Bu sayfayı yazdır

Küreselleşme Konulu Toplantı

 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü

Konferans Konusu: Küreselleşme

6 Nisan 2013

 

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü'nde 6 Nisan 2013'te Küreselleşme konulu toplantı gerçekleştirildi. Toplantıya konuşmacı olarak Ankara Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dekanı Prof.Dr. Şengül Hablemitoğlu ve Gazi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. M.Akif Okur katıldı. 


 

Toplantının ilk bölümünde Prof. Hablemitoğlu, Küreselleşmenin İnsan Yaşamı ve Ulus Devlet Üzerine Etkilerini anlattı. Küreselleşmenin sosyal boyutlarına dikkat çeken Hablemitoğlu, küreselleşmenin popüler kültür üzerinden milli kimliklere zarar verdiğini ifade etti.

Toplantının ikinci bölümünde ise Doç.Dr. Okur, Dünya Sisteminde Değişimin Yeni Dinamiklerini anlattı.  Küreselleşmenin ekonomik ve siyasal boyutlarına dikkat çeken Okur, postküreselleşme tartışmaları ekseninde güncel gelişmeleri değerlendirdi.

 

 

Toplantıdan Kısa Kısa

Şengül Heblemitoğlu

 

Küreselleşme bugün yeni değişikliğe uğramış ve beklentilerin aksine “küre-yerelleşme” olarak isim değiştirmiştir. Küreselleşme insanların millet ve aile gibi sığındıkları değerleri ortadan kaldırmış, kolektif dayanışma yerine çıkar temelli ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Bu süreçte “Meditasyon” ve tüketim pazarlaması yapılmaya başlanmıştır.

Küreselleşme ile dünya “tek bir hale” gelmiş değildir, Batı kültürü üçüncü dünyaya akmış ama tam tersi yaşanmamıştır. Batı felsefesi artık üretmez hale gelmiştir ve bitmiş durumdadır. “Secret” felsefesi son icadı olmuştur ve dünyaya başka da verecek birşeyi kalmamıştır. Batı’nın bir Mevlana’sı ya da Yunus Emre’si yoktur.

Şu an Türkiye de neo-liberalizm ile dini bir siyasal araç haline getirmiş ve ortaya “Neo-liberal din” kavramı çıkmıştır.

Küreselleşme ile birlikte gelirler arasında uçurum daha da artmış ve bir senede sadece açlıktan hayatını kaybeden insan sayısı 15 milyon insana ulaşmıştır. Asıl olarak açlıktan hayatını kaybedenler gıda ve yiyecek yetersizliğinden değil, gıda ve yiyeceklere ulaşamadıkları için hayatlarını kaybetmişlerdir.

Küreselleşmeyle birlikte devlet güç kaybetmiştir. Bu da vatandaşların sosyal haklarının ellerinden alınmasına neden olmuştur. Siyasal ve ekonomik hayattan uzaklaştırılan vatandaşlar popüler kültürle avutulmaya başlanmıştır. Vatandaşların güvendikleri devletin zayıflaması, kendilerini değersiz ve zayıf hissetmelerine neden olmuştur.

Küreselleşme ulus devletleri zayıflatmış, yeni kimlikler üretmiştir. Bu da etnik-dinsel kimlik çatışmalarının meydana gelmesini körüklemiştir. Kimlikler küreselleşmeyle birlikte imaj olmuş ve toplum içinde bir geçici araç olmaya başlamıştır. Kötülük şeffaflık kazanmıştır, bu da devlet eliyle yapılmıştır. Toplum artık kendisine zarar verecek olanı doğru olarak kabul edip destekler hale gelmiştir.

 

Mehmet Akif Okur

 

Hegemonya, merkezde güçlü bir devletin yer aldığı, bu devletin çevresinde de diğer devletlerin kendi rızalarıyla, bazı tabirler vererek ve bazı pazarlıklar sonucu sisteme eklemlenmeleridir.

Gramsçi, Rusya’da devletin otoriter olduğunu ve despotik yapı üzerine inşa edildiğini söyler, Batıda ise devlet farklı olup kendi içinde sivil toplumu da barındırır.

Özellikle Anglo-Sakson devletler dış politikada diğer devletlerle ilişki kurarken, sivil toplum örgütlenmeleri de diğer söz konusu ülkelerle ilişki içerisine girerler. ABD’de sivil toplum sistemi, devletin dış politikasıyla paralel hareket eder ve birbirlerini korurlar ve kollarlar. 1990’ların sonlarında ABD’nin bu geleneğinde bir değişim görülecektir. Devlet ile sivil toplum ortaklığı ayrışmaya başlayacaktır. Özellikle Amerikan sermaye sınıfı Çin’e yatırım yapma konusunda bir ayrışma yaşamıştır. ABD devleti ülkenin sermayesinin ve sermaye sahiplerinin Çin’e yatırım yapmalarını ve Çin devletinin güçlenmesini tehdit olarak görmekte ve karşı çıkmaktadır. Amerikan sermaye sınıfını bazen sıkıştıran Amerikan devleti sermaye sınıfı için bir sorun olma haline gelmeye başlamıştır ve kendisine bir tehdit olarak görmeye başlamıştır. Bu sermaye sınıfı kendine güvenilir başka liman bulma çabasına da girmiştir. ABD devleti dünyanın tamamının kendisine itaat eder hale gelmesini isterken, Amerikan sermaye sınıfı tüm dünya ile birlikte Amerikan devletinin de kendisine tabi olmasından yanadır.

ABD ulusalcıları Çin’e karşı da farklı tavır sergilemekle birlikte küresel sistemi kendi etrafında şekillendirmek için en güçlü ordunun kurulmasını sağlamıştır. Amerika, Avrupa stratejisini ikinci dünya savaşından sonra Almanya üzerine kurmuştur. Doğu Asya stratejisini de aynı şekilde Japonya üzerine kurmuştur. Ana stratejiye uygun olarak Ortadoğu stratejisini de Irak işgali sonrası Irak üzerine kurmak isterken hesapları tutmamıştır. Irak savaşı maddi kayba neden olmuş, ülke içinde hesapsız harcamalar sonucu krize yol açmıştır. Irak savaşı sonucu yüksek fiyatlı petrol gelirleri en fazla Rusya’ya yaramış ve ekonomisini düzene sokarak yükselişini sağlamıştır.

İç talebini dengede ve refah içinde tutmak için Amerika daha çok Çin malını ucuza almaya başlamış, dolayısıyla Çin’e yatırım yapmaya başlamıştır. Çin de Amerika’ya daha çok mal satmaya başlayarak ekonomik güce kavuşmuştur.

Küreselleşme bir anlamda ters tepki vererek sadece merkez ülkelerin değil, diğer ülkelerin de bazı konularda güç kazanmalarına neden olmuştur. Bir anlamda “Roma yollarına” benzetilebilir. Roma kendi sınırlarını korumak ve sınır bölgelerinde sorun çıkınca hızlı bir şekilde birliklerinin o bölgelere sevkiyatını gerçekleştirebilmek için Roma’dan sınırlarına kadar her tarafa yollar yapmıştır. Ancak söz konusu yollar aynı zamanda Barbarların aynı yolları kullanarak hılı bir şekilde Roma’ya saldırmalarını kolaylaştırmıştır.

1914 yılında dünya üretiminin %95’ini Batı devletleri gerçekleştiriyordu. Üretim ve gelirler tek medeniyetin elinde ilk defa bu kadar toplanmıştı. 2004’ten itibaren süreç tam tersine dönmeye başlayarak farklı medeniyet havzaları üretim ve gelirlere sahip olmaya başlamıştır.

2009’a gelindiğinde ise Amerika kendi ülkesinde çok sayıda şirket satın almaya başlamıştır. Bu da liberalizmin çöküşünün, serbest piyasa ekonomisinin kriz örneğiydi.

Küreselleşme ile eskiden var olan tek merkezli ilişkiler sistemi terk edilmiş, diğer merkezlerin de kendi aralarında iletişim kurmaları ve böylelikle büyümeleri sağlanmıştır .Küresel sisteme ayak uydurmak zorunda kalan devletler, örneğin Çin, Batı’ya doğru yayılma planlarını kurmaya başlamıştır.

Küresel oyuna dahil olabilmek için, her devletin kendi imkanlarıyla hareket etmesi gerekir. Küreselleşme teorisine göre, devlette, siyaset, güvenlikte ekonominin arkasında gelen şeyler olması gerekir. Küreselleşmeyi devlet dışında kimse durduramaz. Ancak bunun için de küreselleşmeyi devlet kendisine bir tehdit olarak algılamalıdır.

Küreselleşme iletişim araçlarının kolaylıkla kullanılması avantajını verir. Bu açıdan da olumlu bir gelişmedir. Alternatif fikirlerin hızlı bir şekilde yayılması için önemli bir gelişmedir.

Türkiye ve Türkler küreselleşmeyi Batı’daki devletlerden farklı olarak karşılar çünkü ilk zamanlarda Osmanlı küreselleşmenin karşısında duran, buna direnen ve mücadele veren bir ekonomiydi. Yenildikten sonra ise, küreselleşmeyi farklı boyutlarla kabul etmeye başlamıştır.

Sonuç olarak küreselleşme sonucu dünyanın tek bir köy haline geleceği koca bir yalandır.