< < Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor?


Türkiye-AB İlişkilerinde Ne Olması Bekleniyor?

Yazan  06 Temmuz 2012
Avrupa’daki ve Türkiye’deki siyasi aktörlerin Türkiye-AB ilişkilerini daha gerçekçi bir zeminde tartışma ve üyelik tartışmaları dışında ilerleyecek bir diyalog mekanizmasını işletme ihtiyacı duymaya başladıkları açıktır.

Türkiye-AB ilişkilerinin kendini yenileme sorunuyla karşı karşıya olduğu açıktır. 2005 yılına kadar böyle bir sorun yaşasa da bunu aşma potansiyeli taşıyan Türkiye-AB ilişkileri, müzakere sürecinin tıkanıklığıyla nitelik ve gelecek tartışmasına daha açık hale gelmiştir. Bu tartışma özellikle AB ülkeleri içindeki düşünce kuruluşlarında da ilişkileri daha gerçekçi bir zemine kaydırma etkisi yaratmaya başlamıştır. Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen bir İngiliz düşünce kuruluşu olan Avrupa Reform Merkezi'nin Başkanı Charles Grant, Türkiye'ye farklı bir üyelik formülüyle yaklaşılması gerektiği fikrini gündeme getirmiştir. Bunu hem genişleme yorgunu Avrupa'nın hem de yargı bağımsızlığı konusunda Kopenhag Kriterleri'yle zıtlaşan Türkiye'nin içinde bulunduğu koşullara bağlayan Grant, Türkiye'nin katılım süreci olmadan Avrupalılarla çalışmanın yollarını bulması gerektiğini vurgulamaktadır. Aslında bunun tam tersi de geçerlidir. Avrupalılar da Türklerle çalışmanın yeni yollarını aramaktadır. Bu şekilde Grant, adını öyle koymak istemese de, aslında bir çeşit imtiyazlı ortaklık ilişkisi kurulmasını önermektedir. Türkiye ile AB arasında ortak politikalar geliştirmenin giderek zorlaştığına atıfla, özellikle dış politika alanında, Türkiye'nin AB'ye entegre edilmesinin sorunlu hale geldiğini ifade etmektedir.[1]

Tartışmanın bu yönü Türkiye'de etkisini tam anlamıyla hissettiriyor değildir, fakat pozitif gündem, stratejik diyalog gibi kavramlar üzerinden ilişkilerin yenilenmesi gereği yavaş yavaş kendisini göstermeye başlamıştır. İşin ilgi çekici tarafı ise bunun sivil toplum örgütleri ya da düşünce kuruluşlarından ziyade, ilişkileri yürüten siyasi aktörlerce dillendirilmeye başlanmasıdır. Bir başka deyişle, tartışma tabandan değil, yukarıdan aşağıya bir seyir izlemektedir. Bu seyrin en güncel örneği, 13-14 Haziran 2012'de Strasbourg'ta 69'uncusu yapılan Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu toplantısıdır. Toplantıda Avrupa Komisyonu'nun Genişlemeden Sorumlu Üyesi Stephan Füle, Avrupalıların Türkiye'de AB sürecinin temel taşıyıcısı olan sivil toplumu büyük oranda kaybettikleri tespitinde bulunmuştur. Aynı zamanda, sivil toplumun üyelik vizyonunu da yitirdiğini tespit etmiştir. Ardından, Ankara'da sivil toplumun 80 temsilcisiyle bir araya geldiğini ve bu esnada ne kadar çok zaman kaybettiklerini gördüğünü vurgulamıştır. Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde Türk halkının desteğini tamamen kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını da açıkça belirtmiştir.[2] Bu tespitler üç açıya işaret etmektedir.İlki, Avrupa kamuoyunda ilişkilerin tekrar canlandırılması yönünde bir algı oluşturmak. İkincisi, özellikle Türkiye'nin üyeliğine muhalif olan siyasi aktörlerde tarafların birbirinden uzaklaşması üzerinden endişe yaratmak. Üçüncüsü de taraflara birbirlerine ilgili olduklarını göstermeye çalışmak.

2012'nin ilk yarısının tarafların birbirlerine ilgili olduklarını gösteren uygulamalara ayrıldığı belirtilebilir. Bu süre zarfında vize serbestliğinin sağlanmasına dönük görüşmeler bu tespitin adeta sınanacağı unsur haline geldi. Aynı zamanda, AB'nin, çevre bölgesinde güvenliği sağlama endişesinin de arttığını gösterdi. AB İçişleri Komiseri Cecilia Malmström'ün,Türkiye ile kısa sürede vize diyaloğu başlatmak istediklerine dair söylemi, Türkiye ile ilişkilerin ötesinde, geri kabul anlaşmasının uygulanmasıyla düzensiz göçle mücadelenin önünün açılmasına, dolayısıyla güvenlik endişesine işaret etmektedir. Düzensiz göçle mücadelede de Türkiye'nin kilit önem taşıdığı zaten Malmström tarafından dile getirilmiştir.[3]

Aslına bakılırsa, Türkiye-AB ilişkilerinin içinden geçtiği yeni süreç tarafların neye ikna olup neye ikna olmayacaklarını görmeye çalıştıkları bir niteliğe sahiptir. Bunu da karşılıklı önerilerle test etmektedirler. Türkiye ile AB, stratejik diyalog yoluyla üyelik müzakerelerinin AB ile işbirliğini engellediği ikilemi ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Üyelik sürecinden ayrıştırılmış siyasi diyalog aracılığıyla özellikle dış politika alanında taraflar arasında ortaklıkların kurulması öngörülmektedir. Grant'in tespiti hatırlandığında dış politika ortaklığının önemi daha net biçimde anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ilişkilerin üyelik dışında geliştirilmesini öngören çalışmalar bunun gibi daha birçok öneri geliştirmek durumdadır. Bunu yapmaya başlayan çalışmalar yöntemsel ve kurumsal önerilerle işe başlamışlardır. Örneğin, 2006'ya kadar gerçekleştirilen Türkiye Başbakanı'nı AB zirvelerine davet etme uygulamasının yeniden başlatılması gerektiği savunulmaktadır. Bunun yanında, Türkiye Dışişleri Bakanı'nın AB Dış İlişkiler Konseyi'ne düzenli katılımının sağlanması tavsiye edilmektedir. Böylece ilişkilerin günlük politikaların ötesindeki bir zemine oturtulması öngörülmektedir. Bu ve benzeri öneriler, AB Yüksek Temsilcisi, Türkiye Dışişleri Bakanı, AB Genişlemeden Sorumlu Komisyon Üyesi ve Türkiye AB Bakanı'nın katılımıyla yılda iki kere yapılan toplantıları yetersiz bulmaktadır. Bu toplantılara, Türkiye'deki çeşitli bakanlık birimleriyle AB Siyasi ve Güvenlik Komitesi, Dış Eylem Servisi ve Komisyon Genel Müdürlükleri arasında bir diyalog ve işbirliği mekanizmasının eklenmesine işaret etmektedir. AB Güney Akdeniz Özel Temsilciliği ofisiyle ile Türkiye Dışişleri Bakanlığı'nın ilgili birimleri arasında yeni bir iletişim olanağının sağlanmasına vurgu yapılmaktadır.[4]

Benzer şekilde, Avrupa Konseyi Başkanı'nın AB komşuluk politikasına dahil bölgeyle ilgili stratejik meselelerde Türkiye'nin hem Başbakan hem de Cumhurbaşkanı'nca temsil edileceği bir toplantıya başkanlık etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Türkiye Dışişleri Bakanı ile 27 AB ülkesi Dışişleri Bakanının, AB Yüksek Temsilcisi başkanlığında bir dış politika diyaloğu kurması tavsiye edilmektedir. Diyaloğun üyelik çerçevesinde değil, Irak, Suriye, İran gibi ortak çıkarların söz konusu olduğu konularda yürütülmesi önerilmektedir. Böyle bir işbirliğinde taraflar arasındaki sorun alanlarının diyaloğu engellemesinin önüne geçilmesi öngörülmektedir.[5]

Tüm bu öneriler ve öngörülerle Türkiye'nin tespitini yaptığı ve aşmaya çalıştığı bir takım zorluklar vardır. Bu zorluklar şu şekilde belirlenmiştir[6]:

1- Ayrıcalıklı ortaklık düşüncesi: Hazmetme kapasitesi söylemiyle Türkiye'nin tam üyeliğinin engellenmesi yönünde Avrupa'da kamuoyu yaratılmaya çalışılmaktadır.

2- Terörle mücadele: Terör örgütünün mali kaynaklarının hala AB ülkelerinde bulunması terörle mücadele konusunda taraflar arasında daha yakın bir işbirliğinin kurulmasını gerektirmektedir.

3- Kıbrıs meselesi: Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin Kıbrıs meselesi çözülmeden Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla AB üyesi yapılması hem sorunun çözümünü hem de üyelik müzakerelerini tıkamıştır. Buna bir de AB'nin tam üyelik için Türkiye'den komşularıyla tüm sorunlarını çözmesini istemesi eklenebilir.

4-Vize serbestliği: Hizmetin ve işgücünün serbest dolaşımı, 1963'ten bu yana AB ile ortaklık ilişkisi yürüten, 1995'te Gümrük Birliği'ne dahil olan ve 2005 yılından beri müzakere sürecinde olan Türkiye'ye verilmeyen bir haktır. Vize uygulaması, hem 1/95 sayılı Ortaklık Konseyi Kararı ile kurulan Gümrük Birliği'nin temelini teşkil eden malların serbest dolaşımı ilkesine, hem de yerleşme hakkı ve hizmet sunum serbestîsine yeni engeller getirilmesini yasaklayan Katma Protokol'ün 41. maddesine açıkça aykırıdır.

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, zorlukların yarattığı belirsizlikler içinde Avrupa'daki ve Türkiye'deki siyasi aktörlerin ve düşünce kuruluşlarının Türkiye-AB ilişkilerini daha gerçekçi bir zeminde tartışma ve üyelikdışında ilerleyecek bir diyalog mekanizmasını işletme ihtiyacı duymaya başladıkları açıktır. AB taahhütlerini içeren ve gerek Birlik gerekse de Türkiye açısından hukuki dayanakları olan müzakere süreci artık ikinci plandadır.

 


 

[1] Elçin Poyrazlar, "Batı Türkiye'ye Çok Yumuşak", Cumhuriyet, 10.06.2012, s.9.

[2] Kayhan Karaca, "AB-Türkiye Diyaloğunun Sınırları", 16.06.2012, http://www.dw.de/dw/article/0,,16028792,00.html (Erişim: 17.06.2012).

[3] "AB, Türkiye ile vize diyaloğu başlatmak istiyor", 01.06.2012, http://dunya.milliyet.com.tr/ab-turkiye-ile-vize-diyalogu-baslatmak-istiyor-/dunya/dunyadetay/01.06.2012/1548043/default.htm (02.06.2012).

[4] Detaylı bilgi için bkz. Alexander Graf Lambsdorff, "EU-Turkey Strategic Dialogue: A Concept In Need For Action", Turkish Policy Quarterly, Vol.11, No.1, 2012.

[5] Heather Grabbe, Sinan Ülgen, "Türkiye ve AB İlişkilerinin Geleceği: Stratejik Dış Politika Diyaloğu", Discussion Paper Series, 01.12.2010, http://www.edam.org.tr/document/ulgen-grabbe-new.pdf (Erişim: 16.06.2012).

[6] Hayati Yazıcı, "Turkey-EU Relations and The Customs Union: Expectations Versus Reality", Turkish Policy Quarterly, Vol.11, No.1, 2012, http://www.turkishpolicy.com/dosyalar/files/2012-1-HayatiYazici.pdf (Erişim: 18.06.2012).

 

 

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

  II.Mahmut, Vakay-ı Hayriye adıyla, Aksaray-Et Meydanı’ndaki yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000'den fazla yeniçeri öldürülmüş ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır. Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de sonra Sinop Limanında yakılınca Osmanlını...

Error: No articles to display