Bu sayfayı yazdır

ABD Başkanlık Seçimi Sonrası, Suudi Arabistan’ın Değişen Ortadoğu Politikası

Yazan  26 Mayıs 2021

3 Kasım 2020 tarihinde yapılan ABD Başkanlık seçimi neticesinde Demokrat Parti adayı Joe Biden,  ABD’nin 46. Başkanı olarak seçilmiş ve 21 Ocak 2021 tarihinde görevine başlamıştır.

Joe Biden’in gerek propaganda sürecindeki gerekse Başkan olduktan sonraki söylemleri Ortadoğu siyasetinde derin değişimlerin yaşanacağına işaret etmişti. Bu değişimlerin merkezini Trump döneminde oldukça geniş bir hareket alanı elde eden Suudi Arabistan-BAE’nin örtülü ittifakı ve İran’ın nükleer anlaşmaya geri dönmesi gibi konular oluşturmaktadır.

2010 yılında Tunus’ta başlayan ve kısa sürede bütün Ortadoğu coğrafyasını etkisi altına alan Arap Baharı süreci bölgenin tehdit ve güvenlik anlayışını kökünden değiştirmiştir. Bölgedeki İhvan yapılanmasının Arap Baharı süreciyle hareket alanı elde etmesi, Krallık ile yönetilen Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde ciddi bir endişe yaratmıştır. Bu endişeyi minimize etmek isteyen Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri sahada agresif şekilde davranmak suretiyle farklı alanlarda sert güç kullanımına gitmiştir.  Trump döneminde elde ettikleri ABD desteği neticesinde, Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman ile BAE veliaht prensi Muhammed Bin Zayed ortak bir dış politika anlayışı göstermek suretiyle, Müslüman Kardeşler yapılanmasıyla Ortadoğu’nun farklı bölgelerinde mücadele içine girmiştir. Bu alanlar içerisinde Mısır’daki darbeci yönetime yapılan askeri ve mali destek akla ilk gelenlerdendir. Bunun yanı sıra Suudi Arabistan-BAE ittifakı Yemen’deki iç savaşı körükleyerek bölgedeki çözümsüzlüğü daha da derinleştirmiştir.

Biden’in ABD Başkanı olmasının ardından Yemendeki iç savaşın bitirilmesine yönelik açıklamalarda bulunması ve Cemal Kaşıkçı cinayetinin baş sorumlusu olarak Muhammed Bin Selman’ı göstermesi, Suudi Arabistan’ın uyguladığı dış politikanın değişmesine neden olmuştur. Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed Bin Selman, bölgedeki ABD desteğini kaybetmemek için ülkesindeki insan hakları ihlallerine karşı radikal değişimlere imza atmak zorunda kalacak ve Yemen konusunda ülkesinin aldığı tutumu değiştirmek mecburiyetinde kalacaktır. Suudi Arabistan, Cemal Kaşıkçı cinayetinin başta ABD ve batı ülkeleri nezdinde oluşturduğu olumsuz imajı unutturmak için lobi şirketlerine büyük kaynaklar aktarmaktadır. Bu kapsamda Suudi Arabistan’da bulunan siyasi tutuklu ve aktivistlerin davalarının görüşülmesi hızlandırılmış ve olumlu bir imaj oluşturulmaya çalışmıştır. Bu kapsamda Suudi Arabistan bölgedeki İran tehdidine karşı ABD desteğini kaybetmek istemiyor ve bu yolda vermesi gereken tavizleri vermeye hazır görünüyor.

ABD’nin İran ile nükleer anlaşmaya dönme yönünde görüşmeler gerçekleştirmesi ve Suudi Arabistan’ın başta Yemen gibi bölgelerde gerçekleştirdiği insan hakları ihlalleri neticesinde ABD, Suudi Arabistan’a yönelik silah anlaşmalarının gözden geçirileceğini açıkladı. ABD’nin bu gibi söylemleri Suudi Arabistan tarafından endişe ile karşılanmakta ve ilişkilerin seyri açısından belirsizlik oluşturarak farklı alternatifler ile stratejik ortaklığa gidilmesinin önünü açmaktadır.

ABD’nin yayınladığı Cemal Kaşıkçı raporunda cinayetin işlenmesi emrini veren kişinin Muhammed Bin Selman olduğu ifade edilmiş ve Suudi Arabistanlı 76 kişiye yaptırım uygulanmıştı. Yaptırım listesine Muhammed Bin Selman’ın dahil edilmemesi, fakat cinayet emrini veren kişinin Muhammed Bin Selman olduğunun ifade edilmesi ABD’nin Suudi Arabistan ile olan ilişkilerini ve ortaklığını devam ettirmek istediğini göstermektedir.  ABD kamuoyundan tepki çeken bu durum karşısında ABD’li yetkililer, Muhammed Bin Selman’a yaptırım uygulamaktan ziyade Suudi Arabistan devletine yaptırım uygulamanın daha etkili olacağını savunmaktadır. Bu kapsamda Joe Biden, Trump’ın aksine direkt olarak Kral Selman ile görüşme gerçekleştirmiş ve bu görüşme ilişkilerin seyri açısından da önemli mesajları bünyesinde barındırmaktadır. ABD’nin insan hakları ihlalleri ve Yemen gibi konularda Suudi Arabistan’a karşı ciddi bir takım yaptırımlar uygulamamasının altında aynı zamanda nükleer bir güç de olan İran tehdidinin varlığı yatmaktadır. ABD, İran’ı Ortadoğu’da dengelemek ve vekalet savaşlarıyla meşgul etmek için Suudi Arabistan’ın varlığına ve stratejik ortaklığına muhtaç görünmektedir. Buna ek olarak Suudi Arabistan’daki ABD üslerinin varlığı İran tehdidine karşı ABD için kritik bir önem arz etmektedir.

ABD’nin İran ile nükleer anlaşmaya yeniden dönmek için görüşmeler gerçekleştiğini açıklamasının ardından bölgedeki dengeler büyük ölçüde değişmeye başlamıştır. Bu çerçevede Suudi Arabistan İran’a yönelik kullandığı diplomatik dili yumuşatmış ve Muhammed Bin Selman ‘’ İran ile komşu bir devlet ve biz kendisiyle iyi ve seçkin ilişkiler kurmak arzusundayız. İran’ın refah içinde olması ve aramızda karşılıklı çıkarların olmasını isteriz.’’ açıklamasında bulunmuştur. Bu mesajlar İran tarafından da olumlu karşılanmış ve bölgesel anlamda karşılıklı işbirliğini temel alan açıklamalarda bulunmuştur. Suudi Arabistan’ın İran’a karşı olumlu mesajlar vermesinin bir diğer nedeni de İran’da gerçekleşecek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde mevcut ılımlı kadroların yerini Şahinler isimli radikallerden oluşan gruba terk edeceği endişesidir. Suudi Arabistan bu yolla Şahinler grubunun elini zayıflatmayı ve ılımlı kadrolarla olan iletişimini sürdürmeyi amaçlamaktadır.

Suudi Arabistan petrole olan bağımlılığını minimize etmek ve ülkeyi ekonomik olarak bir cazibe merkezi haline getirmeyi kendisine hedef olarak belirlemiştir. Bu amacı gerçekleştirmek büyük bir ekonomik külfeti de Suudi Arabistan’a yüklemektedir. İran’ı dengeleme ve Yemen sınırındaki Husiler ile mücadele Suudi Arabistan ekonomisini ciddi derecede yıpratmaktadır. Buna ilaveten Covid-19 pandemisi süresince petrol fiyatlarında yaşanan düşüş ülke ekonomisi zor duruma sokmaktadır. Tüm bu olumsuzlukları bertaraf ederek siyasi ve ekonomik yönden elini rahatlatmak isteyen Muhammed Bin Selman, ABD ile İran görüşmelerini kendi lehine çevirerek olumlu bir izlenim bırakmak istemektedir. Suudi Arabistan-İran yakınlaşmasının bu yönünü de değerlendirmek son derece yerinde olacaktır.

Suudi Arabistan ile İran arasında mezhepsel odaklı yaşanan ve farklı bölgelerde cereyan eden vekalet savaşları İslamofobiyi tetiklemektedir. İki devletin verdiği vekalet savaşlarında kullanılan yerel aktörlerin tüm dünyaca terörist unsur olarak tanımlanması, mücadelenin psikolojik açıdan açtığı tahribatı gözler önüne sermektedir. Batılı devletler ve İsrail gibi unsurlar, oluşan bu çatışma ve kaos ortamına hem silah tedarikinde bulunmuş, hem de Abraham Anlaşmaları gibi oluşan çok kutuplu yapıdan diplomatik olarak faydalanmıştır.

Joe Biden’in ABD Başkanı olmasının ardından BAE ve Suudi Arabistan arasındaki ittifak dağılma sürecine girmiş ve iki devletin ortak yürüttüğü politikalarda ayrılıklar görülmeye başlanmıştır. Ayrılık görülen konuların başında Yemen konusu gelmektedir. Suudi Arabistan sınırında bulunan Yemen’deki iç savaşta İran destekli Husiler ile beraber mücadele eden Suudi Arabistan-BAE ortaklığı, ortakların kendi menfaatleri doğrultusunda Yemen’de bağımsız politikalar uygulaması neticesinde dağılmıştır. Bu durumun en belirgin örneğini; BAE’nin ülkenin güneyinde bulunan ayrılıkçıları desteklemek suretiyle Yemen’deki iç savaşı daha da derinleştirmesi olarak gösterilebilir. Güneydeki ayrılıkçıları vekalet unsuru olarak kullanan BAE, Aden Körfezinde kontrolü ve denetimi kendi eline almak istemiştir.

Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’da değişkenlik gösteren bir diğer politikası Yemen olmuştur. Suudi Arabistan ve BAE ittifakı Yemen’de iktidarı Abdurrahman Hadi’ye vermek için operasyon düzenlemiş ve düzenlenen operasyonlarda sivilleri hedef almıştır. Yaşanılan bu insanlık dramı karşısında sessiz kalan Trump yönetiminin aksine, Biden yönetimi bu gibi durumları daha propaganda sürecinde reddetmiş ve keskin önlemler alınacağını ifade etmişti. Yemen’deki mücadelenin ekonomik olarak da Suudi Arabistan yönetimini zor durumda bırakması bu bölgede uygulanan politikanın değişmesine neden olmuştur. Bu gelişmelere paralel olarak Suudi Arabistan yönetimi 21 Mart 2021 tarihinde tek taraflı olarak ateşkes ilan etmiştir. Bu ateşkes ilanı Husiler tarafından reddedilmiş ve ateşkes için tek şartın Suudi Arabistan tarafından uygulanan ambargonun kaldırılması olarak belirtilmiştir.

Barış Yüksel

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Uzman