< < Libya Avrupa İçin Tehdit Mi?
 Bu sayfayı yazdır

Libya Avrupa İçin Tehdit Mi?

Yazan  25 Şubat 2015

21 Şubat 2015 tarihinde Fransa Başbakanı Manuel Walls, Libya’yı cihadçıların “yeni cenneti” olarak tanımlamıştır. Fransız Başbakanı'na göre Libya artık Avrupa için doğrudan bir tehdit oluşturmaktadır. Walls’ın bu açıklamasının, pek çok yorumcunun IŞİD’in Libya’da güç kazanmakta olduğu ve önlem alınmadığı takdirde çok geç kalınacağına ilişkin uyarıları kapsamında, Avrupa Birliği liderlerinin dikkatini çekmeye ve gerekli önlemlerin ne şekilde alınabileceği üzerinde görüşmeye yönelik bir girişim olduğunu düşünebiliriz. Bu düşünceyi, Fransa Devlet Başkanı Hollande’nin açıklaması da güçlendirmektedir; zira Hollande, Fransa’nın Libya’ya tek taraflı olarak müdahale etmeyeceğini, böyle bir sorumluluğu üstlenmesi gerekenin uluslararası toplum olduğunu ifade etmiştir.[1] Diğer taraftan Şubat ayının başında Tripoli’deki temsilciliğini Libya’da kötüleşen durumu gerekçe göstererek kapatan İtalya’da da, Kuzey Afrika’dan ülkelerine yönelik mülteci akımı esnasında cihadçıların İtalya’ya giriş yaptığına ve saldırı düzenleyebileceklerine yönelik bir kaygı oluşmuştur. İtalya Hükümeti, Roma’da turistik mekanları korumak için 500 özel anti-terör polisinin görevlendirileceğini açıklamıştır.[2] Libya’nın Avrupa için tehdit oluşturduğu bu noktaya nasıl gelinmiştir? Başta Fransa olmak üzere Avrupa Birliği ülkeleri Kaddafi rejiminin yıkılmasında pay aldıklarından dolayı pişman mıdır? Bu yazıda belirtilen sorulara yanıt aranırken, Arap Baharı’nda Libya’da yaşananlar özetlenecek ve Libya’nın Avrupa için tehdit oluşturmasının nedenleri kısaca analiz edilecektir.

2010 yılının son ayında Tunus’ta başlayan ve Körfez ülkelerini de içerecek şekilde tüm Ortadoğu’ya domino etkisiyle yayılan halk hareketleri, 2011 yılının Şubat ayında Libya’ya ulaşmıştır. Barışçıl gösteriler şeklinde başlayan Libya halk hareketi, askeri güçlerin müdahalesi ile çatışmalara dönüşmüştür. Bu şiddetli çatışma ortamında, Libya Muhalefeti Ulusal Konferansı 17 Şubat tarihini “Öfke Günü” ilan etmiş, 18 Şubat tarihinde güvenlik güçleri Bingazi’den çekilmiştir. 27 Şubat 2011 tarihinde ise Kaddafi karşıtları tarafından -oluşumu resmen 2 Mart’ta açıklanan-  “kendi-kendini atamış” üyelerden oluşan Ulusal Geçici Konsey oluşturulmuştur. Aynı ayın içinde Fransa Ulusal Geçici Konseyi Libya halkının tek meşru temsilcisi olarak tanıyan ilk devlet olmuş, sonrasında Fransa’yı Avrupa Birliği’nin diğer üyeleri takip etmiştir. Bu noktada dikkat çeken başlıca iki husus bulunmaktadır. Birincisi, yukarıda belirttiğim tarihlerin açıkça sergilemekte olduğu gibi, Libya’daki halk hareketlerinin çok kısa bir süre içinde kurumsallaşmış olduğudur; bu durum bizi, Tunus’ta halk hareketinin etkisiyle Libya’da başlayan hareketinin tarihsel bir zemini olduğunu düşünmeye sevk etmektedir; bir başka deyişle Libya’da, çoktan olgunlaşan muhalefet uygun bir zamanı kollamış gibidir. İkincisi ise Fransa başta olmak üzere Avrupa Birliği’ne üye devletlerin Ulusal Geçici Konseyi tanımada gösterdikleri hızdır; bu hız, Avrupa Birliği’ne üye devletlerin Ortadoğu’da başlayan halk hareketlerinde, tercihlerini istikrardan yana değil halktan/ demokrasiden yana kullandıklarını aşikar etmeye yönelik olsa gerektir. Oysa Avrupa Birliği üyeleri tercihlerini gerçekten istikrara karşı demokrasiden yana mı kullanmışlardır? Yoksa Libya’da dahil Ortadoğu’da rejimlerin geri dönülemez bir yıkılma sürecine girdiğini fark edip, yeni oluşacak yönetimler ile ilişkileri baştan sıkı tutmaya yönelik pragmatist bir yaklaşım mı sergilemişlerdir? Bu soruların cevapları üzerine elbette uzun uzadıya tartışılabilir;  ancak Avrupa’da bazı çevrelerde ifade edildiği gibi, Avrupa devletlerinin, “Ulusal Geçici Konsey nedir?”, “Ulusal Geçici Konsey’in üyeleri aslen neyi hedeflemektedir?” sorularının net yanıtını bilmeksizin[3] Geçici Konsey’e verdikleri destek, yaklaşımlarında pragmatik unsurların baskın olduğunun göstermektedir; ne de olsa Avrupa Birliği Libya’nın en büyük ihracat pazarıdır ve Avrupa Birliği enerji konusunda Libya’ya bağımlılığını göz ardı edemez. Bu kanımızı güçlendirecek ikinci unsur ise “Avrupa Birliği devletleri tanır, hükümetleri değil” söylemi etrafında dönen tartışmalardır; zira Libya örneğinde Avrupa Birliği “kendi-kendini atamış bir hükümeti” tanımıştır. Üstelik Kaddafi rejimine yönelik NATO operasyonu da Birleşik Krallık ve Fransa liderliğinde gerçekleştirilmiştir; Avrupa Birliği de bir uluslararası politika aktörü olarak, resmen Avrupa Birliği sıfatıyla askeri operasyonda yer almasa da, bu sürece insani yardım, geçiş sürecine destek başlıkları altında ciddi bir maddi yardım sağlamıştır.

Temmuz 2012’de Genel Ulusal Kongre seçimleri gerçekleştirilmiş, Ulusal Geçici Konsey kendini feshetmiş ve Kasım 2012 tarihinde Ali Zeidan başbakan olarak göreve başlamıştır. Seçimlerin gerçekleştirilmesi ve yeni başbakanın göreve başlaması ülkedeki şiddet ortamını sonlandırmamıştır.  Mart 2014’de Zeidan Genel Ulusal Kongre tarafından görevinden alınmış, 4 Ağustos 2014 tarihinde Genel Ulusal Kongre yerini Vekiller Konseyi almıştır. Fakat 25 Ağustos 2014 tarihinde Genel Ulusal Kongre’nin bazı üyeleri toplanarak Omar al-Hasi’yi başbakan olarak seçtiklerini açıklamışlardır. Neticede Libya’da biri Tobruk’ta, biri Tripoli’de olmak üzere iki hükümet oluşmuştur. Fransa Dışişleri Bakanı LaurentFabius’un ifadesiyle, “ülkede iki hükümet, iki parlamento ve tam bir karmaşa hakimdir.”[4] Bir ülkede iki hükümet ve iki parlamentonun varlığının tuhaflığına ilaveten, ülke bölgesel ve kabile temelli ayrımlar bazında farklı nedenlerle, farklı amaçlar için[5] savaşanların çatışma alanına dönmüştür. Chivvis ve Martini’nin “Libya After Qaddafi” başlıklı çalışmalarında 9 büyük silahlı grubun listesi verilmiştir.[6] Söz konusu kaos tablosu Libya’da demokrasiye geçiş sürecinin öngörüldüğünden çok daha zor olacağının açık  işaretidir. Üstelik bu ülkenin hiçbir zaman demokrasiye geçemeden parçalanma ihtimali de çok güçlüdür.

Bu koşullarda uluslararası toplum ve Avrupa Birliği için iki mesele ön plana çıkarak kaygı yaratmıştır. Birincisi Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafında da ifade edildiği gibi Kaddafi’nin silah stoklarının akıbetinin ne olduğudur; ikinci sorun ise Libya’nın radikal islamistlerin/selefi cihadçıların kontrolüne girmesi riskidir ki, bu iki mesele birbirleri ile de bağıntılıdır; zira Kaddafi’nin silah stoklarının radikal islamistlerin/selefi cihadçıların eline geçmiş olabileceği  ciddi endişe yaratmıştır. Zaten Libya’da yetkililer ülkedeki şiddet ve saldırı olaylarının arkasında Kaddafi yandaşlarının olduğunu belirtseler de,  pek çok kanıt Libya’daki rejim değişikliğini islam devleti oluşturmak için bir fırsat olarak gören selefi cihadçıların işaret etmiştir.[7] Üstelik, Suriye’de Esad’a karşı ayaklanmanın ilk döneminde çok sayıda selefi cihatçının Kaddafi’nin silah stoklarından alınan silahlar ile Suriye’ye gitmelerinin Batılı istihbarat servisleri tarafından sağlandığı gerçeği göz önünde tutulur ise Batı’nın bu sonuç karşısında bugün endişeli olması kendi hatasının sonucu olarak görülebilir.

Bu endişelere en son, IŞİD militanlarının Libya’nın Akdeniz kıyısındaki şehri Sirte’de olduklarını gösteren propaganda fotoğraflarının yarattığı gerginlik eklenmiştir; zira İŞİD’inSirte’de olması Sicilya’ya sadece 400 mil uzaklıkta olmaları anlamına gelmektedir.[8] Fransa ve İtalya’da oluşan Libya kaynaklı tehdit algısı, IŞİD’in Sirte’ye kadar gelmiş olması ile daha da büyümüştür. Peki, Avrupa bu durumda ne yapabilir? Gözlemlenebildiği kadarıyla, Avrupa devletlerinin hiç birinin tek taraflı olarak Libya’ya müdahale etme niyeti bulunmamaktadır; bu devletlere Akdeniz ülkesi olmaları itibarıyla tehdide en yakın olan Fransa ve İtalyada dahildir. İtalya Başbakanı Matteo Renzi, “sorun tamamıyla İtalya’ya bırakılmamalı” derken, göç hareketleri ile mücadelede Avrupa Birliği’nin daha fazla yardımını talep etmiş ve Libya’ya müdahale içinde Birleşmiş Milletler’e çağrıda bulunmuştur.[9]Dolayısıyla Avrupa devletleri tercihlerin çok taraflı girişimlerden yana kullanmaktadır. Ancak bu noktada akla gelen soru şudur; Avrupa Birliği de dahil uluslararası toplum Libya sorununa kapsamlı ve tutarlı bir şekilde yaklaşarak siyasiçözüm üretebilecek midir yoksa askeri müdahalede mi bulunacaktır?Askeri müdahale açısından Avrupa Birliği’nden çok şey beklememek gerekir. Avrupa Birliği zaten askeri konularda etkili olacak kadar, yani askeri anlamda olgunlaşmış bir Birlik değildir; Stefan Wolff’un ifadesiyle Birliğin uzmanlık alanı çatışma sonrası süreci yönetmektir.[10]Üstelik Avrupa Birliği üyelerinden bazılarının askeri çözüme karşı çıktığı, Libya’da İŞİD hedeflerine hava saldırıları düzenleyen Mısır Devlet Başkanı Sisi’nin Birleşmiş Milletler’i askeri çözüme davet ettiği süreçte gözlemlemiştir. Sisi’nin girişimi karşısında, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve Birleşik Krallık, ABD ile birlikte siyasi çözüm çağrısında bulunan ortak bildiri yayınlamışlardır.[11] Siyasi çözüm ise öncelikli olarak Libya’da ulusal birlik hükümetinin kurulmasının sağlanmasını, bir başka deyişle ülkede mevcut iki hükümetli kaosun sonlandırılmasını gerektirmektedir.  Bu kaos sonlandırılmadığı müddetçe, Libya Fas’ın İçişleri Bakanı’nın ifade ettiği gibi, selefi cihadçıları mıknatıs gibi çekmeye devam edecek[12] ve Libya özellikle İŞİD’in Avrupa’ya açılan kapısı haline gelecektir. Libya’da iki hükümetli kaosun sonlandırılmasını müteakip ise, Avrupa devletlerinin selefi cihatçılar ile mücadelesini oluşturulacak ulusal birlik hükümeti ile işbirliği halinde sürdürmesi söz konusu olabilecektir.

Mevcut konjonktür, Avrupa’nın, özellikle Avrupa Birliği’nin güneyli üyelerinin güvenliğinin, Libya’nın istikrarı ve güvenliğinden bağımsız düşünülemeyeceğini göstermektedir.

Bu koşullarsa, ister istemez “Avrupa devletleri Kaddafi rejiminin çökmesinden dolayı pişmanlık duymakta mıdır?” sorusu akla gelmektedir. Bazı yorumcular, Kaddafi rejiminin çökmesinin Batı’nın stratejik çıkarlarına zarar verdiğini ileri sürerek, Avrupalı liderlerin pişman olmasalar bile pişman olmaları gerektiğini ifade etmektedir. Oysa İtalya Dışişleri Bakanı PaoloGentiloni, net bir şekilde İtalya’nın Kaddafi rejiminin devrilmesinden pişmanlık duymadığını açıklamıştır.[13] Benzer şekilde Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron da, Libya’da artan istikrarsızlığa rağmen Kaddafi rejiminin devrilmesine yaptığı katkıdan pişmanlık duymadığını ifade etmiştir. [14] Avrupalı liderler gerçekten pişmanlık duymuyorlar ise, günümüzde Libya’daki kaosu ve Avrupa’ya yönelik Libya kaynaklı tehdidi, Arap Baharı’nda tercihlerini istikrarın karşısında demokrasi lehine kullanmış olmalarının maliyeti olarak okuyor olsalar gerektir.

 


[1]Libya’s Tripoli andTobruk dilemma nonearertoresolution, www.theguardian.com, 27 Ocak 2015

[3]EU recognizesLibyanrebelcouncil, offersitssupport,http://www.dw.de/eu-recognizes-libyan-rebel-council-offers-its-support/a-15233283, 14 Temmuz 2011

[4]Libya’s Tripoli andTobruk dilemma nonearertoresolution, www.theguardian.com, 27 Ocak 2015

[6]C. S. Chivvis ve J. Martini, Libya AfterQaddafi, Rand Corporation, 2014

[7]a.g.e.

[8]Why Europe shouldworryabout ISIS in Libya, http://www.cbsnews.com/news/isis-in-libya-direct-threat-to-europe/, 23 Şubat 2015

[9]ItalyclosesLibyanembassy, urges U.N. missionamidmigrantsurge,http://www.reuters.com/article/2015/02/15/us-italy-libya-idUSKBN0LJ0SP20150215, 15 Şubat 2015

[10]Stefan Wolff, Libya’sArab Spring: Whatlessonsfort he EU?, www.stefanwolff.com, ty

[11]West RebuffsEgyptProposalsforMilitaryIntervention in Libya, http://www.wsj.com/articles/west-rebuffs-egypt-proposals-for-military-intervention-in-libya-1424388828, 19 Şubat 2015

[12]Why Europe shouldworryabout ISIS in Libya…

[13]Libya abouttocollapse, Italypreparestosendtroops, http://joinfo.com/world/1000654_Libya-about-to-collapse-Italy-prepares-to-send.html, 26 Kasım 2014

[14]I don’tregrethelpingoverthrowGaddafi, says David CameronafterCopticChristianbeheadings, www.telegraph.co.uk, 17 Şubat 2015

Doç. Dr. Dilek Yiğit

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı