Bu sayfayı yazdır

Bulgaristan’nın Azınlıklara Uyguladığı Politikalar - (Türkler)

Yazan  14 Eylül 2021

Yazan: Samet Ural

Makaleyi yazmamdaki temel amaç Bulgaristan’ın azınlık haklarına olan tutumunu gözlemlemek ve araştırmaktır. Öncelikle Avrupa’nın önemini sadece dünya üzerindeki konumuna sınırlandırmak doğru bir tutum değildir. Bölge, çok sayıda etnik farklılıklara sahip olan azınlık durumdaki insanlara da ev sahipliği yapmaktadır ve farklılıklarla dolu bir bölgedir. Bu değişiklikler de önemli olayları ve politikaları beraberinde getirmiştir. Dünya üzerinde yer alan birçok ülke farklı etnik gruplardan meydana gelmektedir. Fakat bu etnik gruplara her devletin gösterdiği tutum çok farklı olmaktadır. Birçok ülke farklı etnik grupları kendi bünyelerinde kabul ederek bu grupların haklarını koruma altında tutarken, birçok devlet ise bu farklılıkları kabul etmek istememektedir. Bu etnik olarak farklı toplumların haklarını işgal edip onlara baskı kurmaktadırlar ve varlıklarını kabul etmemektedirler.

Balkan savaşlarından günümüze kadar Balkan topraklarında yaşamını sürdüren etnik gruplar, sürgünlerden din değiştirilmeye ve hatta isim değiştirilmeye zorlanarak, sistematik olarak asimilasyon politikalarına maruz kalmıştır. Panslavizm ile birlikte başlayan Balkanlardan Osmanlı tebaasını yok etme süreci ikinci dünya savaşı sonrasında da devam ettirilmiştir. Nitekim Bulgaristan’daki milliyetçi kesimlerin gerçekleştirdiği reformlar bir yandan Türk azınlığın hakları kısıtlarken diğer taraftan da Türkleri Türkiye’ye göç etmeye mahkûm etmiştir. Çift kutuplu dünya sistemi olarak da bilinen soğuk savaş döneminde Bulgaristan'ın, etnik gruplara uyguladığı Bulgarlaştırma politikaları bu sürece en iyi örneklerden birini oluşturmaktadır. Bulgaristan'da Todor Jivkov Rejimi döneminde aralarında Türk, Pomak, Roman, Arnavut, Ulah'ların da bulunduğu ona yakın etnik gruba, devlet terörüne varan sistematik olarak asimilasyon politikaları uygulanmıştır.

AZINLIK TANIMI

Azınlık, kavram olarak, “belli bir toplum içinde farklılıklar gösteren ve başat olmayan gruba verilen isimdir”. Azınlık kavramını sosyolojik ve hukuksal açılardan tanımlamak mümkündür. Sosyolojik bakımdan, “bir toplumda sayısal bakımdan azınlık oluşturan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan grup” azınlıktır.

BULGAR MİLLİYETÇİLİĞİNİN TEMELİ

7. yüzyılda Tuna'yı geçen Bulgarlar, Slavlar arasına yerleşmişlerdir. Kuruluşu 7.yüzyıla dayanan Bulgar Devleti, iki yüzyıl sonra yani 9.yüzyılda Hristiyanlığı seçmiştir. Slavları milli duygular konusunda etkilemişlerdir. Sırasıyla Bizans İmparatorluğu, Sırp ve Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyeti altına girmişlerdir. 14. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu tarafından Bulgar İmparatorluğu parçalanmıştır. Her ne kadar Osmanlı Devleti, Bulgar devletinin devlet ve yöneticilerini olduğu sınıfı tafsiye etmişse de Bulgarlar kiliselerde örgütlenmeyi başarmıştır. Böylelikle dil ve kültürlerini de sürdürebilmişlerdir. Bu süreç içerisinde Bulgar kültürü taşraya yerleşmiştir. Şehirlerde ise Türk ve Yunan kültürünün hâkim olması aynı zaman da ekonomik farklılıklar Bulgarları rahatsız etmiş beraberinde Bulgarları milliyetçilik ile tanıştırmıştır. Oluşan ortam milliyetçiliği doğurmuştur. Bulgar milliyetçiliği 1870'lerde ayrı bir Ortodoks Bulgar kilisesi kurulmasıyla daha da kuvvetlenmiştir. Zaten kiliselerde örgütlenmeye başlayan Bulgarlar, Ortodoks Bulgar Kilisesi ile gerek kültürlerini gerek ise tarih bilinçlerini ve hikayelerini canlı tutarak eğitim yoluyla yaymaya adanmışlardır. Bulgar olma bilinci böylece aşılanırken ayaklanmalarda hayat bulmaya başlamış ve Osmanlı'nın Rusya ile olan savaşında yenilgiye uğraması sonucuyla imzalanan Berlin Antlaşması modern Bulgar devletinin oluşmasına ön ayak olmuştur. (Yalımov, 2002: 285).

ETNİK ÇATIŞMA VE OLUŞAN ÇEVRE

1900'lü yıllarda, Bulgaristan'da başta Türk azınlıklar ve Müslüman olan diğer etnik kökene sahip azınlıklara karşı baskılar ve asimile çabaları boy göstermeye başlamıştır. Bu baskı ve asimile çabası 1951 yılında iktidara gelen Bulgaristan Komünist Partisi tarafından yanan ateş tekrar fitillenmiştir. "Tek Millet Kararı (Edinna Natsiya)" ile ırkçı faaliyetlerine hız veren iktidarın hedefi Türk azınlığının entegre edilmesi idi. Yani Türk azınlığın bir Bulgar gibi yaşamasını, Bulgar örf ve adetlerini edinmesini hatta ve hatta isimlerini benimsemesi istenmiştir:

Bulgaristan Halk Cumhuriyeti dönemin de devlet tarafından emriyle1984-1985 yılları arasında Todor Jivkov rejiminin koymuş olduğu "Yeniden Doğuş Süreci" kapsamında    Türk azınlık artık Bulgar popülasyon içinde asimile edilmeye başlamıştır. Bu yıllarda Türk azınlıklarının yoğun olarak yaşadıkları köylere ani baskınlar düzenlenmiştir. Bu baskınlarda Türklerin isimleri zorla değiştirilmeye çalışılmıştır. Yani birçok insan hakları ihlali yaşanmıştır. Bu kampanyanın ortaya konmasında asıl sebep ise Bulgar milliyetçiliği ve bir ulus bilinci oluşturmaktan öte, sınır komşusu Türkiye’de artan Pan-Türkist ve İslami köktencilik propagandalarının Bulgaristan’da yaratabileceği tepkilere yönelik bir önlem niteliğindeydi. Jivkov rejimi Bulgaristan Türkü diye bir şey olmadığını, bu popülasyonun aslında Müslümanlaşmış Bulgarlar, Pomaklar olduğunu iddia etmiştir bu dönemde. Asimilasyon politikaları kapsamında Türk isimleri Hristiyanlaştırılmış, okullarda Türkçe eğitim verilmesi yasaklanmış, İslami tatiller kaldırılmış, İslami gelenekler yasaklanmış, anadilde konuşmak dahi yasaklanmış, ibadethanelerin kapatılmış, dini vecibelerin yerine getirilmesi gibi konularda kısıtlamalara uğramıştır. Ayrıca bu dönemde 1984’e kadar devlet tarafından desteklenen Türkçe yayın yapan gazete, dergi ve radyo istasyonlarının da yasaklanmıştır. Türk azınlıklar Bulgaristan tarafından 19.yüzyılda "kültürel soykırıma" uğramışlardır. Türk azınlıklar ve Pomaklar bu baskılara karşı direnmişlerdir ancak birçok Türk köyünde işkencelere maruz bırakılmışlardır. Köyler de tutuklanan göstericilerin bir bölümü ise idam edilmiş, hapse atılmış veyahut sürgün edilmişlerdir.  Bu direniş hareketlerinden en çok ses getireni, 26 Aralık 1984'te Bulgaristan'ın Kırcaali iline bağlı Killi bölgesinde isim değiştirme uygulamasını protesto etmek için toplanan Türk ahalinin içinde annesinin kucağında bulunan Türkan bebektir Bulgar kolluk kuvvetlerinin kalabalığın üzerine rastgele açtığı ateş sonucunda henüz 18 aylıkken şehit olmuştur, Bulgaristan Türklerinin direnişinin sembolü haline gelmiştir. Bulgarlar, Müslüman-Türk azınlığının yoğun olduğu bölgelere yerleştirilmişlerdir, asimileyi hızlandırmanın bir başka yöntemi olarak bunu görmüşlerdir bu dönemde Türkiye ise kamuoyu oluşturmak adına Anti-Bulgar propagandalar yapmaya başlamıştır.

Jivkov Türk hükümetine, sınırlarını açması için meydan okumuş ve yönetimden memnun olmayan Müslüman-Bulgarların ülkeyi terk etmesini istemiştir. Sınırların açılması ve Türk hükümetinin Bulgaristan’dan gelen mültecileri kabul edeceğini açıklamasıyla, Bulgar otoriteler Türkleri zorla sınıra doğru sürmüştür. 300.000’den fazla Türk’ün ülkeye sığınması sonucu, sınır tekrar kapatılmıştır. Bulgaristan’da yaşanan bu etnik çatışma diğer komşu balkan ülkeleriyle yaşanan etnik çatışmaya kıyasla farklı özellikler sergilenmiştir. Çünkü burada bir fiziki etnik soykırımdan değil kültürel bir soykırımdan söz ediyoruz. Bu asimilasyon politikaları yasalarla şekillenmiştir ve iktidar değişimiyle birlikte hızlı çözüme ulaşmıştır. (Kamil, 1989: 61-69).

İLK GÖÇ DURUMU

Varna ve Tuna nehri kıyılarından denizyoluyla İstanbul'a ve karayolu ile de Edirne'ye doğru binlerce göçmen yola çıkarak Türkiye'ye göç etmeye devam etmişlerdir. Sayısal verilere göre 1879 Haziran ayı ve 1880 Eylül ayı tarihleri arasında yalnız Varna limanını kullanarak 17 bin 390 Türk'ün anavatanlarına dönüş yaptığı biliniyor. 1883 yazında 3 ay içinde iki yüz binin üzerinde göçmenin Edirne'den geçtiğini, Fransa'nın Edirne Konsolosu hükümete bildirmiştir. Hızlı bir sirkülasyon şeklinde göçlerin devamlılığı sürdürülmüş bu tarihlerde.

Berlin Antlaşması sonrası dönem milliyetçiliğinin yükselmiş olduğu bu dönemlerde azınlıklara karşı sert bir tutum sergilenmiştir. Göçleri ve asimilasyon politikalarını algılayabilmemiz ve daha net bir şekilde değerlendirebilmemiz adına bu anlaşma oldukça önem arz etmektedir. Bu anlaşmayla birlikte politikaların uygulanma nedenlerini görebiliyoruz. Burada ilk kez kilise elinin değil de bir devlet eliyle ulus bilinci oluşturulma çabasını bariz bir şekilde görebiliriz. 1981 Jivkov politikalarıyla aynı gibi gözüküyor olsa dahi 1878-90 döneminde geniş çaplı bir asimilasyon politikası uygulanmasının nedeni Bulgaristan Türklerinin sınır dışı edilebilmesi idi. 1989 olayları sanki tüm tarih boyunca Bulgaristan’dan Türkiye’ye tek büyük göç olgusuymuş gibi yaklaşılır ancak bunun evveliyatı 1878 yıllarına dayanmaktadır. Özellikle 1878 yılını başlangıç kabul edersek 1912 1913,1950 1951, 1963 tarihlerinde de her defasında 150 binden fazla kişinin göç ettiğini veyahut göçe zorlandığının verilerine kaynaklardan ulaşabiliyoruz. (Şimşir, 1986: 324-327).

TÜRKLERE YAPILAN İLK ZORUNLU GÖÇ

Bulgar uygulamasına dikkat edildiğinde, 1978'den bu yana süren asimilasyon kampanyası ve isim değiştirme sürecine isyan eden Türkler, Türkiye'ye göç etmeye zorlanmaya başlamıştı. Bulgaristan'da Türk kimlikleri ellerinden alınan 350 bin kişi 1989 yaz aylarında göçe zorlandı.  Bu göçe tabii tutulan Türk azınlıklar zalimce muameleler de görmüşlerdir. 1950 yılında uygulanan zorunlu göçün parçaladığı aileler, Türkiye'nin 1968'de kapsamlı bir göç antlaşması ile ailelerin birleştirilmesi sağlanmıştır. Yani Bulgaristan'ın istemediği ve sürekli müdahale halinde oldukları Türkleri göçe zorladığı, bir süre sonra bunu bir göç antlaşmasının izlediğini dikkatimizi çekmektedir. Günümüz insan hakları belgelerinin ve özellikle Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi'nin insanların diledikleri yerde yaşama, kültürel kimliklerini koruma hakkını tanıdıkları göz önünde tutulursa, yüzbinlerce insanın yaşadıkları yeri, ülkeyi terk etmelerini açıklamak güçtür. Bu bölgede Türk azınlığına uygulanan istismarların, insan haklarının nasıl da Bulgarlar tarafından ihlal edildiği açıkça gözler önündedir. Dolayısıyla, göç anlaşmalarının sınır ve rejim değişiklikleri, uluslararası bulanım sonrası mevzu bahis olayların belgelerini oldukça açık bir şekilde göstermektedir. Bulgaristan görünürde bu nedenler olmadığı halde salt kendine özgü politik nedenlerle büyük insan kitlelerini, pek çok insan hakları tarafından tanınmış olan haklarından yoksun kılarak- "ülke dışı" etmektedir. Uygulanan baskılar, maruz bırakılan tavır ve tutumlar insanları iyice uçuruma sürüklemiş, bazen dayanamamış ve kendilerine yapılan bu haksızlıkları gözler önüne serebilmeye ve dünyaya Bulgaristan’da yapılan bu kültürel soykırımı anlatabilmeye çalışmış olsalar da bu girişimleri maalesef başarısız sonuçlanmış hatta ve hatta Bulgaristan devleti özel kuvvetleri tarafından köylere baskınlar düzenlenip insanlar tutuklanmıştır. Ve olaylar boyut atlamışlardır. Bulgaristan normal hukuki yollardan sağlayamayacağı göç anlaşmasının fiili durum yaratarak zorunlu hale getirmiştir.

Ancak Bulgaristan'ın 1968'e kadar uyguladığı bu sistem, 1971'den itibaren Türk azınlığın varlığının reddine dayanan yeni politika yüzünden çelişkili bir duruma girmiştir. Bulgaristan bundan böyle göç anlaşması yapılmasına karşı çıkan taraf konumuna girmiştir. Bulgaristan'ın bir yandan Türk azınlık olmadığını öne sürerken, diğer bu insanların Türkiye'ye göçmen olarak yerleşmesini teşvik etmekle çelişkiye düştüğü belirtilmiştir. Bu olaylara karşılık artık Türkiye, Bulgaristan'da yaşanan bu Türk azınlıklarını eritme politikasına katlanmak zorunda kalmıştır. Göç anlaşmasında her ne kadar tutumu net bir Türkiye görsek de. Son olarak Bulgaristan'dan zorunlu göç sonucu gelen soydaşlarımızın Türk vatandaşlığına alınması durumu ortaya çıkmıştır. (Kamil, 1989: 71-73).

BULGARLAŞTIRMA KAMPANYASINA KARŞI OLUŞAN EYLEMLER

1984-1985 Bulgarlaştırma Kampanyasında, toplu halde isim değiştirme faaliyetine karşı aralık ayında Kırcaali’nin birkaç yerleşim merkezinde ve Kırcaali’de Türkler kalabalık bir şekilde yürüyüşler düzenlemiş ve protesto girişiminde bulunmuşlardır. Bu protestolara karşı Bulgaristan silahlı kuvvetleri çok sert bir tutum sergileyerek halka ateş açmıştır. Her ne kadar Jivkov önetimi, Türklerin ülke dışına göç etmelerinin, isteğe bağlı bir hareket olduğunu yaymaya ve bu şekilde göstermeye çalışsa da uluslararası kamuoyu bu duruma ikna olmamıştır. Protestolara verdikleri ağır ve silahlı tepkiler dahi içlerindeki baskılama arzusuna engel olamamış, Türk azınlıkların kilit rol oynayan önderlerini sınır dışı edilmelerini de öngörmüştür. Mecliste ani bir şekilde bu karar alınmıştır ve hemen uygulamaya sokulmuştur. Bu durumdaki kişilere devlet görevlilerince bildirim yapılmış ve kendilerine pasaportları teslim edilmiştir. Kısa bir müddet verip ülkeyi terk etme emri verilmiştir. Hatta bunula da sınırlı kalmayı, ülkeyi terk etmek istemeyen Türk azınlık vatandaşlara devletin belirleyeceği süre içinde Bulgaristan topraklarını terk etmeleri yönünde baskılar yapılmıştır. Bulgaristan Gizli Servisi’nin Başkanı General A. Musakov bazı kişilere karşı ülkeyi terk etmelerine yönelik tehditlerin yapıldığını, ancak komünist rejimin çöküşünden sonra itiraf edebilmiştir. Çok sayıda vatandaşın bir anda ülkelerinden ayrılması ve göç etmesi, Bulgaristan'a beraberinde önemli bir şekilde iş gücünün kaybına sebebiyet vermiştir. Nitekim protestolar ve Sovyet Bloğunun çöküşünü takiben, Jivkov yönetimi de devrilmiş son bulmuştur.

1989 yılının ağustos ayına kadar Türkiye'ye göç eden kişi sayısı üç yüz yirmi bini bulmuş ve yüz bin kişinin ise hazır bir biçimde beklemede olduğu raporlanmış bildirilmiştir.  Ancak 1989’un sonlarında, 100.000 kişi tekrar Bulgaristan’a geri dönüş yapmıştır. Bu olay bizlere göçün gönüllü bir şekilde gerçekleşmediğini gözler önüne koyan önemli bilgilerden biri olmuştur. Başta Türkiye ve bazı Arap ülkeleri olmak suretiyle birçok ülke, Bulgaristan tarafından tüm insan haklarını yok sayarak yapılan bu zorunlu göç kampanyasına karşı çıkmışlar ve bu dönemdeki tüm uluslararası toplantılarda, Bulgaristan aleyhine protesto kararı alınması yönünde çaba sarf etmişlerdir. Bulgaristan ise kendisini, ülkesinde ulusal azınlıklar bulunmayan tek uluslu bir devlet olduğu beyanını cevap olarak sunmuştur. Ülkesinde ulusal azınlıklar bulunmayan tek uluslu bir devlet olduğunu beyan etmiştir. En önemli hedef, Bulgar milliyetçiliği bilincinin gelişmesini sağlamak olmuştur. Bu bilincin güçlenmesini sağlamak için, Müslüman değerlere de Bulgar milliyetçiliği içinde yer vermek gerektiği kabul görmüştür. (Yalımov, 2002: 361).

Müslümanlara olan bu tutumu, İslami düşüncelere bu akımda yer verilmesinin sebebi Türkiye'ni ve diğer Müslüman devletlerin tarafsızlığını sağlayabilmeleri düşüncesi olmuştur. Ayrıca Bulgaristan, Müslüman devletler ile ekonomik siyasal ilişkilerini düzeltmeye yönelik çalışmalar da bulunmuştur. Bu ilişkilerin daha da geliştirilmesi için çaba gösterilmiştir. Dünya’ya Bulgaristan’da dini özgürlüklerin olduğunu ispat etmeye çalışmıştır.

AB ÜYELİĞİ VE AZINLIK HAKLARI

AB üyelik hedefine 2000’li yılların başında odaklanan Bulgaristan, bu hedefin etkisiyle azınlık politikalarında ciddi değişimler yaşamaya başlamıştır. AB’nin siyasi bütünleşe modelinin temelinde çoğulculuk, kültürel farklılıklara saygı gibi değerlerin bulunması ve azınlık politikasının “pozitif ayrımcılık” ile “ülkesel bütünlük” gibi ilkelere dayanması, bu değişimin yönünü tayin etmektedir. 2000’li yıllarda Bulgaristan siyaseti azınlıklara önceki dönemlerle kıyaslanmayacak kadar geniş haklar tanıyarak, kültürel farklılıkların tam ve eşit korumadan yararlanabileceği çoğulcu ve demokratik bir toplum oluşturma çabasına girmiştir. Bu yıllarda azınlıkların iyileşen durumuna ek olarak etnik hoşgörüye dayanan “Bulgar Etnik Modeli” dikkat çekicidir Bulgar etnik modeli, AB’nin ayrımcılığı reddeden “çok kültürlülüğün korunduğu ulusal bütünlük” arayışından kaynaklanır.

Müzakereler sürecinde Avrupa Komisyonu tarafından Bulgaristan’ın önüne sıklıkla getirilen konular Roman azınlığın Bulgaristan toplumuna entegrasyonu ve iltica konusundaki yasal düzenlemeler olmuştur. Bu amaçta “İnsanlar Bulgaristan’ın Zenginliğidir” adında hükümet programı çerçevesinde azınlıkların topluma entegrasyonu sağlanırken, Bulgar iç hukukunda ayrımcılığı önleyen ve yasaklayan mevzuat geliştirilmiştir. (Şimşir, 1986: 324-327).

KOMÜNİZMİN BİTİŞİ TÜRKLERE İSİMLERİNİN GERİ VERİLMESİ

Avrupa’daki komünist rejimlerin çöküşü ve Bulgaristan’daki protestolar üzerine, Komünist Parti Genel Sekreteri ve Devlet Başkanı Jivkov 10 Kasım 1989 tarihinde görevinden istifa etmiştir. 1990 yılında Komünist rejimin Bulgaristan’da çöküşü ile, iktidara Petır Mladenov Hükümeti gelmiş ve ilk iş olarak, Türklerin isimlerini geri almalarına yönelik gerekli kanuni değişiklikleri yapmıştır. Fakat Türklere isimlerinin geri verileceğini öğrenen milliyetçi Bulgarlar durumu protesto etmişlerdir. 13 Temmuz 1991’de de Bulgaristan’ın yeni anayasası kabul edilmiştir. Fakat günümüzde de geçerliliğini sürdüren bu anayasada azınlık terimi yer almamıştır (1991 Bulgaristan Anayasası). Ülkedeki Bulgar olmayan unsurları tanımlamak için de “Bulgar soyundan gelmeyenler” deyimi kabul edilmiştir. Bunun sebebi Bulgaristan’ın komünizm etkisinden çıkamamış olmasıdır. Ayrıca, Bulgarcanın tüm Bulgar vatandaşlarının bilmesi gereken bir dil olduğu konusuna anayasada yer verilmiştir. Bu da azınlıkların da Bulgarcayı öğrenmesi gerektiğinin kanunlaştırılması olmuştur. Bu sayede Türklerin asimile olması hedeflenmiştir. Bu dönemde, zorunlu asimilasyon politikasının mimarları olan, başta Jivkov ve Mladenov olmak üzere birçoğu yargılanmıştır. Ancak Bulgar Anayasası’ndaki eksik hükümler dolayısı ile, yargı süreci sekteye uğramıştır. Yeni anayasanın kabulünden sonra da Bulgaristan’da farklı etnik grupların yaşamadığı belirtilerek bu amaçla toplanan mahkeme dağıtılmıştır. Sonuçta asimilasyonu yönetenler ve yandaşları serbest kalmıştır. Bulgar adaleti de dönemin sanıklarının artık yaşamadığı gerekçesiyle davayı kapatmıştır. Uyanış süreci ve Türklerin haklarının sürekli ihlal edilmesi Türkler arasında siyasi hayata katılmanın gerekliliklerini bir kez daha ortaya koymuştur. Türkler yerel teşkilatlar etrafında birleşerek siyasi bir oluşum içine girmişlerdir. 1993 yılında yapılan yerel seçimlerde, Türk azınlığın partisi Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH), Kırcaali ilinin belediye başkanlığını kazanınca protesto gösterileri yapılmıştır. Bu seçimin sonuçları, birkaç defa Anayasa Mahkemesine götürülmüştür. Ancak Anayasa Mahkemesi, seçim sonucunun doğruluğunu kabul etmiştir. Fakat Kırcaali’de çıkan olaylar yüzünden, Türk partisinin belediye başkanı istifa etmiştir. Yine 17 Haziran 2001’deki Genel Seçimlerde, Türkler 240 sandalyeli mecliste 24 milletvekili elde etmiştir. 1991’de kabul edilen Bulgar anayasasının 11. maddesi ülkede etnik temellere dayalı siyasi partilerin kurulmasını yasaklamıştır. Böyle bir maddenin kabulü azınlıkların siyasi hayata katılmasının engellenmesi düşüncesiyle gerçekleşmiştir. Türklerin kendi siyasi oluşumlarını kurmaktan ziyade diğer Bulgar partileri içerisinde siyasi faaliyetlerine devam etmesi tasarlanmıştır. Fakat tüm bu çabalara rağmen Hak ve Özgürlükler Hareketi Bulgar siyasetine entegre olmayı başarabilmiştir. (Yalımov, 2002: 365).

 

SONUÇ

Avrupa’da Polonya ile başlayan 1989 devrimleri Berlin duvarının yıkılışı ile ivmelenerek 1990 yılında Bulgaristan’a ulaşmıştır. Bunun sonucunda azınlık haklarını dikkate almayan komünist iktidar düşmüştür. Daha sonrasında yerine gelen Petır Mladenov ile azınlıklara geniş haklar verilmeye çalışılmışsa da o dönem için başarılı olmamıştır. 2000’li yılarlarla birlikte Avrupa Birliği üyesi olmak isteyen Bulgaristan azınlıklar konusunda farklı bir rota belirlemiştir.

AB’nin insan hakları konusundaki katı tutumu, AB’ye üye olmak isteyen devletlerin azınlıklar konusunda daha temkinli yaklaşmasına neden olmuştur. Bulgaristan da AB’ye uyum sürecinde bir bütün olarak azınlık haklarına geniş müsamaha göstermiş ve bugün AB üyesi olmasında bu politikalar etkin rol oynamıştır. Bunun sonucunda Bulgaristan’da bulunan Türk azınlığı komünizm dönemine göre daha fazla siyasi ve sosyal haklar elde ederek Hak ve Özgürlükler Hareketinin parlamentodaki varlığı ile bu durumu güvence altına almıştır. AB politikaları çerçevesinde verdiği taahhütler ise azınlık haklarının korunacağının ve daha da gelişeceğinin göstergesidir.

Komünizmden demokrasiye geçişte etnik çatışmaların yaşanmadığı bu ülke, diğer Balkan ülkelerine bir örnek teşkil etmekte ve Bulgaristan’ın azınlık politikalarındaki değişikliklerin NATO, AB üyeliği gibi getirileri oluşu, yine bu üyelikler sonrası ekonomisindeki dengeli iyileşme Bulgaristan’ı bu çerçevenin dışına çıkmamaya itmektedir. Bulgaristan’da etnik çatışmaların yaşanmaması toplumsal psikolojiye de yansıyacak olmalı ki toplumsal tramvaya neden olacak bir olay yaşanmamıştır. Bu şekilde azınlıklar ile Bulgaristan devleti arasında hem sosyal hem de hukuksal bir barış sağlanmıştır.

 

 

 

                                KAYNAKÇA

Murat Yıldız, “Bulgaristan'dan Türkiye'ye Göçlerin Tarihçesi (1877-1980),” Bultürk Gazetesi (Mayıs2006).

KAMİL, İbrahim (1989). İkili ve Çok Taraflı Siyasi Antlaşmalar, İnsan Haklarına İlişkin Belgeler ve Bulgar Anayasasına Göre Bulgaristan’daki Türklerin Hakları, Ankara: Y.Ö.K. Matbaası.

YALIMOV, İbrahim, İstoriya na Turskata Obştnost v Bılgariya, İlinda-Evtimov EOOD, Sofia, 2002.

Şimşir, Bilal (1986). Bulgaristan Türkleri (1878-1985). Ankara: Bilgi Yayınevi.