Ergun Mengi

Ergun Mengi

21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü
Bilimsel Danışmanı

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini havaya uçurmuştur. İsyanın yayılması üzerine, Padişah II.Mahmut’un yeniçerilerin yerine kurmak istediği Sekban-ı Cedid ocağını kaldırmıştır.

2. Mahmut, 25 Mayıs 1825’te bu sefer Eşkinci Ocağıadı verilen üniformalı nizami ordu kurmuş, ancak bunu hazmedemeyen yeniçeri;[1] ulemayı da yanına alarak padişaha karşı tekrar isyan etmiştir. II.Mahmut, Sancak-ı Şerif çıkararak halkı yeniçerilere karşı savaşmaya çağırmış (Vakay-ı Hayriye), Aksaray-Et Meydanı’ndaki kanlı çatışmalar sonunda, yeniçeri kışlaları top ateşine tutularak 6.000’den fazla yeniçeri öldürülmüş, 20.000 civarında yeniçeri ve isyana katılan yobaz takımı tutuklanmıştır.

Askeri kuvveti çok zayıflayan Osmanlı’nın Donanması 1827’de Navarin’de yakılınca Osmanlının kara ve denizde hiç gücü kalmamıştır. Bunu fırsat bilen Yunanlar bağımsızlık için ayaklanmış (1828), bu ayaklanma Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın desteğiyle ancak durdurulabilmiştir. Ancak, bir yıl sonra, 1829’da Rusların baskısıyla, Osmanlı Yunanistan’ın bağımsızlığını kabul etmiştir. Osmanlı ordusunun zayıflığından istifade eden Fransa, 1830 yılında Cezayir’i işgal etmiştir.

Şubat 1833’te Amiral Lazarev komutasındaki Rus Donanması İstanbul Boğazında Büyükdere önlerinde demirleyerek 15.000 kişilik Rus ordusunu Beykoz sırtlarına yerleştirmiş ve Ruslar, Osmanlıdan Boğazlarla ilgili birçok imtiyaz koparacakları Hünkar İskelesi Antlaşmasını Padişaha imzalatmışlardır.

Kütahya’ya kadar ilerleyen Kavalalı Mehmet Ali Paşa, Girit, Şam, Cidde ve Adana vilayetleri verilerek durdurulabilmiştir. İngiltere ise, Rusların aldığına misilleme olarak ticari kapitülasyonları (Baltalimanı Antlaşması-1838) elde etmişlerdir.

Abdülaziz (25 Haziran 1861- 30 Mayıs 1876) döneminde Girit’in kaybedilmesine giden yol açılmış, Mısır kaybedilmiş, Bulgar isyanları baş edilemez hale gelmiştir. Sultan Abdülaziz, dış borçların ödenemeyecek duruma düşmesiyle borç erteleme (moratoryum-Tenzil-i faiz) kararı almıştır.

  1. Abdülhamit (31 Ağustos 1876- 27 Nisan 1909)

Osmanlıda Aydınlanmanın mimarı Mithat Paşayı Sadrazam olarak atamış; 1876 yılında Kanunu-i Esasi’yi (ilk Anayasa) kabul etmiştir. Abdülhamid, Kanun-ı Esasî’nin kendisine tanınan yetkisini kullanarak, daha meclis toplanmadan Mithad Paşa’yı sürgüne yollamıştır. 1877-78 Türk-Rus Savaşını (93 Harbi) gerekçe gösteren Abdülhamid Meclis-i Mebusan’ı 18 Şubat 1878’de tatil etmiş ve 30 yıl boyunca meclis bir daha toplanmamıştır. Osmanlı, 93 harbinde doğuda Kars, Ardahan, Erzurum, Trakya’da İstanbul’un Yeşilköy (eski adı Ayastefanos) a kadar olan topraklarını kaybetmiştir[1]. İstanbul surlarının hemen önünde karargâh kuran Ruslar, Batılı ülkelerden çekinmeleri nedeniyle İstanbul’u ele geçirmemişlerdir. Ayastefanos Antlaşmasıyla Doğu Anadolu topraklarını almışlar ve himayelerine aldıkları Müttefikleri Ortodoks Balkan ülkelerini Osmanlı’dan kopararak geri çekilmişlerdir. Ayastefenos Bulgaristan’a Balkanların büyük bir kısmı ile Ege denizi kıyılarını veriyordu. Bu anlaşma sonunda Osmanlı’nın Balkanların batı kısmındaki topraklarıyla irtibatı kesilmiştir.

Bu antlaşmanın çok ağır olduğunu ileri süren Batılı ülkeler, Rusya ve taraflar ile Berlin Antlaşmasını imza altına almışlardır.

Buna göre Sırbistan, Karadağ ve Romanya bağımsız olmuş, Bulgaristan’a özerklik verilmiştir. Aynı yıl içinde Kıbrıs İngiltere’ye bırakılmış (12 Temmuz 1878), Bosna Hersek ve Yenipazar Avusturya tarafından işgal (28 Ekim 1878) edilmiştir.

Berlin Antlaşmasıyla, Kuzey Makedonya Osmanlı’da kalmış ve Balkanlarla olan bağlantı korunabilmiştir.

Savaştan 16 yıl geçtikten sonra, Ruslar, İstanbul önlerinde ölen Rus askerlerin anısına Yeşilköy’de (O zamanki adıyla Ayastefanos) kilise tarzı bir anıt inşa etmiş ve içine Rus askerlerin mezarlarını yerleştirmiştir. Bu anıt-mezarın, Rusların galibiyetini taçlandıran bir zafer anıtı olarak, 6 Aralık 1898’de açılışı törenle yapılmıştır. 16 yıl ayakta kalabilen bu anıt, milliyetçilik akımı ve I. Dünya Savaşı öncesinin gerilimli koşullarında, 14 Kasım 1914’de, planlı olarak havaya uçurulmuştur.

1854 yılında ödenemeyecek hale gelen borçlarla Osmanlı hazinesi iflas etmiştir. (II. Abdülhamit devrindeki borç; 240 Milyon Altın Lira) Borçların tasfiyesi için Düyun-u Umumiye (1881-Genel Borçlar İdaresi) kurulmasıyla, Osmanlı hazinesi bilfiil yabancıların eline geçmiştir[1]. Fransa, 1881 tarihinde Tunus’u himayesine almıştır. Aynı yıl Teselya’nın Yunanistan; 1882 yılında Mısır’ın, 1884 yılında Somali’nin, 1899 yılında Kuveyt’in İngiltere tarafından; 1885’de Habeş Eyaletinin İtalya; 1908 yılında Bosna-Hersek’in Avusturya; Batı Trakya’nın bağımsızlığını kazanan Bulgaristan tarafından işgal edilmesi ve 1889’da özerkliğini kazanan Girit’in, 1908 yılında Yunanistan’a katılmasıyla, Osmanlı, topraklarının yüzde 50’sinden fazlası bu dönemde kaybedilmiştir.

Tahttan indirileceğinden korkan II.Abdülhamit polis ve istihbarat örgütü (Yıldız) kurmuş[2] ve bu hezeyanlar kapsamında kadın kılığına girmiş düşmanlardan korkarak, 02 Nisan 1892’de, kadınların sokakta çarşaf giymesini yasaklamış[3] ve dünyanın üçüncü büyük Donanmasını Haliç’e kapatarak atıl hale getirmiştir.

Abdülhamid askıya aldığı Kanun-i Esasi’yi, baskılara dayanamayarak, 24 Temmuz 1908’de yürürlüğe sokarak II. Meşrutiyeti ilan etmiştir. Ancak, demokrasi, hürriyet, ulus devlet ve milli-yerli ekonomi fikirlerini taşıyan İttihat ve Terakki ile Hükümet ve bu fikirlere karşı çıkanlar arasında kutuplaşma artmış ve maalesef, orduya da sıçramıştır. Ekim 1908’de “alaylı” ve “mektepli” subaylar tartışmaları ordudaki kutuplaşmayı arttırmıştır. İbadet bahanesiyle talimden kaçanlara, alınan önlemler, orduyu din tartışmalarının içine sokmuştur. Medreselilerin askerlik hizmetinden muaf tutulmasını haksızlık olarak değerlendiren Harbiyeliler, medrese mensuplarının hiç olmazsa basit bir okuma-yazma sınavına tabi tutulmalarını istemeleri “Asker – Medrese” çatışmasını ortaya çıkarmıştır.

İttihat ve Terakki ile çatışan Kâmil Paşa hükümetinin 4 Şubat 1909’da güvensizlik oylarıyla düşürülmesinden sonra Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa ve İttihat ve Terakki hükümet olmuştur.

Kurumlar içindeki kutuplaşmanın arttığı ortamda, Rumeli’den getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen 4. Avcı Taburu erleri ve alaylı subayları, 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) tarihinde "şeriat isteriz, padişahım çok yaşa" sözleriyle isyanı başlatmışlardır. Onlara katılan ulema, softa ve medrese öğrencileri, mektepli subayların dinden çıktıklarını, İttihat ve Terakki’nin dini ayaklar altına aldığını ifade ederek, İstanbul’u kontrol altına almışlardır. Ayaklanmacılar, Şeyhülislam Ziyaettin Efendi’yi aracı kullanarak. Harbiye Nazırının ve Mahmut Muhtar Paşa’nın görevlerinden alınmasını, istemişler, meclis binasın basarak Milletvekillerini öldürmüşlerdir. Şurayı Ümmet, Tanin basımevlerinin yağma edilmiş, Padişahın isteği ile kabine istifa etmiş, isyancıların istekleriyle Tevfik Paşa 14 Nisan 1909’da hükümeti kurmuştur.

Genel af (Aff-ı Şahâne) ilan edilmesine rağmen, isyan devam etmiş, Türk kadınlarının Beyoğlu’na çıkmasına yasaklanmış; Frenk gömleği giyen erkekler tartaklanmıştır.

Asâr-ı Şevket Zırhlısı Kaptanı Dz. Bnb. Ali Kabuli Bey’in, kendi erleri tarafından Yıldız Sarayı’na kadar sokaklarda sürüklenip, Abdülhamit’in önünde öldürülmesi, dindar kesim dahil tüm halkın sabrını taşırmıştır. On üç gün süren ayaklanma, softaların propagandaları sonucu dinî bir hal almıştır. Selanik ve Edirne ordularından oluşturulan ve Rumeli halkının gönüllü katıldığı Hareket Ordusu İstanbul’a gelerek isyanı bastırmış ve 27 Nisan 1909’da II. Abdülhamit tahttan indirilip yerine V. Reşat çıkarılmıştır.[1]

Birinci Balkan Savaşı Dönemi

Sırbistan, Bulgaristan, Yunanistan ve Karadağ 08 Ekim 1912’de Osmanlıya saldırı başlatmışlardır. Bu savaş üzerine Trablusgarp’tan İstanbul’a dönen Mustafa Kemal, Gelibolu’daki Kolordunun, Akdeniz Boğazı Kuvvetleri Harekat Şube Müdürlüğüne atanmıştır.

1. Meşrutiyet sonrası dört yıllık İttihat ve Terakki hükümetinin vaat ettiği eşitlik, kardeşlik ve özgürlük isteklerinin gerçekleşmemesi, İttihat ve Terakki’ye olan güveni sarsmıştı. 1912’de Trablusgarp’ta alınan yenilgiler, ardından Balkan ülkelerinde yaşanan karışıklıklar, 18 Ocak 1912’de Sadrazam Sait Paşa’nın istifasıyla İttihat ve Terakki hükümeti son buldu   

Yenilenen seçimleri de çeşitli baskılarla İttihat ve Terakki kazandı. Cemiyetin yeni hükümeti de başarısız olunca, 5 Ağustos 1912’de kabine istifa etti. Başlayan Balkan Savaşı üzerine, Padişah seçim yapılmadan, Hürriyet ve İtilaf Partisinden Kıbrıslı Kâmil Paşayı sadrazamlığa getirdi. Bu arada ordu Balkan savaşlarında yeniliyor, Trakya ve Ege adaları kaybediliyor, Balkanlardan gelen on binlerce Müslüman mülteci İstanbul’a doluyordu.

Bab-ı Âli Baskını (23 Ocak 1913)

Bunca karmaşayı fırsat bilen Enver Paşa, Ocak 1913’de Bâb-ı Âli hükümet konağını basmıştır. Fedailerden Yakup Cemil Harbiye Nazırı Nazım Paşa’yı öldürmüş ve akabinde Sadrazam Kâmil Paşa istifa etmiştir. Padişah bu oldubitti içinde Mahmut Şevket Paşa’yı sadrazam yapmıştır. Ancak İmparatorluğun yönetimi İttihat Terakkinin başındaki Enver, Talat ve Cemal Beylerin eline geçmiştir. Mustafa Kemal, tüm bu olayları tasvip etmediğinden, İttihat-Terakkinin bu faaliyetlerinin dışında kalmıştır.

Bulgarlar Büyük Çekmece Gölünün hemen batısında yer alan Çatalca hattına kadar Trakya topraklarını işgal etmişlerdir. Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul’a yaklaşan Bulgar ordusunun şehri ele geçirmesi ve Bulgarlarla dost olan Rusların İstanbul’a gelmesine yol açması riskine karşı 1878 Berlin Kongresinde yer alan devletlerden uluslararası bir deniz filosu talep etmiştir. Kabul gören bu öneri kapsamında Almanya zırhlı muharebe kruvazörü Goeben ile hafif kruvazör Breslau’nun İstanbul’a göndermiştir. Gemiler 15 Kasım 1912’de İstanbul’a varmıştır. Bulgarlar, bu destek karşısında ve Rusların karşı çıkmasıyla İstanbul’a saldıramamışlardır.

Ege Adaları Kaybediliyor

Balkan Savaşında her cephede yenilen Osmanlı denizde de Yunanların Averof zırhlısına yenik düşmüştür. Averof zırhlısı tek başına, adalarda bulunan takım seviyesindeki Osmanlı askerlerini katlederek, tüm Doğu EGE adalarını almıştır. Osmanlı’nın Haliç’te çürümüş donanması ne denize çıkabiliyor ne de Osmanlı ordusu İzmir’den 3 mil uzakta olan adalarımıza takviye asker çıkarabiliyordu. Burnumuzun dibindeki adalarımızı savunamayan Osmanlı İtalya’ya kaptırdığı 12 Adalara ilave olarak, Balkan Savaşında da tüm Doğu Ege adalarını Yunanistan’a vermiştir.

Osmanlı bir an önce Barış istiyordu. Sadrazam Mahmut Şevket Paşa Başkanlığındaki heyet 30 Mayıs 1913’de Tüm Trakya’yı ve Ege Adalarını Yunanistan ve Bulgaristan’a bırakan antlaşmayı imzalamışlardır. Osmanlı’nın Trakya’daki sınırı, Midye-Enez hattı arasındaki düz çizgi olmuştur.

Sadrazam Mahmut Şevket Paşanın Öldürülmesi (11 Haziran 1913)

Devlet, hayatta kalma mücadelesi verirken, iktidar kavgası ardı kesilmeden devam etmektedir[1]. İttihat ve Terakkiye karşı olan muhalefet, “Babıali Baskınında” öldürülen Harbiye Nazırı Nazım Paşa’nın mensup olduğu “Halaskar Zabitanları” grubu, 11 Haziran 1913 günü Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya suikast düzenlemiştir. Bundan sonra göstermelik olarak Sadrazam yapılan Sait Halim Paşa Sadrazam yapılmış ve güç tamamen Enver, Talat, Cemal üçlüsünün eline geçmiştir. İstedikleri kişileri, paşaları, Nazırları Padişaha imzalatıyorlardı. İşte bu imzaları atan Padişah V.Reşat, bir bakan atamasını imzalarken söylediği “Gelen ağam, giden paşam” sözü siyasi hayatımıza girmiştir.

İkinci Balkan Savaşı

İlk Balkan Savaşı sonunda en çok toprak ve Ege Denizinde uzun bir kıyı elde eden Bulgaristan’a karşı Yunanistan ve Sırbistan saldırıya geçmiştir. Bu Osmanlının çok işine gelmiştir. Bulgar ordusunun yenilmesi üzerine, Trakya’da ileri harekete geçen Çanakkale Kolordusu Bulgarları Midye-Enez hattından Edirne’ye kadar atmıştır. Kolordu Edirne’ye girmeden önce Enver Bey, bir süvari birliğinin başında Edirne’ye girmiş ve kurtarıcı olarak karşılanmıştır. Artık ulusal bir kahramandır. Sınırlar 29 Eylül 1913’de tarihinde yapılan İstanbul Antlaşmasıyla tekrar düzenlenmiştir. Bu antlaşma ile Osmanlı, Edirne’yi geri alsa da, Balkanlar kaybedilmiştir. Batı Trakya ve Dedeağaç ile Ege çıkışına sahip olan Bulgaristan, Osmanlı’nın Balkanlarda tek sınır komşusu olmuştur. Bu topraklar bir daha Türklerin hâkimiyetine giremeyecektir.

Dünya ısınmıştı, Birinci Dünya Savaşı, 28 Temmuz’da Avusturya-Macaristan imparatorluğunun Sırbistan’ı işgal etmesi ile başlamış ve Almanya’nın Belçika, Lüksemburg ve Fransa’yı işgali ile Rusya’nın Almanya’ya saldırmasıyla devam etmiştir.

Britanya Hükümeti, Osmanlı hükûmetinin, Fransız bankacılardan alınan borçlar, halktan toplanan bağışlar ve vergilerle toplanan 6 milyon sterlin ödeme yaptığı Reşadiye ve Sultan Osman-I Evvel zırhlılarına 03 Ağustos 1914’de el koyduğunu bildirdi. Gemileri teslim almaya giden birliğin komutanı Rauf (Orbay) Bey eli boş dönmüştür.

Bu arada, başlayan savaşla, Akdeniz’de sıkışıp kalan, Amiral Souchon komutasındaki iki Alman zırhlısı Goeben ve Breslau 10 Ağustos 1914’de Çanakkale Boğazından giriş yaptı. Gemilerin İstanbul’a demirlemeleri Rusya, Fransa ve Britanya’nın sert protestolarına neden oldu. Osmanlı Devleti savaşta hâlâ tarafsızdı ve uluslararası anlaşmalar gereği Alman gemilerinin boğazlardan geçişini önlemekle yükümlüydü. Protestolara cevap olarak anılan iki geminin parası peşin olarak ödenmiş olduğu halde Britanya hükûmetince gasp edilen iki gemi yerine Almanlardan 500.000 altın lira karşılığında alındığı ve isimlerinin Yavuz ve Midilli olarak değiştirilerek Osmanlı Donanması’na katıldığı bildirilmiştir.

Amiral Souchon’un 14 Eylül 1914 tarihinden itibaren Osmanlı donanmasının tatbikat için Karadeniz’e açılması yönündeki talepleri, Sadrazam Said Halim Paşa tarafından her seferinde geri çevrilmiştir. Hatta Enver Paşa’nın bir günlük Karadeniz’e tatbikat izni üzerine sadrazam hemen müdahale ederek, gemileri geri çağırmıştır.

Birinci Dünya Savaşına Giriş

Amiral Souchon 23 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanması Komutanlığına getirilmiştir. 29 Ekim 1914 Karadeniz’e açılan, GoebenBreslau ile Osmanlı zırhlılarından oluşan filo Odesa, Sivastopol Novorossisk, Feodosya limanları ile bazı Rus gemilerini bombalayarak Osmanlı İmparatorluğunu savaşa sokmuştur.

Daha 10 gün geçememiştir ki tüm cephelerde savaş başlamıştır. Kafkas cephesine önem veren Enver Paşa bizzat kendisi bu cepheye kumanda etmiştir. 07 Kasım 1914: Doğu Cephesinde Sarıkamış Harekâtına lojistik destek taşıyan "Bezm-i Alem", "Bahr-i Ahmer" ve "Mithat Paşa" gemileri, Doğu harekatında kullanılacak lojistik malzemelerini, askerlere kışlık kıyafet ve battaniye dahil yükleyerek refakatlerinde Osmanlı Donanması olmadan 5 Kasım’da İstanbul’dan yola çıkarılmıştır. Ancak 07 Kasım 1914 günü Zonguldak önlerinde Rus gemilerince batırılmıştır. Bu gemilerde 221 kişi şehit verilmiş ve kara harekâtının lojistik desteği, zayıf Deniz Gücü nedeniyle sağlanamayarak Sarıkamış’ta büyük bir yenilgi alınmıştır.

Gemilerin battığı haberi yayılır yayılmaz bütün ülkeyi saran endişeli bekleyiş, insanların diline “Karadeniz’de gemilerin mi battı?” kalıbını pelesenk eder. Bu sarsıntı uzun süre unutulmaz ama Sarıkamış’tan dönen Enver Paşa sorulan sorulara biraz savaştık işte der ve bütün basına sansür uygulayarak, Sarıkamış yenilgisine ve donarak ölen askerlere dair tek satır bile yazılmasına müsaade etmez.

Savaş her cephede devam ederken, dünyayı sarsan bir gelişme oldu. Şubat 1917’de Rusya’da Çarlık yıkıldı, yerine gelen geçici hükümetler başarılı olamayınca Ekim 1917’de Lenin liderliğinde Bolşevikler idareyi ele geçirdi. Peki bunların Türkler üzerinde, halk üzerinde ne etkisi oldu diye sorarsanız, en üst kademelerin cevabı koca bir “hiç” tir. Bazıları ise “iyi oldu Çarlık Rusya’sıyla çok harp etmiştik” gibi stratejik değerlendirmeden uzak yaklaşımlardı. Perişan durumdaki halk zaten durumun farkında bile değildi. Peki, Brest Litovsk Antlaşmasıyla Bolşevik Rusya ile savaş sona erince, donanma ne yaptı. Şanlı Yavuz, Midilli, neredeydi, neredeydi donanmanın zırhlıları. Karadeniz’de savaş bitti.

Yazımı “Neden Balkan harbinde kaybettiğimiz Ege Adalarını geri almak için Şanlı Yavuz Ege’de mücadele etmedi?” sorusuyla bitireyim.

GÖRSELLERLE İNCELEMEK İÇİN TIKLAYINIZ

 

 

[1] Bu her siyasi dönemde bu şekilde olmuştur. Her karışıklıkta bazı siyasiler, durumu kendi yararına fırsata çevirmeye çalışmıştır.

[1] İstanbul’daki Abide-i Hürriyet Anıtı; 31 Mart şehitleri için yaptırılmış ve 23 Mayıs 1911 tarihinde açılışı yapılmıştır. Anıt’a 2 subay ve 42 askerin cenazesi yerleştirilmiştir.

[1] Ali.D.Ercan, Osmanlı’nın Meş’um Mirası, http://avrupabirligigazetesi.com.tr/2017/02/17/osmanlinin-mesum-mirasi/, 12 Şubat 2017.

[2]Yıldız İstihbarat Teşkilatı”, http://www.turkiyeistihbarat.com/yildiz-istihbarat-teskilati/, 25 Şubat 2017.

[3] Şefika Kurnaz, Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını (1839-1923), T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1991. 2. Baskı, s. 33, http://ailetoplum.aile.gov.tr/data/54293dab369dc32358ee2b0f/kutuphane_4_cumhuriyet_oncesinde_turk_kadini.pdf,

Bu yazıda, Ege ve Doğu Akdeniz’de Egemenliği Antlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklarla (EGAYDAAK) ilgili olarak daha önce yayımladığım[1] Ege Adalarının yanısıra özellikle Kardak krizinde ve şimdi Doğu Akdeniz gerginliğinde gündeme getirilen Türkiye-İtalya arasında 04 Ocak 1932 tarihinde yapılan sözleşmenin ayrıntılarına Türk ve Yunan tezlerine değineceğim.

Türk dili lisanların en eskillerinden birisidir. Kaşgarlı Mahmud tarafından 1077 yılında yayımlanan Dîvâni Lugati’t-Türk, Türk dilinin lehçelerine ve dilbilgisi kurallarına ait bilgilerin yanı sıra Türk kültürüne dair önemli bilgileri de içerir. Avrupa’daki Roma Egemenliğindeki resmi dil olan Latinceye ilk karşı çıkan Fransızca olmuştur. 

Kurtuluş Savaşı Nerede Bitti, Mudanya Mütarekesi

Dr. E. Amiral Ergun MENGİ

 

Kurtuluş ve Kuruluşu iyi bilmeden bugünü yönetmemiz ve anlamamız mümkün değildir. Büyük Taarruz 26 Ağustosta başladı ve toplam 14 günde düşmanı 9 Eylül 1922'de İzmir’de denize döküldükten sonra, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Kocaeli, İstanbul, Tekirdağ, Kırklareli, Edirne ve diğer yöreler tek kurşun atılmadan kurtarıldı.

Türk ordusu, 09 Eylül sonrası dinlenmeden kuzeye Bursa ve Çanakkale istikametine yönelmiştir. 16 Eylül’de Bandırma’ya girdi. Boğazları ve İstanbul’u elde tutmak isteyen Birleşik Krallık Başbakanı Lloyd George, General Harington’a Boğazları savunması emrini vermiştir. İngilizler Boğazlar bölgesinin tarafsız bölge olduğunu iddia ederek Türk ordusunun bölgeye girmesini savaş sebebi sayacaklarını ve karşılık vereceklerini ilan ettiler. Harrington, Mustafa Kemal ile telgraf başında yazışıyor ve Mustafa Kemal Paşa “hangi tarafsız bölge” sorusuna “Sevr Antlaşması” diye cevap gelince, Mustafa Kemal Paşa “Siz hala Sevr Antlaşması var mı sanıyorsunuz, biz onu çoktan çöplüğe attık” diye cevap verir[1]. Mustafa Kemal Paşa böyle bir tarafsız bölgeyi tanımadığını ifade ederek.  Türk Süvari Birliklerini, sözde tarafsız bölgedeki Ezine’ye gönderir[2].

15 Eylül 1922'de Daily Mail'de yayınlanan bir röportajda, Mustafa Kemal şunları söyledi: "Taleplerimiz Kurtuluş savaşımızda kazandığımız bu zaferden sonra değişmemiştir. Biz Küçük Asya’yı (Anadolu’yu),  Meriç nehrine kadar Trakya'yı ve başkentimiz İstanbul’a sahip olacağız. Aksi halde ordumla İstanbul üzerine yürümek zorunda kalacağım ki bu sadece birkaç günlük bir harekâttır. Ben, bu toprakları, yapılacak görüşmelerle elde etmeyi tercih ederim. Ancak, takdir edersiniz ki, bunun için sonsuza kadar bekleyemem.

Bu girişim üzerine, Fransız ve İtalyanlar askerlerini Gelibolu tarafına çekmiş İngilizler, Türk ordusuna karşı tek başlarına kalmışlardı. Tarihe Çanak (Chanak) Krizi olarak giren, Türkiye ve Birleşik Krallık arasında Gelibolu’dan sonra ikinci bir harbi başlatacak krizi başladı. General Harrington, ilerleyen Türk birliklerine Başbakanın emrine rağmen ateş açtırmadı ve görüşmelerin başlamasını sağladı. Görüşme teklifinin yapıldığı o gün, dünyanın Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetini kabul ettiği ve Mondros mütarekesini, Sevr Antlaşmasını tarihin derinliklerine gömdüğü gündür.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, mütareke görüşmelerine savaşta yenik düşmüş işgalci Yunanların katılmasını istemedi, mütareke sadece geri kalan işgalcilerle yapılacaktı.

Yunan delegesi açıktaki İngiliz gemisinde bekledi. Onları bu maceraya sürükleyen İngilizler nasıl olsa onlara bir pay koparırdı. Geçmişte hep böyle olmuştu çünkü. Hiçbir zaferlerini tek başlarına kazanmadıkları gibi, yenilgilerinde dahi hep toprak kazanmışlardı. Ama bu defa öyle olmayacaktı. 03 Ekim 1922 günü toplanan Mudanya Mütarekesi ana maddelerde anlaşamayınca dağılmıştır.

Bunun üzerine, bir bölük Türk askeri İngiliz cephelerine doğru yürüyüşe geçirilir. Türk Birliği, İngiliz savunma hatlarının önlerine kadar yürümüştür. İngilizler, tüfekleri dipçikleri yukarı, namluları aşağı gelecek şekilde asılmış tören nizamında yürüyen birliğe, Başbakan’ın emrine rağmen ateş edememişlerdir[3]. Verilen mesaj çok nettir. “Ülkemizin egemenliğine ve bağımsızlığına sahip çıkacağız, gerekirse savaşırız ancak ilk ateş eden biz olmayacağız”.

Tekrar toplanan Mudanya Mütarekesi, TBMM Hükümetinin isteklerine uygun olarak 11 Ekim’de imzalanmıştır. Sonucunda, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Kocaeli, İstanbul ve Trakya tek kurşun atılmadan, tek şehit vermeden egemenliğimiz altına alınmıştır. Yunanlara sadece 15 gün süre verilerek Bursa, Kocaeli ve Meriç nehrine kadar olan Trakya’yı boşaltmaları sağlanmıştır. Bu nedenle Tekirdağ’ın kurtuluşu 13 Kasım, Edirne’nin kurtuluşu 24 Kasım 1922’dir. Bu hezimet sonrası, Yunan hayranı Lloyd George Hükümeti bir gensoruyla düşürülmüştür.

19 Ekim günü, Yunanı İzmir’de denize döktükten 40 gün sonra General Refet Bele Komutanlığında jandarma-asayiş görevlerini yerine getirmek üzere 8.000 kişilik Türk Ordusu İstanbul’a girmiş ve Trakya illerine yerleştirilmiştir.

Mudanya Mütarekesi, TBMM hükümetinin en başarılı diplomatik zaferlerinden birisidir.

 

 

[1] Dr. Mustafa ÇULÇU http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-45/canakkale-krizi-ve-lloyd-georgeun-iktidardan-dusmesi-eylul-ekim-1922

[2] Doğan Avcıoğlu, Milli Kurtuluş Tarihi, 1838-1995, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1974, ss.191-192

[3] Uğur Dündar, Atatürk’ün strateji dehasını belgeleyen bu olayı biliyor musunuz?..31 Ekim 2018,  https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/ugur-dundar/ataturkun-strateji-dehasini-belgeleyen-bu-olayi-biliyor-musunuz-2710987/

 

İzmir'in dağlarında çiçekler açar,Altın güneş orda sırmalar saçar, Bozulmuş düşmanlar, hep yel gibi kaçar,Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa;Adın yazılacak mücevher taşa” sözleriyle tüylerimizi diken diken eden ve halkımız tarafından çok sevilerek söylenen İzmir Marşı’nın, bestecisi ve güftecisi hakkında yeterli bilgi yoktur.

Dünyanın sonu geliyor mu bilmiyorum ama korkarım ahlakın sonu geldi. Herkes yalan söylüyor, aldatıyor, hem de hiç yalan söylememesi gereken, aldatmaması gereken kişiler bunu yapıyor. Hal böyle olunca alarm zilleri çalıyor.

İnsan tek başına iken masumdur, günahsızdır. İki kişi bir araya gelince; koordine, işbirliği, egemenlik kavramları öne çıkar ve bazı konularda karşınızdaki tek kişi de olsa muhalefet vardır.

Osmanlı’da Yeniçeri ’den sonra kurulan düzenli ordularda 1843’de oniki yıllık mecburi askerlik süresi getirilmiştir.

Dünyaya gelen her insan özeldir, kendi gelişimini sağlayacak tercihlerini özgürce yapacaktır.

ÜYE GİRİŞİ

Şifremi unuttum
  1. SON MAKALELER
  2. ÇOK OKUNANLAR

Ergun Mengi   - 07-04-2024

Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı Başlangıcında, Osmanlı İmparatorluğunun Siyasi ve Askeri Anatomisi

2. Mahmut, Balkan isyanları, Rus baskısı ve Kavalalı Mehmet Ali Paşa’yla uğraşırken yeniçeriler, her fırsatta ayaklanmaktaydı. 15-18 Kasım 1808’de Babıali’yi basan yeniçerilerle mücadele eden Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa mahzendeki barutları ateşleyerek içeri giren 600 yeniçeriyle beraber kendini h...

Error: No articles to display