Arap Baharı'nın Gölgesinde Avrupa Birliği Komşuluk Politikası

Yazan  10 Mart 2014

Ortadoğu ve Kuzey Afrika, tarih boyunca büyük güçler için enerji ve hammadde bağlamında büyük bir önem teşkil etmiştir. Günümüzde büyük güç olarak nitelendirebileceğimiz Avrupa Birliği (AB) de bölgeye ilgi duymuş ve başlarda birlik ülkeleri tarafından ulusal çıkarlar bakımından farklı politikalar sergilenmiştir. Birliğin 1990’lı yıllardan itibaren entegrasyon sürecinde ivme yakalamasıyla birlikte dış politikada tek sesli olmaya özen gösterilmiş ve ulusal politikalar yerine birlik çatısı altında geliştirilmiş ortak dış politikalar izlenmiştir. Bugün etkinliği ve tutarlılığı tartışılan birlik, bölgede varlığını tesis etmeye çalışmaktadır ve bu kapsamda, bölgeyle birliği ortak bir paydada toplayabilecek, uzun soluklu, Avrupa Komşuluk Politikası (AKP)’nı yürütmektedir.

17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta patlak veren ve bölgeye hızla yayılan Arap ayaklanmaları, birliği hazırlıksız yakalamıştır ve bölgeye uygulanan politikaların tekrardan gözden geçirilmesine neden olmuştur. Bölgede oluşan yeni tabloda birlik ülkeleri aktif politikalar izlese de, birlik örgütsel düzeyde yeterli refleksleri geliştirememiş ve daha önce de olduğu gibi uluslararası kamuoyunda birliğin dış politik düzeyinin tartışılmasına neden olmuştur.

Bu çalışmada, öncelikle Arap Baharı öncesi, AKP’nin strateji, amaç ve ilkeleri ortaya konmuş, tarihsel perspektifteki oluşum süreci incelenmiş ve devrimler sonrası Mısır, Suriye, Libya gibi örnekler üzerinden AKP’nin ne durumda olduğu sorgulanmaya çalışılmıştır. Çalışma, AKP’nin strateji, amaç ve ilkelere ne kadar bağlı kalındığı ve üye ülkelerin ortak dış politikaya ne derece bağlı kalabildiğini Arap Baharı örneği ile tartışmıştır. İzlenen politikaların ulus-üstü mü ya da ulusal düzeyde mi kaldığı, bu noktadan hareketle AKP’nin değişen dengelerle ne derece uygulanabileceği veya ne şekilde uygulanması gerektiği sorgulanmış ve somut örnekler ile AKP’nin son durumu ele alınmıştır.

1. Avrupa Komşuluk Politikası Nedir?

AB’nin 2004 yılından sonra büyük bir genişleme sürecine girmesiyle birlikte AB’nin sınırları ve komşuları değişime uğramıştır. Ortaya çıkan bu yeni durum, AB’nin hem güvenlik açısından, hem de yeni komşularıyla güçlü ilişkiler kurması açısından yeni politikalar üretmesini zorunlu hale getirmiştir. Bu değişim üye ülkelere yeni fırsatlar sunmuş, beraberinde de bazı zorluklar ortaya çıkarmıştır. Yapılan çalışmalar sonucunda Avrupa Komisyonu’nun dış ilişkilerden sorumlu üyesi Benita Ferrero-Waldner 3 Nisan 2004 tarihinde AKP (European Neighbourhood Policy)’nın hayata geçtiğini açıklamıştır. Ardından da 12 Mayıs 2004 tarihinde komşuluk politikasının temel belgesi niteliğinde olan ‘Avrupa Komşuluk Politikası Strateji Belgesi’ yayımlanmıştır.[1]

AB’nin komşuluk politikası, AB’ye aday olma statüsünde olmayan ve Birliğin yakın komşuları olan İsrail, Ürdün, Moldova, Fas, Tunus, Filistin, Ukrayna, Ermenistan, Azerbaycan, Mısır, Gürcistan, Lübnan, Cezayir, Suriye, Libya ve Belarus olmak üzere on altı ülkeyi kapsamaktadır. Bu ülkeler ile ortaklık anlaşmaları imzalanmakta ve bu anlaşmalar ışığında eylem planları hazırlanmaktadır.[2]

Komşuluk politikası birtakım mali araçlar üzerinden yürütülmektedir. Örneğin, Avrupa Komşuluk ve Ortaklık Aracı (AKOA), Doğu ve Güneydeki Komşuluk Politikası için 2007-2010 arası dört senelik dönemde 5.8 milyar Avro değerinde bir mali kaynak tahsisatında bulunmuştur. 2010-2013 arası üç yıllık dönem için ise bütçede artırıma giderek 5.7 milyar Avroluk bir mali kaynak ayrımına gitmiştir.[3]

Avrupa Komisyonu, 2011’den itibaren uygulanmak üzere toplamda 4.2 milyar Avro tutarında olan on dokuz yeni finans programını da kabul etmiştir. Bu programlarla taşıma, enerji ve çevre alanındaki yatırımlarda iyileştirme sağlanması beklenmektedir. Bununla birlikte, öğrenci değişim programları, üniversitelerarası kültürel değişim ve işbirliği gibi projeler de desteklenmektedir.[4]

1.1. Strateji, Amaç ve İlkeler

AKP’nin stratejik hedefi, AB’nin çevresinde dost ve istikrarlı ülkelerden oluşan bir kuşak oluşturmaktır. AB, bu ülkeleri Birlik üyesi yapmadan AB’ye uyumlu bir hale getirmeyi planlamaktadır. Bunu sağlamak için de bu ülkelerin siyasi, iktisadi ve sosyal yapılarının modernize edilmesi gerekmektedir. Bu modernizasyonun sağlanması ise ortaya konacak eylem planları ile mümkün olabilecektir.

AKP’nin temel amacı beşinci genişleme dalgasından sonra ortaya çıkan yeni komşularla yeni bir genişleme sürecine girmek değil, ilişkilerin derinleşmesi ve olası anlaşmazlıkların çıkmasını önlemektir. Burada amaçlanan ana hedef, refah, istikrar ve güvenlik konularında ortak çıkarları destekleyecek eylemlerin ikili anlaşmalar ile gerçekleştirilmesidir.

Bu politika kapsamında yürütülen projelerin amaçları üç ana başlık altında toplanmaktadır:

a.Özgürlük ve demokrasinin yayılması ve bu bağlamda ortak değerler ve çıkarlar çerçevesinde politik işbirliğini geliştirmek,

b.Ekonomik reform süreçlerini desteklemek amacıyla komşu ülkelerde refah düzeyinin arttırılması ve önemli boyutta ekonomik bütünleşme sağlamak,

c.Avrupa Güvenlik Stratejisi ile bağlantılı olarak istikrar ve güvenliğin arttırılması, bununla bağlantılı olarak komşu ülkelerle kalkınma, çevre, silahsızlanma ve terörizm konusunda ortak çalışmalar yürütmek.[5]

Bu amaçlarda da görüldüğü gibi AB komşularıyla olan ilişkilerini bir sistematiğe oturtmaya çalışmaktadır. Bu sistematikle birlikte ortaya çıkabilecek sorunların da (göç gibi) daha kolay ve daha verimli bir şekilde çözülebilmesi beklenmektedir.

Bu strateji ve amaçlardan yola çıkarak AB üç ilkeyi benimsemektedir:

a.Politika kapsamındaki ülkelere ‘tam üyelik’ veya ‘katılım’ seçenekleri sunmama,

b.Söz konusu ülkeleri üye standartlarına ulaştırabilmek,

c. ‘İmtiyazlı ilişkiler’ ile gümrük ve iktisadi bütünleşmeyi sağlamak.[6]

Bu ilkeler ile asla AB’ye giremeyecek olan ülkelerin nüfusu açısından AB’nin bir cazibe merkezi olmaktan çıkarılması, yasa dışı göç ve Batı karşıtlığının engellenmesi hedeflenmektedir. Bu hedefleri gerçekleştirebilmek içinse insan hakları, hukukun üstünlüğü ve serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Bu gelişmeleri sağlamak için AB, hem kendisi sorumluluk almakta hem de bölgedeki sorunlar ve anlaşmazlıklarda muhatap ülkelere ortak sorumluluklar yüklemektedir.  

1.2. Eylem Planları

AB, komşuluk politikası kapsamındaki ülkelerdeki siyasi, ekonomik ve sosyal gelişmeleri izlemek, ortak sorumluluk almak ve ortak çalışmaları belirli bir plan ve ilkeler bütünü dahiline oturtmak için ilgili her ülkeye dönük ‘Eylem Plan’ları hazırlamaktadır. Eylem planları altı ana unsurdan oluşmaktadır:

a. Ortak Değerlere Bağlılık: Demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı gibi ortak değerleri içermektedir. Bu konulardaki ortak ülkelerin bağlılık seviyeleri göz önünde bulundurulmaktadır.

b. Daha Etkili Siyasi Diyalog: Dış politika ve güvenlik konuları kapsamında, özellikle bölgesel ve uluslararası konular, krizlerin önlenmesi, kriz yönetimi ve ortak güvenlik tehditleri gibi konularda çalışmalar öngörülmektedir.

c. Ekonomik ve Sosyal Kalkınma Politikası: Ticaret ilişkilerinin yanı sıra, mali ve teknik yardımın arttırılmasını içeren ekonomik hususlar konusu yer almaktadır. Bu süreçte elde edilen ekonomik faydalar doğrudan ve dolaylı olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tarifelerin ve tarife dışı engellerin kaldırılması ve piyasa bütünleşmesi sağlaması gibi hususlar doğrudan faydalar kapsamına girmektedir. Ekonomik uygulamaların AB ekonomik modeline yaklaştırılması suretiyle bu ülkelerdeki yatırım ortamının iyileştirilmesi ve özel sektörün gelişimi açısından daha saydam ve istikrarlı bir ortam oluşturulması gibi komşu ülkelere daha fazla ekonomik katkı sağlayacak hususlar ise dolaylı faydalar olarak belirtilmektedir.

d. Ticaret ve İç Pazar: AKP, ticaretin serbestleşmesini ve bölgesel bütünleşmeyi sağlayacak çeşitli araçları içeren bir politika niteliği taşımaktadır. Özellikle Ukrayna ve Moldova gibi doğu komşuları ile ortaklık ve işbirliği anlaşmalarının ticaretle bağlantılı ilkelerinin tam olarak uygulanması öncelikler arasında yer almaktadır.

e. Enerji: AKP’nin en temel unsurudur. Özellikle enerji temininin güvenliği konusunda komşu ülkelerle ortaklık hayati bir önem taşımaktadır. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarıyla çevrelenmiş olan AB, dünyanın en büyük enerji ithalatçısı ve ikinci büyük enerji tüketicisi konumunda bulunmaktadır. Bu nedenle, eylem planları enerji konusunda işbirliği ve diyalogu arttırmak üzere somut adımlar içermektedir.

f. Ulaşım: AB ve komşu ülkeler arasındaki ticaret ve turizm faaliyetlerinin artması için daha etkili ve istikrarlı ulaşım sistemlerinin kurulması gerekmektedir. Bu nedenle, AKP çerçevesinde ‘Pan-Avrupa Ulaşım Ağı Kavramı’ ve çeşitli ‘Pan-Avrupa Ulaşım Konferansları’ desteklenmektedir.[7]

 

2. AKP’nin Ortaya Çıkış Süreci

AKP’nin temelleri 1990’lı yıllarda Belarus, Moldova, Rusya ve Ukrayna ile yapılan Ortaklık ve İşbirliği Antlaşmaları’na kadar dayanmaktadır. Doğu’da bulunan bu ülkelerle oluşturulan işbirliğinin finansmanı ise TACIS (Bağımsız Devletler Topluluğu ve Gürcistan’a Teknik Yardım Programı) tarafından sağlanmıştır.[8] Bu programla beraber Güney Kafkasya ülkeleri de bu işbirliğine dahil edilmiş ve bölgede güçlü bir mobilizasyonun sağlanması amaçlanmıştır.

Birlik ikinci adımı 1995 yılında Barselona Süreci ile atmış, süreçte Avro-Akdeniz Ortaklığı yaratılarak hem Avrupa’nın güvenliği hem de Akdeniz ülkelerinin kalkınmalarına destek sağlanması amaçlanmıştır. Bu süreç bölge açısından önemli bir adım sayılmış, ancak istenilen seviyeye gelinememiştir.[9] Bunun en önemli sebebi Akdeniz ülkeleri ve Birlik arasındaki kalkınma seviye farkının çok büyük olmasıdır. Bu durum bölgedeki barış ve istikrarın tesisini engellemiştir. Enerji, göç, ve güvenlik alanlarında da işbirliği yapılmış olmasına karşın bu işbirliği tüm bölgeye yayılamamıştır. Bunun sebebi ise her ülkenin AB ile daha ayrıcalıklı bir işbirliğine gitme çabasıdır. Bu durum da bölgedeki istenen ortamı yaratamamış ve sürecin başarısız olmasına neden olmuştur.

En önemli adım ise Doğu Avrupa ülkelerinin birliğe dahil olmasıyla birlikte atılmıştır. AB yeni sınır komşularına sahip olmuş ve etki alanı genişlemiştir. Bu durum da bölgede işbirliği ve sürdürülebilir kalkınma temelli yeni politikaların yaratılmasına sebebiyet vermiştir. Ortaya çıkan bu tablo AB’ye çok önemli fırsatların yanı sıra bazı zorunlulukları da beraberinde getirmiştir. Bu fırsat ve zorluklara karşı bölgesel ve alt bölgesel işbirliğinin stratejik siyasi çerçevede yeni bir projenin ortaya atılması gerekmiş ve 2004’te AKP açıklanmıştır.[10]

3. Arap Baharının AKP Üzerindeki Etkisi

2010 yılı sonunda patlak veren Arap Baharı, AKP için bir sınav niteliği taşımaktadır. Birlik Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da gelişen yeni dinamiklere hazırlıksız yakalanmış, süreçte takındığı tutum ve politikalar açısından ise uluslararası kamuoyu tarafından eleştirilere maruz kalmıştır. Birlik, Mısır ve Tunus’taki hareketlerde yanlış pozisyon almak ve pasif kalmakla suçlanmıştır. Olayların başında rejim yanlısı bir tavır takınılması birliğin bölgedeki imajını zedelemiştir. Libya’da ise oluşan bu algıya karşın muhalif gruplar desteklenmiş, ancak Fransa ve İngiltere’nin askeri operasyon yanlısı olması, Almanya ve İtalya’nın da çekimser kalmaları, her zaman sorgulanan “Ortak Dış ve Güvenlik Politikası”nın tekrardan sorgulanmasına neden olmuştur. Bahreyn, Yemen, Fas, Ürdün, Umman, Cezayir, Kuveyt ve Lübnan’daki isyanlarda AB, ekonomik ve stratejik çıkarları nedeniyle sessiz kalmayı tercih etmiştir.[11] Suriye’de ise siyasi ve sosyal kriz halen devam etmektedir. Kriz süresince AB ülkelerinin Esad muhalifleri yanında yer aldıkları görülmüştür. Bölgede oluşan uluslararası konjonktürle beraber Suriye’ye yönelik askeri operasyon ihtimali sadece çok küçük bir olasılık konumunda kalmıştır. Suriye krizinde İngiltere, Fransa ve Almanya’nın tutumlarını etkin bir şekilde dile getirmelerine karşın, Birlik ülkedeki siyasi krizi yatıştıracak derecede yapıcı ve “tek sesli” bir tutum ortaya koymakta zorlanmıştır.

Birlik içinde tek sesli bir refleksin oluşturulamaması tartışmalara neden olsa da, AKP’nin Akdeniz kanadında yeniden yapılanmaya gitmesi zorunlu bir hal almıştır. Adeta dış politika ortaklığındaki açık bu şekilde kapatılmaya çalışılmıştır. Bu zorunluluğu oluşturan en önemli unsur güvenliktir. Bölgede oluşan istikrarsız durum, terörizmin ve besleyen unsurlarının yükselişi bölgede kitle imha silahlarının yaygınlaşması ve yasadışı örgütlerin kontrolüne geçmesi gibi riskleri doğurmuştur. Bu durumun farkında olan AB ise bu tehditlere karşı önleyici bir mekanizma geliştirmeyi hedeflemiştir.

Ortadoğu’daki siyasi ve sosyal istikrarsızlıklar, güvenlikle ilgili olarak mülteci sorununu da ortaya çıkarmaktadır. Irak, Ürdün, Lübnan ve Türkiye gibi ülkelerdeki mülteci sayısı her geçen gün artmaktadır. Artan mülteci sayısı bölgeye yakın olan AB açısından da çok büyük bir tehdit kaynağıdır. Bununla beraber, bölge ülkelerindeki istikrarsız durum ve ekonomilerinin her geçen gün daha kötüye gitmesi bölge halklarında ciddi boyutlara varan toplumsal kutuplaşmaları inşa etmektedir. Bu kutuplaşmalar ise terörizmi beslemektedir.

Oluşan bu tabloda, AKP çok önemli bir rol oynamak durumundadır. Bölgede oluşan bu geçiş sürecinde mali yardım politikalarıyla demokratik kurumlara teşvik sağlanmalı ve ekonomik durum iyileştirilmelidir. Ekonomi siyasetle iç içe geçen bir mekanizma olduğundan ekonomik bir çöküş siyasi dönüşümleri başarısız kılacaktır. AKP’nin bu geçiş sürecinin doğru yönde ilerlemesinde bu bakımdan önemi büyüktür. Birlik bölgede bu rolü oynayabilmek için AKP merkezli bazı politikaları yürürlüğe koymuştur. Bu noktada sağlıklı bir siyasi, ekonomik ve toplumsal geçiş süreci amaçlanmaktadır.

3.1. Siyasi Değişime Destek

AB liderleri (Herman Van Rompuy, Jose Manuel Barroso, Catherine Ashton vb.) siyasi kararlılıklarını göstermek için Arap Baharı’nın etkisindeki ülkelere çeşitli ziyaretler gerçekleştirmektedirler. Bu ziyaretler kapsamında örneğin, 2011 Mayısı’nda AB Dış Politika Temsilcisi Catherine Ashton, yeni yetkililerle AB desteğini görüşmek ve Bingazi’deki AB Bürosu’nun resmi açılışını yapmak için Libya’ya gitmiştir. Ashton, Libya’yı devrimden sonra ziyaret eden ilk liderlerden biri olmuştur.[12] 2012 Ekim’inde 5+5 zirvesinde Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso, kendisine eşlik eden AKP’den Sorumlu Komisyon Üyesi Stefan Füle ile birlikte beş Kuzey Afrika ülkesinin liderlerini ziyaret etmiştir. Bunun yanında bir AB Güney Akdeniz Özel Temsilcisi (EUSR) atanmış ve bu özel temsilci, Tunus, Ürdün ve Mısır ile üst düzey Görev Güçleri tertip etmiştir.[13] Bu Görev Güçleri AB, üye ülke hükümetleri, kilit uluslararası finans kuruluşları ve özel sektör yatırımcılarının adı geçen ülkelere yönelik katkıları üzerinde bir sinerji geliştirilebilmesinde önem taşımaktadır. Bunun yanında demokrasinin kaçınılmaz bir unsuru olan seçimlere yönelik destek de yoğunlaştırılmıştır. Tunus, Ürdün ve Cezayir’e tam yetkili gözlemci misyonları, Libya’ya bir Seçim Değerlendirme Ekibi gönderilmiştir. Tunus, Libya, Mısır ve Fas’ta seçimlerin organizasyonuna yardım amacıyla yetkililere teknik destek sağlanmıştır. Birlik ekonomik olarak bölgeyi destekleyerek demokratik kuruluşlara teşvik sağlamakta ve bölgeyi uluslararası sisteme dahil etmeyi amaçlamaktadır.[14] Bu durum Birlik açısından güvenli ve uyumlu bir jeopolitik alan yaratılması için tarihi bir fırsat olduğu gibi, bölge halkları açısından da demokratik hak kazanımı ve uluslararası arenaya çıkmak bakımından bulunmaz bir şanstır. Ancak geçiş sürecinin başarısız olması ve terör akımlarının bu süreçten güçlenerek çıkmaları durumunda ise bu ülkelerin sisteme entegre olmaları imkansız olacaktır.

3.2. Ekonomik Değişime Destek

Geçiş süreci yaşayan bölge ülkelerinde yaşanan istikrarsız durum ekonomik buhrana neden olmuştur. Oluşan bu buhran sosyal çözülmeyi de beraberinde getirmiş ve çatışma ortamını yaratmıştır. Bu durum da geçiş sürecinin başarısız olmasına ve demokrasi temelinden uzaklaşılmasına neden olmaktadır. Yani AB politikalarıyla taban tabana zıt bir durum ortaya çıkmaktadır.

Birlik bu bağlamda 2011-13 dönemi için halihazırda programlanmış olan 3,5 milyar Avro’ya ek olarak, demokratik reformlara bağlılık ve bu çabalarında gelişme gösteren güney komşularına ek fon sağlayan SPRING Programı (Support for Partnership, Reform and Inclusive Growth -Ortaklık, Reform ve İçermeci Büyümeye Destek) aracılığıyla Güney komşuluk bölgesi için yeni hibe olarak yaklaşık 700 milyon Avro sağlamaktadır. AB kurumları, Üye Devletler, Avrupa Yatırım Bankası (AYB), AİKB (Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası) ve diğer Uluslararası Finans Kuruluşları (IFI) bölgeye yapılacak yatırımlar için koordinasyon halindedir.[15]

Komisyon, tarımsal üretkenliği artırmak için tarım ve kırsal kalkınma (ENPARD) girişimi başlatmıştır.[16] AB, aynı zamanda, KOBİ’leri güçlendirmeyi ve işsizliği azaltmayı hedefleyen programları da finanse etmektedir. Taşımacılık, düzenleyici reform, ağ oluşturma ve deniz güvenliği konularında hala daha fazla dikkate ihtiyaç duyulmaktadır.

Enerji konusunda AB, piyasa reformlarına ve bölgesel entegrasyona desteğini artırmıştır ve Akdeniz Güneş Enerjisi Planı’nın tesis edilmesini desteklemektedir. Komisyon, elektrik ve yenilenebilir enerji kaynaklarından yola çıkarak bir Akdeniz Enerji Topluluğu kurulması için Üye Devletler ve ortaklarıyla danışma görüşmelerini sürdürmektedir. Çevre konusunda AB, Ufuk 2020 girişimi yoluyla Akdeniz’in temizlenmesine desteğini sürdürmektedir. AB, ayrıca, ortaklarıyla politik anlaşmayı bekleyen taslak Akdeniz’de Su Stratejisi’ni de desteklemektedir.[17]

4. AKP’de Mısır ve Suriye Örnekleri

4.1. Mısır

AB açısından jeo-stratejik öneme sahip olan ülkeler çoğu zaman farklı muamelelere tabi olmuşlardır. Bu ülkelerdeki siyasi baskılar, stratejik ve politik çıkarlar uğruna çoğunlukla göz ardı edilmiştir. AB otoriter rejimleri mali yardımlar ile desteklerken, bölgedeki İslami grupları bu yardımların dışında tutmuştur. Birlik diyaloğunu, seküler, liberal ve rejim yanlısı gruplarla geliştirmeyi tercih etmiştir. Bunun en açık örneklerden birisi de Mısır’dır. Hüsnü Mübarek’in cumhurbaşkanlığı döneminde rejim baskısının yaygın şekilde yaşanmasına rağmen Mısır, AB tarafından en çok fonlanan ülkelerden birisi olmuştur.[18] 2005 yılında siyasi olarak yasaklı olan Müslüman Kardeşler’in bağımsız olarak katıldıkları parlamento seçimlerinde rejimin tüm baskısına rağmen başarılı bir sonuç elde etmesi Mübarek rejiminin sert tepkisiyle karşılaşmış, seçimlerin ardından ülkede hareketin üyelerini hedef alan tutuklamalar gerçekleşmiştir. Bu gelişmeler ise AB nezdinde herhangi bir tepki doğurmamıştır. Arap Baharı’nın Mısır’a sıçramasından sonra, Tahrir Meydanı’nda iki yıl önce başlayan ilk protestolardan bu yana görüldüğü üzere AB, ülkede barışçı ve herkesi kapsayan bir geçiş süresini desteklediğini belirtmiştir. Haziran 2012’de yapılan başkanlık seçimlerinde Müslüman Kardeşler’in seçimi kazanması ile AB’nin Müslüman Kardeşler’e olan tutumu değişime uğramıştır. Ülkedeki gelişmeler karşısında demokrasi ve insan hakları gibi söylemleri kullanan AB, Haziran 2012 seçimlerinde seçimlerin değerlendirilmesi için iki seçim uzmanını Mısır’a göndermiştir. Uzmanların seçimlerin demokratik bir şekilde gerçekleştiğine yönelik rapor sunmasıyla birlikte ilişkiler olumlu yönde gelişmeye başlamış ve Rompuy, Barroso, Füle, Ashton Mısır’a üst düzey ziyaretler gerçekleştirmişlerdir. Seçimler sonrasında seçilen Mursi de ilk ziyaretini Brüksel’e gerçekleştirmiş ve bu ziyarette AB-Mısır Ortaklık Anlaşması yoluyla ikili ilişkileri sürdürme ve yeni bir AKP Eylem Planı görüşmelerine başlama konularında anlaşmaya varılmıştır.[19]

Mısır’ın dönüşümü için finansal destek çerçevesinde AB, 2011-2013 dönemi için 449 milyon Avro sağlamasıyla beraber Kasım 2012’de AB-Mısır Görev Gücü toplantılarında AYB ve AİKB ile birlikte 5 milyon Avro’luk ek bir finansal paket sözü de vermiştir. 750 milyon Avro’luk AB katkısı, sosyo-ekonomik reform tedbirlerini desteklemeyi amaçlayan SPRING programından 90 milyon Avro’luk ve Komşuluk Yatırım Aracı fonundan 163 milyon Avro’luk yardımdan oluşmaktadır.[20] Ayrıca, bir IMF anlaşmasının imzalanmasına bağlı olarak AB, Mısır’a 50 milyon Avro’ya kadar hibe ve 450 milyon Avro’ya kadar imtiyazlı kredi olmak üzere 500 milyon Avro’ya kadar Makro-Finansal Yardım sağlayabilir. 90 milyon Avro’luk ek SPRING fonu diğer bağışçılarla (Dünya Bankası ve Afrika Kalkınma Bankası) ortak bir şekilde hükümetin sosyo-ekonomik programını desteklemek için ayrılmıştır. Görev Gücü çerçevesinde AB ve Mısır, derin ve kapsamlı bir serbest ticaret anlaşması (DCFTA) için olası görüşmeler de dahil olmak üzere ticaret ve yatırım ilişkilerinin nasıl derinleştirileceğini birlikte araştırmak konusunda anlaşmışlardır.[21]

Başlangıçta siyasi ve ekonomik reformlar yapan Mursi’ye karşı uluslararası kamuoyundan olumlu tepkiler gelmesine karşın ülke içinde yeni anayasa reformu hazırlık sürecinde muhalif tepkiler ortaya çıkmıştır. Mursi’ye yürütme ve yargı alanlarında geniş yetkiler tanıyan anayasa taslağı Meclis tarafından da kabul edilmesi ve referanduma sunulması kararı ülke içinde oluşan muhalif kesimi Tahrir ve Adeviye Meydanlarına dökmüştür. Bu durum da ülke içinde ciddi bir kaos ortamı yaratmış, bu kaos ortamı da askeri darbeyle sonuçlanmıştır.

AB ülkede yaşanılan gelişmelerde etkili bir rol oynayamamış, tüm tarafların dahil edildiği bir geçiş sürecini önermekten ileriye gidememiştir. Birlik duruma yönelik yaptığı ilk açıklamalarda ülkede yaşananları “darbe” olarak nitelendirmemiş, ilerleyen süreçte ise mevcut yönetimi “gayrimeşru” olarak belirtmiştir. Yapılan bu açıklamalar, bölgeyi “Avrupalılaştırma” iddiasıyla ortaya çıkan AKP’nin imaj kaybına yol açmıştır. Bu durum Birliğin temel taşı olarak nitelendirilebilecek “demokrasi, insan hakları vb.” unsurlara da taban tabana zıttır.

Daha sonra izleyen süreçte Birlik başlarda tutunduğu pasif tutumundan vazgeçmiş ve 28 Birlik ülkesine de danışılarak bölgeye yönelik yeni açıklamada bulunmuştur. Bu açıklamada “Ordu, demokratik idarenin temel prensibi olarak sivil iktidarın anayasal yetkisini kabul etmeli ve buna saygı göstermelidir. Mısır'ın hızla meşru bir hükümete ve halkın sosyo-ekonomik ve demokratik özlemlerini karşılayan demokratik yapılara dönmesi son derece önemlidir. AB mümkün olan en kısa sürede demokratik seçimlerin yapılması gereğini özellikle vurgular.” ibaresine yer verilmiştir. Birlik demokratik prensiplere bağlı tüm siyasi mekanizmalara diyalog çağrısında bulunmuş, adil seçimler ve anayasa gibi konularda Mısır halkının aktif rol oynaması gerektiğinin altını çizmiştir.[22]

Ashton’ın daha sonra yaptığı Mısır ziyaretinde hem Genelkurmay Başkanı Sisi hem de devrik cumhurbaşkanı Mursi ile görüşmesi ise bir yandan şaşkınlık yaratırken diğer yandan Mısır’da uzlaşı sağlayabilecek uluslararası arabulucu AB olabilir mi sorusunu da gündeme getirmiştir. Ashton ziyareti sırasında defalarca sivil yönetime geçmek üzere kapsamlı müzakerelere başlanması ve Müslüman Kardeşler’in de görüşmelerde yer alması gerektiğini yinelemiştir.[23] Mısır’da askeri vesayet tarafından Mursi yanlılarına uygulanan şiddet politikası Birliğin bazı yaptırımlar devreye sokmasına yol açmıştır. 21 Ağustos tarihinde düzenlenen toplantıda ise Mısır’a, iç şiddet aracı olarak kullanılabilecek her türlü mala ambargo uygulanması kararı alınmıştır. Ayrıca Mısır’a yapılan mali yardımın da gözden geçirebileceği görüşülmüştür. Ancak bu ekonomik yaptırımların ne derece başarılı olabileceği şüphelidir. Birlikten yapılan toplam yardımlar yaklaşık 600 Milyon Avro civarında olmasına karşın Suudi Arabistan, Kuveyt ve BAE toplamda 12 milyar dolarlık yardım teklifinde bulunmuştur.[24] Bu da yaptırımların etki alanını oldukça daraltmaktadır. Bu noktada etkili olacak husus ise Mısır’daki askeri yönetimin AB ile ticari ilişkilere atfedeceği önemdir.

Enerji kaynaklarına olan yakınlığı ve Süveyş kanalını kontrol etmesi bakımından çok önemli bir jeopolitik konuma sahip olan Mısır, bu konumuyla enerji hatlarının güvenliği açısından da bölgede öncelikli ülkeler arasındadır. Bunun yanında Mısır, Arap dünyasında en fazla nüfusa sahip ülkedir ve Arap dünyasına hakim bir konumdadır. Bu özellikleri baz alındığında Mısır AB açısından stratejik bir öneme sahiptir. Enerji güvenliği, göç ve bölgeyle entegre olma gibi konularla AKP’yi yürüten AB için, bölgede uluslararası sisteme dahil olmuş ve kendi içinde istikrarı sağlayabilmiş bir Mısır yürütülen politikaların başarılı olmasında köprü görevini üstlenebilecektir. Bu hususlar dikkate alındığında AB karar alıcıları, Mısır konusunda geniş periyotlara dayanan AKP temelli politikalarını, oluşan tehdit ve fırsatları göz önüne alarak yeniden şekillendirmelidirler.

4.2. Suriye

AB ile Suriye arasındaki ilişkiler 1977 yılında imzalanan işbirliği anlaşmasına kadar dayanmaktadır. Mart 2011’den itibaren patlak veren şiddet ve baskı olaylarıyla beraber AB Suriye’ye ekonomik yaptırımlar uygulamaya başlamış ve AKP’yi askıya almıştır, buna paralel olarak da AYB Suriye’ye teknik desteği ve tüm kredi operasyonlarını askıya almıştır. Daha sonra AB, silah ambargosu, Suriye rejimi üyelerinin mal varlıklarının dondurulması ve seyahat yasağı ile petrol ithalat ambargosu da dahil olmak üzere bir dizi kısıtlayıcı önlem başlatmış ve bu önlemleri aşama aşama genişletmiştir. İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya ve İspanya Şam büyükelçilerini geri çekmiştir. Fakat diplomatik kanallar ve diyalog tamamen kesintiye uğramamış, ilişkiler AB üzerinden devam ettirilmiştir. Bu sayede mevcut Suriye iktidarının diplomatik alternatifleri kesmesi de engellenmiştir.[25]

AB izleyen süreçte barış ve demokrasi yanlısı olan tüm muhalif hareketlerle müzakere zeminini oluşturmak bakımından iletişime geçilebileceğini bildirmiş ve Suriye Ulusal Konseyi’ni meşru temsilci olarak tanımıştır.

Mayıs 2013 Dışişleri Konseyi’nde, sivillerin hedef alındığı topçu ve hava saldırılarının derhal sona ermesi konusunda Suriye yönetimine çağrıda bulunulmuştur. Eylül 2013’de 100.000’den fazla kişi yaşamını yitirmiş, 4 milyon kişi yerinden edilmiş ve 2 milyon kişi ülkeden kaçmıştır. AB acil insani yardım kapsamında (gıda yardımı, su, barınma, lojistik vb.) 843 milyon Avro yardım sağlamıştır. AB ülkelerinden gelen katkılar ile kombine edildiğinde ise bu rakam 1.3 milyar Avro’yu bulmaktadır.[26]

Uluslararası alandaki etkinliği tartışma konusu olan AB’nin bölgede, özellikle Suriye’de takınacağı tutum ve davranış büyük bir önem teşkil etmektedir. Bölgeyle ilişkileri yumuşak güç üzerine kurgulayan bir AB, bölgede oluşacak istikrarsız ve kolayca terörize olabilecek bir toplum karşısında etki alanını kaybedecek ve uzun bir periyoda yaydığı eylemlerini çöpe atmak durumunda kalacaktır. Diğer bir deyişle yumuşak güç olgusunu pratiğe dönüştürmek imkansız hale gelebilecektir. AB bu noktada askeri müdahale dışında başka seçeneklere yönelmektedir, ancak Suriye konusunda uluslararası konjonktürde şartları bağımsız belirleyememektedir. AB, Suriye tutumunu ABD’nin etkisi altında belirlemek durumunda kalmıştır.

Suriye konusunda çözüm arayışları ise Cenevre 1 ve 2 konferanslarıyla uluslararası kamuoyunun dikkatine sunulmuş ve görüşmeler başlamıştır. 30 Haziran 2012 tarihinde Suriye krizini çözüme kavuşturmak için yapılan toplantıya, Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri İngiltere, ABD, Rusya, Çin ve Fransa'nın yanı sıra Türkiye, Irak, Kuveyt, Katar dışişleri bakanları ve AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi ile BM Genel Sekreteri katılmış, Suriye’de tam yetkili geçiş hükümeti kurulmasını hedefleyen bir bildiri yayınlanmıştır. İran’ın bu konferansta bulunmaması ise tartışma konusu olmuştur.

22 Ocak 2014 tarihinde ise Cenevre 2 toplanmıştır. Konferans, üç yıl içerisinde 130 bini aşkın insanın canına mal olan savaşın sona erdirilmesi için şiddet olaylarının durdurulmasını, insani yardım koridorlarını açılmasını ve Suriye’de bir geçiş hükümeti kurulmasını içeren siyasi bir çözüm bulmayı amaçlamaktadır. Bu konuda arabuluculuğu BM Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi üstlenmiştir. Cenevre 2 olarak adlandırılan bu konferansın kilit önemdeki anlaşmazlık konusunu Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın görevden inip inmemesi tartışması oluşturmaktadır.[27]

Ashton, Cenevre 2’de yaptığı konuşmada geçiş süreci üzerinde bir anlaşma sağlanması ve gerekli sorumluluğun alınması gerektiğinin altını çizmiş, Cenevre 1 bildirisinin uygulanması gerektiğini belirtmiştir. Buna ek olarak sivil toplum kuruluşlarının siyasi çözümde çok önemli olduklarını ve desteklenmesi gerektiği vurgulamıştır.[28]

Suriye krizinin uluslararası bir krize dönüşmesinin ardında küresel ve bölgesel aktörlerin Suriye’ye kendi perspektiflerinden belirledikleri roller bulunmaktadır. Rusya, Soğuk Savaş sonrasında bölgede kalan son kalesini kaybetmek istememekte, İran, “Şii Hilali” çerçevesinde belirlediği dış politikasında Suriye’ye büyük değerler biçmekte ve Çin ekonomik çıkarları bakımından hareket etmektedir. Bu üç büyük gücün çıkarları mevcut Suriye rejimi etrafında şekillenmekte ve bu sebeple Esad rejimini desteklemektedirler. Buna karşın ise AB ve ABD mevcut rejimin tasfiyesini ön görmekte ve muhalif grupları desteklemektedir. Ancak geçiş sürecinden sonra ortaya çıkabilecek radikal İslami grupların iktidarı ele geçirmesi veya Rusya-İran-Çin ittifakı gibi olasılıklar yapıcı bir politika izlemelerini zorlaştırmaktadır.

4.3. Libya:

Libya’nın Batı ile olan ilişkileri 1953-1954 yıllarında Kral İdris’in İngiltere ve ABD’ye Libya’da üs kurmasına izin vermesine kadar dayanmaktadır. O dönemde fakir olan Libya bunun karşılığında ise Batı’dan mali ve teknik yardım almaya başlamıştır. 1950’li yıllarda Libya’da petrolün bulunmasıyla ülkenin kaderi değişmiş ve tarım toplumundan petrol zengini bir hidrokarbon monarşisi haline gelinmiştir. Monarşinin Batı’ya hızla entegre olması ve Arap dünyasından kendini izole etmesi ordudaki genç subayları rahatsız etmiştir ve Muammer Kaddafi liderliğindeki genç subaylar 1969 yılında yaptıkları darbeyle yönetimi ele geçirmişlerdir. Bundan sonraki süreçte ise Kaddafi yönetiminin İtalyan nüfusunu göçe zorlaması, İngiliz üslerini kapaması, İngiliz petrol devi BP’yi millileştirmesi, terör örgütlerini desteklemesi ve kitle imha silahlarına yönelik yaptığı çalışmalar Batı ile arasında 2000’lere kadar uzanan bir gerginlik döneminin başlamasına neden olmuştur.

Libya’nın 19 Aralık 2003 tarihinde nükleer programından vazgeçtiğini açıklaması ise, AB ülkeleriyle olan ilişkilerin normalleşmesiyle sonuçlanmıştır. Ekim 2004’te AB, BM’nin de Libya’ya karşı uyguladığı 748 ve 883 sayılı silah ambargosu kararlarını kaldırmış, 2005 yılında ise yasadışı göç konusunda somut önlemler alarak Libya ile işbirliğine gitmiştir.[29]

Oluşan bu olumlu hava 18 Şubat 2011 tarihinde ülkede başlayan direniş hareketlerine karşı güvenlik güçlerinin sert müdahalelerde bulunmasıyla sekteye uğramıştır. Bölgedeki devrim hareketlerinin Libya’ya sıçrama endişesi, Kaddafi yönetiminin sert müdahalesini doğurmuştur. 11 Mart 2011 tarihinde toplanan AB Konseyi’nde İngiltere ve Fransa Libya’ya karşı askeri bir müdahalenin gerekli olduğunu savunurken, Almanya ise bu konuda isteksiz davranmış ve OGSP kapsamında olası bir askeri müdahalenin önü kapanmıştır.[30]

Bu duruma paralel olarak BM Güvenlik Konseyi kapsamında, Fransa, İngiltere ve ABD öncülüğündeki kuvvetler hava saldırısı aracılığıyla bir operasyon başlatmışlardır. 11-12 Mart 2011 tarihlerinde AB Bakanlar Konseyi Libya’nın durumuna ilişkin görüşmelere başlamış ve 23 Mart 2011 tarihinde ise uygulanacak yaptırımların kapsamını genişletmiştir.[31] Fransa, İngiltere ve ABD tarafından yönetilen operasyon da 24 Mart 2011 tarihinde NATO’ya devredilmiştir.

Tüm bu askeri operasyon ve yaptırımlar uygulanırken, AB, 2004’te operasyonel hale getirdiği OGSP’yi görüş ayrılıkları sebebiyle devreye sokamamış, olan bitene sessiz kalmak durumunda kalmıştır. İngiltere ve Fransa’nın NATO tarafından yönetilen askeri operasyonun AB tarafından yapılmasını diretmesine rağmen, Almanya’nın AB sivil kimliğini ön plana çıkarması tek sesliliği imkansız hale getirmiştir. Bunun yanında Polonya ve Estonya’da askeri müdahaleye karşı çıkmıştır.[32]

Kaddafi rejimi ile muhalifler arasındaki çatışmalar sürerken NATO güçleri Kaddafi noktalarını havadan vurarak muhaliflere destek vermiş, AB ise yumuşak politika araçlarını devreye sokmuştur. Bu noktada insani yardım bağlamında 80 milyon Avro’su Avrupa Komisyonu’ndan toplam 150 milyon Avro’luk bir yardım paketi Libya’ya gönderilmiştir. Ülkede çalışan 31.700 kişilik üçüncü ülke çalışanlarının tahliye edilmesine de yardımda bulunulmuştur. Bunun yanında AB, Libya için bir strateji belgesi oluşturmuştur. Bu belgede demokratik dönüşümün desteklenmesi, sivil toplum ve gençlerle olan ilişkilerin arttırılması, ekonomik altyapıların güçlendirilmesi gibi konular ele alınmış, bu kapsamda 2011-2013 yılları arasında 4 milyar Avro’luk bir yardımın yapılması öngörülmüştür.[33] AB ülkeleri arasında Libya konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları sebebiyle askeri müdahalenin rafa kalkması yumuşak politika uygulanmasına yol açmış ve böyle bir stratejinin yürütülmesi AB’nin oyunun dışında kalmamasını sağlamıştır. Ancak bu noktada, “NATO Libya’da önemli bir operasyon yürütürken, AB düşük nitelikli bir operasyondan öteye ne kadar gidebilmiştir?” sorusu da akla gelmektedir.

AB, Libya’daki değişim sürecinde aktif rol oynamayı hedeflemektedir. Bu geçiş döneminin başarıyla sağlanabilmesi için uzlaşma, seçimler ve insan haklarına saygı, kamu idaresinin güçlendirilmesi, medya, sivil toplum ve kamusal alanda kadının katılımının teşviki, göç, sağlık ve eğitim konularını kapsayan 30 milyon Avro’luk bir program devreye sokulmuştur.[34]

Libya AB açısından enerji, ekonomik ve siyasi çıkarlar bağlamından önemli bir noktada bulunmaktadır. Devrim öncesinde elde edilen verilere göre Libya, toplam ithalatının %42’sini AB ülkelerinden yaparken, toplam ihracatının da %77’sini AB ülkelerine yapmaktadır. Libya’nın sadece Almanya, İspanya ve İtalya’ya ihracatı, toplam ihracatının yaklaşık %80’ini bulmaktadır. 2010 yılı verilerine göre Libya’nın kanıtlanmış petrol rezervleri toplam 46 milyar varil olup, doğalgaz rezervleri ise 52 trilyon metreküptür.[35] Libya’nın enerji konusundaki zenginliği AB’nin Libya’ya daha da yaklaşmasına sebep olmuştur.  Bu yakınlaşmanın en çarpıcı örneği ise BM’nin 1986-1992 yıllarında Libya’ya karşı çok taraflı yaptırım kararı almasında Avrupalıların muhalif olmasıdır.[36]

Libya, coğrafi konumunun etkisiyle, AB’nin dış sınırlarını güven altına alma konusunda önemli bir konumdadır. Bu noktada yasadışı göç gibi konularda uzun soluklu projeler yürüten (AKP gibi) AB’nin Libya ile işbirliği yapması kaçınılmaz bir durumdur. Bu sebeple AB ülkeleri Libya örneğine ABD’den daha farklı bakmaktadırlar. Tarih boyunca Libya ile gerilimin hiç bitmemiş olmasına rağmen AB yaptırımdan çok işbirliği seçeneklerine yönelmiş, bunda da bölgesel istikrarın tesisi amaçlanmıştır.

Sonuç:

Ortadoğu ve Kuzey Afrika siyasi, ekonomik ve stratejik çıkarlar, tarihsel bağlar, güvenlik gibi konular nedeniyle Avrupa için her zaman önemini korumuştur. Bu bağlamda AB, bölge ile ilişkilerini belli bir sistematiğe oturtmaya çabalamakta ve radikal İslami hareketler, yasadışı göç, kitle imha silahlarının yaygınlaşması, terörizm gibi tehdit unsurlarını yok etmeye çalışmaktadır. Bölge ile olan ilişkilerde önem verdiği bir diğer noktada enerji kaynaklarının ve hatlarının güvenliğidir. Bölgedeki enerji kaynaklarına bağımlı olan AB, bu kaynakların ulaşımında sıkıntı yaratabilecek istikrarsızlıkları da tehlikeli bulmaktadır. Bu bağlamda da yürüttüğü AKP politikalarıyla bir güvenlik çemberi yaratmayı amaçlamaktadır.

AB’nin dış politika geçmişine baktığımızda ise olumsuz bir tablo ortaya çıkmakta ve istenilen noktaya gelinemediği gözlemlenmektedir. Körfez Krizi, Balkan Krizleri gibi olağanüstü durumlar göz önüne alındığında Birliğin yetersiz kalması AB’nin ulus-üstü bir yapılanmadan çok ulus-devletlerin birliği olarak algılanması gibi bir sonucu doğurmuştur. 2010 yılı sonunda Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da patlak veren Arap Baharı tüm uluslararası aktörler gibi AB’yi ve bölgesel politikalarını da derinden etkilemiş ve de buna yönelik yeni politikaların oluşturulmasını gündeme getirmiştir. Birlik içindeki tek sesliliği bir türlü gerçekleştiremeyen AB ise bu duruma hazırlıksız yakalanmış ve gerekli refleksleri geliştirememiştir. Üyeler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarının daha belirgin hale gelmesiyle, bölgeye yönelik ulusal politikalar izlenmeye başlanmıştır. Bu durum da “ortak dış politikanın teoriden pratiğe geçmesi” gibi bir fırsatın değerlendirilememesine neden olmuştur.

Bölgede meydana gelen halk ayaklanmalarıyla toplumsal ve siyasi dinamikler değişim sürecine girmiş, bu durum da bölgede 2004’ten beri yürütülen AKP için eşsiz bir laboratuar ortamı sunmuştur. AKP politikalarıyla bölgede mevcut olan terörizm, kitle imha silahları, yasadışı göç vb. köklü sorunları çözmeye çalışan AB, devrimlerle beraber girilen geçiş süreçlerinde bölgeyi kendi unsurlarıyla baştan inşa etme fırsatını yakalamıştır. Bu fırsatın başarıya ulaşması ise yürütülecek kararlı ve uzun periyotlara yayılan AKP temelli politikalarla mümkün olabilecektir. Ancak AB’nin içinde bulunduğu Avro krizi ve Arap ülkelerinin yeni rejimlere sağladıkları yüksek miktarlı fonlar göz önünde bulundurulduğunda, AB’nin bölgeye yönelik yapacağı yardımların boyutunun ne kadar olabileceği ya da ne kadar etki yaratabileceği tartışma konusudur.

Bölgede seçimlerle göreve İslami grupların gelmesi ise farklı bir problematiği ortaya koymaktadır. AB yıllarca bölgede liberal, serbest ticarete dayanan, demokratik kurumlardan oluşan, güçlü bir sivil toplumun var olduğu siyasi mekanizmalar yaratmak için programlar yürütmektedir. Ancak yeni rejimlerin bu mekanizmaları ne kadar gerçekleştirebileceği ise merak konusudur. AB şu an için halk oylamasıyla yönetime gelen bu grupları “demokratik” temeller ile geldikleri için desteklemektedir. Uzun soluklu ele aldığımızda ise bu desteğin devam edip etmeyeceği ya da ne ölçüde olacağı şu an için belirsizdir. Bu belirsizliğin temelinde ise bölgede oluşan siyasal düzen ile AB unsurları arasındaki doku uyuşmazlığıdır.

Geçiş sürecinde ortaya çıkan bölgeyi yeniden yapılandırma fırsatı Avrupa ve Ortadoğu’yu birbirine daha da yakınlaştırmıştır. Ancak devrim sürecinde Birlik ülkeleri arasında oluşan çıkar uyumsuzluğu ve buna paralel yürütülen ulusal politikalar Birlik ülkelerini ortak paydadan uzaklaştırmak durumunda kalmıştır. Bu noktada oluşan durum ise izlenemeyen ortak politikalar sebebiyle fırsattan çok tehdit görüntüsü içermektedir. Bölgeye yönelik izlenecek politikalar Birlik temelinden kopuk, ulusal politikalar olarak devam etmesi durumunda bölgede yeni (çıkarlar bağlamında) çatışma alanları oluşabilecektir. Bu durum da bölgede istikrarı sağlamak açısından yürütülen AKP politikalarına ters düşmektedir ve uluslararası kamuoyunda birliğin imajının sorgulanmasına neden olmaktadır.

 


[1]European Neighbourhood Policy  Strategy Paper, 2004, http://ec.europa.eu/world/enp/pdf/strategy/strategy_paper_en.pdf, (Erişim Tarihi: 28.12.2013).

[2]European Union External Action, “What is the European Neighbourhood Policy?”, http://eeas.europa.eu/enp/about-us/index_en.htm, (Erişim Tarihi: 28.12.2013).

[3]Michael Emerson, “European Neighbourhood Policy Two Years on: Time indeed for an ENP

Plus”, CEPS Policy Briefs, S. 12, 2007, s. 25.

[4]A.g.e., 26.

[5]A.g.e., s. 7.

[6]A.g.e., s. 8.

[7]A.g.e., s. 5.

[8]European Comission, “The European Commission’s Tacis Programme 1991 – 2006”, http://ec.europa.eu/europeaid/where/neighbourhood/regional-cooperation/enpi-east/documents/annual_programmes/tacis_success_story_final_en.pdf, (Erişim Tarihi: 28.12.2013).

[9]Dışişleri Bakanlığı, http://www.mfa.gov.tr/avrupa-akdeniz-sureci-_euromed_barcelona-process_-.tr.mfa, (Erişim Tarihi, 28.12.2013).

[10]Krzysztof Walski, “The European Union's Eastern Neighborhood: The Eastern Partnership as a Strategy of EU Engagement and Security”, Penn McNair Research Journal, S. 2, 2010, s. 5-6.

[11]Uluslararası İlişkiler Portalı, “Ortadoğu Devrimleri Sürecinde Avrupa Birliği, http://www.uiportal.net/ortadogu-devrimleri-surecinde-avrupa-birligi.html, (Erişim Tarihi: 20.01.2014).

[14]A.g.m. s. 2.

[15]Reliefweb, “Delivering on a new European Neighbourhood Policy”, http://reliefweb.int/report/world/delivering-new-european-neighbourhood-policy, (Erişim Tarihi: 20.01.2014).

[16]EU Neighbourhood Info Centre, “ENPARD”, http://www.enpi-info.eu/mainmed.php?id=582&id_type=10, (Erişim Tarihi: 20.01.2014).

[17]Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, http://www.sanayi.gov.tr/Files/Documents/ufuk-2020-17012012111938.pdf, (Erişim Tarihi: 20.01.2014).

[18]Nona Mikhelidze ve Nathalie Tocci, “How can Europe Engage With Islamist Movements?”, Centre for

European Policy Studies, s. 153.

[20]European Commission, “Implementation of the European Neighbourhood Policy in Egypt

Progress in 2011 and recommendations for action”, http://ec.europa.eu/world/enp/docs/2012_enp_pack/progress_report_egypt_en.pdf, (Erişim Tarihi: 24.01.2014).

[21]Delegation of the European Union to Turkey, s. 3.

[22]Ntvmsnbc, “AB'den Mısır için geri adım sinyali”, http://www.ntvmsnbc.com/id/25454874/, (Erişim Tarihi: 24.01.2014).

[23]Bbc, “AB yetkilisi Ashton Mısır'da Mursi'yle görüştü”, http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/07/130730_ashton_mursi.shtml, (Erişim Tarihi: 24.01.2014).

[24]Aljazeera, “Mısır-Suudi işbirliği derinleşiyor”, http://www.aljazeera.com.tr/haber/misir-suudi-isbirligi-derinlesiyor, (Erişim Tarihi: 24.01.2014).

[25]Helene Michou, “Syria: Arab War Drums and EU Shyness”, EU Observer, 2012, s. 3.

[26]European Union External Action, http://eeas.europa.eu/syria/index_en.htm, (Erişim Tarihi: 29.01.2014).

[27]Ankara Strateji Enstitüsü, “Cenevre-2 Görüşmeleri ve İçeriği”, http://www.ankarastrateji.org/haber/cenevre-2-gorusmeleri-ve-icerigi-1101/#_ftn1, (Erişim Tarihi: 29.01.2014).

[28]European Union External action, “EU High Representative Catherine Ashton at the Geneva II

Conference on Syria”, http://eeas.europa.eu/statements/docs/2014/140122_02_en.pdf, (Erişim Tarihi: 29.01.2014).

[29]Öner Akgül, “Libya’da İç Savaşa Dış Müdahale: Avrupa Birliği Devrimin Neresinde?”, Ortadoğu Analizi, S. 36, 2011, s. 55-56.

[30]Aljazeera, “UN authorises no-fly zone over Libya”, http://www.aljazeera.com/news/africa/2011/03/201131720311168561.html, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[31]The Council of the European Union, “Decisions”, http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2011:078:0024:0036:EN:PDF, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[32]Nouvelle-Europe, “Military intervention in Libya: where is ESDP?”, http://www.nouvelle-europe.eu/node/1098, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[33]Europa.eu, “What has the EU been doing to support the Libyan people?”, http://europa.eu/rapid/press-release_MEMO-11-565_en.htm, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[34]European Union External Action, “The Libyan Revolution”, http://eeas.europa.eu/libya/index_en.htm, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[35]European Commission, “European Union, Trade in goods with Libyan Arab Jamahiriya”, http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2006/september/tradoc_113414.pdf, (Erişim Tarihi: 30.01.2014).

[36]Bbc Turkish, “AB Libya'ya yaptırımları kaldırdı”, http://www.bbc.co.uk/turkish/europe/story/2004/10/041011_libya_update.shtml, (Erişim tarihi: 30.01.2014).

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display