediyor. –Hatta iddia o dur ki bu hususlar üzerinde çoktan anlaşma yapılmıştır. Ancak biz resmi olarak açıklananları dikkate alacağız. -Çipras’ın bu planla ilgili bir sorunu yok ama Merkel ya da diğer Avrupalı liderlerin göreceli nezaketlerine de sahip değil. Pek çok Avrupalı lider Türkiye’nin üzerine düşeni fazlasıyla yaptığını ifade ederken Çipras, en azından Yunanistan kamuoyuna dönük tüm beyanatlarında Türkiye’yi her şeyin sorumlusu olarak göstermiş ve krizin tüm yükünü de Türkiye’ye yığmayı istediği anlamına gelen açıklamalarda bulunmuştu. Nitekim Çipras’ın Alman Bild gazetesine verdiği demeçte  “Türkiye kaçakçılarla mücadele etmek zorunda. Mültecilerin Türkiye’de kalması gerekir. Yaşanan dramdan Türkiye sorumlu”[2] dediği akıllardadır. Bu demecin aşırı, ağır ve amacını aşar hali de ortadadır. Yunanistan’ın bir tarafında mültecileri seçerek almak isteyen, Müslüman olanları reddeden Avrupa diğer tarafında resmi olarak 2,5 milyon ancak diğer açıklamalara göre 4 milyona ulaşan bir mülteci nüfusa ev sahipliği yapan Türkiye var.  Çipras Avrupa ülkeleri ardı ardına sınırlarını kapatırken kendini çaresiz hissetmiş olabilir. Öte yandan Yunanistan’ın sığınmacı istememesini mazur gösterecek kimi gerekçeleri olsa bile biraz daha makul açıklamalarda bulunarak Suriye’deki savaşın sona erdirilmesi ve bu insanların yerlerinden edilmemesi gerektiği yönünde konuşması onun gibi sol hareketlere güç aşılayan bir lidere daha çok yakışırdı.

Çipras’ın genel ve net tavrı, mülteci krizinde Yunanistan’ı tamamen devre dışı bırakacak bir formülün Türkiye tarafından yaratılması konusunda Türkiye yönetiminin zorlanmasıdır. Çipras mülteci krizinde “Türkiye ile işbirliği şart” ifadesini sık sık kullanıyorsa da buradaki kastının da Türkiye’nin konuyla ilgili tüm sorumluluğu üstlenmesi olduğu açıktır. Zira Ege Denizi’nin Türkiye ve Yunanistan’ın ortak devriyeleriyle denetlenmesini açık ve kesin olarak reddediyor ve en son Malta’da düzenlenen toplantı da bu teklifin tamamen unutulmasını istedi. Bununla birlikte “Türkiye deniz sınırlarının AB tarafından denetlenmesi” teklifi ise Çipras’ın Türkiye’ye bakışını, Türkiye’yi Yunanistan karşısında nasıl konumlandırdığını ve mülteci krizinin ağırlığını Türkiye’ye “yıkarken” AB’nin polis rolünü oynayarak uzaktan denetçi olmasını istediğini sergiliyor. Bunun anlamı Ege’de Yunan adalarına ve son dönemde Yunanistan’ın açık birer işgalle yerleştiği adalara AB’nin Frontex’inin (Avrupa Birliği Sınır Güvenliği Birimi) yerleştirilmesidir. Avrupa Birliği'nin birliğe üye olmayan komşu ülkelerle olan sınırlarının güvenliğinin sağlanmasında görev alan bu ekibin Türkiye’nin deniz sınırına yerleşmesi o işgal edilen adaların aidiyeti bakımından Yunanistan lehine bir algı yaratacaktır. Bu Lozan Antlaşması uyarınca silahsız tutulması gereken adalar için Lozan hükümlerinin ötelenmesinde yeni bir adım  olacaktır. En önemlisi ise Türkiye deniz sınırlarının bu şekilde denetlenmesi Türkiye’nin egemenlik haklarını ihlal edecektir.

Sonuç itibariyle Çipras’ın Türkiye ziyareti üzerinde çok konuşulması gereken bir “üst tavır” ve sertlik emareleri veriyor. Çipras mülteci krizinde en altta kalan olmak istemiyor ve bu işi Türkiye’ye yıkmanın yollarını arıyor. Aynı zamanda Türkiye ile bu konuda yürütülecek müzakerelerde başat rol oynamak istiyor. Slovenya, Avusturya, Macaristan’ın sınırlarını kapatması sonrasında Fransa’nın da Paris’teki terör saldırıları nedeniyle sınırlarını kapatacağı açık. Bu bir silsile olarak devam edecektir. Öte yandan Schengen de askıya alındı. Yunanistan ise sınırlarını kapatamıyor. Çipras’ın böylesi bir çaresizlik duygusuyla Türkiye’ye geldiği açık. Bu nedenle de mesajlardaki sertlik esasen Avrupalı karar alıcılara dönük olacaktır. Bu ziyaret Yunanistan’la yeni bir işbirliği doğurmayacaktır, Merkel’in Türkiye’nin önüne koyduğu reçetenin kolaylaştırılması ise söz konusu bile olmayacaktır. Öte yandan Türkiye’deki karar vericilerin Ege’de Türk sahillerinin denetimi konusunda dikkatli davranması gerekir.

[1] Almanya Dublin'e geri dönüyor, 10 Kasım 2015, http://www.dw.com/tr/almanya-dubline-geri-d%C3%B6n%C3%BCyor/a-18842153

[2] Çipras: Ege dramından Türkiye sorumlu, 6 Kasım 2015, http://www.hurriyet.com.tr/ege-dramindan-turkiye-sorumlu-40010983

Gözde Kılıç Yaşın

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Balkanlar ve Kıbrıs Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display