Bu sayfayı yazdır

Avrupa Birliği'ni Düşündüren 'Bahar'

Yazan  03 Nisan 2012
Arap Baharı Avrupa Birliği için bir kırılma noktasıdır.

Genel olarak Arap Baharı, özel olarak da Libya krizi, Lizbon Antlaşması'ndan sonra AB'nin karşı karşıya kaldığı ilk uluslararası krizdir. Bu krizin ardından Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu, AB Konseyi birbiriyle tutarlı açıklamalar yayınlayıp Arap Baharını ve Libya krizini gündemlerine taşımışlardır. Buna rağmen açıklamalar tek sesli Avrupa'nın yaratıldığı anlamına gelmemiştir.[1] Bilindiği üzere, BM Güvenlik Konseyi'nin (BMGK) Libya krizine yönelik tepkisi hızla ve uzlaşıyla gerçekleşmişti. Bunun akabinde de NATO askeri müdahalede bulunmuştu. AB ise bu gelişmeler karşısında ağır hareket etmiş ve üye ülkeler arasında yaşanan fikir ayrılıkları nedeniyle ortak bir tutuma sahip olamamıştır. Hatta bu durum Avrupa'da Ortak Dış ve Güvenlik Politikası'nın (ODGP) çöktüğü şeklinde dahi yorumlanmıştır.[2] 20 Şubat 2011'de ODGP Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton AB adına bir deklarasyon yayınlamış ve Libya'ya yayılan olayların AB'yi yakından ilgilendirdiğini ifade etmiştir. Aynı zamanda, Libya otoritelerini şiddet kullanmamaları yönünde uyarmıştır. 28 Şubatta da silah ambargosu, kişi ve şirket varlıklarının dondurulması ve vize yasağı gibi yaptırımlar uygulanmaya başlanmıştır. 11 Martta yapılan AB Konseyi Zirvesi'nde Libya eski Devlet Başkanı Muammer Kaddafi'nin meşruiyetini kaybettiği ve idareyi bırakması gerektiği vurgulanmıştır. Aynı zamanda, Bingazi'deki Ulusal Geçiş Konseyi'nin ülkedeki meşru temsilci değil, ama siyasi muhatap olarak kabul edildiği açıklanmıştır. 22 Mayıs'ta da Ashton, Bingazi'de AB irtibat bürosunu açmıştır. Büroya sınır kontrollerinin yapılması, güvenlik reformunun hayata geçirilmesi, sivil toplum örgütlenmesinin sağlanması gibi çalışmaların takibi görevi verilmiştir. 31 Ağustos'ta Avrupa Dış Eylem Servisi Ulusal Konseyle irtibat halinde olacak bir AB Delegasyonunun kurulması hazırlıklarına başlamıştır. Avrupa Komisyonu da insani yardım ve sivil halkın korunması mekanizmasını yürürlüğe koymuştur. 29 Ağustos itibariyle Libya'ya 152 milyon Avro tahsis edilmiştir.[3]


Bunun da ötesinde, AB, 1 Nisan 2011 itibariyle AB Konseyi kararı olarak Libya'ya yönelik askeri bir EUFOR gücü oluşturma çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışma BM'nin insani yardım girişimlerine destek olunması amacıyla yürütülmüştür. İtalya'nın komutasında görevini yürütmesi planlanan ve 7.9 milyon Avro bütçe ayrılan bu askeri güce dört senaryodan hareketle işlev yüklenmiştir. Buna göre ilk görev, insani yardım taşıyan araç konvoylarına eskortluk etmek; ikincisi, insani yardım görevlilerinin ulaşım güvenliğini sağlamak; üçüncüsü, Misrata Limanı'nın güvenliğini sağlamak; dördüncüsü de, yardımların güvenle muhafazasını ve yerine ulaştırılmasını gözetlemek şeklinde tanımlanmıştır. Bu detaylı çalışmaya rağmen BM, EUFOR'un oluşturulup görevlendirilmesini kabul etmemiştir.[4]


AB'de ortak nitelikteki bu kurumsal tepkilerin yanında, ortaklığı sarsan girişimler de yok değildir. 11 Marttaki AB Konseyi Zirvesi'nin ardından Fransa, Libya Ulusal Konseyi'ni Libya halkının meşru temsilcisi olarak tanımıştır. Fransa'nın bu tek taraflı girişimi aslında diğer AB üyeleri arasında, Ulusal Konseye karşı ortak bir AB tutumunu engellediği gerekçesiyle memnuniyetsizlik yaratmıştır. Fransa ise bunu adeta diğer AB üyelerini kendi tutumlarını belirlemeleri yönünde harekete geçirtecek 'elektroşok diplomasisi' olarak görmüştür. Fransa'nın ardından İtalya da Ulusal Konseyi tanımış, AB'ye de bu yönde karar alması gerektiğini tavsiye etmiştir.[5]


AB'de uyumsuzluğu açığa çıkaran en çarpıcı olay ise Libya'ya yönelik düzenlenen askeri operasyon olmuştur. Almanya, 18 Mart 2011'de, Libya'ya yönelik askeri operasyon düzenlenmesi için BMGK'da alınacak kararın oylamasında çekimser kalmıştır. Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle bu durumu Almanya'nın askeri operasyona dahil olmasının yaratacağı risklerin yararına nazaran ağır basmasına bağlamıştır. Bunda o dönemde Almanya'da federal seçimlerin yapılacak olması da önemli bir etken olarak görülebilir. Askeri operasyon karşısında Almanya gibi önemli bir aktörün çekimser kalması AB'nin kriz idaresi çabalarını sekteye uğratmış ve Fransa ile NATO'yu öne çıkarmıştır. Bunu yaratan sadece Almanya da olmamıştır. İsveç'in EUFOR gücüne karşı çıkması, İspanya'nın sadece iki hava üssünü açması, Polonya'nın sadece uçak kullanımına izin vermesi AB'nin ortak tutum geliştirmesini sarsan gelişmeler olarak kabul edilebilir.[6]



Libya'da AB'nin Öncü Kuvvetleri: Fransa ve İngiltere



Libya krizinin başlamasının ardından İngiltere siyasi liderlik rolü üstlenmeye istekli görünüyordu. Bunun içinde askeri müdahale öncesinde diplomatik kanalların açılması işlevini üstlenmişti. Ülkede lider devrilse de siyasi süreçlerin işlemesi için 29 Mart 2011'de bir İletişim Grubunun kurulduğu Uluslararası Konferansa ev sahipliği yapmıştır. 13 Nisan'da bu grubun Doha'daki ilk toplantısını gerçekleştirmiştir. Yine de her fırsatta da askeri bir operasyonun olabilirliğine işaret etmiştir. Sonrasında da NATO müdahalesinin altyapı hazırlıklarını yürütmüştür. ABD ve NATO'yu, müdahale potansiyellerinden ötürü askeri operasyonun odağına yerleştirmiştir.[7] Libya krizi süresince İngiltere, Fransa ile ortak bir tutum takınarak birlikte hareket etmiş ve AB'yi yönlendirme inisiyatifi almıştır.[8] Libya krizi İngiltere'nin güvenlik ve savunma meseleleri karşısında ABD'den ayrı hareket etmeyen geleneksel tutumunun değişim eğilimi taşıdığı görülmüştür. İngiltere ile Fransa arasındaki ortaklıkta zaten bu eğilim sonucunda gerçekleşmiştir. Örneğin, İngiltere Libya üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesini isterken ABD'ye danışmamıştır. BMGK'dan ABD'nin tutumunu bilmeden askeri müdahale yanında bu doğrultuda ikinci bir kararın çıkarılmasına çalışmıştır. Fransa'nın askeri müdahale için Fransa ve İngiltere'nin komutanlığında ortak eylem önerisini ise reddetmiştir.[9]


İngiltere'nin Arap ülkeleriyle ilişkileri, pragmatik bir dış politika izleyen Başbakan David Cameron döneminde 'ticari diplomasi' kavramı etrafında şekillenmiştir. Cameron hükümetine göre ulusal güvenlik çıkarları siyasi aktörlerle kurulacak ticari işbirlikleri yoluyla sağlanabilmektedir.[10] Avrupa'da dış politika kararları ve uygulamalarında Sarkozy ve Cameron'la gelişen bir pragmatizm akımı kendisini göstermiştir. Fransa ve İngiltere Libya'daki performansları karşılığında Shell, BP, Eni ve Total'in sözleşmelerinin devamı için ayrıcalık kazanmışlardır. Bu gibi durumlar Arap Baharı sürecinde Fransa ve İngiltere'nin stratejik yakınlaşması sonucunu doğurmuştur. Bu yakınlaşmanın, 2010'da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan İki-Taraflı Savunma İşbirliği Anlaşması'na referansla Libya'daki askeri operasyona dönüştüğü ileri sürülebilir. Aslında bu şekilde AB adeta 'by-pass' edilmek istenmiştir. Çünkü bu anlaşma ODGP kapsamında imzalanmamıştır. AB çatısı altında 27 üye ülkeyle ve Birlik bürokrasisiyle savunma alanında kararlar almanın zorlukları bu şekilde aşılmak istenmiştir.[11] Libya'da Fransa ve İngiltere öncülüğünde gerçekleşen askeri operasyonu NATO dışında bu kapsamda da değerlendirmek mümkündür.


Libya krizinde kurulan Fransız-İngiliz ortaklığı ayrılıkları içinde barındırmıyor da değildir. Fransa daha hasımca bir tutum sergileyip, Kaddafi kontrolündeki askeri bölgelere doğrudan silahlı saldırıyı savunurken, İngiltere askeri güç kullanımını uçuşa yasak bölgenin kontrolü için öne sürmüştür. Askeri operasyonun liderliğini kimin üstleneceği de başta uzlaşmazlık konusu olmuştur. Fransa İngiltere'nin NATO teklifine karşı iken, İngiltere de Fransa'nın Fransa-İngiltere ittifakı komutasındaki operasyon teklifini reddetmiştir. Zaten ilk askeri eylemlerinde uyum sorunu yaşanmıştır. İlk saldırıyı gerçekleştiren Fransa olurken, İngiltere ABD ile birlikte hareket etmiş ve operasyona katılmıştır.[12] AB içindeki bu gibi ayrışmalar üye ülkelerin ağırlıklı olarak NATO'yu ve askeri gücüne ve mücadele kabiliyetine güvendikleri ABD'yi operasyonda görmek istemelerinden de kaynaklanmıştır. NATO kapsamındaki bir askeri operasyon işler kötüye gidip beklenmedik gelişmeler yaşansa da ABD güvencesini içinde barındırmaktadır. AB ise tek başına böyle bir güvence yaratacak potansiyelde görülmemektedir.[13] Özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkeleri bu güvene ağırlık vermiştir.



Suriye'de Geri Plandaki AB



Öncelikle belirtmek gerekirse, AB, gerek stratejik gerekse de jeopolitik çıkarları açısından Suriye'yi Libya'dan farklı değerlendirmiş ve buna göre bir tutum belirlemeyi tercih etmiştir. AB, ancak 2011'in Nisan ayından itibaren ekonomik yaptırımlar yoluyla Suriye krizine tepki göstermeye başlamıştır. Aldığı en son karar ise 23 Martta açıklanmıştır. Bu çerçevede AB, Suriye'de sivillere yönelik şiddet kullanımının sonlandırılması, Suriye ordusunun kuşattığı yerleşim yerlerinden çekilmesi çağrısı yapmış ve yaptırım uygulamayı kararlaştırmıştır. İlk işlerden biri olarak daSuriye ile arasındaki İşbirliği Anlaşmasını askıya almıştır. İngiltere ve Almanya mevcut Suriye rejimine yaptırım uygulanmasını isteyen öncü ülkeler olmuştur. Fransa da insani yardım koridoru açılması çağrısını yapmıştır. Ikisi de Şam büyükelçilerini geri çekmiştir. Fakat diplomatik kanalların tamamen kapatılmaması ve diyalogun AB üzerinden devamı düşünülmüştür. Bu şekilde mevcut Suriye iktidarının diplomatik alternatifleri kesmesi engellenmeye çalışılmıştır.[14]


Tunus'ta 24 Şubatta yapılan Suriye'nin Dostları Grubu toplantısı, Suriye'yi barışçıl çözüm ve demokratik rejim koşullarının oluşturulmasına teşvik edecek önemli bir zemin olarak kabul edilmiştir. AB'nin Arap Ligi'yle, BM'yle, İslam İşbirliği Teşkilatı'yla, Körfez İşbirliği Konseyi'yle işbirliği ve diyalog zemini içinde Suriye'ye yönelik eylemlerde koordinasyonun sağlanması için yakın ilişkiler içinde olacağının altı çizilmiştir. BM Eski Genel Sekreteri Kofi Annan'ın krizin çözümü için Esad rejimiyle müzakereleri yürütmek üzere BM ve Arap Birliği'nin Suriye Özel Temsilciliğine atanması memnuniyetle karşılanmış ve krizin barışçıl yollarla çözümü için harcayacağı tüm çabalarını destekleyeceğini açıklamıştır. Annan'ın desteklenmesi, bir bakıma AB'nin askeri müdahale dışında seçenekler de aradığının göstergesi olmuştur.[15]


Bunun yanında, AB Suriye'de barış ve demokrasi yanlısı muhalif hareketlerin tüm temsilcilerini geniş çaplı bir müzakere zemini oluşturmak için destekleyip iletişime geçebileceğini bildirmiştir. AB, Suriye Ulusal Konseyini Suriye'nin meşru temsilcisi olarak tanımıştır. Suriye muhalefetinin Arap Ligi himayesinde koordine edilmesi gerektiğini önermektedir. BMGK'nin tek seslilik sergilemeyip Arap Ligi'ne Suriye krizini siyasi süreçlerle çözme doğrultusunda çağrıda bulunmayışını eleştirmiştir. Arap Ligi'nin 12 Şubatta Suriye rejimine yönelik uluslararası baskının artırılması için aldığı kararları olumlu karşılamış ve Arap Ligi'ni şiddetin sonlanması için sergiledikleri irade ve öncü rol nedeniyle övmüştür. Suriye Merkez Bankası'nın tüm varlıkları dondurulmuştur. Altın ve diğer değerli metallerle ilgili işlemler durdurulmuştur. AB'ye göre, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ülkenin barışçıl ve demokratik geçiş süreci yaşamasının önünü açmak için iktidardan çekilmelidir. Muhalif hareket de tek çatı altında birleşmelidir.[16]


AB, bazı üyelerinin Şam'daki elçiliklerini kapatmasına rağmen Suriye'deki varlığını sürdürdüğü görülmektedir. Catherine Ashton, üyelerinin bu kararına rağmen Birliğin, Şam'daki diplomatik varlığını sürdüreceğini açıklamıştır. Ashton'nın sözcüsü Michael Mann, "Suriye'deki diplomatik temsil, elbette üye ülkeler tarafından sürekli gözden geçiriliyor; ancak bu konuda ortak bir çizgi henüz yok" demiştir. Bazı ülkelerin elçiliklerini kapattığını bazılarının ise hala diplomatik varlıklarını sürdürdüğünü belirten Mann, "Yüksek Temsilcilik, Şam'daki AB delegasyonunun varlığını devam ettirecek" diye eklemiştir.[17] Tüm bu hususlardan, Suriye'deki geçişin Esad'la yaşanmasının önünün açık olduğu ileri sürülebilir. Ülkede Esad'sız ortaya çıkacak otorite boşluğu silahlı müdahaleyi zorunlu kılabilecektir. Bunu engellemek için de Esad'ın bir süre daha görevde kalmasında göz yumulabilir. Tarihsel süreçte dış politikaların bu mantıkla kurgulanmasının örnekleri mevcuttur.



Sonuç Yerine



Arap Baharı AB için bir kırılma noktasıdır aslında. Arap Baharı sürecinde Avrupalıları ve Amerikalıları birbirlerinde ayırmak zor hale gelmiştir. AB'nin kendisini ya da dış politikasını ABD'den farklı tanımlaması politikalar yaklaştıkça zorlaşmıştır. Önceden ise tarafları farkı politikalarıyla tanımlayabilmek mümkündü. İki taraf da güvenliğin sağlanması ve korunmasında birbirlerine yakın bir konum belirlemişlerdir. Libya, adeta ABD'nin AB'yi sahaya ittiği bir sınama alanı olmuştur. Stratejik bakış açısını Atlantik'ten Asya-Pasifik'e kaydıran ABD'ye göre AB'nin kendi savunmasını sağlayacak ve ortak güvenlikleri için sorumluluk alabilecek seviyeye ulaşmasının zamanı gelmiştir. Artık değişen ikili ilişki biçimine göndermelerde bulunulmaktadır. AB'nin operasyonel ve ortak karar zayıflığı ise İngiltere ve Fransa'yı ABD'li NATO güvencesi altına itmektedir.


Arap Baharı ODGP ve AKP için de ciddi bir sınama aracı olmuştur. AB'de yeni bir güvenlik stratejisinin geliştirilmesi dahi dillendirilmeye başlanmıştır. AB'nin, önceliklerini açık bir şekilde belirlemeye ihtiyacı vardır. AB'nin Ortadoğu barış süreci için Mısır'a ihtiyacı vardır. Petrol gereksinimini karşılamak ve bölgedeki nüfuzunu artırmak için Suudi Arabistan'a ihtiyacı vardır. Ikisi de AB için gözardı edilemeyecek büyüklükte pazarlardır.[18] Dolayısıyla AB politikaları bu önkabuller bağlamında değerlendirilmelidir.


Ortak karar almada ağır davranması nedeniyle eleştirilen AB, Arap Baharı sürecinin başında duruşunu ayaklanmaların yaşandığı ülkelerdeki reform taleplerini destekleme yönünde belirlese de bu yeterli olmuş mudur? Olmamıştır,çünkü AB'nin normatif niteliği sorgulanabilir hale gelmiştir. ABD'nin operasyonlarına dahil olması norm ve değerlere bağlılığını yıpratıcı bir etki yapmıştır. AB ülkeleri, önceden destekledikleri Kaddafi, Mübarek ve Ben Ali'nin ardından, insan hakları ve demokrasiye bağlılıklarını kanıtlamak zorunda kalmışlardır. AB'nin Akdenizli Arap ülkelerindeki otoritesini ve meşruluğunu sarsan en önemli faktörlerden biri budur. Dolayısıyla AB, Arap Baharı sürecini adeta kendi politikalarının 'basiretsizliğini' fark etmeye başladığı bir dönem olarak görmektedir. Avrupa Komisyonu üyesi Stefan Füle'nin açıkladığı gibi bu dönem kendi hatalarını düzeltmek için bir fırsat olarak kabul edilmektedir.[19] Lizbon Antlaşması sonrasında Akdenizli komşu ülkelerde AB stratejilerinin, politika araçlarının ve mali kaynakların dış ve güvenlik politikasının hedefleri için gerekli olmakla birlikte yeterli olmadığı açığa çıkmıştır. Ayrıca, Arap ülkeleriyle ilişkilerde AB değerlerinin sorgulanamaz bir standarta sahip olmadığını da göstermiştir. Dış çevresini değerleriyle, siyasi akım ve aktörleriyle yeniden keşfetme zamanı gelmiştir. Bu noktada AB tarafından yerel dinamiklerin tanınmaya çalışılacağı ve önceden karşıt olunan siyasi aktörlerin kabul edilebileceği öngörülebilir.[20]


Son olarak belirtmek gerekirse, 1 Nisanda gerçekleştirilen 'Suriye Halkının Dostları Grubu'nun ikinci toplantısında Ekonomik Yeniden Yapılanma ve Kalkınma Çalışma Grubu kurulmuş, çalışma grubunun eşbaşkanlığını Almanya ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin yapması kararlaştırılmıştır. Çalışma grubunun ilk toplantısının da Fransa'da gerçekleştirilmesine karar verilmiştir. Dostlar Grubunun bir sonraki toplantısı da Fransa'da yapılacaktır. Bu toplantılarda AB, ayrıca temsil edilebilir konumda olsa da,bu yeni kararlardan da anlaşılacağı üzere Fransa, İngiltere ve Almanya kurumsal anlamda AB'nin önüne geçmiştir. Fransa ve İngiltere öncülüğünde hayata geçirilen Dostlar Grubu da artık grubun tüm üyelerine mal olmuştur.








[1] Nicole Koenig, "The EU and the Libyan Crisis: In Quest of Coherence?", The International Spectator, Vol.46, No.4, 2011, s.18.



[2] A.g.m., ss.12,13.



[3] A.g.m., s.14.



[4] A.g.m., ss.15,16.



[5] A.g.m., ss.20,21.



[6] A.g.m., s.22.



[7] Gareth Chappel, "The Limits of British Leadership-Test Case Libya", PISM Policy Paper, No.8, 2011, ss.4,5.



[8] A.g.m., s.7.



[9] A.g.m., s.8.



[10]Helene Michou, "The UK in the Middle East: Commercial Diplomacy to What End", FRIDE Policy Brief, No.118, 2012, ss.1,2.



[11]Anand Menon, "European Defence Policy From Lisbon to Libya", Survival: Global Politics to Strategy, Vol.53, No.3, 2011, s.88.



[12]Gareth Chappel, "Impact of the Libyan Crisis on the UK-France Defence Program", No.36, 2011, PISM Bulletın, ss.1,2.



[13]Anand Menon, a.g.m., ss.86,87.



[14]Helene Michou, "Syria: Arab War Drums and EU Shyness", EU Observer, 2012, s.3.



[15]Helene Michou, a.g.m.



[16]Council Conclusions on Syria, 3157th FOREIGN AFFAIRS Council Meeting Brussels, 22 and 23 March 2012.



[17]"AB Suriye'deki diplomatik varlığını sürdürecek", 16.03.2012, http://www.abhaber.com/haber.php?id=39414 (Erişim: 18.03.2012).



[18]Volker Perthes, "Europe and the Arab Spring", Survival: Global Politics and Strategy, Vol.53, No.6, 2011, s.81.



[19]Elisabeth Johansson-Nogues, "The Decline of the EU's Magnetic Attraction? The European Union in the Eyes of Neighbouring Arab Countries and Russia", European Foreign Policy Unit Working Paper, No.1, 2011, s.22.



[20]A.g.m., s.23.

Dr. Sezgin Mercan

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Avrupa Birliği Araştırmaları Merkezi Başkanı