Washington"un Nükleer Anlaşmaya Dönmesi Sürecinde İran-ABD- İsrail "Yamuk Üçgeni"
 Bu sayfayı yazdır

Washington"un Nükleer Anlaşmaya Dönmesi Sürecinde İran-ABD- İsrail "Yamuk Üçgeni"

Yazan  19 Nisan 2021

Bu yazıda başlıktaki üçlü arasındaki ilişkilerle ilgili genel, stratejik, interaktif ve spekülatif değerlendirmeler yapmaya çalışacağız.

ABD'nin hem ilgi, zaman, "bürokratik ve siyasi bant genişliği", hem de askeri kapasite olarak ağırlığını Asya'ya ve özellikle Çin'e vermek istediği sır değil. 2015 nükleer anlaşmasına dönmek de bunu kolaylaştıracak ve hızlandıracak bir adım olarak görülebilir. Bu Ortadoğu'dan vazgeçmek demek değil ama oraya harcayacağı askeri ve diplomatik sermayeyi azaltmak demek. Biden'ın ilk aradığı liderler arasında Ortadoğulular yoktu. Beyaz Saray'da ilk konuk ettiği lider de Japon başbakanı oldu. 

Çin ABD için şimdiye kadar olanlardan daha büyük, zorlu ve belki de uzun dönemli bir rakip olacak. Bu konuda ABD'de genel bir konsensus olduğu söylenebilir. Gerçi artık o kadar dillendirilmeyen ama belki hala etkili bir görüşe göre Çin'in en önemli enerji kaynağı olan Ortadoğu'da hakim olmanın ona karşı sağlayabileceği avantajlar olabilir.

İran nükleer anlaşmasını müzakere eden ekip birer basamak yükselerek Biden yönetiminde de önemli görevlere geldi (Blinken, Sullivan, Sherman, Malley, Burns). Ama bilindiği gibi,

1) arada geçen zamanda bölgede ve İran'ın programında değişiklikler oldu,

2) İran'ın hem bölgesel hem de iç pozisyonu zayıfladı, ekonomisi önemli darbe aldı, hayal kırıklığına uğrayan halkı belki de rejime hiç bu kadar uzak olmamıştı.

3) İsrail anlaşmaya dönülmesini istemiyor ve bunu engellemeye ya da şekillendirmeye çalışıyor,

4) İsrail'in Arap Devletleri ile yaptığı ve yapmaya devam edecek gibi göründüğü anlaşmaların da bölge dengesine etkisi oldu.

5) Amerikalılar da anlaşmada bazı değişiklikler istiyor ama bunda ne kadar ısrarcı ve başarılı olacakları belli değil,

6) nükleer konunun ötesinde füze ve bölgesel meselelerin de masaya yatırılması ve anlaşmanın bir parçası olması isteniyor.

7) Çin'in bölgeye olan ilgisi, ilişkisi, etkisi, gölgesi ve yatırımı artıyor. Çin'in giderek yaklaşan gürültüsünün bölgede atılacak önemli adımlara etkisi olacağını var sayabiliriz.

İsrail'in hem ABD'nin İran'la müzakere sürecini ve anlaşmaya dönüşünü baltalamak hem de bundan bağımsız olarak İran'ın nükleer kapasiteye giden yolunu durdurmak, uzatmak, zorlaştırmak için İran'da yaptığı sabotaj ve suikast eylemleri molla rejimini zor durumda bırakıyor. İran'ın içi Batı için son 40 yılda büyük oranda bilinmez, gizemli, yasak, tehlikeli, etki edilmesi ve anlaşılması zor bir yerdi. İsrail tek başına ve ABD ile beraber daha önce de İran'ın içinde operasyon düzenledi. Ama son dönemde burada giriştiği operasyonların sayısı, sıklığı, çeşitliliği, zorluğu ve başarısı düşünüldüğünde İsrail'in İran içinde geniş ve etkin bir insanı istihbarat ağı olduğunu varsaymak yanlış olmaz. 

İsrail'in İran'a karşı kurduğu baskının ABD için masada bazı potansiyel avantajlar yaratması söz konusu olabilir. Öte yandan bu baskı İran'ı riskli bazı adımlar atmaya ve hatta masayı devirmeye de itebilir. Masayı devirmek İran'ın tercih edeceği bir şey değilse de kendini o yöne itilmiş hissedebilir ve bir anda orada bulabilir. İran İsrail'e anlamlı bir askeri karşılık veremiyor. Bu ileride değişir mi göreceğiz. İsrail ayrıca Suriye ve hatta Irak'ta İran yanlısı güçleri vurma kapasite irade ve cesaretine sahip. İsrail'in bu baskısını ABD'nin bile ne zaman ve ne kadar sınırlayabileceği belli değil. İsrail ve özellikle Netanyahu JCPOA'i ülkesi için önemli bir tehdit olarak görüyor. Trump döneminde ABD'nin bu anlaşmadan çıkmasında etkisi olduğu söylenebilir. İsrail devletinin içinde ve etrafında ise bu görüşü paylaşmayan çok sayıda kişi olduğu biliniyor. İsrail'de lider değişikliği olursa (yüksek ihtimal değil ama hala mümkün) belki ülkenin anlaşmaya yönelik yaklaşımı bir parça değişebilir. 

İsrail'in İran'ı provoke ederek masadan kaldırmaya mı çalıştığı, İran'ın programını zayıflatarak masadaki gücünü azaltmayı mı istediği, yoksa ABD ve diğer ülkelere, "siz anlaşsanız bile ben ikna olmazsam vurmaya devam ederim, o yüzden benim kaygılarımı anlaşmaya yedirin" mi demek istediği tartışılabilir. Muhtemelen bu tür yaklaşımlardan ile birini seçmek de gerekmiyor. Ama sorun şu ki, çok yüksek ihtimal olmamakla beraber İran müzakereden çekilir ve (becerebilirse) nükleer kapasiteye yaklaşırsa bu durumda ABD İran'ı vurmak ile onun "geri dönülmez noktaya" yaklaşmasını seyretmek arasında kalabilir. 2015'teki anlaşma tam da bu zor durumda kalmak istememenin sonucuydu bir anlamda. 

Tabii denklemdeki önemli bir konu da İsrail'in şimdiye kadar yaptığı ve belki ileride de yapabileceği operasyonlarla İran'ın nükleer kapasitesini ne kadar ve ne süreyle geriye iterek zayıflattığı. İsrail basınında Natanz'ın yarısının zarar gördüğüne dair haberler çıktı. İran fiziki kayıpları bir şekilde telafi edebilir, ama İsrail'in gözünün, kolunun ve hatta fiziki olarak ajanlarının İran devletinin ve nükleer programının koridorlarında cirit attığının düşünülmesinin yaratacağı psikolojik etki acaba hem nükleer konuda çalışanlarda hem de siyasi liderlikte bir yılgınlık yaratabilir mi? "Biz ne yaparsak yapalım gelip yok edeceklerse, o zaman niye uğraşıyoruz bu kadar?" diye önce içlerinde, sonra fısıltıyla aralarında ve belki de zamanla daha yüksek sesle ve geniş çevrelerde sorulabilir mi? Ayrıca İran devletinin İsrail'e karşı gösterdiği acziyetin İran'da çoğunluğunun rejimden memnun olmadığını varsaydığımız halk kitlelerinde  rejimin gücüne dair yeni enteresan düşünceler doğurma etkisi olabilir. 

Önemli bir konu da Biden yönetiminin İsrail'in müzakereyi etkileme amaçlı eylemlerine ne kadar izin vereceği, ne kadar susacağı, durdurmak için ne yapabileceği ve istese bile İsrail'i ne kadar sınırlayabileceği. İsrail'de 4. seçimden sonra hükümetin nasıl kurulacağı ve belki yeni bir seçime gidilirse seçmenin tercihini önemli bir ulusal güvenlik krizi yaratarak etkilemek isteyebilecek Netanyahu, "zor bir döneme giriyoruz, benden başkası bu işin altından kalkamaz" intibaı yaratarak siyasi şansını arttırmak isteyebilir.

İran'ın İsrail'e benzer şekilde karşılık verme veya İsrail'e durdurma kapasitesi yok (gibi). İran son Natanz saldırısından sonra kendi basınında sanki Kuzey Irak'taki Mossad üssüne ciddi bir karşılık vermiş gibi haberler yaydı ama anlaşılan bu doğru değil. Belki dünyayı ve hatta kendi insanlarını da ikna edemediği bu tür şeyler yaymak zorunda hissetmesi acizliğini altını bir kez daha çizmiş oluyor. İran kendi engelleyemediği İsrail'i ancak (o da olursa) ABD üzerinden durdurabilir. İran'ın Natanz'a karşılığı uranyum zenginleştirmeyi %60'a çıkarmak oldu. Tahran bu yolla Washington'a

1) nükleer anlaşmaya dönmesi için sürenin sonsuz olmadığı,

2) sürecin kontrolden çıkma ihtimali ve

3) İsrail'i kontrol etmesinin gerekliliğini hatırlatmaya çalıştı.

ABD müzakere sürecini zamana yayıp İran'ın ekonomisi, iç ahengi ve bölgedeki etkisinin nispi zayıflamasının meyvelerini müzakere masasında yeni ödünler koparmak için kullanmak isteyebilirdi. Ayrıca İsrail'in operasyonları da İran'ın nükleer programına gerileterek ABD'ye masada zaman ve koz kazandırıyor duygusu verebilirdi. Ama İran'ın ek protokolden çıktıktan sonra uranyum zenginleştirme oranını da yükseltmesi ABD'de zihinleri konsantre etmiş olabilir. Eğer başta dediğimiz gibi Biden Ortadoğu'daki yüklerden ve sorunlardan bir an önce Asya'ya ve Çin'e yönelmek istiyorsa zamanın sonsuz olmadığını düşünmeye başlamış olabilir. 

Biden ve yönetiminin İsrail'i ne kadar kontrol edebilecekleri ise meçhul. Biden görünürde İsrail'e oldukça sınırlı ("İran'a karşı başarılarınla övünme") uyarısı yaptı. Uyarı, "operasyonlara devam edeceksen et ama fazla zil çalıp oynama, bu İran'ı ters tepki vermeye zorluyor" demekle sınırlıysa İsrail'i durdurur mu? Yoksa ABD kapılar ardında İsrail'e daha geniş çaplı ve daha köşeli şeyler söylemiş midir? Tabii söylediyse bunun İsrail'i ne kadar etkileyeceği de çok önemli. Burada bir parantez açarak şöyle bir spekülasyon yapalım, ama oldukça ürkekçe: ABD'de 6 Ocak'ta yaşanan olay başka şeylerin yanında ve belki de önünde Amerika'daki Yahudilere yönelik bir eylem olarak görülebilir. Biden bu grubun kendisini küstürme lüksü olmadığını düşünerek İsrail'le ve özellikle hükümeti kurarsa Netanyahu ile belli bir perdeden konuşma gücü olduğuna hükmedebilir. Amerikan yönetiminin, "bu anlaşmaya ihtiyacımız var. Senin bazı kaygılarını da dikkate alacağız, ama süreci baltalamana göz yumamayız. Bunda ısrar edersen sonuçları olur" diyebilecek mi? İsrail sadece kendi gücüyle değil Trump'ın içgüdülerini de kendi emellerine alet ederek ilk nükleer anlaşmayı torpilleyebildi. Bunu bir kez daha yapabilecek mi? İran'ı provoke ederek onu masadan kaçırarak, nükleer silaha açıkça yönelterek, kendi ve/veya ABD'nin askeri müdahalesine yol açacak şekilde gelişmeleri şekillendirebilecek mi? Şimdiden cevap vermek zor. İsrail'in Amerikan iç siyaseti, dış politikası ve bürokrasisinde girdiği mücadelelerin tamamına yakınını kazanmış olması akla en azından kolay pes etmeyeceğini getiriyor. Netanyahu Obama'nın 2015 antlaşmasını engelleyemezse de sonra Trump üzerinden ABD'nin anlaşmadan çıkmasını sağlamıştı. Bu sefer işi biraz daha zor olabilir. Bir kere daha varılan ya da kırılacak gibi olan bir anlaşmayı torpillemeye kalktığı görüntüsü dünyada toplu olumsuz yankı bulur. Gerçi İsrail kendi güvenliği için gerekli gördüğünde onu pek önemsemiyor. Ayrıca olur da anlaşma çöker ve İran nükleer silaha yönelirse (bunu başaracağını garantisi yok tabii ama) ve ABD'de bunun artık daha çok başta İsrail olmak üzere bölge ülkelerinin problemi olduğunu (sözlü değil elbette ama hareketleriyle) söylerse o zaman İsrail'in elinde zorlu bir problem olur. İran'ın içinde operasyon yapma kapasitesini defalarca kanıtlamış olsa da, gerektiğinde İran'a askeri olarak da vurabilecekse de İsrail bu problemi ABD'siz yüklenmek istemez. Olursa Netanyah'suz bir hükümetin de daha bile şahin veya ABD ile beraber çalışmaya biraz daha açık olma ihtimalleri var. 

Bölgeye giderek yaklaşan ve muhtemelen daha da yaklaşacak Çin'in İran'ın nükleer kapasite sahibi olmasını istemediğini varsayabiliriz. Ama acaba Pekin kesin olmasa da önemli ve uzun dönemli stratejik bir ilişkiye girecek gibi olduğu İran'ın sürekli itilip kakılmasını da ister mi? 

Bu arada rejimin içerideki halka karşı ve kendi içindeki sıkıntıları da gündeme farklı senaryoları getirebilir. Halkının karşısında İsrail'e karşı eziliyor görüntüsü vermek istememek İran'ı nükleer konuda bazı sert tepkiler vermeye itecek mi? Sertlik yanlılarının cumhurbaşkanlığını kazanması halinde onlar masada oturmaya ne kadar ve ne sürede ve hangi şartlarda istekli veya razı olacaklar? 

İran'ın bölgesel politikaları ve füze programı gibi konular nükleer dosya ile 1) beraber, 2) aynı anda paralel, 3) ayrı bir takvim ve tempoda ya da 4) nükleer anlaşma tamamlandıktan sonra müzakere edilecek mi? İran buna yanaşmazsa ABD onu hangi sert ve yumuşak yollarla ikna etmeye çalışacak? ABD anlaşmaya döner ve ambargolar kalkarsa İran'ın ekonomisi, bölgesel ihtirasları, başta Rusya ve Çin olmak üzere ABD dışındaki önemli devletlerle ilişkileri bundan nasıl etkilenecek? Bu anlaşma İran rejiminin içerideki prestijini, gücünü ve ömrünü uzatır mı? Nükleer anlaşma ilk müzakere edildiği ve sonuçlandığı dönemde Türkiye'de yaşanan "İran'ın önemi artarsa biz ne olacağız?" tartışması tekrar gündeme gelecek mi? Ve son olarak şu soruyla bitirelim: Mossad başkanı Cohen'in bazı Arap istihbarat direktörlerine söylediği, "İran problemini büyük ölçüde hallettik, sonra sırada Türkiye var" mealindeki ifade (henüz siyasette olmasa da Cohen'in Netanyahu'nun potansiyel halefleri arasında adı geçtiğini de hatırlayarak) İsrail'in önümüzdeki dönemde Türkiye'ye yönelik niyet ve politikalarının ne kadar işareti? İsrail'in Türkiye'nin hayatını zorlaştırmak için İran'ın dosyasını dürmesi gerekmedi. Bu sözler çoğu Türkiye'ye olumsuz bakan o toplantıdaki Arap ülkelerini (daha da?) tavlamak için öylesine söylenmiş de olabilir. Ama yine de İsrail'in bölgede esas problemi olarak Türkiye'yi gördüğü bir dönem epey can sıkıcı olur. 


Şanlı Bahadır Koç

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Amerika Araştırmaları Uzmanı