Bu sayfayı yazdır

Avrupa’nın ‘Propaganda Savaşları’nda Suriye Sınavı

Yazan  25 Ekim 2013

 

AB düzeyinde merkezi bir istihbarat teşkilatının kurulmasına dönük birçok talep, ortak dış, güvenlik ve savunma politikasının geliştirilmesi kapsamında kendisini göstermiştir. Üye ülkeler ise böyle bir adım atmaya hazır olduklarını hissetmemekte ve bazı AB bürokratları da yeni kurumlar oluşturmak yerine varolan kurum ve ilişkileri geliştirip işlevsel hale getirmeyi düşünmektedir. AB düzeyinde yakın bir istihbarat işbirliğinin gerçekleştirilmesini engelleyen çeşitli sebepler bulunmaktadır. Bu sebeplerden ilk akla geleni üye ülkelerde farklı yasal çerçevelerin bulunmasıdır. Bilindiği üzere, istihbarat servisleri dışarıyla bilgi paylaşımına kapalı ve kaynakların korunması odaklı bir niteliğe sahiptir. Bu nitelikleri, yasal çerçevelerle de birleşince farklı ülkelerdeki istihbarat servisleri arasında büyük bir güvensizlik yaratmaktadır. Bazı üye ülkeler ABD ile olduğu gibi, diğer ülkelerle ayrıcalıklı bir istihbarat ilişkisine sahiptir. Böyle bir ilişkide ülkeler, aldıkları istihbarat bilgisinin AB çatısı altında paylaşılmasıyla o bilginin tehlikeye düşmesinden endişe etmektedir. 11 Eylül terör eylemlerinin etkisinin sürdüğü koşullarda Almanya, Fransa, İspanya, İtalya ve İngiltere 2004 yılında terörizm konulu bir toplantı gerçekleştirmiştir. Bu toplantıda taraflar, aralarında güvenlik işbirliğinin, koordinasyonunun ve istihbarat paylaşımının artırılmasını kararlaştırmıştır. Bunu besleyen birtakım olaylar da olmuştur. Örneğin, 2004’te Madrid’te gerçekleştirilen bombalı saldırının ardından İspanya’dan, istihbarat servisleri arasındaki işbirliğinin zayıflığından kaynaklanan şikayetlerin geldiği görülmüştür. Bu yönde işbirliği zayıflığının birçok bilginin kaybolmasına yol açtığına işaret edilmiştir. Avrupa genelinde terörizme fırsat doğurabilecek bürokratik ve kurumsal kısıtların olduğuna dikkat çekilmiştir.[1] Bu şartlar altında Suriye krizi, AB için adeta istihbarat ortaklığını teşvik eden bir aracı haline gelmiştir. Buna rağmen üstesinden gelinemeyen sorun ise güvenilirlik meselesi olmuştur.

Öncelikle, Suriye krizi ve son müdahale tartışması esnasında Fransa, İngiltere ve Almanya’da istihbarat açısından yaşananları ve istahbaratların krizi nasıl yönettiğini hatırlamakta fayda olduğunu belirtmek gerekmektedir.

Çatışmaların yönetimi bağlamında istihbarat servislerinin, çatışan tarafları, karşılıklı diyalog zemininde biraraya getirme amacıyla giriştiği kolaylaştırıcılık, arabuluculuk gibi işlevleri bulunmaktadır.[2] İstihbarat servislerinin çatışmaların çözümlenmesinden ziyade çatışmaların yönetimi konusuna odaklandığı belirtilebilir. Bunun da, ilerleyen zamanlarda çatışmaların yeniden doğmasını engellediği öne sürülebilir. İstihbarat servisleri, örneğin Orta Doğu barış sürecinde çatışmanın çözümlenmesinden ziyade çatışmanın yönetilmesinde etkili olabilmiştir.[3] Suriye krizi de İngiliz, Alman, Fransız istihbarat servisleri aracılığıyla yönetilmeye çalışılmıştır.

Fransız istihbaratı, Suriye’de kimyasal silah kullanımı ile ilgili yayınladığı istihbarat belgesinde 21 Ağustos’taki saldırıdan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı sorumlu tutmuş, hatta bu kullanımının 2013 yılı içinde birkaç defa gerçekleştiğine dikkat çekmiştir. BM denetçisi Carla del Ponte, Esad rejiminin Nisan ayında kimyasal silah kullandığı iddiasını reddetmiş ve Suriye’de kimyasal silahların kullanımından ABD destekli muhalif hereketlerin sorumlu olduğunu vurgulamıştır. Fransız istihbaratı bu verileri reddetmemiş, El-Kaide bağlantılı güçlerin Nisan ve Ağustos ayında gerçekleştirilen kimyasal saldırılardan sorumlu olduğunu belirtmiştir. Fakat Fransız istihbarat belgeleri Fransız kamuoyunda bir güvenilirlik sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Bunu besleyen çeşitli sebepler olmuştur. Örneğin,  istihbarat bilgileri, muhalif güçlerin Ağustos ayında meydana gelen kimyasal saldırıdan Esad’ı sorumlu tutmalarının hemen akabinde duyurulmuştur. Kimyasal saldırıyı Esad’ın gerçekleştirdiğine dair iddia kaynağı hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir. Bu da ‘kanıt güvensizliği’ sorununu doğurmuştur. Hatta konu Fransa’da siyasi tartışmalara da yol açmış ve özellikle de muhalif kesimlerce Fransız hükümetinin Suriye’ye müdahale ve sert güç kullanımı isteğinin meşrulaştırılması çerçevesinde ele alınmıştır.[4] Fransa hükümeti Fransız kamuoyunu Suriye’ye askeri müdahale konusunda ikna etmeye çalışırken, o dönemde yapılan kamuoyu yoklamalarında örneğin Fransızların yüzde 64’ünün Suriye’ye askeri müdahale konusunda olumsuz tutum içinde oldukları görülmüştür.[5]

Suriye’ye yönelik askeri müdahale tartışmaları sürerken ABD’nin yanında, Avrupa’dan Fransa, askeri güç desteği sağlama noktasında öne çıkarak yer almış ve iki ülke de istihbarat çalışmaları sonucunda kimyasal silah kullanımının sorumluluğunu Esad rejimine yükleyen bir tutum takınmıştır. Bu noktada ilginç olan husus, Fransız istihbarat raporunun ABD’nin raporlarından daha detaylı ve uzun vadeli bir döneme yayılan niteliği olmuştur. Örneğin, Amerikan raporu Suriye krizi ile ilgili olarak sadece Ağustos ayındaki son saldırıyı ele alırken, Fransız raporu ise daha genel bir bakışaçısıyla Suriye’nin kimyasal silah programını ve silah envanterini ele alıp ortaya koymuştur. Fransa ile ABD arasında bu açıdan bir iş bölümü olsa da, Fransa istihbaratının raporu, Fransa kamuoyuna genel bir çerçeve sunup olayı değerlendirtmek bağlamında adeta öne geçmiştir.[6] Hatta başka kamuoylarını yönlendirmek için de kullanıldığı görülmüştür. Örneğin, Fransa’nın Türkiye Büyükelçiliği raporun Türkçe vrsiyonunu internet sitesinden Türk kamuoyu ile paylaşmıştır. Raporun kamuoylarını yönlendirici niteliğini daha net görebilmek için içeriğine bakmakta fayda vardır. Raporun[7] tam metni şu şekildedir:

“21 Ağustos tarihinde sivil halka yönelik yoğun ve koordineli bir şekilde kimyasal madde kullanılmıştır.

21 Ağustos tarihinde vuku bulan olaylarla ilgili 47 adet orijinal kamera görüntüsünün teknik ve metodik incelemesi sonucu, kurbanların sayısı ile ilgili, semt semt, ilk tespit yapılmıştır. Yalnızca bu görüntüler sayesinde, Doğu Guta (Ayn Tarma, Duma, Erbin, Cobar, Kafar Batna,Kas Alaa ve Zamalka semtleri) ve Batı Guta (Mudamiyet Şam) bölgelerinde, en az 281 kişinin hayatını kaybettiği tespit edilmiştir. Elimizde bulunan istihbarat bilgileri, Duma hastanesindeki kurbanların yarısının kadınlar ve çocuklardan oluştuğunu ve yüzde 50 oranında ölümlerin hemen meydana geldiğini teyid ediyor. Doktorlar, bu durumu, zehirleyici maddelerin güçlü ve yoğun bir şekilde kullanımına bağlıyorlar. (…)

Sekiz ayrı bölgede gözlem altında tutulan ve şiddetli hastalık belirtileri gösteren (havale geçiren) küçük yaştaki çocuklar üzerinde yapılan incelemeler, muhalefet tarafından yapılıcak bir mizansenin veya manipülasyonun çok düşük ihtimaller olduğu sonucunu ortaya koyuyor. Çok sayıdaki kamera görüntüleri ve tanık ifadeleri ile birlikte bu tespitler, muhalefet tarafından yapılabilecek bir tahrif olasılığını tamamen ortadan kaldırıyor. Elimizde bulunan bilgilerin toplamının inceleme sonuçlarının da teyid etmiş olduğu gibi, farklı farklı hastanelerin, kısa bir süre içerisinde, yoğun bir hasta akınına uğraması, kurbanların sayısı ve bunların muhtelif bölgelerden gelmesi, öldürücü gücü yüksek kimyasal madde kullanımını içeren bir saldırının etkilerine dair özelliklerdir. Bunlar, 21 Ağustos gecesi yoğun ve koordineli bir şekilde bir saldırının yürütüldüğünü teyid etmektedir.

21 Ağustos tarihinde vuku bulan saldırı ancak Suriye rejimi tarafından emredilmiş ve yürütülmüş olabilir.

21 Ağustos tarihindeki kombine saldırı, klasik bir taktiksel planın (operasyondan önce gerçekleştirilen top saldırısı, daha sonrada kara saldırısı) özelliklerini taşımaktadır. Kimyasal maddelerin kullanımı, askeri anlamda, Suriye güçlerinin kullanımına ilişkin kural ve yöntemlerle uyumluluk göstermektedir. Birçok ortağımızdan gelen güvenilir istihbarat bilgileri, 21 Ağustos tarihinden önceki günlerde özel hazırlıkların yapıldığını ortaya koyuyor.

(…)

Elimizde bulunan istihbarat bilgileri, rejimin, o tarihlerde, muhalefetin Şam’a geniş çaplı bir saldırı düzenlemesinden endişelendiğini teyid ediyor. Bizim değerlendirmemize göre, söz konusu saldırıyı gerçekleştirerek, rejim, başkentte kontrolü elde tutmak için, çemberi gevşetmeye ve stratejik noktalarda güvenliği sağlamaya çalışmıştır. Örneğin, Moadamiye semti, Hava Kuvvetleri’ne ait istihbarat birimlerinin kontrolü altında bulunan Mezzeh askeri havalimanına yakın bir bölgede bulunuyor. Zaten, saldırının uygulama noktaları  incelendiğinde, rejimden başkasının, muhalefet için stratejik olan pozisyonlara bu şekilde saldıramayacağı açıktır. Son olarak, Suriye muhalefetinin, kimyasal maddelerle bu büyüklükte bir operasyon yürütecek imkanlara sahip olmadığını düşünüyoruz. Suriye isyanına bağlı hiçbir grup, bu aşamada, söz konusu maddeleri depolayacak ve kullanacak imkana, daha ziyade, Şam’da 21 Ağustos gecesi kullanılan ölçüdeki imkana sahip değildir. Söz konusu gruplar, özellikle 21 Ağustos tarihinde kullanılan taşıma araçları vasıtasıyla, bu maddeleri kullanacak ne tecrübeye ne de bilgi ve beceriye sahipler.”

Avrupa istihbaratı sadece kimyasal silah kullanımı meselesiyle ilgili olarak değil, Esad yönetimine muhalif örgütlenmeleri desteklemek noktasında da işlevlere sahip olmuştur. İngiliz istihbaratının Suriye’de Esad yönetimine karşı mücadelede bulunan isyancılara destek sağladığı bilinmektedir. İngiliz istihbaratı Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ndeki iki askeri üsden (Dhekelia ve Akrotiri) Suriye’deki hareketliliği yakından izlemektedir. Üslerden alınan istihbarat sinyalleri İngiltere’nin dinleme üssü olan İngiliz Kamu İletişim Merkezi (GCHQ)’nde işlenmektedir. MI6’nın Körfez ülkelerinden Suriye’deki isyancılara silah sevkiyatına zemin hazırladığı haberleri dolaşmaktadır.[8]

İngiliz Ortak İstihbarat Komitesi de Esad rejiminin Suriye’de kimyasal silah kullanımından, askeri müdahaleyi gerektirecek şekilde büyük olasılıkla sorumlu olduğunu vurgulamıştır.[9] İngiliz hükümeti, istihbarat kaynaklarından ve açık kaynaklardan yaptığı tespitler sonucunda Suriye’deki muhaliflerin kimyasal silah kullandıklarına dair güvenilir bir kanıta ya da istihbarat bilgisine sahip olmadığını, bundan hareketle de saldırıdan Esad yönetiminin sorumlu olması dışında bir başka senaryo olmadığını ifade etmiştir. Bir haklı çıkarma söylemi kullanılmıştır.[10]

Alman dış istihbarat servisi Başkanı Gerhard Schindler de, inkar edilemez bir kanıt olmadığını, fakat Suriye’de kimyasal silah kullanımı ile ilgili olarak Esad yönetimini suçlamak için servisi inandıran bulguların olduğunu belirtmiştir. Aynı zamanda, Esad muhaliflerinin böylesine planlı bir saldırı yapamayacaklarını kamuoyuna açıklamıştır. Daha da çarpıcısı, Esad yönetimine askeri destekte bulunan Lübnanlı üst düzey bir Hizbullah militanı ile İran Büyükelçiliği arasındaki görüşmenin dinlendiğini ifade etmiştir. Bu dinlemeden Suriye’de zehirli gazın kullanıldığının kabul edildiği sonucuna varıldığına işaret etmiştir.[11]   

Bu tutumuna rağmen Alman Dış İstihbarat Servisi’nin Suriye’de devam eden iç savaşla ilgili fikir değişikliğine gittiği de görülmüştür. Mevcut koşullar altında servis, artık Esad’a bağlı Suriye ordusunun muhalif hareketlere nazaran daha güçlü ve istikrarlı bir yapıya sahip olduğunu ve muhaliflere karşı başarılı operasyonlar düzenleme kapasitesini taşıdığını düşünmektedir. Hatırlanacağı üzere Schindler, 2012 yılının yaz ayında hükümet temsilcilerine ve parlamenterlere verdiği brifingte Suriye’de Esad yönetiminin 2013 yılının ilk aylarında yıkılacağını öngördüğünü açıklamıştı. Hatta Suriye ordusunun, ayrılan subaylar nedeniyle zor durumda olduğuna dikkat çekmişti. Bu şartlar altında da Suriye rejiminin son anlarını yaşadığını ifade etmişti. Geçen bir yıllık süre zarfında durumun hiç de Alman istihbaratının beklediği gibi olmadığı ortaya çıktı. Ya da istihbaratın kamuoyunu yönlendirmeye dönük bu girişimleri gerçek koşulların gerektirdiği durumlar karşısında geçerliliğini kaybetmek zorunda kaldı. Fikir değişikliğinin ardından Schindler, Esad’ın askeri gücünün etkili bir konumda olduğunu ve bu konumunun askeri teçhizatlarla desteklendiğini ortaya koymaya başladı.[12] Bu durum da istihbarat güvensizliğini besleyen bir faktör oldu.       

Fransa, İngiltere, Almanya özelinde ve Avrupa genelinde kamuoylarının Suriye’ye yönelik olası bir askeri operasyona destek düzeyi düşüktü. İngiltere’de parlamentonun hükümeti askeri operasyona destek konusunda sınırlandırması ve Almanya’nın da zaten temkinli dış politikası ve yanında genel seçimler öncesinde böyle bir sorumluluk altına girmeyecek olması, Fransa’yı konu ile ilgili kamuoyu oluşturma çabalarına sevketmiştir. Fransa Başbakanı Jean-Marc Ayrault, Fransa’nın Suriye’ye askeri operasyon düzenlemek için bir ‘ülkeler koalisyonu’ kurma hedefine sahip olduğunu söylemesi bu çabasının en somut örneğidir. Fransız parlamenterlere istihbarat raporunu sunmasının ardından Esad yönetiminin bir karşılık verilmeden, yani cezalandırılmadan serbest bırakılmasının doğru olmadığını öne sürmüştür. Fransa’nın olası bir karşılıkta tek başına hareket etmeyeceğini açıklaması kendisini hem ülkelerle işbirliğine bağlamış hem de ister istemez tutumunu kamuoylarının desteği ile ilişkilendirmiştir. O zaman da kamuoyu oluşturma gereği aciliyet kazanmıştır. Buna direnç gösteren kamuoyu üzerinde ve hatta Rusya ve Çin üzerinde de baskı yaratılmaya çalışılmıştır. Liderlerin parlamentolarını etkileyip yönlendirmeye çalıştığı bir süreçten geçilmiştir. Aslında kamuoyu yaratma çalışmaları, üç aşamalı bir boyuta yerleştirilmiştir. Bu aşamalardan geçmeye çalışan en zayıf halka ise İngiltere olmuştur.[13]

Uluslararası krizler karşısında kamuoyundaki tartışmalar belli sınıflandırmalar, yargılamalar ve medya sepakülasyonlarının ürünü olabilmektedir. İstihbarat yöntemleri terör ağlarının ortaya çıkarılmasında oldukça etkilidir, özellikle de teröristler bu yöntemler hakkında bilgi sahibi değillerse. İstihbarat kaynakları ve yöntemleri hakkında tam bilgiye dayalı bir kamuoyu tartışmasını yürütmenin zor olduğunu tahmin etmek mümkündür. Eğer bir hükümet, kamuoyuna terörle mücadele yöntemleri ve önlemler ile ilgili olarak açıklama yapamıyorsa, kamuoyu, bu yöntem ve önlemlerin takibini gerektiren genel ilkeleri göz önünde bulundurmaya davet edilmelidir. Böylece, istihbarat konusunda kamuoyunun güveni sağlanabilmiş olabilmektedir. 2003 Irak savaşı ve sonraki bazı terörle mücadele operasyonları istihbarat kullanımını sorunlu hale getirerek güven sarsıcı bir konuma yerleştirmiştir. Bu olumsuz durumun düzelmesi, kamuoylarının istihbarat camiasının üyelerinin etik normlara ne derece bağlı kaldıklarını kestirebilme derecesine bağlıdır.[14]    

2003 Irak operasyonu öncesinde ve sonrasında yaşanan kamuoyu algılarının yönetimi sürecinin Suriye’ye yönelik olası askeri müdahale tartışmalarında da yaşandığı açıktı. Hatta iki kriz, sürekli olarak karşılaştırılmıştır. Irak operasyonunda yapılan hataların Suriye’de yapılmaması gerektiği üzerinde durulmuştur. Yapılan karşılaştırmalarda şu hususlar öne çıkarılmıştır[15]:

1-  Suriye kimyasal silahlara sahiptir; Esad yönetimi de bunu söylemektedir. Irak’ta da tartışmalar kitle imha silahları üzerinden yürütülmüştür.

2- ABD Başkanı Barack Obama Suriye krizine doğrudan ve askeri boyutta müdahil olmak istememektedir. Amerikan kamuoyu da buna karşıdır. Irak’ta olduğu gibi, Suriye’de ciddi bir savaş lobisi etkisi olmamıştır.

3- ABD, mevcut koşullar altında Esad yönetiminin devrilmesini aslında istememekte olup, bu gerçekleştiği takdirde arkasından ne geleceğini kestirememekte ve bundan da endişe duymaktadır. Irak’ta ise askeri müdahale temel politika haline getirilmiştir.

Suriye krizi, Irak deneyimi yaşayan Batı ülkelerinde ahlaki bir ikilem yaratmıştır. Esad yönetimini savunmakla, kimyasal silah kullanımını cezalandırmak arasında kalan bir konuma düşmüşlerdir. Buna bir de yaşanan can kayıplarının sorumluluğu eklenmiştir.    

Suriye’de aslında bir propaganda savaşı da olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Ülkede gerçeğin ve doğrunun ne olduğunun tespiti zordur. Ülkede etkin olan aktörlerin dış bağlantıları nelerdir ve nerelerdedir? Diğer ülkelerden Suriye’ye giren unsurlar nelerdir? Doğru bilgi kimden alınabilmektedir? Bunlar belirsizliğini koruyan sorular halindedir.[16]   

Bilindiği üzere, ‘propaganda’nın mazisi 1927 yılında Harold Laswell’in hazırladığı ‘Birinci Dünya Savaşı’nda Propaganda Tekniği’ adlı kitaba uzanmaktadır. Raswell’e göre propaganda, zihinlerin bir inanış ve düşünce şeklinde göre değiştirilmesi ve bağlanması ile ilgilidir. Tutum ve düşüncelerin sosyal önerilerin manipülasyonu aracılığıyla idare edilmesidir. Bu durum koşulların değiştirilmesinden daha farklı bir eyleme işaret etmektedir. Bir başka deyişle, bir durumla ilgili popüler algının, materyal koşullar değiştirilmeden şekillendirilmesidir. Laswell’e göre propaganda fikirler hakkındaki fikirler arasında görülen bir savaştır.  Hükümetler de propagandaya ve propagandacılara ihtiyaç duymaktadır.[17]

Propaganda belli bir hedef kitleye yönelik olup, belli hedefleri kapsamaktadır. Bu hedefleri şu şekilde açıklamak mümkündür[18]:

(1)   Şok etkisi olasılığını azaltmak.

(2)   Suç sorumluluğunu ortadan kaldırmaya dönük değişiklik yapmak.

(3) Liderlerin, uygun koşullara istinaden kendi toplumlarının benimsemesini istediği tepkilerin tanımlanması ve pekiştirilmesi.

(4)   Kamuoyunun, niyetlenen eylemlerle ilgili talepleri kabul etme yatkınlığının artırılması.

(5)   Gelecek eylemlerin ahlaki meşruiyet zemininin sağlanması.

(6)  Gelecek eylemlere ihtiyaç olup olmadığı ile ilgili şartların hazırlanması, ki bu, gerçek ya da propagandaya dayanan belli beklentilerin açıklanması ile ilgilidir.

(7)    Kamuoyu beklentilerinin gerçek dışı isteklerle şekillenmemesi ve dolayısıyla hayalkırıklıklarının önüne geçilmesi için, olumlu haberlerin çıkarılması yoluyla kontrol edilmesi.

(8)  Kamuoyunun beklentilerini azaltma yoluyla, eylemler gerçekleştirilip, ilgili sonuçlar ortaya çıktığında daha büyük memnuniyetin sağlanması.

(9)   Gelecek eylemle ilgili iddialarının ve öngörülerinin geçerli kılınarak yöneticilerin ya da liderlerin otorite ve prestijlerinin artırılması.

(10)  Konu ile ilgili düşük moralin artırılması.

(11)  Siyasi yönelimlerin düzenlenmesi.

(12) Rejim ya da hükümetlerin politikalarına daha fazla destek sağlanması için kamuoyu memnuniyetinin kullanılması.

(13) Kamuoyunun, rejimin ya da hükümetin eylemlerinin karşılığında muhalefetin tepkilerinin başarılı olabileceği olasılığına hazırlanması.

(14) Muhalefet cephesindeki grupların moral bozukluğu gelecek eylemlerin başarısını ve düşük maliyetli olmasını kolaylaştırdığında, muhalefetin güçsüzlüğü vurgusunun ve direnmenin gereksizliğinin öne çıkarılması ve bunun yayılması.

(15)   Olası karşı önlemlerin etkisiz olacağı ile ilgili olarak kamuoyunun güveninin azaltılması.

(16) Bir eylemin hayata geçirilmesi sonucu oluşacak cesaret kırıcı demoralizasyon eğiliminin artırılması.

(17)  Birbirlerine muhalif liderlerin, bu liderlerle kamuoyunun ilişkileri ile muhalif liderler arasındaki ilişkilerin üzerinde, bir eylemin yıkıcı etkilerini artırmak; bir eylemin muhalefet cephesini bütünleştirip güçlendirme olasılığını en aza indirmek.

(18)  Muhalefet cephesindeki grupların, karşı cephenin eylemlerinden avantajlı olacakları çıkarımını yapmalarına zemin hazırlayacak gerçekçi olmayan değerlendirmelere teşvik edilmeleri.

Propagandanın tanımı ve hedeflerini göz önünde bulunduran bir okuma, Suriye krizinin daha sağlıklı değerlendirilmesine yol açabilir. Böyle bir okuma yapılmıyor da değildir. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsü, Kimyasal ve Biyolojik Silahlar Araştırma Grubu Başkanı John Hart’ın, Suriye’de kimyasal silah kullanımı ile ilgili bir sonuca varmak için acele edilmemesi gerektiğine dikkat çekmesi buna örnektir. Hart, kimyasal silah kullanımı ile ilgili iki hikayenin öne çıktığını, bunlardan birinin Suriye hükümetinin kimyasal silah kullanması, diğerinin de muhaliflerin kimyasal silah kullanması olduğunu belirtmiştir. İki tarafın da hikayeyi kendi çıkarlarına göre şekillendirdiğini ifade etmiştir. Bunu da propaganda savaşları olarak yorumlamıştır. 21 Ağustos saldırısının propaganda amacıyla kullanılması olasılığının göz ardı edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Suriye’de çatışan taraflar Batı ülkelerini askeri müdahaleye kışkırtmak için mi böyle bir saldırı organizasyonu yaptı? Bu sorunun cevabı, ne olduğunu söylemekten ziyade, eylem yapılırken neyin hesaplandığını düşünmek gerektiği anlamına gelen bir çıkarıma işaret edecektir. BM denetçilerinin Suriye’deki incelemelerinin sadece üç alanla sınırlandırılması ve saldırının yapıldığı yerin bunların arasında olmaması, propaganda savaşlarının devam edeceğinin ve bahsedilen çıkarım tipinde göz önünde bulundurulması gerektiğinin adeta göstergesi olmuştur.[19]  

Sonuç olarak belirtmek gerekirse, demokratik bir sisteme sahip ülkelerde şu koşulların yerine getirilmesi beklenmektedir. Uzmanlar kamu düzeni ve kamuya malolmuş politikalar ile ilgili meselelere çözümler geliştirmek durumundadır. Medya, mesele ile ilgili çalışan uzmanlar için geniş kapsamlı bir alan oluşturmaktadır. Siyasetçiler uzman hükümlerini yansıtmaktadır. Vatandaşlar da kendi siyasi eğilimlerine yakın siyasetçilerin görüşlerini seçmektedirler. Donanımlı bir siyasetçi ve uzman kadrosu ile iyi işleyen bir basın olmadan yapılan çalışmalar ise siyasi bir manipülasyon aracı olmaktan kurtulamayacaktır.[20]

 


[1]Fraser Cameron, An Introduction to European Foreign Policy, Routledge, New York, 2007, ss.196,197.

[2]Shlomo Shpiro, “Intelligence Services and Political Transformation in the Middle East”, International Journal of Intelligence and Counter Intelligence, Vol.17, No.4, 2004, s.576.

[3]A.g.e., s.595.

[4]Alex Lantier, “France’s Intelligence Brief for War on Syria: Collection of Discredited Lies”, Global Research, 03.09.2013, http://w w w .globalresearch.ca/frances-intelligence-brief-for-w ar-on-syria-collection-of-discredited-lies/5347887.

[5]Kim Willsher, “Syria Crisis: French intelligence dossier blames Assad for Chemical Attack”, The Guardian, 02.09.2013.

[6]David Kenner, “French Spies Provide New Details on Assad’s Chemical Weapons Program”, Foreign Policy, 03.09.2013.

[8]Leon Watson, “British intelligence enabled Syrian rebels to launch devastating attacks on President

Assad's regime, official says”, 19.08.2012, http://www.dailymail.co.uk/news/article-2190587/British-intelligence-enabled-Syrian-rebels-launch-devastating-attacks-President-Assads-regime-official-says.html.

[9]Nicholas Wat t , Julian Borger, Rowena Mason, “Syria: UK intelligence blames Assad

regime for chemical attacks”, The Guardian, 29.08.2013.

[10]Joint Intelligence Organization, “Syria: Reported Chemical Weapons Use”, 29.08.2013, JP115.

[11]Ian Black, “German intelligence: Syria chemical attack may have been an overdose”, The Guardian, 21.08.2013.

[12]Matthias Gebauer, “German Intelligence Sees Assad Regaining Hold”, Der Spiegel, http://www.spiegel.de/international/world/german-intelligence-believes-assad-regime-regaininglost-

power-a-901188.html.

[13]Haroon Siddique, Ben Quinn, “French intelligence: 'Massive use of

chemical agents' in Syria - live blog”, The Guardian, 02.09.2013.

[14]David Omand, “Ethical Guidelines in Using Secret Intelligence for

Public Security”, Cambridge Review of International Affairs, Vol.19, No.4, 2006, s.618.

[15]“Syria between the shadow of Iraq, confusion and propaganda”, http://www.redresso nline.co m/2013/08/syria-between-the-shado w-o f-iraq-co nfusio n-and-pro paganda/.

[16]Jess Hill, “Syria’s Propaganda War”, 12.04.2012, http://www.theglobalmail.org/feature/syrias-propaganda-war/183/ .

[17]Lyneyve Finch, “Psychological Propaganda: The War of Ideas on Ideas During the First Half of the Twentieth Century”, Armed Forces&Society, Vol.26, No.3, 2000, ss.368-372.

[18]Alexander L. George, “Prediction of Political Action by Means of Propaganda Analysis”, The Public Opinion Quarterly, Vol.20, No.1, 1956, ss.338-340.

[19]“Syria's propaganda war over chemical

Weapons”, DW, 22.08.2013, www.dw.de/syrias-propaganda-war-over-chemical-weapons/a-17038062.

[20]Stanley Feldman , Leonie Huddy, George E. Marcus, “Limits of Elite Influence on Public Opinion”, Critical Review, Vol.24, No.4, 2012, s.490.

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı