Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli
 Bu sayfayı yazdır

Türkiye-AB İlişkilerine İngiltere Modeli

Yazan  08 Şubat 2013
Türkiye tam üyelik müzakerelerinden çekilmekle, ‘Avrupa’ya sırt dönmek’ arasında denge kurmak zorundadır. İkisi birbirinin alternatifi olmamalıdır.

Ocak ayını geride bıraktığımız günlerde Avrupa Birliği (AB)'nin gündeminde İngiltere'nin üyeliği meselesi öne çıktı. Konu Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu toplantılarında dahi gündemdeydi. İngiltere Başbakanı David Cameron, 2015'te yapılacak seçimleri kazanmaları halinde İngiltere'nin AB üyeliğini müzakereye açıp konuyu referanduma götüreceklerini söyledi. Cameron, halka, 'müzakerelerin sonucunu kabul etmek' ve 'AB'den ayrılmak' olmak üzere iki seçenek sunacaklarını belirtti. Bunun için doğru zamanı beklediklerini, Avrupa'nın Avro krizinin ardından değişebileceğini ve bu değişimin ilişkileri yoluna koyma fırsatı yaratabileceğini ifade etti. Cameron Davos'ta yaptığı konuşmada da 'Avrupa'ya sırtımızı dönmüyoruz. Tam tersine, Avrupa'yı nasıl daha rekabetçi, açık ve esnek hale getiririz ve İngiltere'nin buradaki yerini nasıl sağlamlaştırırız, ona bakıyoruz' dedi. Cameron sözlerine, 'Ben yalnızca İngiltere için değil, Avrupa için dönüşüm öneriyorum' görüşünü de ekledi. Muhafazakar Parti'deki AB karşıtı milletvekillerinin AB'nin İngiltere üzerindeki etkisini hafifletmesi için Cameron'a baskıda bulundukları biliniyor. Cameron, İngiltere'nin AB'de kalmasının ulusal çıkarlarına olduğu görüşünü taşıyor, fakat ilişkilerin niteliğinin değiştirilmesi gerektiğini de savunuyor.[1]

İngiltere'yi Modelleştiren Unsurlar

Peki, Cameron'ın bu çıkışı sadece AB'nin karşı karşıya kaldığı krizin bir sonucu mu? Ekonomik zararları yansıtan kriz koşulları elbette önemli bir etken, ancak asıl sebep, fikri düzeyde tarihe uzanan daha köklü gerekçelere dayanıyor. Örneğin, İngiltere'de Avrupa şüpheciliği olarak gelişen bu fikir, İngiltere'nin uluslararası konumun kıta Avrupa'sı ülkelerinden farklı olduğu çıkarımını barındırmaktadır. Bu çıkarım İkinci Dünya Savaşı sonrası döneme dayanmaktadır. Ülkenin siyasi yapısı, kazananın güçlü olduğu bir sisteme elverişli olduğundan, tek parti hükümetlerinin uluslararası ortaklıklarda yetki paylaşımına yanaşmamalarına zemin hazırlayabilmektedir. Bunun dışında, İngiliz kimliğinin, parlamenter sisteminin 'farklılığını' ve 'özgünlüğünü' vurgulayan, dolayısıyla bunun kıta Avrupa'sına çok da uygun olmadığına işaret eden bir bakış açısı da bulunmaktadır. Bu çıkarımlar ülkede siyasi temsil ve kamuoyunu etkileme fırsatı da bulabilmektedir.[2] İngiltere'nin Avrupa bütünleşmesine yönelik tarihsel tutumu ülkedeki 'ulus-devlet' odaklı görüşlerle 'Avrupa Birleşik Devletleri' odaklı federalist yaklaşımların çatışmasını yansıtmaktadır. Bu noktada parantez için de vurgulanması gereken ironik durum ise Avrupa bütünleşmesinin hükümetler-arasıcılıkla ulus-üstücülük arasındaki 'melez' nitelikli seyrinin de Avrupa'nın geleceğinde 'Anglo-Sakson' yorumları öne çıkarmakta olduğudur.[3]

Cameron'ın çıkışı temelde böylesine köklü dayanakları olan siyasi bir hamledir. Bu hamle doğal olarak AB düzeyinde tepki çekmiştir. Tepkiler Cameron'ın tutumunda olumlu yönleri öne çıkardığı gibi olumsuzlukları da yansıtmıştır. Örneğin, Avrupa Komisyonu, Cameron'ın yeniden müzakere edildikten sonra bile olsa, AB'de kalmak istemesini memnuniyetle karşıladığını açıklamıştır. İngiltere'nin aktif bir üye olarak kalmasının hem AB, hem de İngiltere'nin çıkarına olduğuna işaret etmiştir. Avrupa Parlamentosu'ndan İngiltere'nin, AB'nin tam üyesi olarak kalması gerektiği açıklaması gelmiştir. Tartışmaların istihdam ve büyümeye odaklanması gerektiği ifade edilmiştir. Almanya Başbakanı Angela Merkel, İngiltere'nin isteklerini görüşmeye hazır olduklarını söylemiştir. Ardından da her AB ülkesinin kendi çıkarlarının olduğu, fakat her üye ülkenin farklı isteklerini de uzlaşıyla sonuçlandırmak gerektiğini vurgulamıştır. Bir başka deyişle, üye ülkelerin fedakarlıklarda bulunması beklenmektedir. Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius ise 'açık büfe Avrupa'nın' söz konusu olamayacağının altını çizmiştir. İsveç'ten ise İngiltere'nin, AB'den ayrılması halinde uluslararası alanda daha az söz sahibi olacağı uyarısı gelmiştir.[4]

İngiltere'nin AB'nin içinde bulunduğu kriz koşullarının Birliğin uzun vadedeki planlarını olumsuz etkileyeceğini ve Birliği içe dönük bir tutum sergilemeye zorlayacağını düşündüğü bilinmektedir. Aynı zamanda, Birlik kurumlarının krizlere karşı dayanıksız ve başa çıkamayacak durumda olduğu vurgusu da öne çıkmaktadır. Bu bağlamda önemli olan İngiltere'nin Avrupa bütünleşmesine hangi düzeylerde katılıp hangi düzeylerde katılmayacağını takip etmek olmalıdır. Mevcut koşullar altında İngiltere zaten AB düzeyinde her ortak politikaya katılıyor değildir. Avro bölgesine katılmamak, adalet ve içişleri konusunda belirli yasal düzenlemelere katılmak gibi bir takım imtiyazlara sahip bulunmaktadır.

Yeri geldiğinde siyasetçiler, akademisyenler ve sivil toplum tarafından katılım konusunda İngiltere'nin yapabileceğinin, AB üyeliği yükümlülüklerini yeniden müzakereye açma yönünde AB kurumlarına baskı uygulamak olduğu önerilebilmektedir. Yeniden müzakere edilebilecek konuların Ortak Tarım Politikası, İngiltere'nin AB bütçesine katkı payı, tek para biriminin kullanımı, Ortak Dış ve Güvenlik Politikası, AB Yargı Sistemi gibi özel politikalar olabileceği önerilmektedir. İngiltere için AB ile yeniden müzakere etmesi önerilen konular makroekonomik politikalar, para politikası işgücü piyasası, dış ve güvenlik politikası olarak sıralanmaktadır. Bu sayede ulusal parlamentoların, dolayısıyla İngiliz Parlamentosu'nun, yetkilerini yeniden kazanabileceği düşünülmektedir. Yeniden müzakerenin riskleri de yok değildir elbette. Ticaretin ağırlıklı olarak AB üyesi ülkelerle yapılması ve üyeliğin adeta ticaret potansiyelini koruyucu bir faktör olması nedeniyle üyelik dışında bu potansiyelin kaybedilebilecek olması akla gelebilecek ilk risklerdendir. AB'nin belirli mallara ayrımcılık uygulayarak pazara girişine engel olma olasılığı da bu bağlamda öne sürülmektedir. İngiltere'nin bunu aşması için örneğin uluslararası ticaret ve yatırım ortaklarını çeşitlendirmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bu sayede, AB'nin İngiliz pazarından kopmasının, İngiltere'nin AB pazarından uzaklaşmasının yol açacağı zarardan daha fazla olmasına ve bunun altyapısının sağlanmasına işaret edilmektedir. İngiltere'de pratikte olan işte budur.[5]

Modelin Türkiye'ye Uygulanabilirliği Nedir?

İngiltere'nin imtiyazlarının gelecek dönemde nasıl şekilleneceği yakından takip edilmelidir. Çünkü bu sayede Avrupa bütünleşmesinin üye ülkeleri kendi içinde sınıflandırıp, hangi ortak politikalara katılabileceklerini ayırt etmeye dönük yeni bir çalışma teşvik edilebilir. Türkiye'nin AB ile ortaklığı da İngiltere örneğinden hareketle, Almanya ve Fransa'nın rızası olduğu takdirde, belli politikalar üzerinden yeni bir sınıflandırmaya tabi tutulabilir. Bu noktada, Türkiye'nin üzerine düşenin ne olduğunun tartışılması gerektiği görülmektedir. Üyelik müzakereleri kapsamında mevcut koşullar göz önünde bulundurulduğunda Türkiye ve AB'nin bir kırılma noktasında olduğu anlaşılmaktadır. Müzakereler yürütülememekte, müzakereleri rahatlatması beklenen gelişmeler (Fransa'da cumhurbaşkanı değişimi gibi) sonuç vermemektedir. Bu noktadan sonra müzakerelerin yürütülmesi taraflardan birinin ciddi 'fedakarlığına' dayanacaktır. Türkiye ve AB'nin buna yanaşmayacağı varsayılırsa (ki bunun somut göstergesi alternatif işbirliği zemini olarak işletilen 'Pozitif Gündem' sürecidir), üyelikle ilgili tartışmaların zorluklar ve çifte standartlar üzerinden Türkiye tarafında başladığını görmek şaşırtıcı olmamalıdır. Türkiye'de başlayan bir yana, AB yetkilileri de açıklamalarında Türkiye'nin üyelik müzakerelerinden çekilme konusuna atıf yapar olmuşlardır. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Thorbjon Jagland'ın basındaki son açıklamaları bunun en güncel örneklerinden biridir.[6]

Öncelikli olarak Türkiye'nin AB ile üyelik müzakereleri kapsamında vermesi gereken karar çekilip çekilmeme üzerine yoğunlaşmalıdır. Çekildiği takdirde ilişkilerin stratejik ortaklık ve işbirliği üzerinde yoğunlaştırılıp devam ettirilmesi rahatlıkla beklenebilmelidir. Hatta bazı AB ortak politikalarına katılımın da gerçekleşmesi mümkündür. Çekilmediği takdirde, AB'nin Türkiye'den beklediği, müzakereleri tıkayan meseleler karşısında tutumunu değiştirmesidir. Türkiye'nin, bu değişikliği yapmak için AB'den beklediği de aynıdır. Bunun dışında yapılabilecek ise, süreci hangi ortak politikalara katılıp katılmayacağını kabul ettirme noktasına taşımak ve karşılıklı beklentilerin yeniden tanımlanmasını sağlamak olabilir. Bir başka deyişle, Türkiye'nin İngiltere'ye benzer şekilde konumlanmasını sağlamak olabilir. Müzakere sürecindeki bir aday ülke olarak teknik açıdan bunun gerçekleşmesi, bir bakıma tam üyelik sürecinden çekilme anlamı taşıyacaktır. Türkiye tam üyelik müzakerelerinden çekilecekse veya İngiltere örneğindeki gibi bir bütünleşmeyi seçecekse, AB'ye hangi politikalara katılıp katılamayacağını gerekçeleriyle anlatmalıdır. Adeta bir risk analizi sunmalıdır. Hatta İngiltere'nin kendi koşulları içinde yaptığı gibi, bu durumun Türkiye-AB ilişkilerine ve Avrupa bütünleşmesine faydaları gösterilmeye çalışılmalıdır. Türkiye'nin şimdiye kadar yapamadığı, dolayısıyla tarihi bir birikim sağlamadığı ve İngiltere'den farklılaştığı konu AB'ye, alternatif bir ilişki modeli sunamaması, ilişkileri siyah ve beyaz uçlarda yaşamasıdır. Hem iç hem de dış siyasi, sosyal ve ekonomik aktörleri buna hazırlıklı yapmamasıdır. İngiltere bunu yapmıştır. Türkiye'nin de müzakerelerden çekilmekle, 'Avrupa'ya sırt dönmek' arasında denge kurmasının zamanı gelmiştir. AB içindeki bütünleşme tartışmaları da bunun için uygun zemini hazırlamıştır.

 


 

[1] "Cameron'ın AB referandumu planına Avrupa'dan soğuk tepkiler", 23.01.2013, http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/article/cameron-secimi-kazanirsam-ab-uyeligini-referanduma-goturecegim-026933 (Erişim: 24.01.2013).

[2] Detaylı bilgi için bkz. Menno Spiering, "British Euroscepticism", European Studies, 20, 2004, ss.127-149.

[3] Patrick Diamond, Roger Liddle, "Options for Britain: Europe", The Political Quarterly, Vol. 79, 2008, s.166.

[4] "Cameron'ın AB referandumu planına Avrupa'dan soğuk tepkiler", 23.01.2013, http://www.euractiv.com.tr/yazici-sayfasi/article/cameron-secimi-kazanirsam-ab-uyeligini-referanduma-goturecegim-026933 (Erişim: 24.01.2013).

[5] Mark Baimbridge, Brian Burkitt, Philip Whyman, "Alternative Relationships between Britain and the EU: New Ways Forward?", The Political Quarterly, Vol. 77, No. 3, 2006, ss.402-410.

[6] İlgili röportaj için bkz. "Avrupa Konseyi'ndeki Dost Acı Söyledi", Hürriyet, 04.02.2013, s.16.

 

 

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı