Ukrayna Krizi: ABD Hegemonyasının Sonunun Başlangıcının Sonu?

Yazan  20 Mayıs 2014

Ukrayna ilgili olarak bazıları birbirini tam dışlamayan ve aynı anda ya da birbirini takip ederek gerçekleşebilecek aşağıdaki senaryo ve ihtimallerden bahsedilebilir:  1) Gevşek federal yapıya geçiş, 2) Oldu-bitti bir referandumla Rusya’nın Doğu Ukrayna’yı ilhak etmesi, 3) Rusya’nın bölgeyi işgali ve sonrasında gerilla savaşı vermek zorunda kalması, 4) Önce sınırlı bir ateşkes sonra daha genel bir anlaşmayla genel prensipler, “kırmızı ışıklar”, takvim ve nihai durum hakkında konsensüse varılması, 5) Rusya ile Batı arasında uzun dönemli “soğukumsu” bir savaş, 6) Ukrayna’nın tarafsızlığının tescillendiği “Finlandiya formülü”, 7) Ukrayna’nın NATO ve/veya AB üyeliği.

Gerilimin artması halinde ABD’nin 1) Giderek sertleşen ambargolarla Rusya’yı dünya ekonomik sisteminden tecrit etme, 2) Polonya ve Baltık ülkelerinde uçak ve kara gücü konuşlandırma, 3) Ukrayna’yı silahlandırma, 4) Bu ülkede ulus ve devlet inşasına koyulma, 5) Avrupa’nın Rus gazına bağımlılığını azaltma için uzun dönemli bir çaba için içine girme, 6) Montreux’yü aşındırarak Rusya’yı Karadeniz’de de zorlama gibi adımlara başvurması beklenebilir.

RUSYA

Rusya’da toplum zayıf ama kaynakları mobilize edebilen devlet güçlüdür. Rusya’nın demografik, sosyal, ekonomik, teknolojik ve askeri güç temeli (powerbase) azalmaktadır ama devleti restore eden Putin bu zayıflayan temeli etkin kullanmaktadır. Putin Rus milliyetçiliği, revizyonizmi, rövanşizmi ve Batı karşıtlığını otoriter bir potada kaynatmaktadır. Putin’in dışarıda attığı adımlar içerideki gücünü –şimdilik?- perçinlemektedir. Putin’in Kırım hamlesi halkın çok büyük oranda desteğine sahiptir. Ukrayna’nın geri kalanında benzer adımları atması halinde ise bu destek, maliyetlerin artmasıyla beraber aynı düzeyde sürmeyebilir. Kırım ekonomik değil ama tarihi, psikolojik ve stratejik nedenlerden Rusya için büyük bir ödüldür.

Uzun mesafelere güç projekte etme yeteneği sınırlı olsa da çevresindeki küçük ülkelere karşı Rusya hala bir devdir. Putin etrafındaki ülkelerde Batı yanlısı demokrasilere tahammül ederse sıranın kendisine de geleceğinden endişe etmektedir. Kırım’dan sonra Rusya “doyacak” ya da hazmetmek için duraklayacak mı? Ama direnç görmezse niye dursun? Putin eğer Batı’nın mevcut dağınıklığı ve şaşkınlığının kendisine bir fırsat penceresi sunduğunu, yakın çevresindeki “zayıf avları” bir kere yakaladı mı ardından ödenecek bedellerin önemsiz olduğunu düşünürse yeni yayılmacı hamleler yapabilir. Putin’i korkutmak yeterli olmayabilir. Onu fiziksel olarak durdurmak ve karşısına geçmek de gerekebilir. “Müzakerelere imkan tanıyalım, Rusya’yı kızdırmayalım, provoke etmeyelim” diye düşünmek anlaşılabilir ama riskli ve telafisi olmayabilecek bir yaklaşımdır. 

Putin, Ukrayna’daki devrim öncesinde varılan ama kağıda dökülmemiş geçiş dönemi anlaşmasının Batı destekli devrimciler tarafından yok sayılarak çöpe atılması nedeniyle hakkının yendiğini ve Batı’ya güvenilemeyeceğini düşünmüştür. Putin a) tuzağa mı düştü? b) uzun süredir planladığı oyunu ortam oluşunca uygulamaya mı koydu? c) Batı’nın oldu-bittilerine doğaçlama olarak karşılık mı verdi? d) yoksa diğer aktörler gibi o da ne yaptığını tam bilmiyor mu? Hızlı karar alabilen Putin’in belki stratejik düşünme yeteneği tartışılabilir ama taktik yetenek olarak şu anda dünya sahnesinde rakibi yoktur. Batı uyanıp ne olduğunu anladığında o “Üsküdar’ı geçmiş olacaktır.” O “Üsküdar’ın” Rusya için iyi bir yer olup olmadığı ise hala tartışmalıdır. Batı konsensüsle, ağır ağır hareket etmek durumundadır. Putin ise hızla karar alıp hareket edebilmektedir. Elbette bu durum avantaj olmakla beraber bazen telafisi zor hatalar da yaptırabilir. Uzun vadede Rusya ve Putin’in büyük bedeller ödeme ihtimali varsa bile, a) bu kesin değildir, b) “uzun vadede hepimiz ölüyüz” halbuki Kırım’da şu anda dalgalanan Rus bayrağı gerçektir, c) “her şeye rağmen buna değiyor” olabilir.

Rusya hep etrafındaki ülkeleri domine etme eğiliminde olacak ve bu ülkeler Batı’dan destek görmezlerse buna direnme konusunda zayıf olacaklardır. Batı’dan destek geldiğinde bile bunun derecesi ve sürekliliği sorunludur. NATO genişlemesi bir açıdan Rusya’yı tedirgin etmiş ve gücendirmişse de, eğer bu ülkeler, mesela Baltık ülkeleri kabul edilmemiş olsaydı şu anda Rusya’dan kendilerini koruyamayacakları açıktır. Putin Kırım’ı kazanmıştır ve Doğu Ukrayna’da oynayabileceği önemli kartlara sahiptir ama ülkenin geri kalanını belki de “ilelebet” kaybetmiştir. Birkaç ay önce bu ülkede kendisine yakın bir yönetim olduğu düşünülürse aslında bu krizden ne kadar kazançlı çıktığı tartışılabilir. Batı kurumlarından “kapıyı da ardından sertçe çarparak” ayrılmış olmasının neden olacağı ekonomik kayıpların düzeyi önemli olacaktır. Putin genelde düşünülenin aksine bu krizin senaristi değil onun içindeki pragmatik bir oyuncudur ve eline gelen kartlara göre doğaçlama olarak hızlı ve atik davranarak bazı stratejik kayıplarını kapatmıştır. Putin Ukrayna’nın emsal yaratarak “demokrasi ihraç etme” ihtimaline tahammül edememiştir. Putin krizle beraber Batı’nın sürekli genişlemesine durdurmuş ve onu püskürtmüştür. Gürcistan, Kırım ve Ukrayna ile beraber bu artık bir trend haline gelmiştir ve artık Baltıklardaki Rus azınlıklar, Moldova, Beyaz Rusya ve hatta Kazakistan da potansiyel olarak radara girmiştir.  

Batı eski Sovyet coğrafyasında maddi ve iradi olarak arkasında sürekli duramayacağı kadar büyük taahhütlere girmiş ve nasıl denir, “ağzına yutabileceğinden daha büyük lokmalar atmış” olabilir mi? “Rusya bir gün toparlanacaktı ve buralara güç değilse bile etki projekte etmesi kaçınılmazdı ve işte şimdi o gün geldi” denebilir mi? Savunma harcamaları, yeni sorumluluklar üstlenme isteksizliği, iç ekonomik ve siyasi sorunların giderek zamanının daha büyük kısmını talep etmesi gibi nedenlerle Batı’nın Rusya aleyhine genişlemesinin sınırlarına vardığı ve şimdi de gerilemeye başladığı söylenebilir. Coğrafya, stratejik ihtiyaçlar, risk alma ve bedel ödeme istekliliği, demografik ve etnik unsurlar, hız ve sürpriz faktörlerini kullanma, istihbarat üstünlüğü, karşı tarafın niyet, beceri ve hesaplarını öngörme becerisi, iç kamuoyunun mevcut ve oyun yükselirse bile devam edecek desteği, bu raundu Rusya’nın almasına neden olmuştur.   

UKRAYNA

Rusya’nın yayılmacı eğilimlerine karşı koymak için Ukrayna’da devlet ve millet inşası gerekmektedir ama Batı’nın bunun için gerekli kaynak, istek, uyum, bilgelik, sabır ve devamlılığı olduğu şüphelidir. Ukrayna "kurtarılabilir" mi? Yolsuzluk, mafya, oligarklar, ordu dahil devlet kurumlarının zayıflığı, Rus azınlık, dış enerji bağımlılığı, mevcut dış borç ve kronik dış finansman ihtiyacı, düşük ihtimal olduğu için NATO ve AB üyeliği vaadini reformlar için kaldıraç olarak kullanmanın zorluluğu gibi faktörler Ukrayna'nın geleceği hakkında iyimser olmayı güçleştirmektedir. Ülke zayıf, kokuşmuş, bölünmüş, kolayca satın alınabilir, beceriksiz ve halk nezdinde inandırıcılıkları kalmamış elitlerin liderliğinde birliğini sürdüremeyebilir. Avrupalılar bu ülkeye "para göndersek bile çalınacak" diye korkmaktadır. Önümüzdeki dönemde Ukrayna’nın Batı için yük, gerilim ve risk kaynağı olma ihtimali yüksektir. Ukrayna tarihi olarak Rus etki alanındadır ve bunu değiştirmeye çalışmanın ne kadar haklı, gerekli, başarılabilir ve sürdürülebilir olduğu tartışmalıdır. Ukrayna’nın gerçek bir millet olup olmadığı ve Rusya ile işleyen bir ilişkisi olmazsa ayakta kalıp kalamayacağı tartışmalıdır.   

Putin enerji başta olmak üzere ekonomik şartları zorlaştırarak kendi taraftarlarının güçlenmesini, “Rusya ile bozuşmanın hata olduğu” düşüncesinin yaygınlaşmasını sağlamayı deneyebilir ve etnik gerilimi tırmandırarak ülkenin içişlerine karışmaya çalışabilir. Federal sisteme geçilmesi halinde Rusların yaşadığı bölgelerdeki yerel yöneticiler üzerinden ülkenin geneli üzerinde etki kurmayı deneyebilir. Bunlar işe yaramazsa Batı’nın başka meselelerle meşgul olduğu bir anda ülkenin doğusunun tamamı veya bir kısmını işgal etmeye kalkabilir. Bu ihtimaller Batı’nın önümüzdeki dönemde Ukrayna’yı sürekli gözetim, bakım ve destek altında tutmasını gerektirecektir. Ukrayna NATO ya da AB ülkesi ya da ciddi adayı olsa Rusya bugün yaptıklarını muhtemelen yapamazdı. Öte yandan bu kurumlar da herkesi içine alırlarsa uyum ve devamlılığı sağlayamazlar. Kısa vadede hem gerçek hem de algı olarak Putin Batı’ya karşı önemli bir başarı kazanmıştır. Bunun karşılığında kendisi ve ülkesinin ödeyeceği bedelse henüz tam belli değildir. Batı bu mücadeleyi ancak uzun vadede kazanabilir.   

ABD

Churchillvari bir şekilde söylemeye izin varsa, Amerikan hegemonyasının sonunun başlangıcının sonuna gelmiş olabiliriz. Putin ABD’nin ittifakları ve taahhütleri üzerinde soru işareti yaratarak prestijini kırmaktadır. Putin Amerikan hegemonyasına karşı en önemli tehdittir. Başka hiçbir uluslararası aktör ABD’nin retoriği ile niyetleri, yetenekleri ve çıkarları arasındaki farkı (uçurumu?) açık etme konusunda Putin kadar çaba sarfetmemiş ve başarılı olmamıştır. ABD Ukrayna kriziyle beraber müttefikleri ama daha da önemlisi hasımları gözünde inandırıcılığını (kısmen ve geçici bile de olsa) kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Haklı veya haksız, ABD’nin kendisinden beklenen liderliği gösteremediği algısı yaygınlaşırsa küçük ve belki de Almanya gibi büyük devletler Rusya ile bireysel pazarlık yapmanın daha akıllıca olacağı sonucuna varabilirler. ABD’nin artık kendisinden korkulmayan bir ülke olmasının öngörülemeyen bazı sonuçları olabilir. Zayıflık algısı bölgeden bölgeye bulaşıcıdır. ABD gerilemesi elbette yavaş, göreceli ve düzensiz olacaktır. Şu anda dünya ABD gerilemesinin alabileceği şekiller ve bunun yaratabileceği komplikasyonlar konusunda hızlandırılmış bir eğitimden geçmektedir. “Barutunu kuru tutmak” iyidir ama pas geçtiğin mücadeleler şöhretini kötü etkileyerek seni daha fazla yerde savaşmaya ya da geri adım atmaya zorlayabilir. 5 yıl geçmesine rağmen şu hala tam açık değildir: Obama ABD hegemonyasının sürdürülemez olduğunu mu düşünüyor, yoksa mümkün olsa bile zaten bunu istemiyor mu? Bu elbette retorik bir sorudur. Gerçekte hegemonyanın fedakarlık ederek bile sürdürülüp sürdürülemeyeceği belli değildir ve Obama da “çiftliği” bu sonu belli olmayan macera için ipotek etmek istememektedir.

ABD savaşmak için değil tabii ama sembolik bir ip çekmek için Ukrayna’da asker konuşlandırmaya karar verirse bu mücadelede önemli bir aşama olur. Ama ABD siyasetinde ve toplumunda bu yönde bir istek yoktur. Tehditler, ambargolar, diplomasi ve ittifak içi uyumu arttırarak Putin’i kısa vadede durdurma ve uzun vadede yaptıklarını ona pahalıya patlatma olarak özetlenebilecek strateji mevcut şartlarda en doğrusu gibidir. Ama bu yaklaşımın kısa vadede sonuç alma ihtimali düşüktür. Batı bu mücadeleyi Soğuk Savaş’ta olduğu gibi ancak uzun vadede kazanabilir.

Obama daha önce pazarlık yapmaya elverişli (transactional) olarak tanımladığı Putin’den “rasyonellik” beklemektedir. Ama, a) karşındaki rasyonel olmayabilir, b) “bir tane rasyonellik yoktur ki”, c) karşıdakinin neye değer verdiğini anlamak gerekir, d) gönderdiğin tehdit, ödül ve uzlaşma mesajları “gürültü”, algı yanılması, hız, bürokratik siyaset, iç politika, stres, üniter olmayan aktörler, tarihsel bagajlar, kişisel tarihler gibi nedenlerle karşı tarafça duyulmayabilir. ABD Rusya’ya ödün verir ve yeni statükoyu kabullenirse Putin “yatışır” mı, yoksa iştahı daha da mı kabarır? İlki olsa bile bu durumun a) başka bölgelere, b) müttefiklerin algısına, c) “mükemmel olmaktan çok uzak” olsa da “bir şekilde yürüyen” dünya düzenine ve d) ABD’nin süpergüç şöhretine etkisi ne olur? Potansiyel ihtimal olarak Rusya ABD için 1) daha önce olduğu gibi sınırlı ölçekte bir sorun çıkarıcı (trouble-maker), 2) şimdi olduğu gibi revizyonist bir güç, 3) resetle amaçlandığı gibi sınırlı bir ortak-rakip karışımı ya da ideal olan 4) Batı kampına yaklaşmış, temel uluslararası meselelerde ve Çin’e karşı beraber hareket edilen bir stratejik ortak olabilir. Bu krizle bu son ihtimal hiç olmadığı kadar azalmıştır. 

İleride tarihçiler bir ihtimal bu krizi çok kutupluluğun “resmi başlangıcı” olarak görebilirler. Biz henüz bunu emin bir şekilde iddia edemiyoruz. İçine girdiğimiz bu dönem çok kutupluluk mudur bilinmez ama bu krizle beraber“ABD sonrası” döneme girdiğimizi düşünmek için artık yeterince kanıt birikmiştir. ABD ekonomik, teknolojik, siyasi ve askeri olarak daha uzun yıllar başat ülke olmaya devam edecektir ama yerkürede Amerika’nın hakim olduğu dönem –belki geçici bir süre için de olsa – bugün açıkça sona ermiştir. Bu maddi ölçülerin dışında psikolojik, zihinsel ve fikri iklimle ilgili bir saptamadır. Hobbes’un dediği gibi “gücün şöhreti güçtür.” Eğer herkes ya da çok kimse ABD’nin gerilediğini düşünüyorsa ABD geriliyor demektir. Obama’nın dış politikasına en çok etki eden grup olan Amerikalı realistler birçok entelektüel meziyetleri olmasına rağmen gücün sadece somut ölçülere değil önemli derecede algı ve şöhretle ilgili olduğunu göz ardı ediyor gibidirler. 

AVRUPA

Avrupa bu krizde yine başarılı bir performans gösterememektedir. Aralarında değişik tarihi tecrübe, coğrafi konum, ihtiyaç, çıkar, optik ve önceliklerden kaynaklanan tehdit algısı farklılığı vardır. Birlik, hız ve berraklık gereken bir ortamda yavaş ilerleyen bir konsensüs arayışı sonucunda ancak farklı, çelişkili, muğlak mesajlar ve politikalar sunabilmişlerdir. Kıtaya bakınca zayıflık, korkaklık, iradesizlik, materyalizm, uzun vadeli stratejik düşünememe, bölünmüşlük ve felç olma durumu görenlerin ancak kısmen abarttığı söylenebilir. Ekonomik kriz, Fransa’nın zayıflığı, Alman ekonomisinin istikrarı ve Merkel’in devamlılığı sayesinde Avrupa’nın tartışmasız lideri olması beklenecek Almanya’nın krizde yeterince güçlü tavır almadığı söylenebilir. Zaten Almanya’da Rus pozisyonuna karşı şaşırtıcı bir sempati vardır. Nükleer santrallerini çevresel nedenlerle kapatma sürecine giren Almanya, Rus gazına bağımlılıktan kolayca kurtulamayacaktır. Ayrıca Rusya’nın güçlenmesinin halihazırda askeri değil ama siyasi ve ekonomik olarak çok güçlü olan Almanya’yı dengeleyeceğini umarak mutlu olan Avrupalılar olduğu düşünülebilir. Almanya ile Rusya kısa sürse de Molotov-Ribbentrop Paktı ile pratikte Doğu Avrupa’yı paylaşmışlardı. Doğu Avrupalıların hafızasında bunun bugün bile yerini koruduğundan emin olabiliriz.

Krizle Doğu Avrupa jeopolitik bir mücadele alanı olarak tarihe dönüş yapmaktadır ve Avrupa –henüz?- buna hazır olduğunu kanıtlamış değildir. Tam da ABD Avrupa dahil dünyadan asker çeker, savunma harcamalarını azaltır ve asker sayısını azaltırken gelen bu kriz Avrupa’nın savunma konusundaki eksiklerini iyice ortaya çıkarmıştır. Ayrıca ABD’nin NATO’ya olan ilgi ve bağlılığının geleceği ile ilgili oluşan soru işaretleri ve özellikle Rusya’ya komşu ülkelerin NATO garantilerine olan inancının zayıflaması ittifakın geleceği ile ilgili soru işaretleri yaratmaktadır. Ekonomik krizden önce de Avrupalıların savunmaya harcadığı oran düşüyordu. Şu anda hedef olarak görülen ekonominin yüzde 2’sini savunmaya harcama çizgisini sadece 4 ülke tutturmaktadır. Ukrayna krizinden sonra savunma harcamalarının bir süreliğine de olsa artması beklenebilir. Ayrıca ittifakın Afganistan gibi “uzak diyarlarda” geçirdiği 10 küsur yıldan sonra ilgisini büyük ölçüde Doğu Avrupa’ya vereceği de söylenebilir. ABD’nin belki İngiltere’nin Doğu Avrupa’da gerektiğinde hızla intikal edilebilecek hazır üsler, uçak, silah ve belki de sürekli asker konuşlandırması gündeme gelebilir.  

Avrupa’nın Rusya’ya olan enerji bağımlılığının derecesini ABD kayagazı ile Orta Doğu, Kafkaslar, Akdeniz’deki Türkiye üzerinden taşınacak alternatif kaynaklarla azaltmaya çalışacaktır. Ama mesela ABD kayagazının miktarı, fiyatı, taşıma maliyeti ve inşa edilmesi gereken ek altyapının getireceği yük nedeniyle Rus gazına olan bağımlılığa ancak sınırlı derecede, zaman içinde ve pahalı bir şekilde alternatif oluşturacağı söylenebilir.  

Gerekli yaptırımlarla üzerinde anlaşılan yaptırımlar arasında önemli farklar olabilir. Ayrıca anlaşılan yaptırımların hangi hız ve sıkılıkta uygulanacağı, “mızıkçılar” ve ayrıcalık isteyenlerin olup olmayacağı, yaptırımların Batı’ya çıkaracağı maliyet ve zorluklar, taraflardan hangisinin acıya daha dayanıklı olacağı ve belki daha da önemlisi karşıdakinin ne zaman pes edeceği sonuç üzerinde etkili olacaktır. Parça parça, ucu ve takvimi belirsiz ambargolar yerine, eğer ne zaman hangi ek müeyyidelerle karşılaşacağı baştan inandırıcı bir şekilde gösterilebilirse bunun Moskova üzerindeki caydırıcı ve geri adım attırıcı etkisi daha fazla olabilir. Şu anda Putin Batı’nın birliği, dayanıklılığı ve stratejik düşünme yeteneği konusunda ikna olmuş değil gibidir.  

ÇİN

Bu krizle beraber Rusya ve Çin’in birbirlerine desteği ve beraber hareket etme pratiği ve daha çok Çin lehine olmakla beraber karşılıklı ihtiyacı artabilir. Kriz Rusya’yı görülebilir gelecek için Çin ile ortaklığa kilitleyebilir. Nixon-Kissinger iki büyük komünist güçten daha küçük olan Çin’i kendilerine yaklaştırarak Soğuk Savaş’ın gidişatı üzerinde önemli etki yaratacak bir hamle yapmışlardı. ABD’nin bu krizden önce bu sefer Rusya’yı Çin’den kendi yanlarına doğru yaklaştırması teorik olarak mümkündü. Bugünse bu ihtimal görülebilir bir gelecek için epey azalmıştır. Çin BMGK’de çekimser kalmasına rağmen bu oy sınırlı da olsa Moskova’ya destek olarak kabul edilmiştir. Böylece Pekin Ukrayna ile ilgili olarak sınırlar ve içişlerine karışma konularındaki alışılmış pozisyonuyla çelişen bir pozisyon almış olmuştur. Çin liderinin ilk gezisini Rusya’ya yaptığını hatırlarsak Pekin’in Moskova ile ilişkilere ne kadar önem verdiği anlaşılır. Öte yandan Çin’in dolaylı desteği sınırsız, koşulsuz ve karşılıksız olmayacaktır. Pekin’in Putin’i daha fazla ileri gitmemesi konusunda kibarca uyarmış olduğunu varsayabiliriz. ABD 90’lı yıllarda Orta Doğu’da hem İran hem Irak’a karşı “çifte kuşatma” stratejisi uygulamıştı. Şimdi kendini çok daha az güçlü hissettiği bir dönemde hem Rusya hem de Çin’e karşı aynı şeyi deneyebilir ve başarılı olabilir mi? Ayrıca birbirleriyle düşman olan İran ve Irak’tan farklı olarak Rusya ve Çin müttefik olmasalar ve bazı çelişkili çıkarlara sahip olsalar bile giderek daha uyumlu bir ikili olma yolundadır. ABD Çin’e karşı Rusya’yı bir şekilde yanına çekmeli değil mi? ABD için uzun vadede ve esas olarak Rusya mı yoksa Çin mi büyük tehlikedir? Çin’in potansiyelinin ve dolayısıyla ABD’ye rakip olma ihtimalinin daha fazla olduğu doğrudur ama tehdit algısı kapasite kadar niyet, kendini konumlandırma (posture), söylem, vücut dili ve yakın geçmişle de ilgilidir. Pekin Ukrayna kriziyle beraber kendi üzerindeki ABD baskısının bir parça gevşeyeceğini umuyor olabilir. Ukrayna kriziyle Putin kendini Çin’e “gebe bırakmakta”dır. Uzun vadede Rus-Çin ilişkisi neredeyse kaçınılmaz olarak Pekin lehine asimetrik bir şekil alacaktır. Rusya, Çin ile ilişkisinde ilk olarak ve muhtemelen ilelebet küçük ortak olacaktır. Rusya’nın bu durumu içine nasıl sindireceğini izlemek ilginç olacaktır.

ORTA DOĞU

İran, Batı ile bozuşan Rusya üzerinden ambargo rejimini delebileceğini düşünerek müzakereleri yokuşa sürebilir mi? 1994'te ABD'nin de garantör olduğu anlaşmayla Ukrayna nükleer silahlardan vazgeçmişti. Şimdi nükleer silahları olsa muhtemelen işgal edilmezdi. İran elbette bunu görmektedir. Nükleer silahları azaltma ve yayılmasını engelleme politikası Ukrayna kriziyle ciddi bir yara alabilir. Obama karşıtları Putin’in hamlelerini ABD Başkanı’nın Suriye gibi konularda gösterdiği zayıflık ve kararsızlığın davet ettiğini iddia etmektedir. Gerçekten de Obama Suriye’de daha kararlı durmuş olsa Putin Ukrayna’da şimdiki radikal adımları atmaya cesaret edebilir miydi? ABD’nin Esad’ı devirme çabalarını arttırarak Moskova’ya cevap vermesi beklenebilir. Ayrıca kriz barış süreciyle ilgili İsrail üzerindeki ABD baskısını bir süre için de olsa azaltabilir. Ukrayna gibi acil sorunlar varken barış sürecine çok zaman harcanması eleştirilmektedir. Ayrıca Ukrayna ile ilgili olarak İsrail’in ABD’ye mesafeli tutumu Washington’da uzun vadede sonuçları olabilecek önemli bir hoşnutsuzluk yaratmıştır.

TÜRKİYE

Ukraynakrizinde Türkiye'nin tanımlaması / koruması gereken çıkar, takip etmesi gereken risk, öngörmesi gereken sürpriz, farkında olması gereken fırsat, sıraya dizmesi gereken öncelik, yapması gereken hazırlık ve elindeki araçları şümullü, interaktif, uzun dönemli ve analitik şekilde incelemelidir. Türkiye’nin konuyla ilgili çıkarları ve dikkat etmesi gereken konular nelerdir? 1) Enerjinin akışında kesinti olması, 2) Batı-Rus çatışmasının derinleşmesi ve kalıcı hale gelmesiyle beraber taraf tutma ve Rusya ile ilişkilerde bozulma yaşanma riski, 3)Sınırların değişmezliği ve devlet egemenliğinin kutsallığının yıpranması, 4) Ayrılıkçı hareketler için yeni bir emsal yaratılmış olması, 5) Kırım Tatarların esenliği, 6) Sorunlu ilişkilerle de olsa bir şekilde parçası olduğumuz Batı’nın krizde Rusya’ya karşı zayıf bir görüntü çizmesinin potansiyel menfi sonuçları, 7) Batı’nın Rusya ile Karadeniz’de daha etkin mücadele etmek için Montreux Anlaşmasını pratikte ya da hukuki olarak zorlaması ve Montreux’nün sorgulanmasından sonra “Pandora’nın kutusundan neler çıkacağının bilinmemesi,” 8) Ankara’nın makul olan ya da olmayan bir şekilde ABD’nin Karadeniz’de artacak varlığından da tedirgin olması. Krizden sonra Montreux özellikle ABD tarafından pratikte zorlanabilir. Karadeniz’deki deniz gücü dengesinin Rusya lehine bozulduğunu düşünen kıyıdaş ülkeler antlaşmadaki Karadeniz dışı güçlere ait limitlerin arttırılmasını isteyebilirler. Şu ana kadar Montreux’dan memnun olan Türkiye, müttefiklerin baskısı, Rusya’nın rahatsızlığı, bölgenin uzun süredir hiç olmadığı kadar rekabet, gerilim ve istikrarsızlık üretme ihtimalinden duyduğu tedirginlikler arasında kalabilir. 

Türkiye’nin Batı-Rusya gerilimi nedeniyle tekrar artabilecek “jeopolitik önemi” bizi gevşekliğe ve zihinsel bir tembelliğe itmemelidir. Çünkü artan bu önem avantajlar kadar sürprizler, belirsizlikler, beklentiler ve oldu-bittiyle sırtımıza yüklenen külfet ve sorumlulukları da beraberinde getirebilir. Rusya’nın Avrupa ile ilişkilerinin bozulması sonucunda Rus gazı daha çok Doğu’ya akmaya başlayabilir ve bu da uzun vadede Türkiye için enerjinin arz devamlılığı ile ilgili komplikasyonlar yaratabilir.

Rusya ile yeni soğuk savaş derinleşir ve kalıcı hale gelirse bu Batı’da İran ile anlaşma ihtiyaç ve isteğini arttırabilir. Bu durum İran’ın ve K. Irak’ın petrolünün Türkiye üzerinden Batı’ya akması ihtimalini arttırabilir. Rusya’ya bağımlılığı azaltmak teorik bir meseleden somut ve güncel bir ihtiyaç haline gelince Avrupa Kıbrıs’ta çözüm ve İsrail’le barışma konularında ABD ile beraber daha çok bastırmaya başlayabilir. Bu senaryolarda Türkiye açısından kağıt üzerinde bir sorun yoktur. Burada önemli olan Batı’nın acelesi ve ısrarı karşısında Türkiye’nin çıkarlarını kucaklamayan çözümlere sürüklenmemektir. Yeni ortamın Türkiye’ye avantajlı bir konum sağladığı ve diğer tarafların buna göre pozisyonlarını esnetmesi gerektiği hissettirilmelidir. Jeopolitik önem, Nasrettin Hoca’nın kazanı gibi, doğduğu kadar ölebilir ve hatta dikkat edilmezse öldürebilir de.     

Son 20 küsur yılda Türk-Rus ilişkilerinin gelişmesinin nedenlerinden biri Ankara’nın Moskova’dan artık direk bir tehdit algılamamasıydı. Gürcistan Savaşı ve Kırım’la beraber Rusya’nın fiziki olarak Türk sınırlarına yaklaşmasıyla şimdi bu bir parça değişebilir. Türkiye Batı tarafından kendisine biçilebilecek Rus karşıtı rolü kabul etmese bile, Batı tarafından değişik şekil ve derecelerde de olsa itildiklerini düşünen, ekonomileri kısmen birbirlerini tamamlar bu iki ülkenin arasındaki çelişkilerin tekrar artış dönemine girmiş olabiliriz. Rusya ilişkilerin iyi olduğu düşünülen dönemde bile Kıbrıs’tan Suriye’ye, enerji fiyatlandırmasından Ermenistan’a birçok konuda pozisyonlarını Türkiye lehine esnetmekten genelde kaçınmıştır. Şimdi izole olabileceği bu yeni dönemde Ankara’yı karşısına almamak için Türkiye’ye karşı daha ılımlı olması talep edilmelidir.    

SONUÇ

Ukrayna krizi etnik, askeri, ekonomik, ideolojik, jeopolitik, kültürel boyutları olan çok boyutlu, uzun dönemli, kompleks ve iniş çıkışları çok olacak bir "medeniyetler" mücadelesinin önemli bir raundudur. Kriz tarihin Avrupa kıtasında bile bitmediğini göstermiştir. Rusya’nın elinde oynayabileceği kartların sayısı, çeşitliliği ve bunların etkili olma şansı Putin'in başını döndürebilir. Rusya arka bahçesinde kendine güvenle, haklı ve mücadele etmek zorunda olduğunu düşünerek, bedel ödemeye hazır bir şekilde ve  inisiyatif üstünlüğünü sürekli elinde tutarak hareket etmektedir ve bunlar onu çok zorlu bir hasım yapmaktadır. Batı bu mücadeleyi ancak uzun vadede kazanabilir ama bunun için kısa ve orta vadede de bir çok şeyi doğru yapması gerekmektedir. Bu mücadelede kimin kazanacağını  sadece kapasiteler değil ihtiyaç, cesaret, şöhret, “acıya dayanıklılık”, öncelikler, coğrafi yakınlık, kamuoyu desteği, gerçek değilse bile algılanan "haklılık katsayısı", insani ve coğrafi topografyaya aşinalık, karşıdakinin niyetlerini okuma becerisi gibi faktörler belirleyecektir. Türkiye’de de Rusya’nın yakınmaları, çıkarları, ihtirasları, hayalleri, hatıraları, korkuları, alınganlıkları, paranoyaları, kartlarını şimdiye kadar olandan daha imce ve derin tahlillere tabi tutmak gerekmektedir.  

 

Şanlı Bahadır Koç

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Amerika Araştırmaları Uzmanı

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display