Bu sayfayı yazdır

Türkiye Musul’a Müdahale Edebilir Mi, Etmeli Midir?

Yazan  07 Kasım 2016

Egemen ülkeler kendilerine yönelik muhtemel tehditlere karşı kendi toprakları içinde tedbir alırlar, almaları da haklarıdır. Musul’da devam eden operasyonların yaratabileceği muhtemel tehditler (göç, teröristlerin sızması, terör saldırıları vs) dikkate alındığında Türkiye’nin Irak sınırına yakın Silopi’de askeri yığınaklanma yapması da normal hatta standart bir hamledir. Ancak bunun Türkiye ile Irak arasında krize dönüşmesinin ana sebebi Türk dış politikasının yürütülmesindeki iletişim stratejisi hatalardır. Çünkü, zaten Başika merkezli yaşanan kriz yaşanmışken, günler öncesinden Musul operasyonunun gelişimine bağlı olarak belli durumlar olduğunda Irak’ın egemenliğindeki Telafer ve Sincar gibi bölgelere müdahale edilebilir dendikten sonra yapılan askeri yığınaklanma Bağdat yönetimince içişlerine müdahale olarak görülmektedir. Ayrıca doğrudan Irak Başbakanı İbadi’nin şahsını hedef alan açıklamalar Türkiye’nin kurumsal dış politika duruşunu da zedelemektedir.

Türkiye’nin askeri imkan ve kabiliyetleri düşünüldüğünde Türkiye Telafer ya da Sincar’a müdahale edebilecek güçtedir. Hatta özellikle terörle mücadele kapsamında uluslararası hukuktan ve BM sözleşmesi hükümlerinden gelen kaynaklanan hakları vardır ve hiçbir yerden izin almadan sıcak takip operasyonları yapmasının önünde hiçbir engel yoktur. Ancak sadece güçlü olmanız ve hukuksal açıdan haklı olmanız yapacağınız bir sınır ötesi harekatınızın sorunsuz olarak gerçekleşeceği anlamına gelmiyor. Ne kadar haklı da olsanız sınır ötesi kara harekatı için hem topraklarında harekat icra edeceğiniz ülkenin hem de uluslararası ortamın hazırlanması, desteklerinin alınması gerekiyor. Aksi durum Türkiye’yi işgalcilik suçlamalarına maruz bırakacağı gibi harekatın sürdürülebilirliğini de ortadan kaldırır.

Suriye ve Irak bağlamında Türk hükümetinin bugüne kadarki söylem ve eylemlerine bakıldığında bunların ağırlıklı olarak iç politika hedefli olduğunu, dış politikada sonuç getirmeye yönelik karşılığının olmadığını gördük. Bu son hamlenin de bu kapsamda olduğu, dolayısıyla Türkiye’nin kapsamlı ya da sınırlı bir sınır ötesi kara harekatı yapmaktan ziyade iç kamuoyunu tatmin etmeyi hedeflediği algısı öne çıkmaktadır. Ayrıca Başika krizinde ve Musul operasyonu öncesinde Türkiye’den gelen “Musul Sünni’dir, operasyona Şiiler katılamaz, Musul’a Şiiler giremez” mealindeki çıkışlar dış kamuoyunda Türkiye’nin Sünniliği öne çıkaran ve Irak’ta mezhepsel ayırımı vurgulayan açıklamalar olarak görülmüştür.

Musul operasyonuna katılacak Irak Ordusunun da ağırlıklı olarak Şii unsurlardan oluştuğunu göz ardı eden bu açıklamalar maalesef Türkiye’yi zora ve açmaza sokmuş, Bağdat yönetimine, Türkiye’nin Musul operasyonuna dahil olmasını istemeyen Koalisyon ülkeleri ve İran’a koz vermiştir. Diğer taraftan İbadi’nin ve Haşdi Şabi örgütünün eğer Musul’a müdahale ederse Türkiye’ye karşı koyacağız açıklamalarını da sadece Bağdat’ın değil hem ABD hem de İran’ın görüşleri olduğunu, İbadi üzerinden bu mesajların aktarıldığını biliyoruz.  Yani uluslararası ve bölgesel konjonktür de uygun değil, Türkiye’nin lehinde değildir. Özellikle İbadi’nin söylemleriyle “biliyorsun arkamda ABD ve İran var, müdahaleye kalkma” mesajı vererek Türkiye’yi caydırmayı hedeflediğini söyleyebiliriz.

Ayrıca Türkiye’nin Musul’a müdahale etmesini istemeyen ve IŞİD gibi terör örgütlerini kullanan güçlerin Bağdat yönetimi haricindeki manivelaları da devreye soktuğunu görüyoruz. IŞİD lideri Bağdadi’nin son sesli mesajında IŞİD’li teröristleri Türkiye’ye saldırmaya, Türkiye’yi işgale çağırmasını da bu kapsamda ele almak lazım. Bu mesajla Türkiye’ye “ayağını denk al, ileri gitme yoksa IŞİD’i bütünüyle üzerinize salarız” mesajı verildiğini söylemek abartı olmayacaktır.

Bütün bunların yanında Türkiye’nin hem Telafer’deki Türkmen hem de Sincar’daki PKK yapılanmasını “şimdi” gerekçe göstermesi de bölgedeki diğer aktörlerce inandırıcı bulunmamakta ve Türkiye’nin müdahale edemeyeceği ama Musul operasyonuna ortak olmak için bahane olarak kullandığı şeklinde değerlendirilmektedir. Ayrıca, Türkmen kenti Kerkük 2003 sonrasında Peşmerge tarafından işgal edilip demografik yapısı değiştirilirken, en son Kerkük’te IŞİD Türkmenlere saldırırken hem Peşmerge hem de PKK ile Haşdi Şabi Kerkük’te boy gösterirken ve de bu son olaylarla Peşmergenin Kerkük’teki işgali daha da derinleşip kalıcı hale bürünürken tek bir ses çıkarmayan Türkiye’nin Telafer’deki Türkmenlerin durumunu gerekçe göstererek Telafer’e yönelik harekete geçme olasılığı çok düşüktür. Aynı şekilde iki yıldan fazladır PKK’nın üslendiği Sincar’a “şimdi” müdahaleden bahsedilmesi de dış aktörlerce pek inandırıcı görülmemektedir.

Ancak bütün bunlar Türkiye’nin hiçbir şey yapamayacağı olarak da görülmemelidir. Eğer Telafer’e giren Haşdi Şabi kaygı duyulduğu gibi Türkmenlere yönelik bir kıyıma yönelirse, Sincar’daki PKK da Telafer’de Haşdi Şabi ile operasyona katılırsa Türk hükümeti üzerindeki iç kamuoyu baskısı artacak, hükümetin müdahale etmesi istenecektir. Maalesef iktidarın sık sık tekrarladığı değişik söylemlerle iç kamuoyunda her an Irak ve Suriye’de yeni müdahaleler yapılabileceği algısı oluşmaktadır. İşte böyle bir ortamda Türkiye’nin bir kara harekatına girişmesi daha fazla gündeme gelecektir. Böyle bir müdahalede, Musul operasyonunun şimdiki konuş durumu kapsamında Telafer/Sincar bölgesinde Irak ordusu unsurları olmayacağından, TSK’nın Haşdi Şabi ile karşılaşması söz konusu olacaktır.  Bu aslında Türkiye’nin yaşamak istemeyeceği bir durumdur. Çünkü Şii örgüt Haşdi Şabi ağırlıklı olarak Şii Türkmenlerden oluşmaktadır ki böyle bir çatışma Türk Ordusunun Türkmenlere karşı savaşması olarak da görülecektir.

Dolayısıyla Türkiye, bırakın Misak-ı Milli söylemi üzerinden Musul’a müdahale etmek için ki 1926 Ankara Anlaşması konuşulanların aksine Musul’un değişen yapısı gerekçesiyle Türkiye’ye müdahale hakkı vermemektedir, Telafer’deki Türkmenleri ya da Sincar’daki PKK’yı bahane ederek bir sınır ötesi kara harekatına diğer bir deyişle Irak’la sıcak çatışmaya girmeyi bir seçenek olarak görmemelidir. Çünkü bu hamle, zaten Türkiye’yi bir şekilde suçlamak, köşeye sıkıştırmak için bekleyen aktörler tarafından Türkiye’nin  bir mezhep savaşının sorumlusu olarak hedef gösterilmesine yol açacaktır. Ancak iç kamuoyunu tatmin bağlamında Türkiye hem Telafer hem de Sincar’da, ABD ile pazarlıklarla da bağlantılı olarak,  bazı nokta terörist hedeflere çok sınırlı hava operasyonları yapabilir.

Halen Suriye’de sınır ötesi bir harekat yürüten, içeride yoğun terörle mücadele operasyonlarıyla meşgul olan, iç/dış politikada sıkışmışlık yaşayan Türkiye’nin müdahale ettiği anda sıcak çatışmanın yaşanması büyük ihtimal olan Telafer/Sincar’a müdahalesinden sonuç alması içinde bulunulan iç ve dış konjonktür nedeniyle pek mümkün görülmemektedir. Dolayısıyla böyle sonuçsuz kalacak hatta bir bataklığa dönüşebilecek bir müdahaleye yönelmek doğru da değildir. Bunun yerine Türkiye son yıllarda unuttuğu yumuşak gücünü öne çıkarmalıdır. Bunun için de Musul operasyonun en tehlikeli sonucu olacak olan Şii-Sünni mezhep savaşının önüne geçmeyi hedeflemelidir. Her ihtimale hazırlık bağlamında kendi toprakları içinde, Silopi’deki askeri yığınaklanma gibi haklı ve meşru hazırlıklarını da yapmalıdır. Yumuşak gücün öne çıkarılmasıyla ilgili olarak, Musul operasyonu bağlamında katliam yapmasından en çok şüphelenilen Haşdi Şabi üzerinde etkili olan İran’la acil bir ortak hareket etme mekanizması geliştirerek Haşdi Şabi’nin Telafer’deki Sünni Türkmenlere yönelik bir katliama girişmesini engellemeye ağırlık vermelidir. Bu kapsamda Türkiye öncelikle Telafer’de yerinde insani yardım gayretlerini öne çıkaracak planlamaları hem İran hem de İran üzerinden Bağdat yönetimiyle koordine etmeli, hayata geçirilmelidir.