< < DÜNDEN BUGÜNE ÇİN
 Bu sayfayı yazdır

DÜNDEN BUGÜNE ÇİN

Yazan  20 Aralık 2022

Giriş

XXI. Yüzyıl dünya siyasetine damgasını vuran gelişmelerden biri de Çin’in ekonomik gücünü kullanarak küresel gelişmelerde ağırlığını koymasıdır. Kuşak-Yol Girişimi, Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi girişimler, Çin’in Afrika’daki varlığı, Şangay İşbirliği Örgütü, Rusya-Çin ortak tatbikatları artık 1945 sonrası kurulan dünya düzeninden çıkılmaya başlandığının, 1991’de son bulan çok-kutupluluğun yeniden ortaya çıktığının ve bu yeni konjonktürde dünya ekonomisindeki payı son kırk yıl boyunca aralıksız artan Çin’in alacağı kararların belirleyici olacağı şeklinde değerlendirmeler yapılmaktadır. Çin’in bu şekilde yeni bir güç olarak ortaya çıkışı, Çin’i daha iyi tanımak ihtiyacını doğurmuştur. Çin’in ‘Aşağılanma Asrı’ adı verilen yarı-sömürge, yarı-feodal dönemden bugüne hangi aşamalardan geçerek geldiğinin analizini yaparak Çin’in sosyal, siyasi, kültürel yapısını anlamak gün geçtikçe önem kazanmaktadır.

1.Mançu İmparatorluğu’nun Son Yılları

XVIII. yüzyıl sonunda Qing/Mançu İmparatorluğu gücünün doruğundaydı. Dünyanın en büyük ekonomik gücü olduğu gibi ‘Bi-guan-suo-guo闭关锁国’ adı verilen ‘Kapalı Kapılar Politikası’ ile gümrüklerini sıkı koruma altına almıştı. Çin, dünya ile ticaret yapmıyor değildi; ama ödeme olarak sadece altın kabul ediyor ve dışarıdan herhangi bir ürün satın almıyor, bu durum da özellikle Çin çayını günlük tüketen İngilizleri rahatsız ediyordu. İngilizler, bütçelerinin açık vermemesi için Çinlilere, gerekirse Çin devletinin denetimi dışında bir ürün satılması gerektiğini düşündüler ve bu amaçla 1757’den itibaren Hindistan’ın doğusundaki Bengal bölgesinde afyon yetiştirmeye başladılar. Zaman içinde, Çinliler afyona alıştırıldıkça İngiliz afyon ihracatının boyutu büyüdü: 1767’de Çin’e ihraç edilen afyon miktarı yılda 1000 sandıktan, 1804’te 3500, 1824’te 7800, 1838’de de 35.500 sandığa yükselmiştir.[1]

Afyon ticaretinin olumsuz etkilerinden rahatsız olan İmparator Daoguang, 1821’de Çin’e afyon sokulmasını yasakladı. Ancak bu tarihten itibaren afyon Çin’e, İngilizlerle işbirliği yapan yerel patronlar ve yozlaşmış bürokratlar aracılığıyla gizli yollarla sokulmaya başlandı. Uzun Çin sahillerini koruyacak bir tür sahil güvenlik teşkilatı olmadığı için yasadışı ticaret denetlenemiyor, Çin’e giren afyon miktarı her geçen gün artıyor ve Çinli tarihçilerin ifadesiyle Çin, ‘asker kullanılmadan fethediliyordu.’[2]

Kontrol altına alınamayan bu ticaret nedeniyle Çin’in ithalatı, ihracatını geçti. Afyon kullanımının artması toplumda da büyük bir krize sebep oldu: Bürokratlar arasında rüşvet yayıldı, orduda disiplin gevşemeye başladı. Sayıları hızla artan afyon bağımlısı gençler sokaklarda can çekişerek ölüyor, işgücünü kaybının sebep olduğu ekonomik kriz nedeniyle köylüler topraklarını terk etmeye başlıyorlardı.[3]

3 Haziran 1839 günü Çin modern tarihinin başladığı kabul edilir. İmparator Daoguang’ın bölgeye gönderdiği Vali Lin Zexu o gün, Humen’de İngilizlere ait 20.000 afyon sandığını halkın gözü önünde imha ettirdi. Bölgedeki tüm afyonun imha edilmesi ise 23 gün sürmüştür.[4]

İngiliz hükümetinin bu olaya cevabı, ‘İngiltere’ye ait malların’ tahrip edilmesini gerekçe gösterip Çin’e savaş açmak oldu. İngiltere’nin Çin anakarasından uzakta olmasına rağmen donanma üstünlüğünden yararlanan İngilizler önce güneyden kuzeye tüm Çin sahillerini, sırasıyla Guangdong, Zhejiang ve Tianjin’i topa tuttular. Çin kuvvetlerinin kalabalık mevcutlarına rağmen karada da topçu desteğiyle başarıya ulaşan İngiliz birlikleri Ocak 1941’de Hong Kong’u, Şubat 1842’de Humen’i ve Haziran 1842’de Şangay’ı ele geçirdi. Mançu hükümetinin barış istemesi sonucunda Nanjing’de, Çin’le Batılılar arasındaki ‘Eşitliksiz Antlaşma不平等条约’ olarak anılacak anlaşmaların ilki olan Nanjing Antlaşması imzalandı.

Nanjing Antlaşması’yla birlikte aynı dönemde Fransızlarla Huangbu ve Amerikalılarla Wangsha Antlaşmaları imzalandı.[5] Bu antlaşmalarla Çin, İngiltere’ye 21 milyon dolar savaş tazminatı ödemek ve Hong Kong limanını bırakmak zorunda bırakılıyor, dahası limanları dış ticarete açılıyordu. İki yüzyıldır yabancılar karşısında yenilgi görmemiş, Mançu hanedanı döneminde Moğolistan’ı, Doğu Türkistan’ı hatta bugünkü Kırgızistan’ın bir kısmını topraklarına katarak en geniş sınırlarına ulaşmış olan Çin İmparatorluğu ilk kez toprak kaybediyordu. Ülkenin ve hanedanın prestij kaybı çok büyüktü.

Şekil 1: 29 Ağustos 1942 tarihinde imzalanan Nanjing Antlaşması ile Çin’in Batılılar karşısında ilk kez küçük düştüğü ve ‘Aşağılanma Asrı’na girdiği kabul edilir. Kaynak: https://baike.baidu.com/pic/%E5%8D%97%E4%BA%AC%E6%9D%A1%E7%BA%A6/359269/1/359b033b5bb5c9ea90ebf59dda39b6003af3b3b0?fr=lemma&ct=single#aid=1&pic=42166d224f4a20a466de04e09d529822730ed0d0

Limanların dışa açılması ile Batılı ürünlerin rekabetine dayanamayan küçük işletmeler kapanmaya ve Çin ekonomisi cari açık vermeye başladı. Nanjing Antlaşması’nda Çin’in ödemekle yükümlü bırakıldığı savaş tazminatı, ağır vergilerle Çin köylüsüne yansıtıldı. Uzun süredir yokluk içindeki Çin köylüsü tepkisini, Nanjing Antlaşması’ndan sadece bir yıl sonra Hong Xiuquan adlı bir liderin Taiping Örgütü’ne katılarak gösterdi.[6] 25 Eylül 1851’de ‘Göksel Krallık’ ilan eden Hong Xiuquan, Çin’in güneyinde hakimiyetini günden güne arttırdı ve iki yıl içinde Hunan, Hubei, Anhui, Zhejiang ve Jiangsu eyaletlerini ele geçirip 1853’te Nanjing’i ‘天京Tianjing (Göksel Başkent)’ adıyla başkent ilan etti.[7] 

Kısa süre içinde Çin’in yarısına hâkim olmuş bulunan Hong Xiuquan’in Mançu hanedanını devirmesi durumunda savaş tazminatını alamamak gibi bir durumla karşı karşıya kalan İngiltere, on yıl önce savaşmış olduğu Çin yönetimine yardım etmeye karar verdi.[8] Batı silah desteğiyle güçlendirilmiş Mançu ordusu, General Zeng Guofan’ın komutası altında Taiping İsyanı’nı ağır ve kanlı bir iç mücadele sonrasında bastırdı. 1851’de başlayıp 1864’te sona eren bu iç savaş sırasında yaklaşık yirmi milyon insanın öldüğü tahmin edilmektedir.[9]

Taiping İsyanı’nın bastırılmasından sadece üç yıl sonra İngiliz-Fransız birleşik kuvvetleri Çin’e saldırarak bu kez Tianjin üzerinden Pekin’e girdiler. Pekin’deki Yuanmingyyan Sarayı’nı yıktılar. Shanxi bölgesindeki Chengde şehrine sığınan imparator, 1860’da Batılıların taleplerini kabul etmek zorunda kaldı.

Taiping İsyanı ve II.Afyon Savaşı, Mançu hanedanının üst düzey bürokratlarını, ülkede kapsamlı bir reform programına ihtiyaç duıyulduğuna ikna etmişti. 1861’de Anqing’de ilk modern silah fabrikasının, 1866’da Fuzhou’da ilk modern tersanenin, 1867’de Tianjin ve Xian’de makine fabrikalarının kurulmasıyla başlayıp 1870’lerde ABD ve Avrupa’ya öğrenci gönderilmesiyle devam eden bu sanayileşme ve kalkınma programına, ‘Batılılaşma Hareketi洋务运动’ adı veriliyor.[10]

Ancak Çin’in sanayileşmesi ağır adımlarla ilerlerken, denizin öte tarafındaki Japonya, İmparator Meiji Tenno’nun öncülük ettiği reformlarla daha çok yol kat etmiş ve ordusunu hızla modernize etmişti. Sanayileştikçe daha çok hammadde kaynağına ihtiyaç duyan Meiji yönetimi, 1894’te sürpriz bir saldırıyla, resmi savaş ilanına gerek duymaksızın savaş başlattı. 1894 sonbaharı boyunca Kore topraklarında yaşanan savaş sonucu Çin ordusu dağıtılıp güçlükle oluşturulmuş Çin donanması imha edildi. Mançu yönetimi, Şimonoseki Antlaşması’yla, Tayvan’ı ve Liaodong yarımadasını Japonya’ya bırakmak zorunda kaldı.

Şimonoseki Antlaşması, Çin aydınları arasında büyük bir infiale sebep oldu.[11] İlerici aydınlardan Kang Youwei 1300 öğrencisinden imza toplayarak imparatorluk çapında acil reform talebinde bulundu. Kang Youwei’in mektubu imparatora ancak üç yıl sonra verilse de, mektubu okuyan imparator reform başlatması için kendisine yetki verdi. ‘100 Gün Reformları’ adı verilen bu hamleyle, eğitim sisteminde birtakım düzenlemelere gidilse de kurulu sistemde her tür değişikliği Konfüçyüsçü geleneklere ihanet olarak gören tutucu çevrelerin baskısı sonucu Kang Youwei görevden alındı ve reform yarıda kalmış oldu.[12]

Bu yıllarda Çin’in sahil şehirlerinde artan Batılı nüfusuyla birlikte misyoner sayısı da artmış ve pek çok Çinli Hıristiyanlığı kabul edip Batı geleneklerini benimsemeye başlamıştı. 1898’de Shandong’da, Hıristiyan misyonerlere karşı Yihetuan义和团 adında bir direniş örgütü kuruldu. Batılı kaynaklarda ‘Boksörler’ adı verilen örgüt üyeleri Batılılara saldırmaya başladılar.

Tarihe ‘Boksör İsyanı’olarak geçen bu olaylar Batı kamuoyunda infiale yol açtı. İngiliz, Fransız, Amerikan ve Rus gemilerinden oluşan bir donanma Tianjin önlerinde toplanarak Çin hükümetine isyanı derhal bastırması için nota verildi. İsyan bastırılamayınca Haziran 1900’de sekiz ülkeden (İngiltere, Fransa, Almanya, Rusya, İtalya, Avusturya-Macaristan, ABD, Japonya) toplanan kuvvetler başkent Pekin’e, hatta Yasak Şehir’e girdi. İşgal ancak 24 Aralık 1900’de hükümetin, işgalci güçlerin tüm taleplerini kayıtsız şartsız kabul etmesiyle son buldu ve ‘1901 Protokolü’ denen metin imzalandı. Buna göre Çin hükümeti 39 yıl boyunca faiziyle birlikte 980 milyon altın liang büyüklüğünde savaş tazminatı ödemek zorunda bırakılıyordu. Bu, Nanjing Antlaşması sonrasında Çin’in ödemekle yükümlü olduğu en büyük tazminattı.[13]

2.Çin Cumhuriyeti Dönemi

Mançu hanedanı, önce I.Afyon Savaşı, ardından Taiping İsyanı ve II.Afyon Savaşı,  Japonya ile yapılan 1897 Savaşı ve  en son da 1900 Yihetuan İsyanı sonrasında prestijini kaybetmiş, bütün bu gelişmeler sonucunda Çinli tarihçilerin sıkça yazdıkları gibi Çin ‘yarı-feodal, yarı-sömürge半封建半殖民地’ bir ülke haline gelmişti. Hanedanın ülkenin sorunlarını çözmedeki başarısızlığı, Mançu etnik kökeninden gelmesiyle birlikte değerlendiriliyor ve gerek Çin içinde, gerek Afyon Savaşları sonrasında Çin dışına taşınmış göçmen (Hua-qiao华侨) Çinliler, gerekse Batı’daki Çinli öğrenciler arasında içten içe bir muhalefet hareketi büyüyordu.

XIX. yüzyılın son çeyreğinde Mançu hanedanını devirmeyi hedefleyen pek çok gizli devrim örgütü kuruldu. Bunların arasında, Hawai’de eğitim almış Dr.Sun Yatsen’in 1894’te kurduğu Xingzhonghui örgütü henüz 1895’te Guangzhou’da bir ayaklanma girişiminde bulunarak sesini duyurmuştu. 30 Temmuz 1905’te Tokyo’da yapılan bir kongrede diğer örgütleri kapsayacak bir şekilde Tongmenghui’e同盟会 dönüştü.[14] Sun Yatsen’in ülke dışındaki Çinlilerin maddi desteğiyle yönettiği bu birleşik örgüt, Rusya, İran ve Türkiye’de de devrimlerin gerçekleştiği 1906-1908 yılları arasında Hunan, Guangdong, Guangxi, Anhui ve Yunnan eyaletlerinde toplam yedi ayaklanma başlattıysa da başarılı olamadı.[15]

Çin modern tarihini başlatacak devrim, beklenmedik bir yerde, plansız başladı. 10 Ekim 1911 günü Hebei’deki sanayi şehri Wuchang’daki (Bugünkü Wuhan) 8 numaralı kışlanın askerleri arasında itaatsizlik şeklinde başlayan isyan, kısa sürede büyüyerek devrime dönüştü.[16] Mançu ordusundan ayrılan askerler, yılın geri kalan kısmında Güney ve Orta Çin’in büyük kısmını ele geçirdiler.[17] Devrim patlak verdiği sırada San Fransisco’da bulunan Sun Yatsen, önce Mançu hanedanına kredi verilmesini önlemek amacıyla Avrupa’ya, ardından da Şangay’a geldi. Nanjing’de toplanan meclis, Çin takvimine göre Xinhai yılının ilk günü (1 Ocak 1912) Çin Cumhuriyeti’ni ilan etti ve Sun Yatsen, ilk cumhurbaşkanı seçildi.[18]

Şekil 2: 1911 Devrimi’nin lideri ve Çin Cumhuriyeti’nin kurucusu Sun Yatsen. Sun Yatsen ile Atatürk arasındaki benzerliklere dikkat çekilmiştir. Her iki lider de ülkelerinde cumhuriyet ilan etmiş, ilk cumhurbaşkanı seçilmiş ve ‘Milletin babası’ olarak adlandırılmıştır (Çincede: Guofu国父 ) Ancak Sun Yatsen’in bir komutan olmaması, cumhuriyeti koruyacak bir askeri gücün bulunmaması onu iktidarı Yuan Shıkai’a bırakmaya sürüklemiş ve çağdaşlaşma programını başarılı bir Kurtuluş Savaşı sonrasında gerçekleştiren Atatürk’ün aksine, tasarladıklarını gerçekleştirmeye fırsat bulamamıştır. Kaynak: https://www.britannica.com/biography/Sun-Yat-sen/The-revolution-of-1911

Devrimcilerin güneydeki eyaletlerde idareyi ele almalarına rağmen Kuzey Çin’e hala Mançu hanedanı hakimdi. XIX. yüzyıl sonunda kurulan, modern silahlarla teçhiz edilmiş Beiyang Ordusu’nun tutumu her şeyi değiştirebilir ve hanedanın cumhuriyetçilere karşı zaferini sağlayabilirdi. Bu şartlar altında Sun Yatsen, cumhurbaşkanlığı makamını Beiyang ordusu komutanı Yuan Shikai’a bıraktığını ilan etti.[19] Bu sayede Beiyang Ordusu’nun sadakati sağlanarak çocuk yaştaki son imparator Puyi tahttan indirildi ve binlerce yıllık monarşi dönemi son buldu.

Makamını eski rejimin en sadık bir generaline devretmek zorunda kalan Sun Yatsen, Tongmenghui örgütünü bir kitle partisine dönüştürmeye karar verdi ve Guomindang’ı国民党 (Milli Parti) kurdu. Diğer yandan partinin sadık kalacağı ilkeleri ‘Üç Halk İlkesi三民主义’ adını taşıyan kitabında topladı. Bu üç halk ilkesi, Türkçe karşılıklarıyla milliyetçilik民族, cumhuriyetçilik民權 ve halkçılıktan民生 oluşuyordu.[20]

Cumhuriyetçi teşkilatlanmaların siyasi parti çatısı altında tüm Çin’e yayılması Yuan Shikai’ı rahatsız etmekte gecikmedi ve parti liderlerinden Song Jiaoren’i öldürterek Guomindang’a karşı saldırı başlattı. Bu saldırıya ‘İkinci Devrim二次革命’ ile karşılık veren Sun Yatsen, ömrünün geri kalanı boyunca yaşayacağı Guangzhou’ya gitmek zorunda kaldı.

Yuan Shıkai başkanlığı altında otoriter bir yönetim kursa da, cumhuriyet rejimi Çin’de toplumsal dönüşümün hızlanmasını sağladı. Öncelikle, 1644’te Mançuların yönetimi ele geçirmesinden itibaren zorunlu kılınan birtakım Mançu geleneklerine karşı başlayan tepki, kısa süre içinde, özellikle aydın çevrelerde ve üniversitelerde geleneksel Çin dil ve kültüründe reform taleplerine dönüştü. Chen Duxiu, 1915’te çıkarmaya başladığı ‘Yeni Gençlik新青年’ dergisinde Konfüçyüsçü eski kültüre saldırıp, modern sanayi toplumunu savunuyordu. Yeni Gençlik dergisi çevresinde toplanan aydınlar, öğrencileri etkileyerek bir sonraki on yılın temelini attılar.

Diğer yandan Yuan Shikai, kabul ettiği 21 Talep’in karşılığı olan Japon desteğini arkasına alarak otoritesini pekiştirdi. Bu destekle genç aydınların saldırdıkları Konfüçyüsçü geleneklere sarıldı ve 1 Ocak 1916’da kendisini Çin imparatoru ilan etti. Ancak bu tutumu, güney eyaletlerinin yönetime karşı başkaldırmasına ve yeniden kanlı bir iç savaşın başlamasına sebep oldu. Yuan Shikai’ın ölümüyle kurduğu imparatorluk rejimi son bulsa da bağımsızlıklarını ilan eden eyaletler, savaş ağaları tarafından bağımsız birer devlet gibi yönetilmeye başlandılar ve 1928’e kadar sürecek olan ‘Savaş Ağaları Dönemi军阀时代’ başlamış oldu.

Çin’de bunlar yaşanırken Rusya’da Bolşevik Devrimi gerçekleşiyor ve Avrupa’da I.Dünya Savaşı sona eriyordu. Ekim Devrimi ile başarıya ulaşan Marksist ideoloji, aslında milliyetçi olan genç Çinli aydınları etkileyecekti. Diğer yandan Çin’in I.Dünya Savaşı’na Müttefikler safında katılmasına rağmen savaş sonrasında toplanan Paris Konferansı’nda Shandong bölgesinin Almanlardan alınıp, Çinliler yerine Japon nüfuz alanına bırakılması yine aynı aydınlar ve gençler arasında büyük bir milli uyanış hareketinin doğmasına sebep oldu. Shandong’un Japonlara bırakıldığının öğrenilmesinin ertesi günü, 4 Mayıs 1919’da Pekin Tiananmen Meydanı’nda, ağırlıklı olarak Pekin Üniversitesi öğretim üyelerinin örgütlediği Çin tarihin en büyük kitle gösterisi yapıldı.[21]

Şekil 3: Pekin Üniversitesi öğrencileri, Tiananmen Meydanı’nda Çin tarihinin ilk milliyetçi gösterisini gerçekleştiriyorlar, 4 Mayıs 1919. Kaynak: https://newsus.cgtn.com/news/2021-06-23/The-Art-of-the-Party-May-Fourth-Movement--11ju46f9Abu/index.html

4 Mayıs hareketi Shandong imtiyazının iptalini sağlayamasa da Çin’deki kitle hareketinin gücünü göstermişti. Gösterilere gençlerin yanı sıra Pekin ve Şangay’daki işçiler de katılmışlardı.[22] Hareketi örgütleyen öğretim üyeleri, Rusya’daki Bolşevik devriminden etkilenmişler, hatta Komünist çalışma grupları kurmaya ve işçileri örgütlemeye başlamışlardı. Bu aydınlardan Li Dazhao, Mart 1921’de ‘Tüm halkı temsil edecek bir siyasi parti kurulması’ çağrısında bulundu. Bu çağrı sonucu önce 23 Temmuz 1921’de Şangay’da küçük bir evde başlayıp Zhejiang’daki Güney Gölü’ndeki bir teknede tamamlanan kongrede Çin Komünist Partisi’nin kuruluşu tamamlandı.[23]

1919 sonrasında Lenin, başta İngiltere olmak üzere Batılı kapitalist ülkelerin Bolşevik rejimine karşı Beyaz Ordu’yu desteklemeleri, hatta bizzat Rusya’ya asker çıkartmaları nedeniyle savaşı sömürgelere yaymayı düşünmüş, bunun doğal sonucu olarak doğudaki sömürgecilik karşıtı milli demokratik devrimleri destekleme kararı vermişti. Bu şartlar altında halen Moskova etkisindeki ÇKP, Sun Yatsen’in de talep ve onayıyla Guomindang’la işbirliğine gitti ve onun Çin çapında örgütlenmesini kolaylaştırdı. Bir yandan da Guangzhou’da kurulan Huangbu Askeri Akademisi, Çin’i savaş ağalarından kurtararak birleştirecek cumhuriyet ordusunun subaylarını yetiştirmeye başlıyordu. Okulun müdürü 1924’te üç ay süreyle Sovyetler Birliği’nde kalmış olan Çan Kayşek, ÇKP’nin okuldaki temsilcisi de Zhou Enlai’dı. 1924-27 arasında bu okulda 12.000 subay yetiştirilmiştir.[24]

Nihayet 1926’da ‘Milli Devrim Ordusu’nun kuzeye hareket etmesine karar verildi ve ‘Kuzey Seferi’ adı verilen bu harekât sırasında Zhou Enlai’ın düzenlediği işçi grevlerinin de yardımıyla Changsha, Wuhan, Şangay ve Nanjing ele geçirildi.[25]

Ancak Kuzey Seferi, Guomindang-ÇKP işbirliğinin de sonu oldu. ÇKP’nin süreç içinde daha fazla güç kazanmasını istemeyen Çan Kayşek 12 Nisan 1927’de Şangay’daki ÇKP üyelerini tutuklatmaya ve idam ettirmeye başladı. ÇKP içinden bu saldırıya yanıt, Nanchang’daki Zhou Enlai’dan geldi. Zhou, bugün hala Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun kuruluş günü sayılan 1 Ağustos 1927’de kendisine bağlı birliklerle direnişe geçti ve Jinggang Dağları’nda bir köylü isyanı başlatmakta olan Mao Zedong’a katıldı.[26]

Hunanlı olan Mao Zedong bir süredir ÇKP yönetiminin Sovyet tipinde işçi devrimi gerçekleştirme çabalarına karşı çıkıyor ve Hunan’dan gönderdiği raporlarda köylülerin devrime hazır olduklarını belirtiyordu. Çan Kayşek’in Komünist tasfiyesi, Mao’nun ‘köylü ihtilali’ ile ‘köylerden kentlerin kuşatılması’ düşüncelerini gerçekleştirmesine olanak tanımış oldu ve 1931 yılında Hunan-Hubei-Jiangxi bölgelerinde Çin Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. 1930’ların ilk yarısı, Çan Kayşek’in Güney Çin’deki bu Komünist bölgeleri çevreleme operasyonlarıyla ele geçirme girişimlerine sahne olacaktı.

Diğer yandan Çin’in uzun bir iç savaşa sürüklenmesi, 1929 Dünya Krizi’nden etkilenmiş ve hammadde kaynağı arayışındaki militarist Japon yönetimi için bir fırsat teşkil etti. 1931’de Japon ordusu Mançurya’yı işgal etmeye başladı, 1932’de kâğıt üzerinde bağımsız bir Mançu devleti kurularak tahta son Çin imparatoru Puyi geçirildi.[27]

Güneyde ise Çin İç Savaşı devam ediyordu. Ekim 1934’te Guomindang birlikleri Çin Kızıl Ordusu’nu yenilgiye uğratmayı başardı. ÇKP yönetimi, kurdukları yerel Sovyet yönetiminin yıkılması üzerine bölgeyi terk etmeye karar verdiler; bu, Uzun Yürüyüş adı verilecek harekatın başlamasına sebep oldu. Kızıl Ordu, doğudaki Jiangxi’den Çin içlerindeki Guizhou’ya doğru çekilirken Guomindang birliklerinin baskınlarıyla sürekli kan kaybetti ve bu başarısızlık, 15-17 Ocak 1935’te düzenlenen Zunyi Konferansı’nda ÇKP yönetiminin değişmesine, uzun süredir yönetime sert eleştirilerde bulunan Mao Zedong’un da kesin olarak ÇKP lideri olmasını sağladı.[28] Mao Zedong liderliğinde Uzun Yürüyüş’ü tamamlamayı başaran Kızıl Ordu’nun, ilk baştaki yüz binlik mevcudu sekiz bine kadar inmişti.[29]

Uzun Yürüyüş, ÇKP’ye çok kan kaybettirse de yaşanan deneyim partinin geride kalan üyelerinin birbirlerine kenetlenmelerini sağlamıştır. Luding Köprüsü Savaşı, Chishui Nehri’nin dört kez geçilmesi gibi olaylar daha sonra, özellikle Kültür Devrimi yıllarında destanlaştırılacaktı.[30] Kızıl Ordu Shaanxi’deki Yan’an’a vardığında artık etkili bir muharebe gücü olduğunu kanıtlamıştı.

Çan Kayşek’in tüm askeri kuvveti, Mançurya’daki Japon işgalcilere karşı değil Komünistlere karşı kullanması, üstelik ÇKP’nin açık başarısına rağmen iç savaşı sürdürmeye çalışması kendi generalleri arasında bile tepkiye yol açıyordu. Guomindang ordusunun iki komutanı Zhang Xuelinag ve Yang Hucheng, Çan Kayşek’i 12 Aralık 1936 günü Xi’an’de esir alarak onu Komünistlerle barış yapmaya zorladılar. Durumu kabul etmek zorunda kalan Çan, 24 Aralık’ta Huangbu Akademisi’ndeki günlerden beri yüz yüze görüşmediği Zhou Enlai ile buluştu. Varılan uzlaşıya göre Kızıl Ordu, Japonlara karşı mücadelede Çan’ın ordusuna katılacaktı.

İç çatışmanın böylece son bulması, militarist Japonya yönetimini Çin’in işgalini hızlandırmaya sürükledi. 7 Temmuz 1937’de Pekin yakınlarındaki Marco Polo Köprüsü’nde Japon askerlerine ateş açıldığı iddiası, Japon saldırısı için bahane oldu ve işgal başladı.[31] Ağustos 1937’de Şangay’ın ele geçirilmesini, Aralık 1937’de başkent Nanjing’in işgali izledi. Japon ordusu askerlerinin Nanjing’de 13 Aralık 1937’den Ocak 1938 sonuna kadar 300.000 kişiyi öldürmeleri bugün bile Çin-Japon diplomatik ilişkilerinde gerginliklere sebep olmaktadır.[32] Katliamın üzerinden seksen yıldan uzun süre geçmesine rağmen sanki dün olmuş gibi iki ülke arasındaki ilişkilerde en büyük bir yara olarak varlığını sürdürüyor.[33]

Çin’in yeraltı zenginlikleri bakımından en zengin bölgesi olan Dongbei’in (Mançurya) Japon işgali altında olması, Japonya’nın büyük bir sanayi gücü olması ve Çin’in bu dönemde görece geri kalmışlığı gibi nedenlerle, Çin tarihçiliğinde ‘Direniş Savaşı抗战’ adı verilen bu mücadele çok uzun sürdü ve ancak Japonya’nın II.Dünya Savaşı’nda Müttefiklerce yenilmesiyle son buldu. Elbette Çin ordusunun, halkının ve ‘Sekizinci Ordu八路军’ adıyla orduya katılmış olan Çin Kızıl Ordusu’nun payını hafife almamak gerekir. Çin Direniş Savaşı boyunca atmış milyon Çinlinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.[34]

Savaşın sona ermesiyle Çan Kayşek, Mao Zedong’u savaş sonrası Çin’in geleceğini belirlemek üzere Chongqing’e davet etti. 43 gün süren görüşmelerde Guomindang ve ÇKP şeklinde iki partili bir rejim belirlendi ve alınan kararlar aynı zamanda Wuchang İsyanı’nın yıldönümü olan 10 Ekim’de imzalanan ortak bir deklarasyonla ilan edildi.[35]

Ancak Çin, ABD benzeri çift-partili bir rejimi sürdüremeyecekti. Çan Kayşek ABD kadar Sovyetler Birliği tarafından da destekleniyor ve egemenliğini ÇKP ile paylaşmak istemiyordu. Bu nedenle Kızıl Ordu’nun elindeki ‘kurtarılmış bölge’lere yönelik baskın tarzında saldırı başlattı. Ne var ki, Guomindang tarafından kazanılacağı tahmin edilen bu iç savaş dört yıl sonra Kızıl Ordu’nun ve Çin Komünist Partisi’nin kesin zaferiyle sonuçlandı. Çan Kayşek savaş sonunda kendisini destekleyen toprak ağalarıyla birlikte Formoza (Tayvan) adasına kaçarken Mao Zedong Pekin’de Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmeye hazırlanıyordu.

3.Çin Halk Cumhuriyeti Dönemi

3.1.Mao Zedong Dönemi: Devrim ve Dönüşüm

21-30 Eylül 1949 tarihleri arasında Pekin’de, Çin’in her bölgesinden 662 temsilci I.Siyasi Danışma Kongresi’nde toplanarak savaş sonrası devletin yönetim şeklini, başkentini, bayrağını ve milli marşını belirledi.[36] Bu kurucu mecliste alınan kararlara göre ülkenin adı ‘Çin Halk Cumhuriyeti中华人民共和国’, başkenti Pekin olacak, ÇKP’yi temsil eden tek büyük yıldızın yanında sıralanmış, sırasıyla işçi, köylü, milli burjuvazi ve aydın sınıflarını temsil eden yıldızların olduğu kırmızı bayrak kabul edilecek ve Gönüllüler Marşı义勇军进行曲 milli marş olacaktı. Mao Zedong 1 Ekim 1949 sabahı Tiananmen Meydanı’nda halka hitap ederek Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etti. Çin tarihçiliğinde bu olayla birlikte Afyon Savaşı ile başlayan ‘Aşağılanma Asrı’nın (百年国耻) son bulduğu kabul edilir.[37]

Şekil 4: Mao Zedong, Tiananmen’de Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ediyor, 1 Ekim 1949. Tiananmen ilerleyen yıllarda da kutlamaların, geçit resimlerinin ve büyük kitle gösterilerinin gerçekleştiği yer olmuştur. Kaynak: https://baike.baidu.com/pic/%E5%9B%BD%E5%BA%86%E8%8A%82/291112/1/8ad4b31c8701a18b3c766b6d932f07082838fe77?fr=lemma&ct=single#aid=1&pic=8ad4b31c8701a18b3c766b6d932f07082838fe77

Ancak ülke, 1911 yılından beri aralıksız iç çatışma, savaş ve işgal sonucu çok yıpranmış durumdaydı. 1949 yılı itibariyle Çin, dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi.[38] Ayrıca yenilmiş olmasına rağmen Çan Kayşek’in ABD desteğiyle Tayvan adasından anakaraya saldırma ihtimali bulunuyordu ve nihayet Çin Halk Cumhuriyeti kurulur kurulmaz kendini, Mao Zedong’un 28 yaşındaki oğlu Mao Anying’in de aralarında olduğu 150.000 Çinlinin yaşamını yitirdiği Kore Savaşı’nın içinde bulmuştu.

Bu durumdaki ülke ilk olarak Sovyet teknik desteği ve beş yıllık kalkınma planı ile ayağa kaldırıldı. Mao’nun Moskova’ya giderek Stalin’le görüşmesi sonrasında SSCB Çin’e yıllık %1 faizle 300 milyon dolarlık kredi verdi; çok sayıda Sovyet mühendisi Çin’deki projelerde çalışmak üzere Çin’e, çok sayıda Çinli öğrenci de Sovyet üniversitelerinde eğitim görmek üzere SSCB’ye gönderildi. Eşzamanlı olarak kadınla erkeği eşit olarak kabul eden bir medeni kanun hazırlandı; toprak reformu düzenlenerek binlerce yıldır var olan toprak ağalığı tasfiye edildi. Toprakların köylüye dağıtılması sonunda sulanan arazi miktarında %300 artış sağlandı.

1952-1956 arasındaki I.Beş Yıllık Kalkınma Planı ile ilk kamyon fabrikası (Changchun’da), ilk uçak fabrikası, Yangtze’nin üzerinde ilk köprü (Wuhan’da) inşa edildi; Tibet ve Sincan Uygur Özer bölgelerine ilk karayolları yapıldı.[39] Çelik üretimi 1,35 milyar tondan 5,35 milyar tona, pik demir üretimi 1,93 milyon tondan 5,94 milyon tona, kömür çıkarımı 66 milyon tondan 130 milyon tona çıkarıldı.[40]

I.Beş Yıllık Plan sonucu elde edilen bu başarı, ÇKP yönetiminin hedefini yükseltmesine sebep oldu. Halk Komünleri kuruldu. ‘İleriye Doğru Büyük Atılım大跃进’ adı verilen II.Beş Yıllık Plan’da ulaşılması güç hedeflerin belirlenmesi, çelik üretiminde on beş yıl içinde gelişmiş kapitalist ülkeleri geçmek için köylülerin seferber edilmesi gibi çabaların sonucunda pek çok tarım alanının boş kalması, 1958-1960 yıllarındaki sel ve kuraklık gibi iklim felaketleriyle birleşince, tarım Çin tarihindeki en büyük kıtlıklardan birinin yaşanmasına sebep oldu. Kıtlık sırasında milyonlarca insan yaşamını yitirdi. Bugün resmi Çin tarihlerinde de Büyük Atılım’ın ve Halk Komünleri kurulmasının bir hata olduğu değerlendirmesi yapılmaktadır.[41]

Yaşanan felakete rağmen Büyük Atılım döneminde bazı önemli ilerlemeler de kaydedildi. Bunlardan biri, 1959’da Daqing’de petrol rezervleri bulunması ve petrol üretimine başlanmasıydı. Diğer başarılar arasında 1956’dan itibaren ilk Çin otomobili olan ‘Kızıl Bayrak’ın üretimine başlanması, 1960’tan itibaren uzay araştırmalarının başlaması sayılabilir.[42] Çin, ilk nükleer denemesini de Büyük Atılım’dan hemen sonra, 1964’te gerçekleştirmiştir. Ancak bu başarılar, Büyük Atılım kampanyasının sebep olduğu zararların yanında küçük kalmaktadır.

Büyük Atılım’ın bariz başarısızlığı karşısında parti bir süre, liberal bir politikaya yöneldi ve pek çok işletme özerk olarak çalıştırılmaya başlandı.[43] Bu tutum ekonomide ferahlamaya yol açsa da, Mao’yu endişelendiriyordu. Mao’ya göre Sovyetler Birliği 1956 Kongresi sonrasında sosyalizmden ödün vermiş, revizyonizme kaymıştı ve şimdi ÇKP bu yola giriyordu. Çin, sosyalizmden kapitalizme kayabilir, bu da devrimin boşuna yapılmış olduğu anlamına gelirdi.[44] Mao’ya göre partinin sosyalizmden ayrılmasını önlemenin yolu, Çin halkını tabandan tavana seferber etmekti.[45]

Bu düşüncelerle 1963’ten itibaren çeşitli hazırlıklar yapan Mao, 16 Mayıs 1966’da ‘Karargâhı Bombalayın’ talimatıyla gençleri otoriteye başkaldırarak devrime sahip çıkmaya çağırdı. 1966’nın Ağustos ve Ekim ayları arasında yaklaşık 12 milyon genç, Kızıl Muhafız üniforması giyerek Mao’yu görmek üzere Tiananmen Meydanı’na geldi.[46] Kültür Devrimi kapsamında, daha sonra şüpheli bir uçak kazasında yaşamını yitirecek olan Lin Biao’nun ‘Dört Eskiyi (Eski kültür, eski düşünceler, eski gelenekler, eski adetler) Yıkalım’ kampanyasını başlatmasıyla Kızıl Muhafızlar Çin’in dört bir yanında tapınaklara saldırmaya ve tarihi eserlere zarar vermeye başladılar. O kadar ki Pekin’deki Yasak Şehir ve Gökyüzü Tapınağı gibi Çin uygarlığının sembolü olan mimari eserler bile Zhou Enlai’ın gayretleri sonucu güçlükle korunabildi.[47] Diğer yandan hemen her kurumda amirlere, öğretmenlere karşı saygısızlık yapılıyordu. Bu kargaşa ancak ordunun göreve çağrılması ve yaklaşık 17 milyon gencin ‘Köylere İnme上山下乡运动’ kampanyasıyla kırsal bölgelere gönderilmesiyle son bulabilmiştir.

1966-1976 arasındaki on yıllık Kültür Devrimi’nin, gerek Çin’in binlerce yıllık kültür varlığına gerekse Çin ekonomisine büyük zarar verdiği genel kabul görmektedir.[48] Bununla birlikte bazı alanlarda önemli ilerlemeler sağlandı. Çin, uzaya ‘Doğu Kızıldır东方红’ adını taşıyan ilk uydusunu uzaya bu dönemde gönderdi. Çin-Sovyet anlaşmazlığından yararlanmak isteyen Nixon yönetiminin gayretleri sonucunda Çin-Amerikan ilişkileri düzeldi ve Çin Halk Cumhuriyeti, Ekim 1971’de Birleşmiş Milletler’e kabul edildiği gibi 1945’ten beri bu konumda bulunan Çin Cumhuriyeti’nin (Tayvan) yerine Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu’na daimî üye olarak kabul edildi.[49]

Aynı yıllarda, Çin’in günümüze kadar sürdürdüğü Afrika ülkeleri ile ilişkilerin temelleri atılmıştır. İlişkilerin temelini, Mao’nun 22 Şubat 1974’te Zambiya devlet başkanıyla görüşmesinde ifade ettiği ‘Üç Dünya Teorisi三个世界理论’ ile savunduğu görüşler oluşturuyordu. Teoriye göre ABD emperyalist, SSCB sosyal emperyalist güçler olarak birinci dünyayı, kapitalist Batı Avrupa ülkeleri, Kanada ve Japonya gibi ülkeler ikinci dünyayı, Çin, Güney Asya, Afrika ve Latin Amerika gibi gelişmekte olan eski sömürge ve yarı-sömürge bölgeler de üçüncü dünyayı oluşturuyorlardı.[50] Dolayısıyla Çin Halk Cumhuriyeti, Kültür Devrimi yıllarından başlayarak üçüncü dünya ülkeleriyle işbirliğini arttırmaya yönelmiştir. Bu temellerin üzerinde, Deng Xiaoping döneminde ekonomik ilişkiler inşa edilecekti.

3.2.Deng Xiaoping Dönemi ve Sonrası: Reform, Dışa Açılma ve Çin’in ‘Barışçı Yükseliş’i

Mao Zedong’un 1976’daki ölümünün ardından, doktrini bir süre daha sürdürüldü. Ancak Deng Xiaoping’in ÇKP Genel Sekreteri olmasının ardından köklü bir değişim yaşandı. 1978’de, 11.Kongre’nin üçüncü oturumunda Deng, pazar ekonomisinin yalnızca kapitalist toplumda var olabileceğine karşı çıkarak, sosyalist planlı ekonomiyi pazar ekonomisiyle birleştirme çağrısında bulundu ve ardından ‘piyasa sosyalizmi’ adı verilecek ekonomik model resmen kabul edildi.[51] Çin böylece klasik Marksizmden ve Sovyetler Birliği modeli sosyalizmden ayrılıyor, özel mülkiyete izin veriliyor, kapitalist üretim ilişkilerinden yararlanılarak sosyalizmin inşasına yöneliyordu. Bu yeni, karma ekonomik modele ‘Çin tipi sosyalizm中国特色社会主义’, Deng’in Marksizme getirdiği yeni yoruma da ‘Deng Xiaoping Teorisi邓小平理论’ adı verilecekti.[52]

Şekil 5: Çin’i dünyaya açan lider: Deng Xiaoping. Kaynak: https://baike.baidu.com/pic/%E9%82%93%E5%B0%8F%E5%B9%B3/116181/1/1b4c510fd9f9d72ae2829b03db2a2834359bbbce?fr=lemma&ct=single#aid=1&pic=1b4c510fd9f9d72ae2829b03db2a2834359bbbce

Özel mülkiyetin ve girişimciliğin önünü açan bu yeni yaklaşım, dünya sosyalist çevrelerinde eleştirilere sebep olsa da, ÇKP yetkilileri bu eleştirileri Çin ekonomisinin temelinin her zaman kamu mülkiyeti olduğu şeklinde yanıtlamışlardır.[53] Bu yaklaşıma göre plan ve koordinasyon, pazar ekonomisinin yürütülmesi, kamu hizmetleri gibi konularda devlet tek söz sahibi olduğu için ‘sistem’in klasik anlamda kapitalistleşmesi söz konusu değildi, yapılan, ‘kapitalizmden öğrenme’ idi.[54]

Çin kırsalında köylülerin kendi topraklarına sahip olmalarına ve küçük işletmeler kurmalarına izin verilmesi, halk komünü sisteminin kaldırılması gibi adımlarla başlayan reform, Çin’de yatırım yapmak isteyecek yabancı sermayeye kapıların açılması ve önceden belirlenen pilot bölgelerde serbest ticaretin teşvik edilmesiyle sürdürüldü. Guangzhou yakınlarında kurulan ve kısa süre içinde Çin’in önde gelen sanayi ve ticaret metropollerinden birine dönüşecek Shenzhen, bu pilot bölgelerin ilkiydi.[55]

Reformlar kısa sürede Çin’in çehresini değiştirmeye başladı. Öncelikle o güne kadar devlet eliyle kurulmuş olan ağır sanayinin yanısıra, Guangzhou, Şangay, Tianjin, Fujian gibi liman şehirlerinin etrafında devletin önceden planladığı alanlarda sanayi bölgeleri oluşmaya başladı. Önceleri bu bölgelerde işçilerin kazancı dünya ortalamasının çok altındaydı.[56] Yine de henüz yirmi yıl önce büyük bir kıtlığın yaşandığı iç bölge kırsalından daha yüksekti ve kademeli olarak artıyordu. Sanayi kazancının artması, milyonlarca Çin köylüsünü büyük şehirlere çekti; tarihi boyunca köylü olmuş bir ülke büyük bir hızla şehirleşti. Kentlerde yaşayan Çin vatandaşlarının oranı 1978’de %17,92’den, 2011’de %51,27’ye çıktı.[57] Çin insanının köyden kente göçü, tarihteki en hızlı ve en büyük kitle hareketi olarak değerlendirilmektedir.

1979’da başlayan ve günümüze kadar devam eden ‘改革开放Reform ve Dışa Açılma’ döneminde, Çin ekonomisi her yıl yaklaşık yüzde 9,2 oranında büyüdü.[58] Büyüme, Çin’in önemli bir siyasi güç olarak dünya sahnesine yeniden çıkmasını sağladı. 1997’de Hong Kong’un; 1999’da Makao’nun ‘Tek Ülke – İki Sistem一国两制’ ilkesiyle Çin’e iade edilmeleri, Çin’in 2001 yılında Dünya Ticaret Örgütü’ne katılması, ertesi yıl Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması, 2003’te Çin uzay çalışmaları kapsamında ilk taykonotun (Yang Liwei) uzaya gönderilmesi dönemin en önemli olayları olarak değerlendirilebilir.[59]

Ancak Çin’in dışarıya açılması, Mao’nun da önceden tahmin ettiği gibi parti içinde yozlaşmaya, yolsuzlukların artmasına, ‘birileri önce zenginleşsin’ politikası da toplumsal eşitsizliğin gözle görülür hale gelmesine yol açtı. Ayrıca Çin ekonomik açıdan liberalizme yaklaştıkça bunu siyasi reformun da izleyeceği düşünülüyordu. Bu beklentiler özellikle Gorbaçov’un SSCB’de Perestroyka adı altında siyasi dönüşüm başlatmasıyla artmıştı.

Reform beklentisi ve yolsuzluklara duyulan tepki, 1989’da Tiananmen Meydanı’nda büyük protestoların yaşanmasına sebep oldu. Özellikle Mihail Gorbaçov’un Pekin ziyareti sırasında yoğunlaşan gösteriler, Gorbaçov’un ülkesine dönmesiyle birlikte son derece sert yöntemlerle bastırıldı. Özellikle olaylar sırasında çekilen ‘Tankların karşısına çıkan adam’ fotoğrafı sembolleşmiştir. Bu bastırma şekli, uzun süredir Çin’in ekonomik reformla birlikte siyasi reformlara da başlayacağı beklentisi içindeki Batı ülkelerinde şok etkisi yaparken, aynı yılın kasım ayında Berlin Duvarı’nın çökmesi, ardından Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecine girmesi dikkatleri Çin’in üzerinden çekti.

Parti iktidarının son bulması tehlikesine karşı Tiananmen’de sert bir tutum almak ihtiyacı hisseden Deng Xiaoping, 1989 sonrasında geriye çekildi. SSCB’nin dağılması, demografik yapısı Rusya’dan çok farklı olsa da Çin’i endişelendirdi. Ancak Tiananmen olayından da gerekli dersler çıkarıldı ve Çin toplumu bu tarihten itibaren tüketime yönlendirilmeye başlandı. Çin’in ucuz işgücünden yararlanmak isteyen Batılı iş çevreleri içinse, Çin’in yönetim şekli ve iç sorunları çok az önem taşıyordu ve yatırımlar artarak sürdü.[60]

Böylece Reform ve Dışa Açılma politikası, Deng Xiaoping’den sonra göreve gelen Jiang Zemin ve Hu Jintao dönemlerinde de sürdürüldü. Hu Jintao döneminde Çin’in tarihi boyunca diğer coğrafyaları sömürgeleştirmediği tezi vurgulandı ve bunun üzerinden, ülkenin ekonomik kalkınmasıyla birlikte dünya siyaset sahnesinde büyük güç olarak yerini almasının, tarihte daha önce süpergüç seviyesine yükselmiş pek çok ülkeden farklı olarak barışçı sonuçlar doğuracağı savunuldu. Çin devletine bağlı kurumların yayınlarıyla da desteklenen bu görüşe ilk kez 2003’teki Boao Forumu’nda ‘Çin’in Barışçı Kalkınması 中国和平发展’ adı verildi.[61]

Ancak bu, kanaatimizce 1945 sonrası dünya sistemini tasarlamış olan büyük güçleri ürkütmeden gelişmek anlamını taşıyan ‘barışçı kalkınma’ sonsuza kadar sürdürülemezdi. Martin Jacques’a göre Deng Xiaoping’in ‘yeteneklerimizi saklayalım ve zamanımızı bekleyelim, düşük profil gösterelim ve liderlik iddiasında bulunmayalım’ şeklinde özetlenebilecek ‘韬光养晦 Taoguang Yanghui’ adı verilen dış politika ilkesi yoksul, zayıf, kalkınmak için Batı ile işbirliğine, özellikle Batı sermaye ve teknolojisine muhtaç durumdaki bir ülke için tasarlanmıştı ve Çin ekonomik gücünü arttırdıkça bu dış politika Çin’in gerçekleriyle uyumunu yitiriyordu.[62]

Kanaatimizce bu durumu XIX. yüzyılın ikinci yarısındaki Almanya ile karşılaştırmak mümkündür. İkinci Sanayi Devrimi, diğer deyişle çeliğin bol miktarda ve ucuza üretilip kullanılmaya başlanması ile gerçekleşen Çelik Devrimi’ne öncülük eden Almanya, büyük bir üretim merkezi olarak İngiltere’yi yakalamıştı. Gelişen Alman ekonomisinin yeni hammadde kaynaklarına ve yeni pazarlara ihtiyaç duyması, Bismarck dönemindeki, paylaşım mücadelesine karışmamayı öngören, Rusya ve Avusturya ile kurulacak aks ile Fransa’yı yalnızlaştırmaya dayanan akılcı fakat nispeten pasif dış politikanın terk edilmesi sonucunu doğurmuştu. Pek çok tarihçinin I.Dünya Savaşı’nın sorumluluğunu sırtına yüklediği Kayzer II.Wilhelm’in ve onun zaman zaman ‘barışçıl sızma’ şeklinde ifade edilen yayılmacı ‘Weltpolitik - dünya politikası’nın ortaya çıkması kanaatimizce kaçınılmazdı.

Bu açıdan bakıldığında, Çin’de de ülkenin artan ekonomik gücünü, ülkenin uluslararası sistemdeki hareket alanını büyütmek için kullanmayı düşünen bir iradenin çıkmış olması tesadüfi görülmemelidir. 2002’de Çin ekonomisi dünya GSMH’sinin %4’ünü oluştururken, 2020’de bu oran %16’ya çıkmıştır.[63] Ancak aynı Çin, uluslararası kurum ve kuruluşlarda bu büyüklüğün karşılığı oranında temsil edilmiyordu. Çin, ya IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlarda payını arttırmaya çalışacak ya da 1945 sonrası düzene alternatif bir ekonomik sistem kurmaya yönelecekti. Çin yönetimi öncelikle bu tercihlerden ilkini gerçekleştirmeyi denemiş ve 2009’da Pittsburgh’da düzenlenen G-20 Zirvesi’nde Dünya Bankası ile IMF’deki oy sayıları ve yönetim mekanizmalarının işleyişinde değişiklik isteğini açıklamıştır.[64] Çin’in büyümesinin devam etmesi ve ABD’nin -tahmin edilebileceği gibi- dünya ekonomik sisteminde ciddi bir revizyona yanaşmaması ikinci tercihi gerçekleştirmeye yöneltmiş, bunun da mimarı 2013’te devlet başkanlığına gelen Xi Jinping olmuştur.

3.3.Xi Jinping Dönemi: Yeni Küresel Süpergücün Geleceği

Xi Jinping, Çin Devrimi’nin Uzun Yürüyüş ve Direniş Savaşı gibi önemli süreçlerinde önemli görevlerde bulunmuş, daha sonra Kültür Devrimi sırasında pek çok yoldaşı gibi tasfiye edilmiş bir ÇKP üyesi olan Xi Zhongcun’un oğlu olarak ‘sistemin içinden biri’dir. Xi Jinping işe Çin’in hızlı büyümesinin kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkan israfın, parti kadrolarına yayılmaya başlayan yolsuzluğun ve yozlaşmanın üzerine gitmekle başladı. Xi, SSCB’nin yaşadığı deneyimden gerekli dersin çıkarılıp partinin ve partiyle halk arasındaki bağların güçlendirilmesini savunuyordu.[65] Yine devletin güçlendirilmesi düşüncesinden hareketle, yönetime gelmesinden itibaren devletin büyük şirketler üzerindeki denetimini de aşamalı olarak arttırdı.

Çin Halk Kurtuluş Ordusu’nun modernizasyonu ve Çin donanmasının güçlendirilmesi de Xi döneminin önemli projeleri arasında yer alıyor. Ukrayna’dan satın alınan Varyag uçak gemisi Dalian Tersaneleri’nde modernize edilip 2012’de Liaoning adıyla suya indirildi. Liaoning modeline göre yapılan ikinci uçak gemisi Shandong 17 Aralık 2019’da, Fujian 17 Haziran 2022’de hizmete girdi. Bu satırların yazıldığı sırada dördüncü bir uçak gemisinin daha inşası Jiangnan Tersaneleri’nde devam etmekte olup, Çin donanmasındaki gemi sayısı, küresel egemenliğini bir ölçüde de donanma filolarının dünya okyanuslarındaki varlığına borçlu olan ABD’yi endişelendiren bir şekilde, süratle artmaktadır.

Çin’in donanmasını büyütme çabaları da Kayzer Almanyası’nın 1897 sonrasında donanma kurmasına benzetilmiştir. İngiltere ve Almanya arasındaki bu donanma yarışının I.Dünya Savaşı’na sebep olan temel olgulardan olduğu, çok tartışılan bir tezdir. Çin donanmasının tonaj olarak büyümesi ve modernleşmesi, tıpkı yüz on yıl önce Kuzey Denizi’ndeki İngiliz-Alman çatışması gibi Asya-Pasifik bölgesinde Çin’in ABD ile karşı karşıya gelmesine sebep olabilir. Özellikle Tayvan sorunu ve Güney Çin Denizi’ndeki egemenlik mücadelesi, iki ülke arasındaki fay hattını oluşturuyor.

Ancak ABD açısından tek tehdit, Çin donanmasının güçlenmesi değildir. Harvard Üniversitesi’nden Graham Allison, dünya sisteminde daima bir baskın güç bulunduğunu, küresel hegemonyanın bir baskın güçten diğerine geçtiği durumlarda çoğunlukla savaşların yaşandığını öne sürerek buna (Antikçağda Atina-Sparta güç mücadelesi ve savaşları üzerine ünlü ‘Peloponez Savaşları’ kitabını yazan Yunan tarihçinin adından ilhamla) ‘Thucydides Tuzağı’ adını vermiş, Çin ekonomisinin ABD’yi geride bırakmasının sonuçları açısından barışçı bir süreç içinde gerçekleşmeyebileceği şeklinde kaygısını dile getirmiştir.[66] Daha önce de John Mearsheimer, ‘Çin’in iddia ettiğinin aksine barışçıl yükselme imkanının olmadığı, güç kazandıkça agresif bir yayılmaya gireceği, bunun da çatışmalara sebep olacağı’ tahmininde bulunmuştu.[67] Benzer bir şekilde Robert Kagan da Foreign Policy’de yazdığı bir makalede, Rusya-Çin işbirliğindeki revizyonist dünyanın güç kazanarak ABD’ye meydan okumasının, geçen yüzyıldakine benzer kanlı savaşlara ve uluslararası anarşi ortamına sebep olabileceğini vurgulamıştır.[68]

Görüldüğü gibi ABD karar alıcılarını endişelendiren, Çin’in Deng Xiaoping çizgisinden, Batı ile uyumlu, sessiz büyüme stratejisinden çıkıp küreselleşmiş sistemin olanaklarından yararlanarak ekonomik nüfuzunu dünyanın dört bir yanına yaymaya başlayacağına dair düşünce olmuştur. Ancak aynı zamanda ABD’nin Çin’in güçlenmesinden çekinerek attığı adımlar, Çin yönetiminin çevrelenme endişesini arttırarak küresel çapta daha aktif hareket etme zorunluluğu hissetmesine de sebep olmuştur. Burada önemli bir dönüm noktasının, Obama yönetiminin 2011’de ilan ettiği ‘Pivot Asia’ politikası olduğu söylenebilir. ABD Dışişleri bakanı Hillary Clinton’ın Foreign Policy dergisinde yazdığı ‘America’s Pacific Century’ başlıklı makale, ABD’nin ağırlık merkezini Ortadoğu’dan Pasifik’e kaydıracağının ilanı oldu.[69] Bu, açıkça Çin’in güçlenmesine karşı alınmış bir karardı ve Çin’de de Amerika’nın ‘Çin’i Çevreleme Politikası’nın hızlandırılması olarak okunarak endişeyle karşılandı. Aynı dönemde Arap Baharı olayları ve Libya’da Batılı ülkelerin doğrudan müdahalesiyle devlet başkanı Kaddafi’nin devrilip öldürülmesi gibi olaylar da Batılıların rejim değiştirme çabalarıyla ilgili tehdit algısını canlandırdı.[70] Yıkılan Libya rejimi aynı zamanda Çin’in önemli bir enerji tedarikçisiydi.

Pekin Üniversitesi profesörlerinden Wang Jisi, ABD’nin Pasifik’teki ve Hint Okyanusu çevresindeki müttefikleri ile icra ettiği ‘Çin’i Çevreleme Politikası’na karşı İç Asya ticaret yolunu açmayı öneren, Kuşak-Yol fikrinin öncüsü olarak görülebilecek ‘Batıya Yürüyüş’ adlı makalesini işte bu dönemde yazdı.[71] Bu önermeye göre Çin, Avrupa ve Afrika kıtalarına yalnızca, ABD tarafından engellenmesi fazlasıyla kolay olan deniz yollarıyla değil, ABD etkisinden uzak bir İç Asya coğrafyasından geçebilecek kara yollarıyla da ulaşabilmeliydi.

Bu makalenin yayınlanmasından kısa süre sonra Xi Jinping’in 7 Eylül 2013’te Astana’daki Nazarbayev Üniversitesi’nde uluslararası işbirliğiyle tarihi ipek yolunu canlandırma çağrısında bulunması tesadüf olarak görülmemelidir. Çin devlet başkanının çağrısı, ‘一带一路Kuşak ve Yol Girişimi’ adı verilen trilyonlarca dolarlık bir mega proje ile sonuçlandı. Buradaki ‘带Kuşak’, Orta Asya, Rusya, İran ve Türkiye’den geçerek Avrupa’ya ulaşacak kuşağı, ‘路Yol’ ise Güney Asya’dan geçecek deniz ipek yolunu ifade ediyordu.[72] Tarihçi Margareth Macmillan’ın çağımızın Kayzer’i olarak gördüğü Xi Jinping’in ‘Kuşak-Yol’ girişimi 2013 sonrasında Çin sermayesinin dünyaya hızla yayılmasına olanak tanıdı. Çinli firmalar, ülkelerinin dünya iktisadi sisteminin bir parçası haline gelmesinden yararlanarak Orta Asya, Güneydoğu Asya, Afrika, Latin Amerika, Kafkasya hatta Batı Avrupa gibi projenin doğrudan parçası olmayan bölgelerde bile büyük yatırımlara giriştiler.

Üzerine yapılan araştırma, yazılan makale ve kitap sayısının dünya çapında hızla büyüdüğü Kuşak-Yol Girişimi esas olarak demiryolu, kara yolu, petrol ve doğal gaz boru hatları gibi ulaştırma inşaatlarına dayanan, Çin’in öncü olmakla birlikte bu hatların topraklarından geçeceği ülkelerin de katılacağı kolektif bir girişim olarak tanımlanıyor. Amaç, tüm kıta boyunca mal akışının mümkün olduğunca az engelle karşılaşarak hızla gerçekleşmesi olarak açıklanıyor. Sözgelimi, Kuşak-Yol kapsamındaki ve Türkiye’den geçecek olan Orta Koridor hattının tamamen aktif hale gelmesiyle Türkiye ve Çin arasındaki ulaşım-transfer süresinin 30 günden 10 güne ineceği tahmin ediliyor.[73] ‘Çin-Orta Asya-Batı Asya Ekonomik Koridoru’ olarak geçen ‘Orta Koridor’ dışında Kuşak-Yol kapsamında, Rusya üzerinden geçen ‘Yeni Avrasya Kara Köprüsü’, ‘Çin-Moğolistan-Rusya Ekonomik Koridoru’, Çin’i Güneydoğu Asya’ya bağlayan ‘Çin-Hindiçin Yarımadası Ekonomik Koridoru’, Çin’i Gwadar limanı aracılığıyla Basra Körfezi’nin ağzındaki Umman Denizi’ne bağlayan ‘Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’, ‘Çin-Bangladeş-Hindistan Ekonomik Koridoru’ gibi hatlar bulunuyor.[74]

Şekil 6: Kuşak-Yol Girişimi’nin ekonomik koridorları. Kaynak: https://www.researchgate.net/figure/Economic-corridors-of-one-belt-one-road_fig2_324563885

Elbette ürün akışını Asya kıtası üzerinden sağlama düşüncesinin çeşitli sebepleri vardır. Bunlardan biri, Çin’in iç bölgelerini kalkındırma düşüncesidir. Deng Xiaoping dönemindeki dışa açılma sonrasında Çin’in Pasifik kıyısındaki liman şehirleri çok kalkınmış, iç bölgelerin kalkınması ise daha yavaş ilerlemişti. ÇKP kalkınmayı ülkeye yaymak için tüm ülkede demiryolları inşa edip otomotiv ve petro-kimya gibi sektörlerdeki üretimin önemli bir kısmını Xi’an-Chengdu-Chongqing üçgeni gibi iç bölgelerdeki yeni kalkınma alanlarına kaydırmıştı. Ancak mamullerin Avrupa’ya, daha yakın olan kara yolu aracıyla ulaştırılmasının Gansu, Ningxia ve Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi gibi bölgeleri de kalkındıracağı öngörülüyor.

Wang Jisi’nin makalesinde de görüldüğü gibi İç Asya kara yolunun açılması, diğer deyişle Kuşak-Yol kapsamında Avrasya kara köprülerinin inşasının temel sebebi, ABD ile Çin arasında olası bir gerilim durumunda Pasifik ve Hint Okyanusu trafiğinin Amerikan donanması tarafından engellenmesi ihtimaline karşı da bir önlem almaktır. Böylece Çin’le Avrupa, hatta Afrika arasındaki ticaret deniz yollarının kesildiği olası bir durumda bile sürdürülebilecektir.[75] Özellikle Hürmüz Boğazı’nın ağzına açılan ve Çin sermayesiyle inşa edilen Pakistan’ın Gwadar limanı, Malakka Boğazı’nda yaşanacak olası bir kapanma durumunda Çin mamullerinin Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru üzerinden taşınarak Doğu-Batı ticaretinin devamını sağlayacak karlı ve güvenli bir liman olarak öne çıkmaktadır.[76] Liman aynı zamanda, Hint Okyanusu’ndaki Çin yayılmacılığını tasvir etmek amacıyla ‘Çin’in İnci Taneleri’ adı verilen, 2017’de faaliyete geçen Cibuti’deki askeri üssün, Sri Lanka ve Bangladeş’teki limanların da bulunduğu, Hint Okyanusu’ndaki bir dizi liman ve üs arasında en önemlisi olarak görülmektedir.

Çin, Kuşak-Yol’u ‘Çin’in Marshall Planı’ olarak değerlendiren Batılı analizcilere bunun bir Çin projesi değil, Çin’in öncü olduğu kolektif bir girişim olduğunu savunmaktadır. Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında inşa edilecek demiryolları, otoyollar, petrol ve doğalgaz boru hatları gibi altyapı yatırımlarının finanse edilmesi için 16 Ocak 2016’da 57 ülkenin katılımıyla Asya Altyapı Yatırım Bankası kuruldu.[77] Ardından 2017 mayısında Pekin’de yapılan Uluslararası İşbirliği Forumu’na 130 ülkeden 29 devlet başkanı ve 1500 temsilci katıldı.[78]

Şekil 7: 14-15 Mayıs 2017 tarihleri arasında Pekin’de düzenlenen ‘Kuşak ve Yol Forumu’. Kaynak: http://turkish.cri.cn/1781/2017/05/15/1s182982.htm

Bugün pek çok analizci Asya Altyapı Yatırım Bankası’nı, Çin’in Dünya Bankası olarak görmektedir.[79] Çin, banka sermayesinin %32’sine ve oy hakkının da %30’una sahiptir.[80] Çin, Dünya Bankası’ndan ayrılmadan, Asya Kalkınma Bankası’ndan da kopmadan Pekin merkezli yeni bir finans sisteminin temelini atmıştır ki bunun ABD’yi ne kadar rahatsız etmiş olduğu takdir edilebilir. ABD yönetimi Amerikan müttefiki olan ülkelerin Asya Altyapı Yatırım Bankası’na katılmamaları için lobi faaliyetleri yürütmüştür.[81]

‘Yeni Dönem Sosyalizmi 新时代社会主义’ olarak da anılan Xi Jinping döneminin Çin’inin, artan enerji ihtiyacı ve ABD ile çatışma ihtimalinin artmasıyla Rusya ile yakınlaşmanın neredeyse bir stratejik ittifaka dönüşmesi sonucunu doğurdu. Yukarıda görüldüğü gibi 1949’da Çin Devrimi’nin başarıya ulaşması sonrası kurulan iyi ilişkiler Kruşçev döneminde bozulmuş, hatta iki sosyalist ülke arasında ideolojik mücadelenin yanı sıra sınır çatışmaları bile yaşanmıştı. 1980’li yıllarda düzelen Sovyet-Çin ilişkilerini, 1996 yılında (Çin yönetiminin çok kullandığı bir ifadeyle, ‘三个势力- Üç Kötülük’ olan) terörizme, ayrılıkçılığa ve radikalizme karşı kolektif güvenliğin sağlanması amacıyla üç Orta Asya ülkesiyle beraber Şangay İşbirliği Örgütü’nün kurulması izlemişti. Ukrayna’da 2004’te başlayıp Gürcistan ve Kırgızistan’da devam eden renkli devrimler dalgasının da ülkeler arası yakınlaşmayı hızlandırdığı kabul edilir. Ancak en büyük etken, Çin’in hammadde ve temiz enerji ihtiyacıdır. Ekonomisi hammadde satışına dayanan Rusya, Çin pazarına ve sadece 2006-2013 arasında doğalgaz tüketimi üç katına çıkan Çin de Rusya’nın zengin kaynaklarına ihtiyaç duymaktaydı. Hammadde ve pazar konusunda çıkarların uyuşması 2014’te iki ülke liderleri arasında gerçekleşen zorlu bir pazarlık sonrası yapılan, 400 milyar dolar değerindeki 30 yıllık doğalgaz antlaşmasını mümkün kılmış ve Çin, Almanya’nın ardından Rus gazının en büyük alıcısı olmuştur.[82]

Ancak Rusya-Çin yakınlaşmasının da sınırları vardır. Çin’de Komünist Partisi iktidarının devam etmesine rağmen Rusya’da sosyalizm, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte çözülmüştür. Dolayısıyla Stalin-Mao ittifakı dönemindeki gibi bir ideolojik bağ sözkonusu değildir. İki ülkeyi ideolojik düzlemde yaklaştırabilecek, sosyalizmin alternatifi olarak görülen Avrasyacı yaklaşımın XX. yüzyıl başında Rusya’dan çıktığını, Çin’de bunun karşılığı olabilecek bir teorik yaklaşım geliştirilmemiş olduğunu vurgulamak gerekir. Ayrıca Rus-Çin işbirliğinin bir eseri olarak görülen Şangay İşbirliği Örgütü, NATO’nun bir karşılığı, NATO benzeri bir askeri teşkilat değildir. Rusya uzun zamandır Çin nüfusunun geniş ve nispeten boş Sibirya topraklarına yayılmasından endişelenmektedir.[83] Çin, Rusya’nın jeopolitik hamlelerini kınamasa da, destek de vermemektedir. Bunun yakın tarihteki en önemli göstergesi Rusya’nın Gürcistan işgali sonrasında bağımsızlıklarını ilan ettiği Abhazya ve Güney Osetya’yı tanımamış olmasıdır.

En büyük çıkar çatışmalarından biri, Orta Asya’da yaşanmaktadır. Çin, SSCB’nin 1991’de dağılması sonrasında gerek bölgenin Uygur hareketinin bir üssü olmasını engellemek, gerek Batı sınırlarını güvenlik altına almak, gerekse gittikçe artan enerji ihtiyacını karşılayacak bir hammadde deposundan yararlanmak için Orta Asya Türk cumhuriyetleri ve Tacikistan’la ilişkilere özel önem vermiştir.[84] 2000 yılında Çin’in Rusya’nın Orta Asya ülkelerinin dünya ile yaptıkları ticaretteki payı %26,7 iken Çin’in payı %3,9’du. Sadece sekiz yıl sonra, 2008’de Çin’in payı %15,8’e yükselmiş, Rusya’nın payı ise %20’ye düşmüştür.[85] Çin, 2000 sonrasında inşa edilen petrol ve doğalgaz boru hatlarıyla Türkmenistan ve Özbekistan’dan doğalgaz, Kazakistan’dan doğalgaz ve petrol ithal etmektedir.[86] Kuşak-Yol Girişimi çerçevesinde bölgeden geçecek olan Orta Koridor’un, Orta Asya ülkelerinin ürettikleri ürünlerin Avrupa ve Çin pazarlarına ulaşmasını sağlayarak bölgenin kalkınmasına katkı sağlayacağı, bununla birlikte Çin’e olan bağımlılığı arttıracağı tahmin edilebilir. Dolayısıyla Çin, tarihsel olarak Türk toprağı olup ancak XIX. yüzyıldan itibaren Rus nüfuzu altında kalmış olan bir bölgeye önce ekonomik, daha sonra da beşeri olarak yayılma potansiyeli taşımaktadır.

Bu şartlar altında kanaatimizce, bu iki büyük Asya ülkesini yaklaştıran ana olgunun ABD tehdidi olduğunu söylemek mümkündür. Bu durumda, ABD tehdidinin azalacağı muhtemel bir gelecek senaryosunda Rusya-Çin işbirliğinin de sönümlenmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

ABD yönetiminin Rusya-Çin işbirliğini engellemeye çalışması, en azından güçlerden biriyle uzlaşarak diğeriyle mücadeleyi yoğunlaştırması beklenebilir. Nitekim Trump döneminin dış politikası incelendiğinde ağırlığın Çin’in gelişimini önlemeye verildiği görülebilir.

Trump ve Cumhuriyetçi Parti, Obama Yönetimini Çin’in yayılmacılığına karşı pasif kalmakla suçluyorlardı. Seçim kampanyası boyunca defalarca kez Çin’i hedef almış olan Trump’ın, seçimden sonra da ilk telefon görüşmesini Tayvan lideri Tsai-Ing Wen ile gerçekleştirmesi Çin’in tepkisini çekti.[87]

Şubat 2017’de ilk kez Davos Toplantısı’na katılan Xi Jinping, küreselleşmeyi savunurken Trump ‘America First – Önce Amerika’ sloganını öne çıkarıyor ve artık açıkça Çin’in durumunu güçlendiren küreselleşmeye karşı bir tutum geliştiriyordu. Bunu, Çin mallarına yönelik gümrük vergilerinin arttırıldığı ‘ticaret savaşları’ izlese de bu mücadeleden ABD de zarar görmüştür. Trump yönetiminin amacı Çin’le ekonomik ilişkileri asgariye indirip, diğer ülkeleri de Çin’le ticari ilişkilerini gözden geçirmeye zorlamak ve Çin’i üretim sisteminden dışlamaktı. Bu politikayla Çin’de ürettikleri malları ABD’ye satan şirketlerin, yüksek vergilerden kurtulmak için üretimlerini başka ülkelere kaydırmaları hedeflenmiştir.[88] ‘Ticaret Savaşı’nı Çin’in en büyük telekomünikasyon şirketi olan Huawei’in casusluk yapmakla suçlanması, onu da küresel pandemi izledi. Trump, kaynağı tam olarak belli olmayan Covid-19 pandemisini de dünya çapında Çin hakkındaki algıyı Çin aleyhine döndürmeyi hedefleyen, suçlama içeren bir üslupla ‘Çin Virüsü’ adlandırmasını tercih etmiştir. Böylece ABD ve Çin arasındaki ‘Ticaret Savaşı’na, pandemi sürecinin başında Çin’e yönelik bir psikolojik savaş da eklenmiş oldu.

Trump’ın başkanlık seçimlerini kaybetmesiyle ritmini kaybedeceği tahmin edilen ABD-Çin mücadelesi, Joe Biden döneminde bilakis artmış görünmektedir. Bu yazının hazırlandığı dönemde Çin, özellikle Covid-19 salgınının sürdüğü şeklindeki bahaneye sığınarak içe kapanma ve olası bir küresel çatışma durumuna karşı hazırlanma emareleri göstermektedir. Xi Jinping’in Mao’dan beri en güçlü parti lideri olarak ömür boyu başkan olmasını sağlayan ve tıpkı Mao gibi ‘Xi Jinping Düşüncesi’ni parti programına koyan düzenlemeler yaptırması, Çin’in aynı anda hem dünya çapındaki etkisi hem de kapalılığı, Mao dönemine dönüldüğü izlenimini doğurmaktadır. Çin ve ABD arasında ‘barış içinde birarada yaşama’nın sürüp sürmeyeceği, Tayvan Sorunu’nun ne zaman ve hangi metodla çözüme kavuşturulacağı, küresel hegemonyanın ABD’den Çin’e geçmesinin çatışmaya ve tüm dünyada otoriter rejimlerin güçlenmesine yol açıp açmayacağı, Çin’in mevcut farklı kültür ve tarihi birikimiyle Batı üzerinde kültürel hegemonya kurup kuramayacağı gibi sorular halen yanıtlarını bekleyen önemli araştırma konularıdır.

Sonuçlar

Çin’in son yüz yıllık tarihine kuşbakışı bakıldığında, devrimlerle, savaşlarla, siyasi ve toplumsal çalkantılarla dolu bir süreçten geçen ülkenin en sonunda dünya siyaset sahnesindeki başat güçlerden biri olmayı başardığını görürüz. O denli ki ‘Çin’in son 30 yılda, Batı dünyasının 150 yılda almış olduğu yolu kat etmiş olduğu’ yazılmaktadır.[89] Artık dünyanın dört bir yanındaki araştırma kuruluşlarında Çin’in yakın gelecekte ABD’yi yalnızca iktisadi açıdan değil, siyasi nüfuz açısından da geçeceği şeklinde yorumlar yapılmakta, ‘XXI. yüzyılın ileride Çin asrı olarak anılıp anılmayacağı’ tartışılma, hatta ‘500 yıllık Avrupa çağının yerini Asya çağının almaya başladığı’ dile getirilmektedir.[90]

Bu başarılı tablonun ortaya çıkmasında Çin Komünist Partisi’nin almış olduğu kararların etkili olduğu açıktır. ‘Kapalı Kapılar Politikası’ ile Batı’daki bilim ve teknoloji atılımının gerisinde kalmış olan Mançu Hanedanı son yıllarında Çin’in bir yarı-sömürge haline gelmesini önleyememiştir. 1911 Devrimi’nin mimarı Sun Yatsen bağımsızlık ve kalkınma açısından bir vizyon ortaya koymuş, ancak iç siyasi gelişmeler projesini gerçekleştirme fırsatı vermemiş, Çan Kayşek yönetimi de ülkenin asıl enerjisini Çin Komünistleri ile mücadeleye ayırmıştır. Bu kargaşayı fırsat olarak gören, hammadde ihtiyacı içindeki Japonya 1937’de Çin’i işgale başlamış, büyük kayıpların yaşandığı savaş sekiz yıl sürmüştür. Ardından GMD ve ÇKP arasındaki geçici ittifak bozulmuş ve 1949’da ÇKP’nin zaferiyle sonuçlanacak yeni bir savaş başlamıştır. Dolayısıyla Çin’in, 1911’den 1949’a kadar toplam 38 yıl kriz içinde kaldığı söylenebilir.  

ÇKP öncelikle Çin’in uzun süredir ihtiyaç duyduğu istikrarı sağlamış, ülkenin içinde bulunduğu parçalanmışlık durumuna son vermiştir. Çan Kayşek’in Formoza Adası’na sığınarak Çin Cumhuriyeti’ni sürdürmesi, Çin İç Savaşı’nın bugüne kadar devam etmesine sebep olmuşsa da, anakaradaki çatışmalar son bulmuştur. ÇKP ayrıca SSCB’den farklı bir yol izleyerek, özel mülkiyeti tümüyle ortadan kaldırmayan bir sosyalizm inşa etmeye başlamıştır.

Mao Zedong dönemi bugünden bakıldığında, İleriye Doğru Büyük Atılım ve Kültür Devrimi gibi kıtlıkların, doğal felaketlerin, kargaşaların hâkim olduğu bir dönem gibi görünse de aynı zamanda önemli ilerlemelerin sağlandığı bir süreç olmuştur. SSCB’nin teknik yardımıyla Çin ağır sanayinin temeli bu dönemde atılmış, okuma yazma seferberliği düzenlenmiş, Çin, kendi nükleer silahını geliştirerek dikkate alınması gereken bir bölgesel güç haline gelmiştir. Mao’nun Kruşçev’le ideolojik anlaşmazlığının ardından Nixon’la yakınlaşması, Sovyetler Birliği’nin çevrelenmesine yardımcı olmuştur. Aynı dönemde bugünkü Çin-Afrika işbirliğinin temelleri atılmıştır.

Deng Xiaoping’in 1978’de Çin’i küresel sermayeye açma kararı, günümüz dünyasını şekillendiren en önemli dönüm noktalarından biri olarak görülmelidir. Çin’deki ucuz işgücünden yararlanmak isteyen pek çok şirket, önceden seçilen bölgelerde fabrika açarak ülkenin hızla kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Çin yönetimi ‘dışa açılım’ politikasında vahşi kapitalizme geçişe de izin vermemiş, devlet planlaması sürmüş, dışa açılacak ve yatırım yapılacak bölgeler önceden belirlenerek önce altyapı inşa edilmiş, sanayi kurulması bu planlamayı izlemiştir. Aynı zamanda Çinli girişimcilere, ürettikleri mamulleri dünya pazarına sunma fırsatı verilmiştir. Böylece bir kez daha Çin, ‘dünyanın fabrikası’ haline gelmiştir.

Ancak bu gelişmeyi tek başına Çin yönetiminin kararı olarak değerlendirmek tablonun bütününü görmeyi engeller. Çin’in açılması, sosyalist kamp ile yaşamakta olduğu ‘yenişememe’ durumundan çıkmaya çalışan kapitalist dünya sistemi için de bir fırsat olmuş, Çin’in ucuz ve bol miktarda gerçekleşen üretimi sayesinde Batı pazarları ürün çeşitliliğine doymuştur. Bu durumun, 1980’lerde temel tüketim ürünlerinin hala Gosplan sistemiyle çeşitlilikten yoksun şekilde üretildiği Sovyet halkında psikolojik bir baskı oluşturduğunu ve önce Doğu Avrupa’daki, ardından SSCB’deki sosyalist rejimlerin yıkılmasını kolaylaştırdığı göz ardı edilmemelidir. Bu bakımdan Çin, 1991’de ortaya çıkan tek kutuplu dünya düzeninin, diğer deyişle ABD liderliğindeki hegemonyanın kurulmasında önemli rol oynamıştır. Bu rolü oynadığı sürece de ABD tarafından tehdit olarak görülmemiştir.

Hu Jintao döneminde başarıyla sürdürülen ‘Barışçıl Yükseliş’ iddiası, 2008 sonrasında Amerikan yönetimi ve Amerikan politikalarını besleyen düşünce kuruluşları tarafından şüpheyle karşılanmaya başlamıştır. Çin’in ekonomik büyümesini hızla sürdürmesi, pek çok ülkenin en büyük ticaret ortağı haline gelmesi, başta ABD olmak üzere pek çok ülkenin Çin’le ticari ilişkilerinde dış ticaret açığı vermesi, Çin’in fason üretim aşamasını geçerek markalaşmaya yönelmesi ve Çin markalarının Batı markalarına rakip olarak ortaya çıkması, bu gelişmelere uygun olarak ülkenin Dünya Bankası ve IMF’deki payını arttırma talebi gibi etkenlerin endişeye sebep olduğu anlaşılmaktadır. ABD’nin küresel ekonomik egemenliğiyle birlikte siyasi egemenliğini de kaybetme kaygısı, Obama yönetimini ‘Asia Pivot’ Çin’i çevreleme politikasını hızlandırma çabasına yöneltmiştir.

ABD’nin ağırlığını Asya-Pasifik bölgesine kaydırması, Çin’in endişelerini arttırmış ve özellikle Xi Jinping döneminin başlamasıyla birlikte Deng Xiaoping’den beri izlenen pasif dış politika terk edilerek, küresel çapta önemli değişikliklere sebep olacak büyük projeler ortaya konmaya başlanmıştır. Avrasya kıtasının yüzyıllar sonra İpek Yolu benzeri fakat modern karayolu, demiryolu, havayolu, denizyolu taşımacılığıyla birbirine bağlanması olarak özetlenebilecek Kuşak-Yol Girişimi ile, bu girişimi finanse etmesi için kurulan Asya Altyapı Yatırım Bankası açıkça Çin’in lideri olduğu yeni bir dünya düzeninin sembolleridir. ABD’nin bu meydan okumaya cevabı, Trump dönemindeki ‘ticaret savaşları’ ve pandemi süresince ‘psikolojik savaş’ olsa da, her iki süreçten de ABD zarar görerek çıkmıştır. Bu durum da küresel hegemonyanın el değişmesinin kaçınılmaz olduğu ve bu durumun sıcak çatışmayı da içeren bir yeni Soğuk Savaş başlattığı şeklindeki değerlendirmeleri arttırmıştır.

ABD Çin’in yükselişini, böylece küresel hegemonyanın el değiştirmesini engellemek için neler yapabilir? Çin’in, halihazırda Amerikan kontrolünde olan Malakka Boğazı’na alternatif olan Gwadar Limanı’na ulaşan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nu sabote etmek için Pakistan’ı istikrarsızlaştırabilir; Hindistan ve Pakistan arasındaki Keşmir sorununu derinleştirebilir; Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’nde (Doğu Türkistan’da) karışıklık çıkarmaya çalışabilir ya da Tayvan üzerinden Çin’i kışkırtabilir. ABD’nin Çin’i çevrelemek için Hindistan’ı yanına çekmesi, olası bir savaşta Rusya’nın Çin’e destek vermesini önlemek için Rusya’nın kaynaklarını başka bir bölgede tüketmesini sağlaması (Kanaatimizce 24 Şubat 2022’de başlayan Ukrayna işgali bu şekilde, Rusya’nın tuzağa düşmesi şeklinde de okunabilir) beklenebilir. Her halükârda ABD, Çin’i yalnızlaştırmaya çalışacak ve çevresini de istikrarsızlaştıracaktır.

Çin’in ise ABD’nin müttefikleriyle karlı işbirlikleri kurarak, olası bir savaş durumunda ABD’yi yalnız bırakması beklenebilir. Pek çok ülke Amerikan hegemonyası gücünü yitirmesin diye Çin’le ticari işbirliğini riske atmak gibi bir karara varamayabilir. Çin ayrıca, Kuşak-Yol’un geçeceği bölge üzerinde, rejim ve sistem ne olursa olsun istikrarı sağlamak, gerekirse İran gibi bazı devletlere, otoriter rejimlerinin herhangi bir iç karışıklık olmadan sürdürülmesi için teknolojik destek verecektir. Çin’in ‘İpekyolu İşbirliği’ söylemi ve karlı ticaret anlaşmalarıyla Avrupa’yı (en azından Avrupa Birliği üyesi ülkelerin bir kısmını) da ABD’nin Asya-Pasifik politikalarından koparması ya da ABD’nin Güneydoğu Asya’da yaptığı gibi, ‘rakibinin arka bahçesi’ olan Latin Amerika’da yeni ortaklıklar arayışı içine girmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Bir dünya savaşı ihtimali ise kanaatimizce düşük görünmektedir. Liderleri seçimlerle gelen demokratik ülkelerde dünya savaşı gibi, milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanabilecek, nükleer savaşa dönüşebilecek bir kararın sorumluluğunu almaya hevesli olabilecek lider azdır. Bunun yerine ABD, tıpkı Sovyetler Birliği’ni 1979’da Afganistan’a çekerek yapmış olduğu gibi Çin’in askeri gücünü bölgesel çatışmalarda tüketmek isteyebilir. Ancak Çin’in, Rusya’nın aksine sıcak çatışmadan kaçınmaya özen gösteren politikası bunu zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla zaman, Çin’in lehine işlemektedir.

Çinli akademisyen ve yazarların tüm iddialarına karşın, Çin’in dünyanın başat gücü olması durumunda ABD’den daha barışçı bir düzen kurucu olacağının hiçbir garantisi olmadığını özellikle vurgulamak gerekir. Yaklaşık 2500 yıl boyunca Çin kültürüne nüfuz etmiş olan Konfüçyüs felsefesinin temel ilkelerinden birinin, ‘君君臣臣父父子子’ ifadesi olduğu unutulmamalıdır. Bu, geleneksel olarak ‘Baba baba gibi, oğul da oğul gibi, kral kral gibi, tebaa da tebaa gibi davranmalı’ şeklinde açıklanan bir ifadedir. Binlerce yıllık, feng-jian adı verilen Çin feodalitesinin temeli olan bu dünya görüşünün dış politikaya uygulanması durumunda, diğer bir deyişle Çin ‘kral’ rolünde görüp diğer devletlere de ‘tebaa’ olarak davranmaya başlarsa XIX. yüzyıl Batı sömürgeciliğine benzeyen bir durumla karşılaşmamız şaşırtıcı olmayacaktır.

Bu duruma karşı Türk Devletleri Teşkilatı’nın kurumsal yapısının güçlendirilip, Türk dünyasında entegrasyon hızlandırılarak Çin’le ilişkileri ayrı ayrı, nispeten daha küçük ekonomik ve siyasi güce sahip devletler olarak yürütmek yerine tek ve güçlü bir blok olarak yürütmek bir tercih olmaktan çıkarak hızla bir jeopolitik zorunluluğa dönüşmektedir. Türkiye ve Türk Dünyası yöneticileri başlangıçta, Orta Koridor’un sunduğu avantajlardan yararlanarak entegrasyonu hızlandırabilir, Çin’in varlığından Orta Asya’daki Rus nüfuzunun azaltılması ve Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’daki ABD destekli tehditlerin savuşturulması için yararlanmayı tasarlayabilirler. Esasen ABD-Çin-Rusya şeklindeki üç kutuptan birinin baskın çıkması, Türk dünyasının zararına olacak, üç kutup arasındaki güç mücadelesinin uzaması Türk dünyasının entegrasyonunun sağlanması için gereken zamanı kazandıracaktır. Ancak gerek ABD’nin, gerek Rusya’nın güçlerini kısmen yitirecekleri bir gelecek senaryosunda Türkiye ve Türk dünyasının, Çin’in iktisadi ve beşeri yayılmacılığıyla karşı karşıya gelmek zorunda kalacağı açık görünmektedir. Dolayısıyla her halükârda Avrasya coğrafyasındaki ‘Yeni Büyük Oyun’da baskın çıkacak güç, Çin olarak görünmektedir. Böyle bir geleceğe karşı Türk Dünyası bir yandan Çin’i çok iyi tanımalı, üniversite ve araştırma kuruluşlarında Çin uzmanları yetiştirerek Çin yönetiminin adımlarını dikkatle izlemeli, diğer yandan da kendi içinde entegrasyonu hızlandırmalıdır.

 

KAYNAKÇA

Aisin-Gioro Puyi, From Emperor to Citizen – The Autobiography of Puyi, Beijing, Foreign Languages Press, 2010.

Agnes Smedley, Çin Halkının Japon Emperyalizmine Karşı Savaşı, İstanbul, İnter Yayınları, 1991.

Bruno Maçaes, The Dawn of Eurasia – On the Trail of the New World Order, London, Penguin Books, 2019.

Cao Dawei, 中国历史Zhongguo Lishı, Beijing, Wuzhou Chuanbo Chubanshı, 2010.

Cenk Ağcabay, ‘Düzeni Bozulmuş Dünya’ ve Amerika, Dünya Yeniden Şekillenirken (Der. Ulaş Taştekin, Cenk Ağcabay), İstanbul, NotaBene Yayınları, 2017, s.19-142

Chen Zhenjiang, 简明中国近代史Jianming Zhongguo Jindaishı, Beijing, Zhonghua Shuju, 2013.

Chen Lei, 中国发展道路的意识形态审视Zhongguo Fazhan Daolu de Yishıxingtai Shenshı, Beijing, Shıshı Chebanshı, 2012.

Chen Xueming, The Chinese Path – Considering Its Global Relevance, Tianjin, Tianjin People’s Publishing House, 2018.

Chi Fulin, Bonus From Reforms – Five Trends of Transformation and Reforms after the CPC’s 18th National Congress, Beijing, China Intercontinental Press, 2013.

Chi Fulin, Giving Priority to Enriching People – Orientation of the Second Round of Transition and Reform, Beijing, China Intercontinental Press, 2011.

Coşkun Faik Kavala, Doğu Uyanıyor – Çin Devrim Tarihi, İstanbul, Doğu Kitabevi, 2019.

_________________, Çin Kitabı – Uygarlığın Beş Bin Yılı, İstanbul, Resse Yayınları, 2016.

Çetinkaya Apatay, Port Arthur’dan Pearl Harbor’a Pasifik’te Olup Bitenler, İstanbul, 2002.

Daniel Leese, Çin Kültür Devrimi 1966-1976 (Çev.İclal Cankorel), İstanbul, Runik Kitap, Nisan 2021.

Daniel Yergin, Yeni Harita – Enerji, İklim ve Uluslar Çatışması (Çev.Oya Özaltın), İstanbul, Nora Kitap, Kasım 2022.

Edgar Snow, La Longue Revolution, Paris, Librerie Stock, 1973.

__________, Red Star Over China, New York, Grove Press, 543s.

Eric Hobsbawm, Sermaye Çağı 1848-1875 (Çev.Bahadır Sina Şener), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2009.

Ezra Vogel, Deng Xiaoping ve Çin’in Dönüşümü (Çev.Mehveş Leliç), İstanbul, Modus Kitap, 2017.

Fatih Oktay, Çin ve Dünyanın Geleceği, İstanbul, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Şubat 2022.

George Thomson, Marx’tan Mao Zedung’a – Devrimci Diyalektik Üzerine, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2008.

Gökhan Katıtaş, Turgay Çölcü, Çin’in Avrasya’ya Yönelik Enerji Politikaları, Avrasya Stratejileri İlişkiler Örgütler Politikalar, Ankara, Astana Yayınları, 2019, s.225-259

Graham Allison, The Thucydides Trap: Are the US and China headed for War?, The Atlantic 24(9), 2015.

Guo Peng, 中国古代史Zhongguo Gudai Shi, Beijing, Beijing Yuyan Daxue Chubanshı, 2012.

Han Suyin, Sabah Tufanı – Mao Zedung ve Çin Devrimi 1893-1954, İstanbul, Berfin Yayınları, 1997.

_________, Sabah Tufanı II– Mao Zedung ve Çin Devrimi 1949-1975, İstanbul, Berfin Yayınları, 1999.

Harry Gelber, MÖ 1100’den Günümüze Çin ve Dünya – Ejder ve Yabancı Deccallar (Çev.Hülya Kocaoluk), İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2010.

He Husheng, 孙中山转Sun Zhongshan Zhuan, Beijing, Zhongguo Gongren Chubanshı, 2012.

Henry Kissinger, On China, London, Penguin Books, 2012.

Hillary Clinton, America’s Pacifc Century, Foreign Policy, Oct. 11, 2011

Jacques Gernet, A History of Chinese Civilization, London, Cambridge University Press, 1997.

Jin Canrong, China’s Future, Beijing, China Renmin University Press, 2012.

John Anthony George Roberts, A Concise History of China, Boston, Harvard University Press, 1956.

John F. Cooper, Understanding President Trump’s Taiwan Policy. American Journal of Chinese Studies 24, no. 2 (2017): v–viii. http://www.jstor.org/stable/44759209.

John J. Mearsheimer, The Gathering Storm: China’s Challenge to US Power in Asia, The Chinese Journal of International Politics, Volume 3, Issue 4, Winter 2010, s.381–396

Kerem Gökten, Çin Yüzyılını Anlamak – Afyon Savaşlarından Bugüne Çin’in Dönüşümü, Ankara, Notabene Yayınlar, 2012.

Li Jie, 毛泽东与新中国Mao Zedong yu Xin Zhongguo, Changsha, Hunan Renmin Chubanshı, 2013.

Li Chien-Nung, The Political History of China 1840-1928, Wuhan, Wuhan University Press, 2013.

Li Junru, What Do You Know About the Communist Party of China, Beijing, Foreign Languages Press, 2011.

_______, Running a Big Country – Perspectives on the Communist Party of China’s Approach to Governance, Beijing, Foreign Languages Press, 2019.

Liu Zepeng, 中国历史常识Zhongguo Lishı Changshı, Beijing, Gaodeng Jiaoyu Chubanshı, 2011.

Liu Zhihong, 简明中共党史辞典Jianming Zhonggongdang Shi Cidian, Beijing, Xinhua Chubanshe, 2012.

Long Chengwu, 辛亥国运Xinhai Guoyun 1911, Beijing, Zhongguo Minzhu Fazhı Chubanshı 2011.

Lü Saimian, 大中国史Da Zhongguo Shı – Zui Ju Sıxiangli de Zhongguo Shı, Beijing, Zhongguo Shudian, 2012.

Jeffrey Wasserstrom, 21.Yüzyılda Çin – Çin Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey (Çev.Hür Güldü), İstanbul, İletişim Yayınları, 2011.

Kutay Karaca, Dünyadaki Yeni Güç Çin – Tep Kutuptan Çift Kutuba, İstanbul, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, 2004.

Kürşat Yıldırım, Çin Tarihi, İstanbul, Ötüken Yayınları, 2021.

Mao Zedung, Seçme Eserler – I, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000

__________, Seçme Eserler –II, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000.

__________, Seçme Eserler – III, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2012.

__________, Seçme Eserler – IV, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2012.

__________, Seçme Eserler – V, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2012.

__________, Seçme Eserler – VI, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2000.

__________, Sovyet İktisadının Eleştirisi, İstanbul, Birikim Yayınları, 1980.

__________, Teori ve Pratik, İstanbul, Brikim Yayınları, 1980.

Murat Dönmez, 21.Yüzyılda İpek Yolu’nun Jeopolitik Yükselişi, Ankara, Astana Yayınları, Mart 2021.

Niall Ferguson, Uygarlık – Batı ve Ötekiler, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları.

Özlem Zengin Keyvan, Thucydides Tuzağı’na Karşı Karşılıklı Bağımlılık Kapsamında ABD ve Çin Ekonomik İlişkileri, Asya Pasifik Çalışmalarında Yeni Ufuklar (Der.Çağdaş Üngör), Küre Yayınları, 2020, s.139-161

Rana Mitter, Modern Çin, Ankara, Dost Kitabevi Yayınları, 2012.

Peter Frankopan, The New Silk Roads – The Present and Future of the World, London, Bloomsbury Publishing, 2018.

Philip Short, Mao Zedong – Bir Yaşam (Çev.Yavuz Alogan), İstanbul, İthaki Yayınları, 2007.

Pu Guoliang, Çağdaş Çin’in Mimarı Deng Xiaoping - Biyografisi ve Görüşleri (Çev.Deniz Kızılçeç), İstanbul, Canut Yayınları, 2015.

Pu Guoliang & Xiong Guangqing, Küreselleşme Sürecinde Kapitalizm ve Sosyalizm – Dünya Solu ve Çin’in Konumu (Çev.Pınar Uygun-Deniz Kızılçeç), İstanbul, Kalkedon Yayınları, 2011.

Oded Shenkar, Çin Yüzyılı, İstanbul, Truva Yayınları, 2007.

Samir Amin, Maoizmin Geleceği, İstanbul, Kaynak Yayınları, Kasım 1993.

Samuel Adrian Miles Adshead, China in World History, London, Macmillan, 2000.

Sun Yatsen, Halkçılık Üzerine, İstanbul, Kaynak Yayınları, 195s.

Susan Askarova, Çin’in Enerji Politikaları, Avrasya Stratejileri İlişkiler Örgütler Politikalar, Ankara, Astana Yayınları, 2019, s.201-223

Tuğçe Dündar, Bir Kuşak Bir Yol Projesi Bağlamında Rusya-Çin İlişkileri, Bir Kuşak Bir Yol Projesi – Kavramlar, Aktörler, Uygulamalar (Ed.Serdar Yılmaz), Ankara, Astana Yayınları, 2019.

Umut Bekcan, Yeni Dünya Düzeninde Rusya-Çin İlişkileri, Ankara, Phoenix Yayınevi, Şubat 2013.

Vassilis Fouskas, Shampa Roy-Mukherjee, Qingan Huang, & Ejike Udeogu, China & the USA: Globalisation and the Decline of America’s Supremacy, Springer Nature, 2020.

Walt Whitman Rostow, The Prospects for Communist China, New York, New American Library, 1954.

Wang Jinzhu, 中国特色与世界阳光Zhongguo Tese yu Shıjie Yanguang, Xian, Shanxi Shıfan Daxue Chuban Zong Shıyou Xian Gongsı, 2012.

Wang Qisheng, 革命与反革命Geming yu Fangeming, Beijing, Shehui Kexue Wenxian Chubanshı, 2010.

Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1995.

Wu Meihua, Marksist Parti Teorisi – Çin’de Yeni Teorik ve Pratik Arayışlar (Çev.Deniz Kızılçeç), İstanbul, Kalkedon Yayınları, Ocak 2012.

Xi Jinping, Çin’in Yönetimi, İstanbul, Kaynak Yayınları, 2017.

Xie Chuntao, Why and How the Communist Party of China Works in China, Beijing, New World Press, 2011.

Yang Fengcheng, Mao’nun İdeolojisi – Mao ve Düşünceleri Üzerine Batılı ve Çinli Düşünürlerin Araştırmaları (Çev.Mesut Akın-Deniz Kızılçeç), İstanbul, Kalkedon Yayınları, Ocak 2011.

Yin Zhongqing, China’s Political System, Beijing, China Intercontinental Press, Ocak 2010.

Xu Haishan, 中国历史Zhongguo Lishı, Beijing, Xianzhuang Shuju, 2006.

Yang Zhonghu, 中共党史简明读本Zhong Gong Dang Shı Jianming Duben, Beijing, Renmin Rıbao Chubanshı, 2012.

Yin Jieqin, 中国共产党与中国政治发展Zhongguo Gongchandang yu Zhongguo Zhengzhı Fazhan, Changsha, Hunan Daxue Chubanshı, 2012.

Zhang Qihua, 读懂毛泽东Dudong Mao Zedong, Chengdu, Sıchuan Renmin Chubanshı, 2013.

Zhao Zhıkui, 什么是中国特色社会主义Shenme shı Zhongguo Tese Shehuizhuyi, Changsha, Hunan Renmin Chubanshı, 2012.

Zeng Zhisheng, Geleceğin Sosyalizmi – Sosyalizm ve Demokrasi için Arayışlar (Çev.Deniz Kızılçeç-Aylin Muhaddisoğlu), İstanbul, Kalkedon Yayınları, Mart 2011.

Zhang Baijia, The Path of the Communist Party of China – Revolution, Construction and Reform, Beijing, Foreign Languages Press, 2012.

Zhang Yu, Discussion of Chinese Scholars on the Socialist Political Economics, Beijing, Chinese Renmin University Press, 2017.

Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, İstanbul, Canut Yayınevi, 2012.

Zhu Qingbao朱庆宝, 中国近现代史纲要Zhongguo Jinxiandai Shı Gangyao, Beijing, Hangkong Gongye Chubanshı, 2013.

 

A Concise History Reader of the People’s Republic of China, Beijing, Foreign Language Press, 2016.

 

[1] 李侃, 李时岳, 李德征, 杨策, 龚书铎, 中国近代史1840-1919, s.10 (Li Kan, Li Shıyue, Li Dezheng, Yang Ce, Gong Shuduo, Çin Yakın Tarihi 1840-1919)

[2] 曹大为, 中国历史, s.146 (Cao Dawei, Çin Tarihi)

[3] 翦伯赞, 中国史纲要, s.605 (Jian Baizan, Çin Tarihinin Ana Hatları)

[4] 刘泽彭, 中国历史常识, s.179 (Liu Zepeng, Çin Tarihine Genel Bakış)

[5] 朱庆宝, 中国近现代史纲要, s.3 (Zhu Qingbao, Çin Yakın ve Modern Tarihinin Anahatları)

[6] Coşkun Faik Kavala, Doğu Uyanıyor – Çin Devrim Tarihi, s.42

[7] Li Chien-nung, The Political History of China 1840-1928, s.86-87

[8] Wolfram Eberhard, Çin Tarihi, s.320

[9] Eric Hobsbawm, Sermaye Çağı 1848-1875, s.145

[10] 刘泽彭, 中国历史常识, s.53

[11] Hao Ping, Sun Yatsen and America, s.89

[12] Li Chien-nung, The Political History of China 1840-1928, s.243

[13] 李侃, 李时岳, 李德征, 杨策, 龚书铎, 中国近代史1840-1919, s.292

[14] Hao Ping, Sun Yatsen and America, s.153

[15] Li Chien-nung, The Political History of China 1840-1928 , s.329

[16] 龙成武, 辛亥国运1911, s.132 (Long Chengwu, Xinhai Milli Hareketi 1911)

[17] 李侃, 李时岳, 李德征, 杨策, 龚书铎, 中国近代史1840-1919, s.373-374

[18] 和虎生, 孙中山转, s.201 (He Husheng, Sun Yatsen Biyografisi)

[19] Li Chien-nong, The Political History of China 1840-1928, s.387

[20] Coşkun Faik Kavala, Doğu Uyanıyor – Çin Devrim Tarihi, s.86

[21] 方敏, 马克铎, 耿向东, 中国近代史1919-1949, s.5 (Fang Min, Ma Keduo, Geng Xiangdong, Çin Yakın Tarihi 1919-1949)

[22] Klaus Schipper, Chine – Histoire, Dictionnaire de la Civilisation chinoise, s.214

[23] 关海庭, 中国近现代政治发展史, s.123 (Guan Haiting, Çin Yakın Tarihinde Siyasi Gelişmeler)

[24] 刘泽彭, 中国历史常识, s.215

[25] Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, s.90

[26] 刘志宏, 简明中共党史辞典, s.25

[27] Puyi, From Emperor to Citizen – The Autobiography of Aisin-Gioro Pu Yi, s.253

[28] Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, s.157-158

[29] Fairbank, Goldman, China: A New History, s.305

[30] Edgar Snow, Red Star over China, s.190

[31] 刘泽鹏, 中国历史常识, s.230

[32] Zhang Baijia, The Path of CPC, s.20

[33] Martin Jacques, Çin Hükmettiğinde Dünyayı Neler Bekliyor, s.399

[34] Coşkun Faik Kavala, Doğu Uyanıyor – Çin Devrim Tarihi, s.143

[35] Zhongguo Jinxiandai Shi Gangyao, s.145

[36] 刘志宏, 简明中共党史辞典, s.91

[37] A Concise History Reader of the People’s Republic of China, s.38

[38] Samir Amin, Maoizmin Geleceği, s.62

[39] 刘志宏, 简明中共党史辞典, s.105

[40] Kerem Gökten, Çin Yüzyılını Anlamak, s.138

[41] Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, s.403

[42] 刘志宏, 简明中共党史辞典, s.130

[43] Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, s.453

[44] Arif Dirlik, Global Modernite ve Sosyalizm, s.221

[45] A Concise History Reader of the People’s Republic of China, s.216

[46] Zheng Hui, Sha Jiansun, Dai Luming, Çin Komünist Partisi Tarihi, s.472

[47] Daniel Leese, Çin Kültür Devrimi 1966-1976, s.43

[48] Bu konuda Çin resmi tarih kitaplarında geçen ifadeler açıktır: ‘Büyük Kültür Devrimi ülkemize, partimize ve halkımıza felakete varan siyasi, kültürel, ekonomik olumsuz sonuçlar verdi’ - Ceng Fangguang, Tansuo Fendou Fuxing, s.270; ‘Kültür Devrimi, parti liderliğinin hatalı bir girişimiydi. Karşı devrimci oluşumlara yaradı, partiye ve ülke çapında tüm halka çok ağır bir iç çatışma felaketine mal oldu.’ - 刘志宏, a.g.e., s.144; ‘Kültür Devrimi ne devrimdi ne de herhangi bir toplumsal ilerleme sağladı; tersine, parti, ülke ve halk için ciddi bir felaketti.’ - A Concise History Reader of the People’s Republic of China, s.215

[49] A Concise History Reader of the People’s Republic of China, s.253

[50] A Concise History Reader of the People’s Republic of China, s.254

[51] Deng Xiaoping, ‘Shehuizhuyi ye keyi gao shichang jingji’, Deng Xiaoping Wenxuan – II, s.236

[52] 迟树功, 中国特色社会主义大众读本, s.31 (Chi Shugong, Herkes için Çin Tipi Sosyalizm Kılavuzu)

[53] Li Junru, What do you know about the Communist Party of China, s.30

[54] Zhang Yu, Discussion of Chinese Scholars on the Socialist Political Eonomics, s.126-127

[55] Zhang Baijia, The Path of the Communist Party of China – Revolution, Construction and Reform, s.90

[56] Ezra Vogel, Deng Xiaoping ve Çin’in Dönüşümü, s.409

[57] Bonus from Reforms – Five Trends of Transformation and Reforms after the CPC’s 18th National Congress, s.82

[58] Zhang Baijia, The Path of the Communist Party of China – Revolution, Construction and Reform, s.161

[59] 刘泽彭, 中国历史常识, s.263

[60] Harry Gelber, Çin ve Dünya, s.365

[61] 迟树功, 中国特色社会主义大众读本, s.210, Özlem Zerrin Keyvan, Thucydides Tuzağı’na Karşı Karşılıklı Bağımlılık Kapsamında ABD ve Çin Ekonomik İlişkileri, s.139

[62] Martin Jacques, Çin Hükmettiğinde Dünyayı Neler Bekliyor, s.601

[63] Daniel Yergin, Yeni Harita – Enerji, İklim ve Uluslar Çatışması, s.136

[64] Cenk Ağcabay, ‘Düzeni Bozulmuş Dünya’ ve Amerika, Dünya Yeniden Şekillenirken, s.123

[65] Li Junru, Running a Big Country – Perspectives on the CPC’s Approach to Governance, s.189

[66] Graham Allison, The Thucydides Trap: Are the US and China headed for War?, The Atlantic 24(9), 2015.

[67] John J. Mearsheimer, The Gathering Storm: China’s Challenge to US Power in Asia, The Chinese Journal of International Politics, Volume 3, Issue 4, Winter 2010, s.381–396

[68] Robert Kagan, Backing into World War III. Foreign Policy, 2017, 6.

[69] Hillary Clinton, America’s Pacifc Century. Foreign Policy, Oct. 11, 2011

[70] Fatih Oktay, Çin ve Dünyanın Geleceği – Yeni Büyük Güç ve Ticaret, Teknoloji, Pandemi Savaşları, s.113

[71] 王缉思, 西进, 中国地缘战略的再平衡”, 环球网, 2012年10月17日

[72] Xi Jinping, Çin’in Yönetimi, s.337-340

[73] Yiğitel, Bahar, Bir Kuşak Bir Yol Projesi ve Türkiye, Bir Kuşak Bir Yol Projesi Kavramlar, Aktörler, Uygulamalar (Ed: Serdar Yılmaz), s.159

[74] Murat Dönmez, 21.Yüzyılda İpek Yolu’nun Jeopolitik Yükselişi, s.67

[75] Daniel Yergin, Yeni Harita – Enerji, İklim ve Uluslar Çatışması, s.197

[76] Aslıhan Genç, Bir Kuşak Bir Yol Projesi ve Çin, Bir Kuşak Bir Yol Projesi Kavramlar, Aktörler, Uygulamalar (Ed: Serdar Yılmaz), s.26

[77] Chen Xueming, The Chinese Path – Considering Its Global Relevance, s.54

[78] Li Junru, Running a Big Country – Perspectives on the CPC’s Approach to Governance, s.95

[79] Jonathan Holslag. How China’s new silk road threatens European trade. The International Spectator, 2017, 52.1: 46-60.

[80] Daniel Yergin, Yeni Harita – Enerji, İklim ve Uluslar Çatışması, s.198

[81] Cenk Ağcabay, ‘Düzeni Bozulmuş Dünya’ ve Amerika, Dünya Yeniden Şekillenirken (Der. Ulaş Taştekin, Cenk Ağcabay), s.123

[82] Daniel Yergin, Yeni Harita – Enerji, İklim ve Uluslar Çatışması, s.121

[83] Umut Bekcan, Yeni Dünya Düzeninde Rusya-Çin İlişkileri, s.203

[84] Susan Askarova, Çin’in Enerji Politikaları, Avrasya Stratejileri İlişkiler Örgütler Politikalar, s.213

[85] Mehmet Akif Okur, Orta Asya’nın Avrasya’daki Yeri, Avrasya Paradoksu Beklentiler ve Endişeler, s.70

[86] Gökhan Katıtaş, Turgay Çölcü, Çin’in Avrasya’ya Yönelik Enerji Politikaları, Avrasya Stratejileri İlişkiler Örgütler Politikalar, s.244-248

[87] John F. Cooper, Understanding President Trump’s Taiwan Policy. American Journal of Chinese Studies 24, no. 2 (2017): v–viii. http://www.jstor.org/stable/44759209.

[88] Fatih Oktay, Çin ve Dünyanın Geleceği, s.46

[89] Xie Chuntao, China’s Urbanisation – Migration by the Millions, s.31

[90] Niall Ferguson, Uygarlık – Batı ve Ötekiler, s.13

Coşkun Faik Kavala

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Enstitü Başkanı