< < Farrokh Negahdar İle Ortadoğu’daki Değişimler Üzerine Bir Röportaj


Farrokh Negahdar İle Ortadoğu’daki Değişimler Üzerine Bir Röportaj

Yazan  22 Kasım 2011
İranlı siyasetçi-analist Farrokh Negahdar Ortadoğu’daki değişimi 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü için değerlendirdi.

Halk hareketleri ile çalkalanan Ortadoğu'da gerçekten neler oluyor? Mısır ve Tunus'ta ortaya çıkan hareketler ile Libya'daki ayaklanmaları aynı kefeye koyabilir miyiz? Batı neden Libya'ya müdahele etti? Yeni yönetimleri, Ortadoğu'da İslam'ın yeri, demokrasi ve İslam nüansı gibi konuları İranlı siyasetçi-analist Farrokh Negahdar Londra'da 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü için değerlendirdi.




Farrokh Negahdar hakkında



Siyasi aktivitist ve 1960'ların öğrenci hareketinin liderlerinden Farrokh Negahdar 1946 yılında İran'da doğdu. 1968-1978 yılları arasında öğrenci hareketlerindeki fiili katkısından ve Fedayi Organizasyonu'nun kurucu kadrosu içinde bulunmasından dolayı 10 sene hapse mahkum edildi. Mahkumiyetinin ardındanFedayi Organizasyonu'na yeniden katılarak bu grubun lideri oldu. 1982'de bu grubun resmi başkanı olarak seçildi ve görevini 1990 yılına kadar sürdürdü. 1983 yılından beri sürgünde yaşamakta olan Negahdar İran iç ve dış siyaset analizleri konularında aranan bir isimdir. University of London'da lisans ve yükseklisansını tamamlamış Negahdar aynı zamanda United Republicans of İran (Jomhouri) grubunun kurucularındandır.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: İranlı bir siyasetçi, analist olarak Arap Baharı teriminin bölgede ortaya çıkan ayaklanmalar için uygun olduğunu düşünüyor musunuz yoksa bir başka ifade daha mı yerinde olur?


Farrokh Negahdar: Bana kalırsa "Arap Baharı" terimi yerine "Ortadoğu Geleneği" şeklinde bir tanımlama daha doğru olur. Çünkü, Arap Baharı tanımlaması fazlaca olumlu bir hava yaratarak bölgede ortaya çıkan gelişmelerin umut, demokrasi ve refah ile sonuçlanacağı algısını yaratıyor. Oysa ki, yaşanılan ayaklanmalarda bu özellikerin dışında başka yönler de var. Olumsuz yönler bu terim ile göz ardı edilmiş oluyor. Özellikle şimdiye kadar yönetici olan gruplarda büyük bir endişe hakim. Bu nedenle, gelişmeleri "Arap Baharı" olarak ifade edersek olumsuz yönleri bir kenara bırakarak sadece olumlu özellikleri görmüş oluruz. Ama, Ortadoğu Geleneği dersek o zaman bu ikilik ortadan kalkmış oluyor. Bir önemli nokta da, Arap Baharı terimi bölgedeki gelişmeleri yanlızca Arap halkına mal etmiş oluyor. Ancak bence hareketlenmeler yanlızca Arapları etkilemiyor. Örneğin Irak'ın Erbil kentinde de protestolar, ayaklanmalar görüyoruz. Bu yaygın halk hareketlerinden önce benzer ayaklanmalar İran'da Yeşil Hareket adı ile ortaya çıkmıştır. Elbette Yeşil Hareket'in Mısır veya Tunus'taki olaylar ile benzeştiğini söylemiyorum.Ortadoğu'daki son hareketleri daha çok İran'daki 1979 İslami Devrimi'ne benzetebiliriz. Ancak tüm bu halk hareketlerinin ortak bir yönü halkın seslerini duyurmak, siyasal yaşama katılmak, sosyal hayatın içinde varolmak istemesidir. Ortadoğu'daki farklı hareketlerin ortak yönü bence bu. Bir açıdan Türkiye'nin Ortadoğu'daki tek demokratik ülke olması halkın taleplerinin ve oylarının dikkate alındığını göstermektedir.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Sizce bölgedeki ayaklanmalar bir anda kendiliğinden mi ortaya çıktı, yoksa dışarıdan –özellikle Batı'dan- destek gördü mü?


Farrokh Negahdar: Bu halk hareketlerinin temelde tabandan ortaya çıktığına inanıyorum. Bu bence şehirleşmenin ve bu bölgelerde yaşayan insanların siyasallaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.Değişim kaçınılmaz olduğu için bu olaylar olmuştur. İnsanlar siyasallaştıkça haklarının farkına varıyorlar ve siyasal yaşama katılmak istiyorlar.Bana kalırsa Ortadoğu'daki ayaklanmaların bir çoğunda bu durum görülebilir. Soğuk Savaş dönemlerinde dış güçler özellikle Ortadoğu'da demokratik hareketleri veya rejimleri desteklemiyorlardı. Çünkü o dönemde Sovyetler'e karşı bir bloğun oluşturulması gerekiyordu, bu diktatörlükler de olabilirdi. Ancak olumlu olarak görülebilecek bir gelişme artık Batı'nın bölgedeki halkın taleplerine olumsuz bakamıyor olmasıdır.Elbette, Libya ve Suriye'deki gelişmeleri Tunus ve Mısır'dan ayırmak isterim çünkü Batı'nın Libya ve Suriye'de farklı amaçları olduğunu düşünüyorum.


21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Peki, Batı veya dış güçler neden bazı ülkelerdeki demokratikleşme taleplerine karşı bu kadar duyarlılar, sizce bunun ardında başka bir art niyet olabilir mi, yoksa gerçekten baskı altındaki insanların temel hak ve hürriyetlerini bu kadar çok mu düşünüyorlar?


Farrokh Negahdar: Uzun bir dönem Batı'da varlık gösteren komunizm korkusu yokoldu. Daha önceleri, Ortadoğu'daki her ayaklanmanın komunizm ve Sovyetler etkisi ile sonuçlanacağı düşünülüyordu. Bu nedenle de bölgedeki halk hareketleri bastırıldı. 20 sene önce Batı halkları bu sebepten dolayı Ortadoğu'da daha demokratik yönetimleri desteklemek isterken çekimser davranıyordu. Çünkü diktatörlük de olsa Batı'nın Ortadoğu'da Sovyetler Birliği'ne karşı oluşturduğu ittifaklar değişmemeliydi.Bana kalırsa uzun vadede Ortadoğu'da yaşayan halkların yönetimde daha fazla söz sahibi olması, adil seçimlerde oy kullanarak yöneticilerini kendileri seçmeleri Batı'nın da tercihi olmalıdır. Çünkü, halkın siyasal hayatta söz sahibi olması bölgesel barış, karşılıklı anlayış ve güvenliği doğuracaktır. Bu bağlamda "Arap Baharı" olarak adlandırılan hareketler elbette ki Batı'nın avantajınadır. Ancak, burada kilit nokta sözünü ettiğimiz bu gelişmeler sonucu grupların bir diğerine hükmetmeye çalışmadan beraberce çalışarak, farklı görüşleri bir araya getirerek toplumun farklı kesimlerinin adilce temsil edilmesidir.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Sizce son gelişmeler neticesinde Ortadoğu daha demokratik olacak mı, ya da bölgedeki İslami/İslamcı hareketlerde artış mı olacak?


Farrokh Negahdar: Bana kalırsa bölgedeki gelişmeler ışığında laiklik olgusu ve bu olgunun demokrasi ile ilişkisi yeniden tanımlanmalıdır. Geleneksel olarak demokrasi için öncelikle laikliğin var olması gerektiği savunulur. Ortadoğu'da özellikle de halk ayaklanmaları çıkan ülkelerde şimdiye kadar hakim olan liderler şu görüşleri savunmaktaydı: "laiklik ile demokrasi arasında bir çakışma vardır ve demokratik bir toplumda dinin hiçbir yeri yoktur. Siyaset sahnesinden İslami veya herhangi bir İslami öğeyi uzaklaştırmak gerekmektedir". İran'daki 1979 devriminden sonra çeşitli ülkelerde İslam'ın bir şekilde siyasete karıştığını veya politikalarda etkili olduğunu görüyoruz. Bu da demek oluyor ki Ortadoğu'da demokrasiye doğru giderseniz siyasal alanda bir şekilde -elbette farklı derecelerde- İslam'a rastlayacaksınız. Kabul etmek gerekir ki Ortadoğu'nun dokusu ve yapısı gereği demokratik seçimlerin yapıldığı yerlerde seçim sandığından İslami veya İslamcı öğelerin çıkması; yapılan yasaların da zaman zaman bu gelenekten esinlenmesi şaşırtıcı değildir. Bana kalırsa Ortadoğu'da İslam ve demokrasi arasında karşılıklı bir takas bulunmaktadır. Yani eğer toplumda daha fazla laiklik istenirse –burada kastedilen katı bir laiklik anlayışıdır- o halde o toplumdaki demokraside bir gerileme olacaktır. Bence esas önemli nokta bu takasın uzun vadeli olmaması, neticede belki bir nesil sonra bölgemizdeki demokrasinin dünyanın diğer yerlerindeki demokrasi geleneğine benzeyecek olmasıdır.



21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Yani neticede demokrasinin İslami/İslamcı değerleri aşacağını mı düşünüyorsunuz?


Farrokh Negahdar: Tam olarak bunu demek istemiyorum. Benim söylemek istediğim demokrasi ve İslami değerlerin bu bölgede bölgenin ve toplumların yapısı gereği birbirine uyum sağlayarak karşılıklı ufak tefek tavizler vererek yaşayacağıdır. Yani her iki taraf da katı düşüncelerini törpülediğinde bölgede gerçek bir demokrasi başarıya ulaşır.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Ekim ayında Tunus'ta Bin Ali'nin devrilmesinden sonra ilk demokratik seçimler yapıldı ve Müslüman Kardeşler sandıkta büyük bir başarı elde etti. Bu "Arap Baharı" olarak tanımlanan hareketlerin sizce beklenen bir sonucu muydu?


Farrokh Negahdar: Benim için hiç şaşırtıcı olmadı. Bin Ali sonrası dönemin Bin Ali dönemine benzer bir düzeyde laik olamayacağı bence beklenen bir gelişme idi. Ancak Ortadoğu'da demokrasi ve laiklik arasındaki takasa inanmayan kesimlerde elbette büyük bir şaşkınlık yarattı. Bu kesimler demokrasinin katı bir laiklik anlayışına ihtiyacı olduğunu ve laiklikten verilen en ufak ödünün bir gerileme olduğunu düşünüyorlar. Bence burada esas sorulması gereken soru İslami/İslamcı güçlerin iktidara geldiklerinde demokrasiye karşı bir tehdit oluşturup oluşturmadıklarıdır. Yani iktidara gelen bu güçler toplumun daha laik yaşayan kesimi içersindeki şüpheleri, korkuları korkuları bertaraf edebiliyor mu, İslami öğeleri ağırlıkta olan yönetim demokratik kurumlara baskı uyguluyor mu, adil seçim yapılıyor mu, kadınlara baskı uygulanıyor mu, sosyal özgürlükler ne durumda esas sorular bence bunlar olmalı. Bana kalırsa eğer Tunus'ta aşırıya kaçmayan laik kesim ile aşırıya kaçmayan İslami kesim işbirliği içinde olursa o halde her iki kesimin aşırı uçları törpülenerek toplumda daha fazla demokrasi daha kısa bir sürede hakim olabilecektir. Ama bu iki kesim birbiriyle çatışma içinde olursa kazanan muhtemelen aşırı İslam veya aşırı laiklik olacaktır.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Libya lideri Albay Muammer Kaddafi çok değil kısa bir süre öncesine kadar İtalya, İngiltere ve Fransa gibi Batı ülkelerinin yakın dostları arasındaydı.2 Ekim'de muhalifler tarafından vakşice öldürüldü. Her ne kadar otoktratik bir yönetici olsa da böylesi bir cinayetin Libya'daki demokrasi üzerindeki etkisi ne olabilir, bundan nasıl bir demokrasi çıkabilir? Sizce Batı'nın Kaddafi'nin öldürülmesi ile ilgili bir ilişkisi olabilir mi?


Farrokh Negahdar: Bu gerçekten çok önemli bir soru. Bingazi'de ayaklanmalar ilk başladığında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi uluslararsı toplumun biraraya gelerek sivilleri Kaddafi yönetiminden korumaya çalışmak üzere bir tasarı ortaya çıkardı. Bu tasarıya göre A.B.D, Fransa ve İngiltere Libya üzerinde sivilleri korumak amacı ile uçuş yasağı getirdi. Bu tasarı diğer ülkeler tarafından da veto edilmeyerek kabul edildi. Ancak aynı tasarıda göz ardı edilen iki madde daha bulunmaktadır. Birincisi uluslararası toplumun Libya hükümeti ve muhalifler arasında bir ateşkes sağlamaya çalışması; ikincisi ise uluslararası toplumun iki grup arasında diyalog ve uzlaşmayı teşvik etmesi idi. 6-7 ay önce temkinli bir şekilde bu tasarının iki maddesine destek veriyordum. Uluslararası toplumun bu iki maddeye sadık kalarak öncelikle diaylog ve görüşmelere başlayacağını düşünmüştüm. Ancak bu konuda şüphelerin vardı. Ne yazık ki, şüphelerim doğru çıktı ve Libya'nın Batı için yeni bir alan, yeni bir av olması sebebiyle ne olursa olsun Kaddafi'yi devireceklerini anladım. Yerine her kim gelirse gelsin önemli olan Libya'nın kaynaklarının bu Batı devletlerine geçmesi idi. Özellikle Fransa'nın tutumu şüphelerimi arttırdı. Bu nedenle kararımı değiştirerek uluslararası toplumun bu müdahale yöntemine karşı oldum. Çünkü mutabakat ve uzlaşma aramadıklarını anladım. Bunun teklifi dahi edilmedi. Cumhurbaşkanı Zuma'nın Trablus'a gelerek sunduğu uzlaşma önerisi Fransa, İtalya, A.B.D ve İngiltere tarafından bir kalemde reddildi. Maalesef bu ülkelerin izlediği siyasetin sonucu iç savaşın devamı ve yönetimin vahşi bir şekilde devrilmesi ile sonuçlandı. Uluslararası toplumun Libya'ya savaş açmasının ülkedeki olası demokrasi geleceğini de tehlikeye atarak bu süreci ertelediğini düşünüyorum.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Sizce sözünü ettiğiniz Batı ülkeleri kasten mi bu siyaseti izlediler?


Farrokh Negahdar: Bence kesinlikle kasten uygulanan bir siyaset ve saldırı planıydı. Libya ile ilgili yaşananların önceden planlanmış bir senaryonun hayata geçirilmesi olduğunu düşünüyorum çünkü verilen mücadele aslında Libya'nın kaynakları yani Libya içindi. Burada Libya'da var olan doğal kaynaklar kadar Libya'nın Suriye, Mısır ve Tunus'a olan coğrafi yakınlığına bağlı stratejik önemi de dikkate alınmalıdır. Zayıf hükümetler ile yönetilen bu komşu ülkelere Libya'dan kolaylıkla müdahele edilebilir, bu ülkelerin karıştırılması sağlanabilir. Libya'da farklı bir sürecin işleyebileceğini bilerek bu olanları görmek gerçekten üzücü. Libya'da ayaklanmaların sonucu Kaddafi'ye uygulanan şiddet ile kendini göstermekte ve Kaddafi sonrası nasıl bir yönetimin ortaya çıkacağının işaretlerini vermektedir. Bana kalırsa Libya'daki ulusal geçiş konseyi başkanının "Biz İslamcıyız, ülkede hemen çok eşliliği yasal kılacağız" demesi tesadüfi değildir. Bunun, Kaddafi'nin vahşice öldürülmesinden sonra topluma verilen ilk mesaj olduğu hatırlanmalıdır. Kaddafi'yi yaşatsalardı ve mahkemede yargılanmasını sağlasalardı Libya için bir umut var diyebilirdim. Libyalıların kaderi daha farklı olabilirdi ve ben bundan muhalifleri destekleyenleri sorumlu tutuyorum. Libya'da ortaya çıkan bu durum demokrasi açısından bir kabus olarak nitelendirilebilir.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Yani Libya'daki ayaklanmaları diğer Ortadoğu ülkelerinde yaşananlardan ayırıyorsunuz, öyle mi?


Farrokh Negahdar: Evet, kesinlikle. Libya'daki ayaklanmaları, Mısır ve Tunus'taki halk hareketleri ile kıyaslamak mümkün değildir.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Bir amanlar Batı'nın müttefiki olan Kaddafi'nin vahşice öldürülmesi, bunun medyada yer bulması sizce benzer rejimlerle yönetilen ülkelerin liderlerine ve otokratik eğilimler göstermesi muhtemel liderlere ne gibi bir mesaj veriyor? Sice bu vahim hadisenin altında Batı'nın vermek istediği özel bir mesaj var mı?


Farrokh Negahdar: Bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Eğer diktatörleri kenara sıkıştırmak ve onları korkutmak istiyorsanız bu çok iyi bir derstir. Eğer davranışları etkilemek istiyorsanız ve muhaliflere destek veren vatandaşlarda bir umut yaratmak istiyorsanız etkilidir. Ama bence Batı'nın bu müdahelesine sonuna kadar direnen yanlızca Kaddafi değildi. Kaddafi'ye destek veren halkın bir kısmı da ellerindeki gücü, statüyükaybetmenin ve Libya'nın belirsiz geleceğinin verdiği tereddüt ile Kaddafi'nin yanında yer aldılar. Yani Libya'da Kaddafi yanlız değildi. Toplumun bir kısmı demek Libya demektir. Benzer bir şekilde Suriye'de Şam ve Halep'te Esad taraftarları var ise bu Beşar Esad yönetimine verilen toplumsal desteği göstermektedir.Bu nedenle Libya ve Suriye'yi Mısır veya Tunus ile kıyaslamak mümkğn değildir. Kaddafi ve Esad'ın toplumsal desteği bulunmaktadır. Oysa ki Bin Ali ve Mübarek için toplumsal destek yok olmuştu. Batı Kaddafi aracılığı ile "sizi öldürebiliriz. Eğer karşı çıkarsanız, sizin kaderiniz de böyle olabilir" mesajını vermektedir. Bu mesaj maalesef toplumun farklı kesimlerinde birbirinden değişik etkiler yaparak toplumda sarılması zor büyük bir yaraya yol açmaktadır.



21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü: Bize vakit ayırarak Ortadoğu analizlerinizi paylaştığınız, için teşekkür ederiz.


Farrokh Negahdar: Ben teşekkür ederim, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü okuyucuları ile buluşmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum.



Bu röportaj Dr. B. Senem Çevik-Ersaydı tarafından 27 Ekim 2011 tarihinde Londra'da gerçekleştirilmiştir.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display