Bu sayfayı yazdır

Avrupa Birliği Eşittir Çağdaşlık Mı?

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesinin ülkemiz için bir zorunluluk, bir kaçınılmazlık olduğunu ileri sürenler, tam üyeliği Türkiye’nin çağdaşlaşma projesinin zorunlu sonucu olarak ortaya koyuyorlar.

Bu bizi çağdaşlaşma kavramı üzerinde daha ayrıntılı durmaya yöneltmeli. Çağdaşlaşma, belirli bir coğrafya ve kültür ile sınırlı olamayıp, tarihin belirli bir döneminde en üstün ekonomik, politik, kültürel ve askeri gücün gerçekleştirdiği gelişmişlik seviyesinin ortaya çıkardığı bir güç seviyesidir.

Diğer milletler gelişmişliklerini ortaya konan bu değer/güç ölçütlerine bakarak tespit eder, ölçerler. Bu bir anlamda 100 metre rekoru gibidir. Bu rekor sürekli değişir. en son rekor aşılması gereken ölçütü oluşturur.Bu anlamda bakıldığında 15. ve 16. ve hatta 17. yüzyıllarda çağdaşlaşmanın ölçütlerini ortaya koyanlar Türklerdir. Çünkü, Osmanlı Türk İmparatorluğu ekonomik, sosyal, askeri, hukuki, ve kültürel anlamda en gelişmiş uygarlık modelini temsil etmektedir.

Batı Avrupa'nın büyük atılım yaptığı 18. Yüzyıldan 20. Yüzyıla kadar Batı Avrupa en azından geçen yüzyılın başına kadar dünya politika, ekonomi ve kültürünün merkezi olmuştur. Ancak, Batı Avrupa'nın gücünün merkezini oluşturan sanayii devrimi daha 19. yüzyılda Batı Avrupa ile sınırlı kalmamış, Rusya, Japonya ve ABD'ye de yayılmıştır.
Sanayii devrimini gerçekleştiren bu uluslar için Batı Avrupa örnek değil rakip olmuştur.

Öte yandan İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupalı uluslar dünyanın bir çok bölgesinde koloniler kurmuşlar ve köleci sahip imparatorlukları ile değerlerinin bir kısmını bu koloni insanlarına aktarmışlardır. Batı Avrupalıların aktardıkları değerler, kolonilerin çağdaşlaşması için değil, kolonicilerin tekrar üretilmesi için gereken değerlerdir.
Koloni insanları ise efendilerinin kendilerine sunduğu çağdaşlaşmanın peşinden bir serabın peşinden gider gibi onlarca yıl gitmişlerdir. Rusya, ABD ve Japonya Batı Avrupa ile aynı kulvarda geçmek için yarışan diğer 100 metre koşucuları iken koloniler kulvarın yanında elinde su şisesi efendilerini bekleyen yardımcılara benzemişlerdir.

Nazi Almanyası ve Faşist İtalya'ya karşı demokrasilerin savaşını gerçekleştiren İngiltere ve Fransa savaştan sonra Hindistan ve Hindi Çin'deki kolonileri için mücadele etmeye devam ederler.Çünkü aslında Nazilerle İngilizler arasındaki temel fark her ikisinin de beyez insanın üstünlüğüne inancı değil, Nazilerin beyaz insanlar içinde Almanların en üstün olduklarını ileri sürmeleridir.Ancak 2. Dünya Savaşı Batı Avrupa'yı dünyanın politik, askeri, kültürel merkezi olmaktan tamamen çıkarmıştır.

Dünyanın çağdaşlaşma diye bildiği gelişim süreci ikiye sosyalist ve kapitalist çağdaşlaşma modellerine dönüşmüştür. Aslında her iki modelin özünde farklı sanayileşme süreçleri vardır. Batı Avrupa Amerikan modelinin koruması altında kapitalist ve sosyalit çağdaşlaşma modellerinin çatışma sürecini geçirmiştir. Bütün bir Soğuk Savaş boyunca, Batı Avrupa'nın kendisini kenrdisini sosyalist modele karşı koruyabilecek iç dinamikleri yeterince geliştiremeyip, Amerikan gücünün kanatları altına sığınmanın ötesine hiç geçmediği görülür.

Bu dönemde Batı Avrupa'nın ekonomik ortak pazarı ortada hiç de büyük bir uygarlık modeli iddiası ile dolaşmamıştır. Ancak, gerçekleştirdiği ekonomik performans ile oldukça övündüğü de gözlerden kaçmaz. Öte yandan Asya'nın öteki ucundaki Japonya tek başına bütün Avrupa Ekonomik topluluğu (AET) ülkelerden çok daha fazla bir GSMH'yi çok daha az insan, çok daha az doğal kaynak ile üretmeyi başarmıştır.
Soğuk Savaşın sona ermesinden sonra Batı Avrupa'da hızlı bir politik dönüşüm gerçekleşir. AET önce AT'ye sonra AB'ye dönüşerek ekonomik bir projeden politik bir projeye dönüşmüştür.

Bugün AB henüz sonuçlanmamış bir proje olarak bakıldığında, yukarıda tamamladığımız çağdaşlık çerçevesinde, çağdaşlığın ölçütlerinden sadece birisidir. ABD bir açıdan daha gelişmiş bir çağdaşlık modelini temsil ederken, Japonya'nın da AB karşısında büyük üstünlüklerinin olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Özetle, AB tek çağdaşlaşma modeli değildir. En başarılısı hiç değildir. Hâlâ kendisini savunmaktan aciz bir model olduğu ise hemen görülmektedir.

Türkiye için AB'yi çağdaşlaşmanın tek ölçütü olarak ele alan aydın ve politikacılar, küresel dinamikleri tamamen göz ardı eden yaratıcı olmatan uzak, teslimiyetçi bir çizgide koloni çağdaşlaşmacılığını Türk halkına çağdaşlaşma diye yutturmaktadırlar.
Oysa, gerçek çağdaşlaşma Kopenhag Kriterleri değil, önce sanayileşme, sonra şehirleşme, 20,000 doları aşan kişi başına düşen gelir, ileri teknoloji, kanunların herkese uygulandığı bir ülke, (Sizce herhangi bir AB üyesi lkede bir ulaştırma bakanının 24 yaşındaki lise mezunu oğlu, babasının bakan olmasından sonra gemi kiralasa ne olur?
O bakan yerinde kalır mı?) politik istikrar ve özgüvendir.
Türkiye bu çerçevede kendi çağdaşlaşma modelini üretmek zorundadır.

Son ekleyen 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Editörü