Bu sayfayı yazdır

Musul Operasyonuna Katılma Pazarlığının Arkasında Ne Var?

Yazan  20 Ekim 2016

Türkiye ABD liderliğindeki IŞİD karşıtı koalisyonun 63 üyesinden biri. Türkiye bu kapsamda Türk topraklarını ve üslerini Temmuz 2015’ten bu koalisyona açtı. Türkiye Suriye bölümünde IŞİD’e karşı aktif olarak askeri operasyonlara katılıyor. 24 Ağustos’tan bu yana da Fırat Kalkanı Harekatı ile IŞİD’in Türkiye olan sınır irtibatı da ortadan kaldırıldı ve 18 Ekim 2016 itibariyle 12-24 km. derinliğinde değişen bir tampon bölge 98 km uzunluğundaki Cearblus-Azez hattında oluşturuldu.

Ama aynı koalisyonun Musul’un IŞİD’ten kurtarılması operasyonuna katılmasına izin çıkmadı. Bu ortak düşman IŞİD’e karşı işbirliği ruhuna uygun olmadığı gibi özellikle koalisyonun lideri ABD ile Türkiye arasındaki bizimkilere göre stratejik onlara göre operasyonel işbirliği standartlarına da uygun değil. Hal böyle olunca da normal şartlarda gündem konusu bile olmayacak olan Türkiye’nin Musul operasyonuna katılması pazarlık konusu haline geldi.

Peki neden böyle oldu? Bunu açıklamak için iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmamız gerekiyor. İlk kez Kasım 2015’te Başika’da TSK’nın askeri eğitim üssü kurduğu ve yeni takviyeler yaptığı kamuoyuna yansıdığında Bağdat yönetimi tepki göstermiş ve Bağdat’ın onayı olmadan o üste bulunan Türk askerinin çekilmesini istemişti. O tarihlerde ABD ve IŞİD karşıtı koalisyonun rapor ve açıklamalarında da Başika üssünün bir koalisyon faaliyeti olmadığı net bir şekilde açıklanmıştı. Türkiye bir süre sonra gündemden düşen konuyu çözüme kavuşturmak yani bir koalisyon faaliyeti olarak kabul edilmesini sağlamak yerine sorunu geçiştirmeyi tercih etti. Ancak gelinen tarih itibariyle anlaşılmaktadır ki koalisyon içindeki sözde müttefiklerimiz istismar edebilecekleri ya da Türkiye’ye karşı pazarlıkta kullanabilecekleri bir konuyu da görmüş oluyorlardı.

15 Ekim 2016 tarihinde başlayan Musul operasyonunun başlamasından günler öncesinde Türkiye’nin Musul operasyonuna katılıp katılmayacağı ve Başika’da Türk askerinin durumu en çok konuşulan konu oldu ve Ankara ile Bağdat arasında en üst seviyedeki liderler tarafından karşılıklı sert açıklamalarla krize dönüştü. Bağdat, Türk askerilerinin çıkmasını ve Musul operasyonuna katılmasına izin verilmeyeceğini söylerken Türk hükümeti hem operasyonda hem de masada olacağız söylemini ısrarla sürdürdü. Nihayetinde operasyon başladığında Türkiye’nin ne karadan ne de havadan operasyona dahil olmadığı görüldü.

Bağdat yönetimini (ki söylemlerinin arkasında ABD’nin olması büyük ihtimaldir) ikna edemeyeceğini gören Ankara’nın rotayı IŞİD karşıtı koalisyona yani ABD’ye çevirdiğini gördük. Nitekim konunun ABD’de bulunan Genelkurmay Başkanı aracılığıyla ABD’ye iletildiği bildirildi. Ve Başbakan 18 Ekim 2016 tarihindeki grup toplantısında “Musul’a yönelik hava operasyonlarında Türk savaş uçaklarının da yer aldığını” söyledi. Ancak toplantı çıkışında “detayı bilmiyorum ama koalisyonun içindeyiz” diyerek bir anlamda fiilen henüz operasyonlarda yer almadığımızı belirtti. Aynı gün akşam saatlerinde Milli Savunma Bakanı “koalisyonla Türkiye’nin de hava operasyonlarında yer alması konusunda prensipte mutabık kaldık” açıklamasıyla Türkiye’nin de hava operasyonlarında yer alacağını söylüyordu. Bu açıklamalar Türkiye’nin Musul operasyonlarına katılabilmek için bir pazarlık masasına oturduğunun da işaretleriydi.

Nitekim bu pazarlığın yapılmakta olduğunun aynı gün gecenin ilerleyen saatlerinde yayımlanan Hürriyet gazetesinden Deniz Zeyrek imzalı bir haberde görüyoruz. Buna göre, gazeteci Zeyrek BB Yıldırım ile yaptığı telefon görüşmesinde Türkiye ile ABD Genelkurmay Başkanları’nın Vaşington’da yaptığı görüşmelerde, Türkiye’nin Musul operasyonuna hava unsurlarıyla katılması konusunda anlaşma sağlanmış. Bu kapsamda Türkiye, Musul operasyonundaki koalisyon görevlerine savaş uçakları tahsis edecek. Kuveyt’teki harekât komutanlığı operasyon emirlerine Türk jetlerini de dahil edecek. Türk jetleri, sivil zayiat riski olan operasyonlarda ise yer almayacak ve günde en az 2, en çok 10 uçuş yapacak. Taslak anlaşmaya göre Musul operasyonu için İncirlik’teki koalisyon uçakları da kullanılacak. Diyarbakır’daki hava üssü ise Musul’a yönelik hava operasyonunun muhabere, arama ve kurtarma merkezi olacak.

Bu pazarlıklarda diğer bir konu da Başika üssünün koalisyon faaliyetleri kapsamına alınması. Bu hususun Bağdat yönetimiyle de görüşüldüğü anlaşılıyor. Cumhuriyet gazetesinde Duygu Güvenç imzalı haberde Bağdat ile Ankara arasındaki görüşmelerde Ankara’nın önerdiği bir sayfalık bir metin anlatılıyor. Habere göre metinde Başika’nın koalisyona devredilmesi önerilirken Sincar bölgesindeki PKK’ya karşı ortak operasyon yapılması da yer alıyor.

Fakat haberde söz konusu metin haricinde çok dikkat çekici ve can alıcı bir bölüm var. Bu da yukarıda belirttiğimiz ABD ile Türkiye arasındaki pazarlıkla ilgili. Havada Kandil çıkmazı alt başlığıyla verilen paragrafta verilen bilgilerden ABD’nin Türkiye’nin Musul’da hava operasyonuna katılması karşılığında Türkiye’nin Irak kuzeyinde PKK’ya yönelik yürüttüğü hava operasyonlarını sınırlama ve kontrol altına almak istediği görülmektedir. Bunun yanında ayrıca özellikle Musul kuzey batısındaki Sincar bölgesini kontrol eden PKK’ya karşı Türkiye’nin muhtemel bir operasyonunu da önlemek hedeflenmektedir.

Türkiye’nin Musul operasyonlarına katılmak için arayışlar ve pazarlıklar içine girdiğinin ortaya çıkması üzerine sosyal medyada şunu paylaşmıştım: Koalisyon tabi ki prensipte mutabıkız diyecektir ancak bunu bir de Bağdat yönetimine soralım diyecek ve perde arkasında bazı şartlar ortaya koyacaktır. Nitekim ABD Savunma Bakanı da Cuma (21 Ekim) günü Türkiye’ye geliyor.

Yukarıda ana hatlarıyla bahsettiğim haberler söz konusu paylaşımımı teyit eder niteliktedir. Türkiye’nin konuyu en başından yanlış şekilde ele alması, hem Suriye hem de Irak’ta merkezi yönetimleri yok sayması ve nihai hedefleri Türkiye’ninkinden farklı bazı yerel unsurları ortak olarak seçmesi Türkiye’yi pazarlıklara açık konuma getirmiştir. Bağdat yönetimi kullanılıp kriz yapay olarak tırmandırılarak Türkiye’nin Musul operasyonlara katılması karşılığında vermesi istenen taviz de büyütülmektedir. Nitekim Bağdat yönetiminin Türkiye’nin hava operasyonlarına da katılmasına karşı olduğu açıklaması yaptığı bildiriliyor. Bunun en can alıcısı ise Türkiye’deki PKK terörünün merkezi konumundaki Irak kuzeyine terörle mücadele kapsamında uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanmasının sınırlanması, kontrol altına alınmasının istenmesidir. Başika üssünün koalisyona devredilmesinin yanında neredeyse temsili derecede hava operasyonlarında yer almanın karşılığında böyle bir talebi kabul etmek ağır bir maliyettir.

PKK terör örgütünün özellikle 7 Haziran süreci sonrasındaki terör saldırılarında Suriye kuzeyinde Fırat’ın doğusunda yeni ana güvenli sığınak haline getirdiği bölgeyi kullandığı biliniyor. Aynı dönemde Irak kuzeyine yapılan TSK operasyonları nedeniyle ağır zayiat alan PKK’nın önemli bir varlığını Suriye kuzeyine geçirdiği de bilinmektedir. Ancak Türkiye nedeni bilinmeyen bir şekilde Suriye kuzeyinde Fırat’ın doğusunda artık PYD bölgesi olarak bilinen alandaki PKK/YPG hedeflerine yönelik operasyon yapmamakta, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını kullanmamakta, burasının de facto olarak PKK’nın güvenli bölgesi olarak kalmasına adeta göz yummaktadır. İşte Musul operasyonlarına katılımla ilgili ortaya çıkan pazarlıklar şunu göstermektedir ki PKK’nın arkasındaki malum güçler Irak’ın kuzeyini de yeniden PKK için güvenli hale getirmek istiyorlar. Bunu yaparken de Ankara ile Bağdat arasındaki Başika üssü konusunu istismar ediyorlar. Yaşanan süreç gösteriyor ki Türk hükümeti de bu tuzağa düştü ve içinde bulunduğu koalisyonun üyesi olarak katılması normal olacak Musul operasyonuna katılması konusunu kamuoyu önünde Bağdat ile ama aslında perde arkasında ABD ve diğer Batılı güçlerle pazarlık etmeye ve bazı tavizler vermeye zorlanıyor.

Yukarıdaki değerlendirmeler gazetelere yansıyan sınırlı haberlere dayanılarak yapılmıştır. Ancak konunun geçmişini ve sahadaki yansımalarını takip eden birisi olarak şunu söylemek mümkündür. ABD’nin dayattığı bu pazarlık Musul operasyonu ve Irak kuzeyi ile sınırlı değildir. ABD’nin bu pazarlığının Surye’deki mücadeleyi de kapsadığını, Rakka operasyonu havucu kullanılarak Fırat’ın batısındaki durumun PKK/PYD lehinde oluşmasını sağlamayı da hedefleyeceğini söyleyebiliriz. Hatta hem Irak hem de Suriye’de dayatma içeren pazarlığın Türkiye’de yeni bir çözüm sürecini de kapsayacak kadar geniş olduğunu söylemek hiç de abartı olmayacaktır.

Eğer ABD’nin dayattığı hususlar çerçevesinde bir mutabakata varılırsa bu durum Türkiye’nin bekasına ve güvenliğine aykırı sonuçlar doğuracaktır. Uluslararası hukuk, Türkiye’nin Suriye ve Irak’taki tarihsel, kültürel bağları Türkiye’nin terörle mücadelesini Irak ve Suriye kuzeyinde yürütmesine zaten meşruiyet ve haklılık vermektedir. Dolayısıyla Türkiye bölge dışı aktörlerle angajman ya da pazarlıklara girmeden bölge ülkelerinin merkezi yönetimlerini ana muhatap almalı ve milli güç unsurlarına dayanan kurumsal politikalar ve stratejilerle terörle mücadelesini, bölge ülkeleriyle ilişkilerini sürdürmelidir.