Bu sayfayı yazdır

Avrupa Parlamentosu'nda 'Kim korkar genişlemeden?' başlıklı toplantıda Türkiye ile ilgili çarpıcı tespitler

Yazan  04 Mart 2010
Brüksel'de Avrupa Parlamentosu'nda “Kim korkar genişlemeden? Batı Balkanlar ve Türkiye için zorluklar ve perspektifler” konulu bir toplantı düzenlendi.
Avrupa Parlamentosu üyeleri Elmar Brok ve Hannes Swoboda himayesindeki toplantıyı Hıristiyan Demokrat Grup üyesi Slovak Eduard Kukan açtı. Konuşmasında Kukan, Türkiye'yle yürütülen müzakerelerin durumunu anlatarak "üyelik için bir kestirme yol yok, bu bilinmeli. Türkiye AB'nin tüm kriterlerine uymak, kanunlarını almak, kurallarına uymak kısacası yol haritasına tamamıyla bağlı kalmak durumundadır" dedi.

Uluslararası güvenlik konularında çalışan SWP'nin Brüksel Ofisi'nin yöneticisi Rdoerick Parkes'in yönettiği toplantıda "Avrupa Birliği'nin genişleme politikasının niçin ve ne şekilde yürütülmesi gerektiği" sorularına yanıt arandı. SWP Direktörü Barbara Lippert, "Avrupa Birliği genişlemesi ömrünü doldurmuş mudur sorusuna tek bir yanıtım var, bu da evettir. Çok başarılı bir politika yürütülmüştür ancak 5. halkadan sonra artık AB genişleme politikaları miyadını doldurmuştur hatta sıfırı tüketmiştir. Bunu yeni dinamiklere, verilere bakarak anlayabiliriz. Öncelikle coğrafi olarak bakarsak genişleme tamamlanmıştır, bitmiştir. Haritada limite ulaşıldığını bariz bir şekilde görüyoruz. Üye devletlerinin bu konuda açıkça yorgun olduğunu görmekteyiz, bunu liderlerinin genişleme karşıtı söylemlerinden anlayabiliriz. Yeni dalga genişleme için gerekli altyapı, istek mevcut değil. 27 üye devlet arasındaki birlik, beraberlik tam anlamıyla tesis edilmiş değil. Bunlara içsel limitler diyebiliriz. Bir diğer konu ise AB'nin ortak politik kimliği, henüz olgunlaşma aşamasında. Buna küresel düzeyde ekonomik zorlukları da eklemeliyiz, hükümetler finansal zorluk içinde, konsantrasyonları bu yönde. Ayrıca genişleme müzakerelerinin yapısı değişti, eskisinden çok daha büroktratik. Lizbon Anlaşması sayesinde artk üye devletlerdeki parlamentolar da bu konuda daha fazla söz söyleme hakkına kavuştu, bunu da hatırlamak ve genişleme politikasını kısıtlayıcı olarak düşünmek gerek. Bütün bu engelleri düşünürsek benim iki başlıkta toplayabileceğim önerim olacak. İlki AB genişleme konusundaki itibarını yenilemeli, Avrupa Konseyi bu konuda belirleyici adım atmalı; aday ülkelerle masaya oturup başvuran ülkenin durumu değerlendirilmeli, eğer üyeliğe uygun görülüyorsa, ucu açık takvimler yerine ¾ yıllık bir program, yol haritası çizilmeli. Eğer aday ülke bu konuda üzerine düşenleri yapmıyorsa, gereği derhal yapılmalı. Belki bu teklifimin süreci politize edeceği, daha da tarafları kutuplaştıracağı düşünülebilir, doğrudur ancak böyle bir adım AB'nin kredibilitesi açısından elzemdir. Ayrıca Türkiye'yle süren neredeyse durma noktasına gelen müzakereler için önerim, Türkiye'nin AB gözünde ortak dış güvenlik politikasında artan önemine istinaden, genişleme politikasının ortak dış güvenlik politikasının ikamesi değildir. Türkiye açısından bakıldığında onların da bazı AB politikalarına uzak durduğu görülmekte, o halde karşılıklı olarak hem AB hem de Türkiye istedikleri ortak politikalardan vazgeçebilmeli, çekilebilmeli. Örneğin Türkiye son olarak komşularına vizeyi kaldırdı, belki zaten bu konuda AB ortak politikasını benimsemeyecektir. Aynı şekilde enerji politikasında da bu hakkı kullanabilmeli. Dolayısıyla Türkiye'yi daha çok işbirliği yapılan bölgesel bir aktör olarak düşünebilmeliyiz. Bunun için AB ortak dış güvenlik politikası yeniden ele almalıdır."

SWP Dış İlişkiler Bölümü'nden Dusan Reljic ise, Batı Balkanlar'daki AB genişleme politikalarına değinerek "Avrupa Birliği bu bölgede, ki bu bölgede yaşayanlar artık Batı Balkanlar diye anılmaktan ziyade Güneydoğu Avrupa tanımlamasını tercih ediyorlar, ilerlemenin, reformun gerçek motivasyon kaynağıdır. Sırbistan, Karadağ, Bosna-Hersek, Kosova, Arnavutluk'taki hükümetler bir gün AB üyesi olacakları hedefiyle halktan da çoğunluğun desteğini alarak tüm aksaklıklara, zorluklara rağmen çalışmaktadır. Halen bu ülkelerde güvenliğin tesisi gibi çok temel sorunlar yerli yerindedir ancak benim önerim AB'nin daha fazla politik alanda entegresyona gitme kararlığını göstermesidir. Örneğin çevre politikalarında, hatta bunu söylemem sizi korkutmasın AB kapılarını sadece buralardan gelecek turistlere değil işçilere de açmalıdır. Hem de mümkün olduğunca çabuk bir biçimde... AB iş pazarına erişebilen Güneydoğu Avrupalılar, ülkelerine güvenlikle birlikte refahı da taşıyacaklardır. Eğer AB'nin genişleme politikasında kredibilitesi azalmışsa, bunu bölgede artan ABD, Rusya hatta Türkiye ve Çin'in nüfuzuna bağlayabiliriz, AB gerekli adımları atmayarak büyük bir fırsatı elinden kaçırmış oluyor. AB'nin sonbaharda bölgede düzenleyici üst düzey katılımlı toplantılarda bu konuların tartışılacağını umuyorum."

Lizbon Anlaşması'ndan sonra AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir güç başlıklı konuşmasında SWP Dış İlişkiler Bölümü'nden Heinz Kramer ise özetle şunları kaydetti: "Öncelikle Lizbon Anlaşması'nın kabulünün Türkiye'yle yürütülen müzakerelere doğrundan bir etkisi mevcut değil. Türkiye'nin -AB tarihinde yürütülen müzakere sürecinin -dondurulan başlıklar nedeniyle- başka bir eşi benzeri yok. Geleceğe baktığımızda, neredeyse tıkanma noktasına gelen müzakerelerin geleceğine baktığımızda elimizde sadece 4 adet başlık kalıyor, 4 tane dondurulmamış başlık. Müzakereler nasıl ilerleyecek? Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmadan bu pek mümkün değil. Türkiye, Avrupalı sayılmıyor, bu görüş Almanya ve Fransa'da iktidardakilerin ortak algılaması. Tabii tarihten gelen, biriken önyargıları kırmak kolay değil. AKP Hükümeti, reform açısından o kadar da istekli değil, başta ne kadar istekli görünmüşlerdi, bu görüntü çabukcak kayboldu; müslüman olmayan azınlıkların hakları, Kürt sorunu, askerlerle yaşanan hukuk karmaşası, yeni sivil bir anayasanın oluşturulması gibi konularda esas adımlar atılmadı. AKP pragmatik hayli, kendine uygun değişiklikler için adım atıyor ama bir türlü sonuçlandırmıyor. Türkiye'nin yeniden şekillenen dış politikasına değinirsek? Ahmet Davutoğlu'nun söz ettiği "ilk öncelikler" ne? AKP 2010 sonunda müzarekeler durma hoktasına gelirse, bunu bir facia olarak değil sadece politik bir zorluk diye geçiştirecektir. Ben Bayan Lippert'e katılıyorum, AB ortak dış güvenlik politikasını gözden geçirmeli, Türkiye ile ilişkilere sadece Avrupa Komisyonu değil, Barones Ashton da eğilmelidir."

Avrupa Komisyonu Genişlemeden Sorumlu Genel Müdür Michael Leigh ise özetle şunları söyledi: "Biz profesyonel optimistiz, bu sakın naiflikle karıştırılmasın. Burada teorisyenlerle, uygulayanlar arasında bir ayrım göz etmek gerek, buna göre bardak yarı boş değil, bardak yarı dolu diyebiliriz. AB hem Batı Balkanlar'da -düzelteyim Güneydoğu Avrupa'da buna Türkiye'yi de dahil edebiliriz, değişimin, reformun motoru olmuştur. Her ülkenin adaylık müzakereleri ülkenin karakterinden ve durumundan kaynaklanan zorluklarla benzersizdir. Aday ve potansiyel aday ülkelere baktığımızda bu ülkelerde gerçekleşen kanun değişikliklerinin yüzde 80-90'u Avrupa Birliği'ne uyum için gerçekleştirilmektedir. Bu azımsanamyacak bir başarıdır, her iki taraf için de. Hukuğun temini, insan haklarının koruma altına alınması, fikir ve vicdan özgürlüklerinin tesisi vb gibi konularda büyük adımlar atılmakta ve Avrupa Birliği'nin dolayısıyla bir benzetme yaparak söyleyebileceğimiz 'havuç politikası' işe yaramıştır, halen de yarıyordur."

YASAL UYARI:KAYNAK GÖSTERİLMEDEN YAYIMLANAMAZ
ABHaber, 04-03-2010 09.01 (TSİ)