Obama ve Trump Yönetimi Dönemlerinde Türk-Amerikan ilişkileri

Yazan  25 Ağustos 2020

2008 yılındaki büyük finansal kriz sonrasında Amerika yaşadığı ekonomik çöküşünden sonra,  Başkan Obama’nın Demokrat,Başkan Trump’ın Cumhuriyetçi olmalarına rağmen her iki Amerikan başkanının büyük stratejileri, benzerlik göstermektedir.

Amerika’nın çöken ekonomisini kurtarmak ve Ortadoğu çatışmaları gibi  Amerika’nın büyük stratejisine uymayan çatışmaları bitirerek bu bölgenin dışında kalmak ve  başta Çin olmak üzere yükselen ülkelerin ekonomileriyle mücadele etmek gibi ortak bir görüşe sahip oldukları verdikleri demeçlerden anlaşılmaktadır. Her iki başkan da Amerika’nın Ortadoğu’daki savaşlara  6 trilyon dolar akıtıldığından yakındılar. Ancak ,Amerika’nın benim ‘lobitokrasi’ diye adlandırdığım siyasal sistemi her iki başkana Ortadoğu’dan çıkış izni vermemiştir. Amerikan başkanları büyük stratejilerinin yanında Ortadoğu ile ilgili olarak İsrail’in çıkarlarına göre şekillendirilen bir bölgesel  strateji izlemek zorunda kalmışlardır.

Başkan Obama ilk gezisini  2009 yılında Türkiye’ye yaptı ve Türkiye’yi stratejik ortak ilan etti. Türkiye’ye, Ermenistan’la sorunların çözülmesi, PKK sorunun demokratik olarak ele alınması ve Ortadoğu’da  Davutoğlu’nun izlemeye çalıştığı ‘komşu ülkelerle sıfır sorun ‘politikasının devam etmesi, gibi önerilerde bulundu.Türkiye,bu tavsiyelere yakın bir yol haritası izledi. Azerbaycan’ı kızdırma pahasına Ermenistan’la görüşmeler yapıldı. Sözde soykırım iddialarına karşı sert milli tutumu ile tanınan Türk Tarih Kurumu başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu görevinden alındı. Soykırım iddiaları kabul edilmese de yumuşak bir dil kullanılmaya başlandı. İki ülkenin cumhurbaşkanları birbirlerinin ülkesinde  futbol maçı izlediler ve iki ülke arasında yapılan protokollerin Ermenistan Anayasa Mahkemesi tarafından onaylamaması üzerine herhangi bir sonuca varılamadı.

Türkiye gene bu dönemden başlayarak PKK terörü sorununu çözme çabalarına girişti. Oslo’da müzakereler, İmralı’da yeni anayasa üzerine görüşmeler gerçekleştirildi. Suriye iç savaşının başlamasını fırsat olarak gören PKK, Türkiye’de müzakere sürecinde terör eylemlerini durdurarak terör unsurlarını Suriye’nin kuzeyine aktardı.

Türkiye’den sonra Mısır’a giden Obama, Mısır’dan barış elini İran’a uzattı. Ortadoğu barışı konusunda yeni ümitler doğmuşken İsrail’in Gazze’ye saldırısı ve 2009 yılında Davos’taki toplantıda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Pres’e karşı Erdoğan’ın ‘one minute’ olayından sonra  İsrail’le ilişkiler soğudu. Oysa aynı dönemde Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri çok olumlu bir yol izliyordu.Türk ticareti  Suriye ve Mısır ticaret yolları üzerinden Arap ülkelerine yayılıyordu. Türkiye,Suriye ile  yakınlaşmış ve ülke liderleri arasında ziyaretler ve hatta ortak parlamento toplantıları bile yapılmıştı.

2010 yılında, birincisi Türkiye’yi ikincisi dünyayı ilgilendiren iki  önemli gelişmeye şahit oluyoruz. Türkiye’yi ilgilendiren olay İsrail’le Türkiye arasındaki  Mavi Marmara gemisi olayında Türk vatandaşlarının şehit edilmesidir. 2013’de İsrail’in özür dilemesine karşın, Türk-İsrail ilişkilerindeki soğukluk  artık süreklilik göstermeye  devam etti. İkinci ve asıl önemli olay yeni bir strateji olarak Tunus’tan başlayarak Arap dünyasında, Batının tabiriyle, demokratikleşme  eylemlerinin başlamasıdır. Batılılar ve ABD tekrar Ortadoğu’yu altüst etmenin peşine düşmüştü. Amaç, iletişim çağından etkilenen Batılılaşmış  Arap kitlelerin iktidara gelmesi, o döneme kadar dikta rejimleriyle yönetilen Arap rejimlerinin yerine ılımlı  İslam modeliyle Batıya yakın devletlerin oluşması ve  böylece İsrail’le uyuşmazlıklarının giderilmesiydi. Model olarak Türkiye’deki iktidar ileri gösteriliyordu. Bu arada, Libya ve Suriye tasfiye edilmeli ve İran baskı altında tutulmalıydı. Gelişmeler tahmin edilmeyecek bir şekilde Kuzey Afrika Arap bölgesinden başladı. Tunus, Libya, Mısır yoğun eylemlerin içine çekildi.

Evanjelist yönetimin taslağını çizdiği bu strateji başarıya kazanamadı. Tıpki 1991 ve 2003 Irak müdahalelerinden sonra olduğu gibi beklenenin tersine,Batıya dost gelişmelerin yerini gene Batıya karşı yapılanmalar ve Batıda terör eylemleri patlamaya başladı. Kaddafi rejimine karşı ayaklanmaların sonucunda  başta Fransa olarak NATO’nun Libya’ya müdahalesi gerçekleşti ve o günden itibaren  Libya bir daha kendini toparlıyamadı ve Libya’daki çatışmalar günümüze kadar devam etti.

Suriye’de  başlayan halk hareketleri iç savaşa dönüştü.Çin ve Rusya,olayın nereye varacağını gördükleri için, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde veto kullanmalarına karşılık, Suriye’ye müdahale edildi, Libya ve Yemen, Türkiye, Batılı ülkeler  üzerinden gelen  savaşçı unsurlar ve Batılı tüccarların silahları Suriye’ye aktı.2011 yılında Türkiye  de  Amerikalı siyasetçilerin akımına uğradı.  Gelenler, CIA Başkanı General Petraeus, Savunma Bakanı Panetta Başkan yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakanı Hilary  Clinton’du. Bu ziyaretlerden sonra Esad’a iktidardan  çekilmesini tavsiyeden sonra Türkiye, Esat karşıtı konvoya katılarak Suriye’deki çatışmalarda yerini aldı.

Türkiye, Mısır’da iktidara gelen ve Müslüman Kardeşleri temsil eden Mürsi ile yakın ilişkiler kurmuştur. Mürsi kısa sürede otoriterleşmesi ve İsrail’e karşı tutumu sonucu,daha önce Türkiye’de önceden olduğu gibi yargı yolu ve çeşitli kumpaslarla dağılmamış olan, Amerika’nın dolaylı olarak desteklediği Mısır ordusu ve Sisi  2013 yılında askeri bir darbe ile yönetimi ele almıştır. Batılı ülkeler bu darbe karşısında sessiz kalmışlardır. O darbeden itibaren Türkiye, Mısır ilişkileri düzelmemiştir.

Öte yandan, Suriye olayları beklenmeyen bir dönüşüme girmiş, Amerika’nın askeri yardımları, rejime karşı savaşan, Suriyeli muhaliflerden çok Batı karşıtı  aşırı uçların eline geçmiştir. Müslüman Kardeşler ve El Kaide’den ayrılan gruplar Irak ve Suriye İslam Devletini kurmuşlardır(DAEŞ). DAEŞ, Rakka’yı başkent ilan edip, Musul’u alan DAEŞ hızla genişliyerek Irak Peşmergeleri ve PYD Yönetimindeki Suriye Kürtleri ile savaşa girişmiştir. Suriye’nin Ayn El Arap veya PKK terminolojisinde Kobani bölgesinde sıkışan PYD-PKK milislerine Batının baskısı sonucu  Türkiye, Peşmergelerin Türkiye’den geçerek PYD-PKK yanında çatışmaya girmelerine izin vermiştir.

Dünya’nın her tarafından gelerek  kalabalıklaşan DAEŞ taraflarına karşı Amerika desteğini PYD-PKK tarafına verince, 2013-2014 yılları arasında Türkiye’de “Rojava Kürtleri”tarafından temsilcilik açılması, bir kenara bırakıldı ve Türkiye’deki PKK Açılımı  2015 Haziran seçimlerinde AKP’nin seçimleri kaybetmesi üzerine sert bir şekilde sona erdi.Öte yandan, Amerika’nın önerilerine uyularak DAEŞ’le mücadele çabalarına girişildi.

Bu gelişmeler Türkiye’yi zorlarken Rusya, Suriye ve Irak’taki gelişmelerin Kafkaslar üzerinden kendi içlerine yansıyacağını hesap ederek Suriye iç savaşına müdahale etmiştir. Rusya’nın ayırt etmeksizin EL Nusra, Ansar El, İslam ve Suriye Türkmenlerini bombalaması karşısında daha önce  rejim güçlerini düşürdüğü  bir  askeri Türk uçağına karşılık Türkiye bir Rus uçağını düşürünce, 2005’lerden beri süre gelen Putin-Erdoğan dostluk ilişkileri zedelenmiştir. Putin durumu sırtlarından vurulduklarını şeklinde ifade etmiştir. Böylece, Türkiye ilk ekonomik ambargoyu 2015 yılında Rusya’dan görmüştür. Amerika’nın ve Avrupalıların, bu dönemde Türkiye’den istedikleri Suriye iç çatışmaları nedeniyle Arap dünyasından gelen yoğun göçün Avrupa’ya yönelmesinin durdurulması ve DAEŞ’le yoğun mücadeleye girilmesidir. Türkiye göçü  Avrupa’dan yardım verileceği gerekçesiyle durdurmaya çalışmıştır ancak asıl mücadelesini Amerika’nın desteklediği YPG ve PKK unsurlarına karşı yöneltmiştir.

Başkan Trump döneminde, daha önceden Rusya ile yeniden yakınlaşma sistematiği içinde satın alınan S-400 füzeleri ve Suriye sorunlarını çözebilmek için Rusya ve İran’la yaptığı Soçi Anlaşması Türk-Amerikan ilişkilerindeki uyuşmazlığı yoğunlaştırmıştır. Suriye hususunda Türkiye’nin önünde iki önemli sorun ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi, Amerika’nın DAEŞ’e karşısında YPG-PKK yapılanmasına verdiği destekler ve bu yapılanmanın Fırat’ın kuzeyine doğru genişlemesi. İkinci önemli husus  da Özgür Suriye Ordusu  dışındaki aşırı unsurlara karşı  Amerika’nın baskısıyla uygulanacak askeri operasyonlar. Bu ikili gelişme Türkiye’nin başına yeni dertler açmıştır. DAEŞ unsurlarına karşı girişilen operasyonların sonucu 2015 ‘den başlayarak Türkiye içinde bombalı saldırılar başlamıştır. Suruç ve Ankara’da ve İstanbul’un turistik alanı Beyoğlu’nda bombalar patlamış ve Atatürk Havalimanı'na terör saldırısı düzenlenmiş, Kilis’e roket atılmıştır. Bu dönem içinde Türkiye üzerindeki Amerikan eleştirisi, Türkiye’nin DAEŞ’le  yeteri kadar mücadele etmediği ve PKK-YPG’yi bombalamayı durdurması konularına yoğunlaşmıştır.

Türkiye bu dönemden başlayarak bazılarının tahtravalli veya ikili denge politikası adı verilen bir politika izlemek zorunda kalmıştır. YPG-PKK’ya karşı operasyonlarında, Rusya ve İran’a dayanırken, DAEŞ’le mücadelesinde Amerika’nın yanında yer almış görünümünü vermiştir. Rusya ve İran’la yakınlaşması, Türkiye’nin, Suriye hava sahasını açan Rusya sayesinde Fırat Kalkanı operasyonu, 2017’de İdlib operasyonları ile gözetim noktaları kurulması, 2018’de Zeytin Dalı operasyonu ve 2019’da Kuzey -Doğu Suriye’de Barış Pınarı harekatlarını yapmasına olanak tanımıştır. ABD Dış İşleri Bakanı Pompeo, Türkiye’ye bu müdahalelerde yeşil ışık yakmadıklarını belirtmiştir.

Bu yoğun siyasi  boğuşmalar arasında  15 Temmuz 2016’daki FETO darbesi olarak adlandırılan askeri darbe teşebbüsü  Türk-Amerikan ilişkilerini  gerginleştirmiştir. Durumu düzeltmeye gelen Başkan yardımcısı Joe Biden olmuştur. Kasım 2016’da Trump’ın seçilmesiyle Ortadoğu ve Türkiye’de olumlu karşılanmış ve Amerika’nın Türkiye’ye karşı daha anlayışlı bir politika izlemesi beklenirken, Türkiye’de bulunan Amerikalı evanjelist bir pastörün darbeyle ilişkili tutuklanmasıyla, Türk-Amerikan ilişkilerinde  önemli bir sarsıntı daha meydana gelmiştir. Türkiye Rusya’dan sonra bu kez Trump eliyle ikinci bir ekonomik yaptırıma maruz kalmıştır. Bu ekonomik yaptırımın ekonomide hissedilen ağır etkisine rağmen Türkiye yukarda saydığımız operasyonlarına devam edebilmiştir. Ancak, Trump’ın ekonomik tehditleri Türkiye’nin her Suriye operasyonundan sonra da devam etmiştir. Örneğin,Cumhurbaşkanı Erdoğan’la  2019 yaptığı telefon konuşmasından sonra Kuzey Suriye’ye  operasyon yapılmasını kabul edip YPG-PKK’yı bir kenara bıraktığın da, devreye giren güvenlik danışmanlarının uyarısına uyarak, Türkiye’nin ileri gitmesi halinde ülkeyi ekonomik olarak çökerteceğini söylemiştir.

Darbe sonrası ve İran’ın Türkiye üzerinden para aklama operasyonlarının ortaya çıkmasına rağmen Amerika’ya yapılan ziyaretlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Trump arasında oluşan kişisel yakınlığı,Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, “Oradaydım” adlı kitabında belirmiştir.

Türkiye’nin çoklu denge politikalarının günümüzde de zorunlu olarak devam ettiği görülmektedir. Türkiye’nin İdlib’teki tutumu Amerika ve ikide bir Esad güçlerini ve Şii Milisleri bombalayan ancak DAEŞ’e dokunmayan İsrail’in işine gelirken, Türkiye,İdlip’te Rusya-İran ve Rejim güçleri ile çatışmalı bir denge politikası izlemektedir. Türkiye,Suriye’nin Kuzey Doğusunda Amerika’nın silah ve petrol parası desteğini alan YPG-PKK  unsurlarıyla mücadelede Amerika’yı karşısına alırken, Rusya’nın YPG-PKK ilişkilerini de izlemek zorunda kalmıştır. Türkiye, Libya’da Katar ve meşru sayılan Libya hükümeti ve şimdilik sessiz duran Amerika’nın yanında yer alırken, Libya’da Türkiye’nin karşısında  Rusya, Fransa, Libyalı General Hafter, Suudi Arabistan, Körfez Arap ülkeleri, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail bulunmaktadır. Ayrıca, Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında Rusya Ermenistan’ın yanında yer almıştır. 

Burada sorulması gereken Türkiye’nin ülke dışı hamlelerini yapabilmesi izlediği  olağanüstü satranç stratejileri mi, yoksa, Karadeniz, Akdeniz ve Hazar denizi gibi üç denize erişimi olan jeostratejik lokasyonunun ABD için  Çin’i durdurmada ve Rusya için Suriye’den sonra Doğu  Akdeniz’e inmesine yol açılmasında Türkiye’ye olan gereksinimleri midir? Bu soruların cevabı epidemi günlerinden sonra  ortaya çıkacak gibi gözükmektedir.

           

           

           

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display