< < Türkiye’nin AB Üyeliğine İlişkin Senaryolar ve Merkel-Sarkozy Ziyaretlerinin Düşündürdükleri
 Bu sayfayı yazdır

Türkiye’nin AB Üyeliğine İlişkin Senaryolar ve Merkel-Sarkozy Ziyaretlerinin Düşündürdükleri

Yazan  17 Nisan 2010
Şubat ayında Rand Corporation tarafından yayınlanan ‘Troubled Partnership:

U.S. – Turkish Relations in an Era of Global Geopolitical Change'[1] isimli raporda Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunlar ele alınmakta ve Türkiye'nin AB üyelik süreci de çeşitli açılardan incelenmektedir. Raporun 6.bölümünde öncelikle AKP'nin AB'ye yönelik politikaları, asker-sivil ilişkileri, kamuoyu desteği gibi içsel faktörler ile Yunanistan ve Kıbrıs ile ilişkiler, Avrupalı liderlerin ve kamuoyunun Türkiye'ye ilişkin tutumları gibi dışsal faktörlere Türkiye-AB ilişkilerine etkileri bakımından yer verilmiştir. Rapora göre, Kıbrıs Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin önünde önemli bir engel olmakla birlikte esas sorun reform sürecinin yavaşlamasından kaynaklanmakta; tüm bu faktörler Türkiye'nin AB üyeliğini belirsiz hale getirmektedir. Türk kamuoyunda üyelik ile ilgili olumsuz algı, reform sürecinin ilerlemesine olan isteği/baskıyı azaltan temel unsurdur. AB'nin bütünleşme sürecinin gelişimi de üyelik açısından önem kazanmaktadır. AB'nin İngiliz modeline uygun, yani daha gevşek bağlarla bağlı konfederal bir birliğe dönüşmesi, Türkiye'nin üyeliğini kolaylaştıracak; bunun aksine daha sıkı bir entegrasyon süreci öngören Fransız modeline doğru bir gelişim Türkiye'nin üyeliğini zorlaştıracaktır. Raporun öngördüğü bir diğer seçenek de 'aşamalı üyeliktir'. Aşamalı üyelik, imtiyazlı ortaklığa gösterilen tepkileri ortadan kaldırırken, taraflara üyeliğe hazırlık için gereken zamanı tanımaktadır.

Raporun son kısmında Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanması muhtemel dört senaryo üzerinde durulmakta ve bu senaryolarda Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusunda da önemli tespitler ve öngörülerde bulunulmaktadır.

Birinci Senaryo: Zayıf bir ihtimal olarak görülen ilk senaryoda Türkiye'nin AB üyesi olduğu ya da olmasına çok yakın olduğu bir süreç öngörülmektedir. Buna göre Türkiye ekonomik anlamda AB üyelerinin seviyelerine yaklaşmış, insan hakları, demokrasi alanlarında önemli yol kat etmiş olacaktır. Fakat yukarıda sayılan içsel ve dışsal etkenler bu senaryonun gerçekleşmesini, imkânsız hale getirmemekle birlikte, zorlaştırmaktadır.

İkinci Senaryo: Bu senaryoda İslamlaşmış bir Türkiye NATO'dan çekilmekte, AB ile ilişkileri askıya almakta, Batı ile ilişkilerini zayıflatmaktadır. Türkiye'nin sırtını Batıya dönüp, İslam dünyasıyla ilişkilere öncelik vermesine neden olan etkenler ABD'nin PKK ile mücadeleye destek vermemesi, ülke içinde daha radikal İslamcı grupların iktidara gelmesi ve AB'nin Türkiye'nin önüne engeller çıkarmaya devam etmesidir.

Üçüncü senaryoda Türkiye'nin milliyetçi bir çizgiye kayması ve Batı ile ekonomik ilişkileri devam ettirmesine rağmen, dış politikada daha bağımsız hareket etmesinin müsebbibi AB'nin oyalamaya ve engel çıkarmaya dönük politikaları gösterilmektedir. Orta vadede gerçekleşmesi en muhtemel olan bu senaryoya göre Türkiye AB üyelik başvurusunu geri çekecek ve Almanya ile Fransa tarafından ısrarla savunulan imtiyazlı ortaklığı kabul edecektir.

Dördüncü senaryoda ise Türkiye'de doğrudan askeri darbe sonrasında hem ABD ile ilişkileri hem de AB üyelik süreci sekteye uğramaktadır.

Geçen iki haftada Türkiye'nin AB üyeliğini yakından ilgilendiren iki ziyaret gerçekleşti. Gerek Başbakan Merkel'in gerekse de Sarkozy'nin Türkiye'nin AB üyeliğine olan karşıtlıkları bilindiğinden ziyaretler süresince ilişkileri olumsuz etkileyebilecek açıklamalar yapılmasından endişe duyuluyordu. Angela Merkel'in ziyareti öncesi imtiyazlı ortaklık ve Türk liselerinin açılması gibi tartışma konuları gerginliğe yol açtıysa da Merkel'in ziyaret süresince sadece üyelik sürecinin 'açık uçluluğundan' bahsetmesi ve Türkiye'de ciddi tepkilere yol açan 'imtiyazlı ortaklığı' telaffuz etmemesi, kendisinin Hristiyan Demokratların lideri olarak değil de anlaşmalara bağlı Almanya Başbakanı olarak hareket ettiği ve ilişkilerde daha fazla gerginlik istemediği izlenimini yaratmıştır. Fakat bu, Merkel'in fikirlerini tamamen değiştirdiği anlamını taşımamaktadır. Ziyaret süresince kullanılan ılımlı ve yuvarlak ifadelerin yerel seçimler öncesi Hıristiyan Demokrat seçmenlere hitap edecek şekilde sertleşeceği düşünülmelidir. Başbakan Erdoğan'ın Fransa ziyareti de Fransız basınında 'kritik ziyaret' olarak nitelendirilmiştir. Sarkozy tarafından olumsuz bir açıklama yapılmasa da, Fransa'nın Avrupa İşlerinden Sorumlu Bakanı Lellouche'un 'AB üyeliği ile ilgili anlaşmadığımız konusunda anlaştık' ve 'Türkiye ve Rusya'yı AB ile bir partnerlik ilişkisi içinde olduğu bir Büyük Avrupa Projesi' hayal ettikleri (projesi) şeklindeki açıklamaları, Türkiye'nin üyeliğine ilişkin görüşlerin kısa sürede değişmeyeceğini doğrulamaktadır.

Türkiye açısından ziyaretlerin önemi, durma aşamasına gelen reform sürecine yeni bir ivme kazandırmak, özellikle de 5 müzakere başlığının açılmasını veto eden Sarkozy'nin tavrında değişikliğe yol açmaktı. Fakat Almanya ve Fransa, ziyaretlere daha çok ekonomik boyutları açısından önem atfetmekteydi. Almanya'da ziyaret öncesi iş çevrelerinin Merkel'i Türkiye konusunda uyarması, Fransa'da ise Dışişleri Bakanlığı'nın 'Türkiye ile ekonomik ilişkileri geliştirme isteğine' ilişkin açıklaması bunu göstermektedir.

Sarkozy ve Merkel'in ziyaretleri ve Türkiye'nin üyeliğine ilişkin görüşleri bu senaryolar ile birlikte düşünüldüğünde raporun da belirttiği gibi en muhtemel senaryo, çifte standart uygulamalardan bıkmış Türkiye'nin daha milliyetçi bir çizgiye kaydığı ve dış politikada yeni alternatifler geliştirmeye çalıştığı senaryodur. AB'nin en önemli iki ülkesinde Türkiye'nin AB üyeliğine karşıtlığı yüksek oranlarda seyrettiği sürece ülke liderlerinin seçmenlerinin isteklerini göz ardı etmesi düşünülemez. Özellikle Sarkozy'nin 2012 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Türkiye karşıtlığını oya çevirmek istemesi muhtemeldir. Bu açıdan Merkel'in de Sarkozy'nin de en azından dürüstçe karşıt duruş sergilemeleri Türkiye'ye attığı adımlar konusunda daha iyi düşünme fırsatı vermektedir. Sonunun bilinmediği bir yolda gözleri kapalı bir şekilde yürümenin ve bunun tek seçeneğimiz olduğu şeklindeki bir dayatma ülkenin çıkarları ile bağdaşmamaktadır. Türkiye'nin Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu, Balkanlar ve Afrika ülkeleri ile ihmal edilemeyecek önemde tarihsel ve kültürel bağları bulunmaktadır. Türkiye'nin AB'ye odaklı politikasını geliştirip çok boyutlu bir dış politika takip etmesi, uluslararası alanda rol kapmak isteyen AB nezdinde Türkiye'nin önemini artıracaktır. Bu görüşler çerçevesinde üçüncü senaryo belki de şu şekilde geliştirilebilir: Türkiye gerçek anlamda kendi çıkarlarını gözeten politikalar takip eder, reformlar gerçekleştirir ve ekonomik olarak kalkınmaya devam ederse, AB ile imtiyazlı ortaklık ilişkisini değil kabul etmek, Norveç gibi AB üyeliğini reddedecek duruma gelir.



[1] http://www.rand.org/pubs/monographs/2009/RAND_MG899.pdf

Aynur LAHİ

Adı  Soyadı: Aynur LAHİ 

Doğum Yeri:  Kosova 

Eğitim Durumu
İlk -Orta Öğretim: Almanya
Lise: Kosova

Üniversite: Gazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, aynı zamanda İktisat Bölümünde de çift anadal yapmıştır

Yüksek Lisans: 2008 yılından bu yana Ankara Üniversitesi – AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. 

Uzmanlık Alanı: AB Balkanlar Politikası, Türkiye-AB İlişkileri

Bildiği Diller:

Almanca

İngilizce

Arnavutca